2000 Cilt 7 Sayı 1Cilt 7' e ait sayılar bu alt bölümde listelenir.http://hdl.handle.net/11616/21172024-03-29T14:56:48Z2024-03-29T14:56:48ZAni İşitme KaybıKalcıoğlu, M. TayyarMiman, Murat CemÖzturan, OrhanAktaş, DavutÖncel, Semihhttp://hdl.handle.net/11616/22552015-06-13T00:00:14Z2000-01-01T00:00:00ZAni İşitme Kaybı
Kalcıoğlu, M. Tayyar; Miman, Murat Cem; Özturan, Orhan; Aktaş, Davut; Öncel, Semih
KBB acilleri içinde yer alan ani işitme kaybı, üç günden kısa bir zaman içinde gelişen, ardı ardına üç frekansta 30 dB’den daha fazla bir kayıpla ortaya çıkan sensörinöral işitme kaybı olarak tanımlanır. Major klinik bulgu işitme kaybıdır, ancak tinnitus ve başdönmesi de eşlik edebilir. Ani işitme kayıplarında spesifik etioloji vakaların ancak %10-15'inde saptanabilir. Bu nedenle "idiopatik ani işitme kaybı" olarak isimlendirmek de olasıdır. Ani işitme kayıplarında spontan iyileşme oranı %65’e kadar çıkmaktadır. Kortikosteroid tedavisi en yaygın kullanılan ve en etkili tedavi yöntemi gibi durmaktadır. Prognoz, hasta erken görülür ve tedaviye başlanırsa, iki hafta içinde odyolojik düzelmenin başladığı saptanırsa, semptomlar arasında tinnitus ve vertigo eşlik etmiyorsa ve odyogramda ağır olmayan bir işitme kaybı mevcutsa daha iyidir.; The definition of sudden sensorineural hearing loss, an otolaryngology emergency, is a loss greater than 30 dB in three contiguous frequencies occurring in less than 3 days. Its major symptom is hearing loss, sometimes associated with tinnitus and vertigo. The spesific cause can be determined in only 15% of patients, thus it can be termed “idiopathic sensorineural hearing loss”. Spontaneous recovery can be anticipated in 65% of the patients, but corticosteroids are the most commen and efficient treatment modality. Patients with mild hearing loss without vertigo and tinnitus, having early treatment and with evidence of odiologic remission in 2 weeks have better prognosis.
2000-01-01T00:00:00ZMelanin Ve KimyasallarTemel, İsmailIrmak, M. Kemalhttp://hdl.handle.net/11616/22532015-06-13T00:00:13Z2000-01-01T00:00:00ZMelanin Ve Kimyasallar
Temel, İsmail; Irmak, M. Kemal
Melanin, hayvan ve bitki aleminde yaygın olarak bulunan, kinon ve hidrokinon monomer-lerinden oluşmuş bir polimerdir. Hayvanlarda pigmentasyon işlevinden başka, çeşitli ilaç ve kimyasal maddeleri kendisine bağlamaktadır. Melanin bu şekilde zararlı maddeleri absorbe etmekte ve sonradan toksik olmayan konsantrasyonlarda yavaş olarak etrafa bırakarak, hem pigment hücrelerini hem de çevre dokuları korumaktadır. Diğer yandan, yüksek miktarda zararlı kimyasal birikimi, melanin içeren hücrelerde ve çevre dokularda hasara yol açmaktadır. Örneğin gözde ve iç kulakta bulunan pigment hücreleri, duyu hücrelerine yakın yerleşmiş ve melanine bağlanma bazı oküler ve iç kulak lezyonlarının gelişmesinde önemli bir faktör olabilmektedir. Beyinde ise, çeşitli nörotoksik ajanların ekstrapiramidal sistemdeki sinir hücre-lerinde bulunan nöromelanine bağlanması, parkinsonizm ve tardiv diskinezi gelişimine neden olmaktadır. Ayrıca, hayvanların pigment hücrelerinde biriken bazı karsinojenik bileşiklerin malign melanoma gelişimine de neden olduğu düşünülmektedir.; Melanin is a polymer of quinone and hydroquinone monomer units found throughout the animal and plant kingdoms. In addition to its function in pigmentation, melanin also binds various drugs and chemicals in animals. With this function, melanin protects the pigmented cells and adjacent tissues by absorbing harmful substances, which then are slowly released in nontoxic concentrations. Long-term exposure, on the other hand, builds up high levels of noxious chemicals, stored on the melanin, which ultimately causes degeneration in the melanin-containing cells, and secondary lesions in surrounding tissues. In the eye and in the inner ear, the pigmented cells are located close to the receptor cells, and melanin binding may be an important factor in the development of some ocular and inner ear lesions. In the brain, neuromelanin is present in nerve cells in the extrapyramidal system, and melanin affinity of certain neurotoxic agents may be involved in the development of parkinsonism and tardive dyskinesia. There also seems to be a correlation between the induction of melanoma and melanin affinity of carcinogenic compounds found in the pigment cells of animals.
Turgut Özal Tıp Merkezi Dergisi.7 (1) :87-91,2000. Malatya.
2000-01-01T00:00:00ZAkciğer Tüberkülozunda Doğrudan Gözetimli TedaviGünen, HakanKızkın, Özkanhttp://hdl.handle.net/11616/22502015-06-13T00:00:13Z2000-01-01T00:00:00ZAkciğer Tüberkülozunda Doğrudan Gözetimli Tedavi
Günen, Hakan; Kızkın, Özkan
Bin dokuz yüz seksenlerin başına kadar gelişmiş ülkelerde sürekli azalma eğiliminde olan tüberküloz (TBC) prevalansı, bu tarihten sonra AIDS hastalığının ortaya çıkması, devlet politikalarında sağlığa ayrılan payın ekonomik nedenlerle azaltılması, toplumlardaki gelir dağılımının giderek bozulması ile birlikte alkolizmin, evsizliğin ve uyuşturucu kullanımının büyük boyutlara ulaşması gibi sebeplerle yükselmeye başlamıştır. 1990’ların sonuna gelindiğinde başta Amerika olmak üzere bu ülkeler tek tek TBC’ye karşı yaptıkları savaşı kaybettiklerini ve acil önlemler alınması gerektiğini tüm dünyaya ilan etmişlerdir. Hemen ardından ise yapılan çalışmalarla TBC ile mücadelede etkinliği çok daha önceden ispatlanmış olan ve hastalara haftada iki veya üç kez ilaçların elden verilmesi ve yuttuğunun gözlenmesi olarak tanımlanan Doğrudan Gözetimli Tedavi (DGT) uygulamasını standart tedavi olarak kabul etmişler ve hatta daha da ileri giderek kanunlarla zorunlu hale getirmişlerdir.
Ülkemiz açısından ele alındığında ise TBC ile savaşın çoktan kaybedildiği ve ilaç direnci probleminin inanılmaz boyutlara ulaştığı herkesçe bilinmektedir. Resmi rakamlarda belirtilen iyimser tahminlere göre bile şu anda, savaşı kaybettiğini daha önce ilan eden ülkelerin en kötü halinden ortalama 2 kat daha kötü durumda olduğumuz bir gerçektir. Buradan yola çıkarak, TBC tedavisinde önyargıların aksine daha ucuza mal olan, relaps ve çok ilaca direnç oranlarını azaltan DGT uygulamasının gerekli organizasyonun acil olarak yapılmasını takiben ülkemiz için de resmi, standart ve kanuni olarak zorunlu uygulama haline getirilmesi tek çözüm gibi görünmektedir.
Derlememizde daha önceki literatürler ışığında dünyadaki DGT uygulamalarını, sonuçlarını ve ülkemizde bu yönde neler yapılması gerektiğini tartışmaya çalıştık.; Prevalence of tuberculosis (TB), persistently having a downward trend until the beginning of 1980s in developed countries, re-surged with the appearance of AIDS, decrease of funding for health due to economical reasons in governmental policies, unequal distribution of the general capital, increase in dimensions of alcoholism, homelessness and illicit drug use. At the end of 1990s, these countries mainly the USA, one by one, declared to the world that they had lost the war against TB and immediate precautions should be taken. Just after that, they accepted Directly Observed Therapy (DOT), having an already demonstrated efficacy against TB with studies, which means giving the drugs by hand twice or thrice weekly and directly observing patients’ swallowing as the standard treatment, even getting further as an obligation by laws.
For our country, it is known by everybody that the war against TB was already lost and the problem of drug resistance reached enormous dimensions. Even according to optimistic statements in the official numbers, it is a fact that we are in a 2 fold worse situation in average than the worst situation of those countries already declaring that they had lost the war against TB. Starting off here, after the immediate completion of necessary organisation, DOT application, in contrary to the general prejudice indeed being cheaper and decreasing relapse and multi-drug resistance rates, seems the only solution to the problem as the standard and obligatory application by laws in our country too.
In our review, considering the previous literature, we attempted to discuss DOT applications and results in the world and things to be done for this aspect in our country.
Turgut Özal Tıp Merkezi Dergisi.7 (1) :82-86,2000. Malatya.
2000-01-01T00:00:00ZAkciğer Tüberkülozunda Doğrudan Gözetimli TedaviGünen, HakanKızkın, Özkanhttp://hdl.handle.net/11616/22492015-06-13T00:00:12Z2000-01-01T00:00:00ZAkciğer Tüberkülozunda Doğrudan Gözetimli Tedavi
Günen, Hakan; Kızkın, Özkan
Bin dokuz yüz seksenlerin başına kadar gelişmiş ülkelerde sürekli azalma eğiliminde olan tüberküloz (TBC) prevalansı, bu tarihten sonra AIDS hastalığının ortaya çıkması, devlet politikalarında sağlığa ayrılan payın ekonomik nedenlerle azaltılması, toplumlardaki gelir dağılımının giderek bozulması ile birlikte alkolizmin, evsizliğin ve uyuşturucu kullanımının büyük boyutlara ulaşması gibi sebeplerle yükselmeye başlamıştır. 1990’ların sonuna gelindiğinde başta Amerika olmak üzere bu ülkeler tek tek TBC’ye karşı yaptıkları savaşı kaybettiklerini ve acil önlemler alınması gerektiğini tüm dünyaya ilan etmişlerdir. Hemen ardından ise yapılan çalışmalarla TBC ile mücadelede etkinliği çok daha önceden ispatlanmış olan ve hastalara haftada iki veya üç kez ilaçların elden verilmesi ve yuttuğunun gözlenmesi olarak tanımlanan Doğrudan Gözetimli Tedavi (DGT) uygulamasını standart tedavi olarak kabul etmişler ve hatta daha da ileri giderek kanunlarla zorunlu hale getirmişlerdir.
Ülkemiz açısından ele alındığında ise TBC ile savaşın çoktan kaybedildiği ve ilaç direnci probleminin inanılmaz boyutlara ulaştığı herkesçe bilinmektedir. Resmi rakamlarda belirtilen iyimser tahminlere göre bile şu anda, savaşı kaybettiğini daha önce ilan eden ülkelerin en kötü halinden ortalama 2 kat daha kötü durumda olduğumuz bir gerçektir. Buradan yola çıkarak, TBC tedavisinde önyargıların aksine daha ucuza mal olan, relaps ve çok ilaca direnç oranlarını azaltan DGT uygulamasının gerekli organizasyonun acil olarak yapılmasını takiben ülkemiz için de resmi, standart ve kanuni olarak zorunlu uygulama haline getirilmesi tek çözüm gibi görünmektedir.
Derlememizde daha önceki literatürler ışığında dünyadaki DGT uygulamalarını, sonuçlarını ve ülkemizde bu yönde neler yapılması gerektiğini tartışmaya çalıştık.; Prevalence of tuberculosis (TB), persistently having a downward trend until the beginning of 1980s in developed countries, re-surged with the appearance of AIDS, decrease of funding for health due to economical reasons in governmental policies, unequal distribution of the general capital, increase in dimensions of alcoholism, homelessness and illicit drug use. At the end of 1990s, these countries mainly the USA, one by one, declared to the world that they had lost the war against TB and immediate precautions should be taken. Just after that, they accepted Directly Observed Therapy (DOT), having an already demonstrated efficacy against TB with studies, which means giving the drugs by hand twice or thrice weekly and directly observing patients’ swallowing as the standard treatment, even getting further as an obligation by laws.
For our country, it is known by everybody that the war against TB was already lost and the problem of drug resistance reached enormous dimensions. Even according to optimistic statements in the official numbers, it is a fact that we are in a 2 fold worse situation in average than the worst situation of those countries already declaring that they had lost the war against TB. Starting off here, after the immediate completion of necessary organisation, DOT application, in contrary to the general prejudice indeed being cheaper and decreasing relapse and multi-drug resistance rates, seems the only solution to the problem as the standard and obligatory application by laws in our country too.
In our review, considering the previous literature, we attempted to discuss DOT applications and results in the world and things to be done for this aspect in our country.
Turgut Özal Tıp Merkezi Dergisi.7 (1) :82-86,2000. Malatya.
2000-01-01T00:00:00Z