T.C. İNÖNÜ ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ İKTİSAT ANABİLİM DALI İNÖNÜ ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ İKTİSAT ANABİLİM DALI TÜRKİYE’DE ÖZELLEŞTİRME SÜRECİNDE İSTİHDAM VE İŞSİZLİK SORUNU DOKTORA TEZİ TEZ DANIŞMANI Prof. Dr. Halil ÇİVİ HAZIRLAYAN Mehmet Ali ATEŞ İnönü Üniversitesi Sosyal Biliml er Enstitüsü Lisansüstü Eğitim – Öğretim ve Sınav Yönergesinin İktisat Anabilim Dalı İçin Öngördüğü Doktora Tezi Olarak Hazırlanmıştır. MALATYA – 2008 T.C. İNÖNÜ ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ MÜDÜRLÜĞÜ’NE İNÖNÜ ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ MÜDÜRLÜĞÜ’NE Mehmet Ali ATEŞ’e ait “Türkiye’de Özelleştirme Sürecinde İstihdam ve İşsizlik Sorunu” adlı çalışma, jürimiz tarafından İktisat Anabilim Dalında doktora tezi olarak kabul edilmiştir. 11.07.2008. Başkan Prof. Dr. Halil ÇİVİ Üye Üye Prof. Dr. Bedriye TUNÇSİPER Prof. Dr. Çetin DOĞAN Üye Üye Doç. Dr. Fikret OTLU Doç. Dr. Levent GÖKDEMİR Onay Yukarıdaki imzaların, adı geçen Öğretim Üyelerine ait olduğunu onaylarım. ENSTİTÜ MÜDÜRÜ Prof. Dr. S. Kemal KARTAL II ONUR SÖZÜ NUR SÖZÜ Doktora Tezi olarak sunduğum ‘’Türkiye’de Özelleştirme Sürecinde İstihdam ve İşsizlik sorunu’’ başlıklı bu çalışmanın bilimsel ahlak ve geleneklere aykırı düşecek bir yardıma başvurmaksızın tarafımdan yazıldığını ve yararlandığım bütün kaynakların, hem metin içinde hem de kaynakçada yöntemine uygun biçimde gösterilenlerden oluştuğunu belirtir, bunu onurumla doğrularım . Mehmet Ali ATEŞ III ÖZET Doktora Tezi Doktora Tezi Türkiye’de Özelleştirme Sürecinde İstihdam ve İşsizlik Sorunu Mehmet Ali ATEŞ İnönü Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü İktisat Anabilim Dalı Malatya, 2008, Sayfa: X+125 Günümüzde, gerek toplumlar gerekse bireyler g iderek karmaşıklaşan, çeşitlenen, kronikleşen ve küreselleşen sorunlar yaşamaktadırlar. İşsizlik, ekonomik, sosyal, kültürel, etik ve psiko-sosyal anlamda ciddi ve önemli etkileri olan sorunlardan biri olma yolundadır. Birçok ülkede ikinci dünya savaşından 1970’lerin sonuna kadar devam eden süreçte Keynesyen ekonomi politikaları sayesinde hızlı bir ekonomik büyüme, yüksek düzeyde istihdam ve fiyat istikrarının bir arada sürdürülme si mümkün olmuştur. Türkiye’de Ulus -Devlet’in kuruluşunda ve yapılandırılmasın da temel ilke, kamusal hizmetlerin devlet eliyle yürütülmesidir. Bu yapılanma, küreselleşme süreciyle 1980’li yıllardan itibaren uygulan an neo-libaral politikalarla değişime uğramıştır.Bu değişimde,özelleştirme ana unsur olarak kullanılmıştır. Özelleştir me ile birlikte küresel örgütler ile bunların uzantıları olan çokuluslu şirketler ve yerli şirketler devreye girmişlerdir. Bu süreçte, dış ticaretin serbestleştirilmesinden özelleştirmeye, tarımsal destekleme politikalarından enerji politikalarına ka dar çok geniş bir alan, uluslararası kuruluşlar ile yapılan çeşitli kredi anlaşmalarında yer alan taahhütler doğrultusunda biçimlendirilmiştir. Piyasalar çoğu zaman sosyal adalet ve refaha uygun yapılanmamaktadır. Küresel veya makro bir dengesizliğin yol açtığı işsizliği,esnek işgücü piyasalarının ve aktif istihdam politikalarının gidermesini beklemek doğru değildir. Küresel sermaye karşı konulmaz bir güç haline gelmiştir. Hakim ekonomilerde ekonomi politikaları tek tipleştirilmekte, en azından, birbirine paralel yürütülmektedir. Piyasalar kuralsızlaşırken kontrolsüz bir gücün egemenliğine terk edilmektedir. Anahtar Kelimeler: Küreselleşme, Özelleştirme, Kamu İktisadi Teşebbüsleri, İstihdam, İşsizlik. IV ABSTRACT Ph. D.Thesis Employment and Unemployment Problem During Privatization In Turkey Mehmet Ali ATEŞ Inonu University İnstitute of Social Sciences Malatya, 2008, Page: X+125. Ph. D.Thesis Employment and Unemployment Problem During Privatization In Turkey Mehmet Ali ATEŞ Inonu University İnstitute of Social Sciences Malatya, 2008, Page: X+125. Present-day, both societes and invdividua ls are suffering from prevailing chronic, complex and globalised problems. I n near future and beyond among these problems, unemployment will seriosly effect the econo mic, social, cultural and psycho - social situation of the socie ty. Keynesian economic policies provided rapid economic growth, full-employmet and price stability in m any countries from World War II to the end of the 1970s. The public services being given by the state has been the major principle behind the founding and structural establishment of Nation –State of Turkey. This structure has been modified by the neo-liberal policies that were applied along with the process of globalization since the 1980s. Privatization was used as the main tool for this modification. Global organizations and their extensions being the multinational corporations and their local partners have taken their r ole with privatization. In this period, a very broad area that extends from the liberazation af the foreign trade to the privatization and from the agricultural support policies to the energy policies have been formatted in the direction of commitments th at appear in various credit agreements signed with international organizations most of the time markets are not structured according to social justice and welfare. I t is the ultimate wrong to expect to find solution to the unemployment which is created by global or macro instability through the flexible workforce markets and active unemployment policies. Key Words: Globalization, Privatization, State -Owned Economic Enterprises, Employment, Unemployment . V İÇİNDEKİLER ONUR SÖZÜ............................................................................................................ III ÖZET........................................................................................................................ IV ABSTRACT ............................................................................................................... V İÇİNDEKİLER ........................................................................................................ VI TABLOLAR LİSTESİ ..............................................................................................IX KISALTMALAR ....................................................................................................... X GİRİŞ........................................................................................................................... 1 BİRİNCİ BÖLÜM 1. KÜRESEL EKONOMİ VE ÖZELLEŞTİRME ..................................................... 5 1.1. Ekonomide Küreselleşme ................................................................................... 5 1.2. Küreselleşme Sürecinde Devletin Yeniden Yapılandırılması ............................... 7 1.3. Yeni Küresel Düzenlemeler ................................................................................ 8 1.4. Küreselleşme Sürecinde Borçlanmalar ve Özelleştirmeler ................................ 10 1.5. Küreselleşme ve Türkiye .................................................................................. 12 1.6. Küresel Düzenin İşleyişi ................................................................................... 15 İKİNCİ BÖLÜM 2. TÜRKİYE’DE KİT’LER VE ÖZELLEŞTİRME SÜRECİ ................................ 17 2.1. Türkiye’de KİT’lerin Tanımı, Doğuşu ve Gelişimi ........................................... 18 2.1.1. KİT’lerin Tanımı ................................................................................. 19 2.1.2. Türkiye’de KİT’lerin Hukuki Yapısı ................................................... 21 2.1.3. Türkiye’de KİT’lerin Tarihsel Gelişimi ............................................... 22 2.1.3.1. Cumhuriyetten Önce Kamu İktisadi Teşebbüsleri ............................. 22 2.1.3.2. Cumhuriyet Döneminde Kamu İktisadi Teşebbüsleri ........................ 24 2.1.4. Teorik Olarak Kamu Sektörünü Açıklayan Görüşler ........................... 27 2.1.4.1. Neo-liberal Yaklaşım .......................................................................27 2.1.4.2. Marksist Yaklaşım (Radikal Yaklaşım) ............................................ 27 2.1.4.3. Sosyal Demokrat Yaklaşım .............................................................. 29 2.1.5. Teorik Olarak KİT’lerin Oluşum Gerekçeleri ......................................30 2.1.5.1. Ampirik Yaklaşım ............................................................................ 32 2.1.5.1.1. Tarihsel Yaklaşım ......................................................................... 32 2.1.5.1.2. Sektör Yaklaşımı ........................................................................... 32 VI 2.1.5.2. Neo-klasik Yaklaşım ........................................................................ 33 5.2. Neo-klasik Yaklaşım ........................................................................ 33 2.1.5.3. Küresel Yaklaşım ............................................................................. 34 2.1.5.4. Kalkınma Yaklaşımı ......................................................................... 35 2.1.6. KİT’lerin Türkiye Ekonomisindeki Yeri ve Önemi .............................. 35 2.2. Kamu İktisadi Teşebbüslerinin Sorunları .......................................................... 39 2.2.1. İktisadi ve Mali Sorunlar .....................................................................41 2.2.2. Hukuki Sorunlar .................................................................................. 42 2.2.3. Yönetim Sorunları ............................................................................... 43 2.2.4. İstihdam Sorunları ............................................................................... 46 2.2.5. Diğer Sorunlar .................................................................................... 47 2.3. Türkiye’de Özelleştirme Süreci ........................................................................ 47 2.3.1. Türkiye’de Özelleştirmenin Tarihsel Gelişimi .....................................49 2.3.1.1. Türkiye’de Özelleştirme Programının Amaçları ............................... 51 2.3.1.2. Türkiye’de Özelleştirmenin Yasal Çerçevesi ....................................51 2.3.2. Türkiye’de Özelleştirme Gerekçeleri ................................................... 55 2.3.2.1. Ekonomik Gerekçeler .......................................................................56 2.3.2.2. Mali Gerekçeler ............................................................................... 58 2.3.2.3. Sosyal ve Siyasal Gerekçeler ............................................................ 59 2.3.3. Türkiye’de KİT’lerin Özelleştirilmesine İlişkin Tartışmalar ................ 60 2.3.3.1. Özelleştirmeye Uluslararası Finans Çevrelerinin Yaklaşımı .............. 63 2.3.3.2. Özelleştirmeye Türkiye’deki Sermaye Çevrelerinin Yaklaşımı ......... 65 ÜÇÜNCÜ BÖLÜM 3. TÜRKİYE’DEKİ ÖZELLEŞTİRME SÜRECİNDE İSTİHDAM VE İŞSİZLİK ........... 67 3.1. Özelleştirmeler ve Sektörel İstihdam Sorunları ................................................. 67 3.1.1. Tarım Sektörü ..................................................................................... 67 3.1.1.1. Tütün Üretimi .................................................................................. 68 3.1.1.2. Çay Üretimi ..................................................................................... 71 3.1.1.3. Şekerpancarı Üretimi ........................................................................ 72 3.1.1.4. Hayvancılık ...................................................................................... 72 3.1.2. Madencilik Sektörü ............................................................................. 73 3.1.2.1. Etibank............................................................................................. 74 3.1.2.2 Ereğli Kömür İşletmeleri ve Türkiye Taşkömürü Kurumu ................. 78 VII 3.1.3. Sanayi Sektörü .................................................................................... 79 .................................................................................... 79 3.1.3.1. Tekel ................................................................................................ 81 3.1.3.2. Sümerbank ....................................................................................... 84 3.1.3.3. Türkiye Şeker Fabrikaları A.Ş. ......................................................... 86 3.1.3.4. Türkiye Demir ve Çelik İşletmeleri .................................................. 87 3.1.3.5. Türkiye Selüloz ve Kağıt Fabrikaları A.Ş. (SEKA) ........................... 88 3.1.3.6. Orman Ürünleri Sanayi (ORÜS) ....................................................... 90 3.1.3.7. Petrol Ofisi (POAŞ) ......................................................................... 91 3.1.3.8. Petkim.............................................................................................. 92 3.1.3.9. Tüpraş ............................................................................................. 93 3.1.4. Bankacılık Sektörü .............................................................................. 94 3.1.5. Haberleşme Sektörü ............................................................................ 96 3.2. Türkiye’de Kamu Yatırımları İstihdam ve İşsizlik ............................................ 99 3.2.1. Özelleştirme Sonrası İstihdam ve İşsizlik ............................................ 99 3.2.2. Türkiye Genelinde İstihdam ve İşsizlik Rakamları ............................ 100 3.2.3. Kamu Hizmet Alanlarının Özelleştirilmesine Yönelik Çalışmalar ..... 103 3.2.4. KİT’leri Tasfiye Süreci ve Uygulanan Personel Rejimi ..................... 106 3.2.5. İstihdamda Farklılaşma, Esnek Çalışma ve İşsizlik ............................ 110 3.2.6. İstihdamda Yapısal Sorunlar ve Kamu Yatırımlarının Gerekliliği ...... 113 GENEL DEĞERLENDİRME VE SONUÇ ........................................................... 114 KAYNAKLAR ........................................................................................................ 117 VIII TABLOLAR LİSTESİ Tablo -İşletmeci KİT Katma Değerlerinin GSMH'ya Oranları .................... 37 Tablo -Kamu İktisadi Teşebbüslerinin İstihdama Katkısı ........................... 39 Tablo -Özelleştirme Öncesi Etibank'a Bağlı Bulunan İşletmeler ................. 75 Tablo -Türkiye'nin 500 Büyük Sanayi Kuruluşunda Kamu İşletmeleri ....... 81 Tablo -SEKA Fabrikalarının Bulunduğu Yerler ve Kuruluş Tarihleri ......... 89 Tablo -Türkiye'de İstihdamın Sektörel Dağılımı ........................................ 101 Tablo -Türkiye'de Yıllar İtibarıyla İstihdam ve İşsizlik ............................. 102 Tablo -KİT'lerde Çalışan Sözleşmeli Personel, Memur ve İşçi Sayısı ..........108 IX KISALTMALAR AB Avrupa Birliği ABD Amerika Birleşik Devletleri DTÖ Dünya Ticaret Örgütü DPT Devlet Planlama Teşkilatı GATS Hizmet Ticareti Genel Anlaşması GSMH Gayri Safi Milli Hasıla IMF Uluslararası Para Fonu KHK Kanun Hükmünde Kararname KİT Kamu İktisadi Teşebbüsü MKEK Makine ve Kimya Endüstrisi Kurumu MTA Maden Tetkik ve Arama Enstitüsü OECD Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü ORÜS Orman Ürünleri Sanayi POAŞ Petrol Ofisi Anonim Şirketi SEKA Türkiye Selüloz ve Kağıt Fabrikaları TBMM Türkiye Büyük Millet Meclisi TELETAŞ Telekomünikasyon Endüst ri Ticaret Anonim Şirketi TKİ Türkiye Kömür İşletmeleri TOBB Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği TPAO Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı TTK Türkiye Taşkömürü Kurumu TÜİK Türkiye İstatistik Kurumu TÜSİAD Türk Sanayicileri ve İşadamları Derneği X GİRİŞ Doktora tezi olarak hazırlanan bu çalışmada, Türkiye’de yaşanan özelleştirme sürecinde istihdam ve işsizlik sorunu ele alınmıştır. Türkiye’de serbest piyasa uygulamalarına geçiş sürecinde , Kamu İktisadi Teşebbüslerinin Özelleş tirilmesi gereği sürekli vurgulanmaktadır. 1980’ li yılların başından bu yana özelleştirme uygulamaları ile ilgili birtakım proje ve değerlendirme çalışmaları yanında yasal ve kurumsal düzenlemeler yapılmış ve KİT’lerin önemli bir bölümü özel sektöre devred ilmiştir. Özelleştirme, öncelikle özelleştirilen kamu kurum ve kuruluşlarındaki istihdam seviyesini daraltmakta ve bu daralma ekonomideki genel istihdam seviyesini de düşürerek, işsizlik oranında artışa yol açmaktadır. İşsizlik, günümüzde insanlığın güvenliğine yönelen ve oldukça geniş kesimleri etkileyen, en büyük tehditlerden biri olarak nitelendirilmektedir. İşsizlik, üretim kaybı, gelir kaybı, refah kaybı, bütçeye külfet, psikolojik yıkım, ortalama ömrün kısalması, sosyal ilişkilerde kopuş, aile yaşa mında çözülme gibi büyük toplumsal ve ekonomik kayıplara yol açmaktadır. Özellikle gelişmekte olan ülkelerde sorunların boyutları ağır olarak yaşanmakta, kentsel şiddet, artan suç oranı, toplumsal ve politik huzursuzluklar ile kendisini kötü biçimde göster mektedir. İşlerini kaybetmemeyi başarmış olanlar arasında yaygın bir endişe, artan bir yabancılaşma, işini kaybetmeyen aile üyelerine yüklenen ekstra mali yük ve aileye katkı sağlamak için çocukların okuldan alınması, işsizliğin diğer düşündürücü sonuçları olmaktadır. Sürekli işsizlik ve istihdam olanaklarının darlığı mesleki gelişimi de olumsuz etkilemekte, ciddi eğitim ve öğretim farklılıklarına yol açmaktadır. Devletin var olduğu günden bu yana ekonomiye doğrudan veya dolaylı olarak müdahale ettiği görülmektedir. Geçmişte Osmanlı İmparatorluğu orduya çok önem verdiğinden, askeri araç ve gereçleri zamanında karşılayabilmek için birçok fabrika, tesis ve işletme kurmuştur. Cumhuriyet dönemi yıllarında ise kapitülasyonların tasfiyesi ve devletleştirmeler sonucu kamu işletmeleri ortaya çıkmaya başlamıştır. Sonraki yıllarda, kamu işletmeciliği alanı ve sınırları sermaye birikiminin yetersizliği, dünya ekonomi şartları ve ülkemizin özel şartları ile birlikte oldukça genişlemiştir. Başlangıçta ekonominin gidişatıyla ilgili kurallar koyan devlet, daha sonraları bütün dünyada olduğu 1 gibi işletmeci sıfatıyla ekonominin içinde yer almış, bu nedenle de ekonomik hayatta kamu sektörünün ağırlığı giderek artmıştır. Endüstriyel ve ticari alanda faaliyet gösteren kamu iktisadi teşebbüsleri de kamu sektörü içinde yer almaktadır. kamu sektörünün ağırlığı giderek artmıştır. Endüstriyel ve ticari alanda faaliyet gösteren kamu iktisadi teşebbüsleri de kamu sektörü içinde yer almaktadır. Devletin ekonomiye doğrudan müdahale ihtiyacı duyması sonucunda Kamu İktisadi Teşebbüsleri yani KİT’ler ortaya çıkmıştır. Kamu kaynaklarını kullanmak suretiyle işletmecilik yapan kuruluşlar olarak ad landırılan kamu iktisadi teşebbüsleri, sermayeye gereksinim duyulan dönemlerde ekonomide önemli roller üstlenip, ülke kalkınmasına katkıda bulunmuştur. Buna karşın ekonomik sıkıntıların yaşandığı dönemlerde, kötü gidişattan sorumlu tutulmuştur. Modern anlamda devlet kavramının ortaya çıkması ile beraber devlet -ekonomi arasındaki ilişkiler zaman içerisinde değişimler geçirmiştir. Devletin iç ve dış güvenlik faaliyetlerinin dışına çıkması, kamunun ekonomi içindeki payını artırmıştır. Sanayileşmenin 18. yüzyılda başlaması ile beraber ortaya çıkan sosyal sorunların ancak kamu müdahalesi yoluyla çözülebileceği görüşü gündeme gelmiştir. Avrupa ülkelerinin toplumun genelinde görülen sefaleti önlemek için başlattığı sosyal güvenlik politikaları uygulaması 20. yy boyunca artarak devam etmiştir. 1929 yılında yaşanan “Dünya Ekonomik Bunalımı” beraberinde kitlesel işsizliğe sebep olunca, 19. yy boyunca yürütülmeye çalışılan sosyal politikalara, 1930’lu yıllardan itibaren ekonomide canlanmayı sağlamak ve işsizliği azaltm ak amacıyla kamu iktisadi teşebbüsleri kurma ve bunları geliştirme politikası da eklenmiştir. Mülkiyet, yönetim ve amaç bakımından kamu ve özel sektör arasında çok belirgin farklar vardır. Özel kesimde mülkiyet ve yönetim bireylerde veya teşebbüslerin elindedir. Burada nihai amaç kârı maksimum kılmaktır. Kamu sektöründe ise mülkiyet veya teşebbüs gücü devlette olup, sektörün temel amacı toplumun tatmi n düzeyini ençoklaştırmaktır. 1970’li yılların başından günümüze kadar geçen süre içerisinde gerek iktisat teorisinde gerekse iktisat politikalarında farklı yaklaşımların ortaya çıktığı görülmektedir. Bretton Woods sisteminin yıkılması, Keynes’ci yakla şım ve politikaların yerlerini Neo-liberal görüşlere bırakması; piyasa üstünlüğünün ön plana çıkarılmasına, finansal serbestleştirme ile ekonomide devletin küçültülmesi çabalarına ve özelleştirmelere yol açmıştır. 2 Özelleştirme dünyada 1980’lerin başlarından, Türkiye’de 1980’lerin ortalarından itibaren söylem ve uygulama düzeylerinde yoğun olarak gündeme gelmektedir. Bir yandan özelleştirme faaliyetleri hız kazanırken diğer yandan özelleştirmeye yönelik eleştiriler de devam etmektedir. Özelleştirmenin iktisat, siyaset, hukuk gibi farklı bilim dalları ile ilgili olması, kapsamı ve uygulama alanlarının farklı olması, tanımını da güçleştirmektedir. Özelleştirme, devlet veya özel kesimin ekonomik faaliyetlerini ve piyasanın işleyişini etkileyen bir unsur olduğundan iktisadi bir kavramdır. Aynı zamanda devlet anlayışının sonuçlarından biri olduğundan siyasi niteliği de mevcuttur. Özelleştirme serbest piy asa ekonomisini savunan, devlet in işlevlerini sınırlandıran siyasi görüşlerin temel araçlarından biri olmakta ve bu nedenle KİT’lerin varlığını savunanlar tarafından eleştirilmektedir. Özelleştirme, devletin iktisadi faaliyetlere ilişkin görev ve yetkilerini, iktisadi devlet teşebbüslerinin kamu hizmetlerinin özel kesime devrinin hukuki rejimini de belirlediğinden aynı zamanda hukuki bir kavramdır. ortalarından itibaren söylem ve uygulama düzeylerinde yoğun olarak gündeme gelmektedir. Bir yandan özelleştirme faaliyetleri hız kazanırken diğer yandan özelleştirmeye yönelik eleştiriler de devam etmektedir. Özelleştirmenin iktisat, siyaset, hukuk gibi farklı bilim dalları ile ilgili olması, kapsamı ve uygulama alanlarının farklı olması, tanımını da güçleştirmektedir. Özelleştirme, devlet veya özel kesimin ekonomik faaliyetlerini ve piyasanın işleyişini etkileyen bir unsur olduğundan iktisadi bir kavramdır. Aynı zamanda devlet anlayışının sonuçlarından biri olduğundan siyasi niteliği de mevcuttur. Özelleştirme serbest piy asa ekonomisini savunan, devlet in işlevlerini sınırlandıran siyasi görüşlerin temel araçlarından biri olmakta ve bu nedenle KİT’lerin varlığını savunanlar tarafından eleştirilmektedir. Özelleştirme, devletin iktisadi faaliyetlere ilişkin görev ve yetkilerini, iktisadi devlet teşebbüslerinin kamu hizmetlerinin özel kesime devrinin hukuki rejimini de belirlediğinden aynı zamanda hukuki bir kavramdır. Bir iktisat politikası olarak özelleştirmenin, hayata geçirilmesi durumunda ilk etkilerinin sosyal alanda ortaya çıktığı ve önemli sosyal sonuçlar doğurduğu görülmektedir. Özelleştirmenin sosyal sonuçları, en azından kısa dönemde, olumsuzdur. Eğer öncelikler özellikle iktisadi amaçlar için kullanılmışsa, bu olumsuz sonuçların boyutları büyümektedir. Özelleştirmenin sosyal etkileri öncelikle, özelleştirme konusu olan iktisadi birimlerin çalışanları ve onları çevreleyen endüstri ilişkileri sistemini etkilemektedir. İstihdam, sendikalaşma, ücretler ve toplu sözleşme uygulamaları üze rindeki kısa dönemli etkileri yanında, bir bütün olarak endüstri ilişkileri sistemini etkileyen uzun dönemli etkileri vardır. Yalnızca çalışanlarla sınırlı olmamak üzere gelir ve servet dağılımını ve nihayet bütün toplumun tüketici olarak refah seviyesini etkileyen özelleştirmenin bu yönü iktisadi amaçlardan daha az önemli değildir. Özelleştirme ile doğrudan veya dolaylı olarak ilgilenen bütün tarafların tartışmasız kabul ettikleri hususların başında özelleştirmenin en önemli sosyal sonuçlarının istihdamla ilgili olacağı yönündedir. Özelleştirmenin sonuçlarından doğrudan etkilenen tarafların başında bu kuruluşlarda çalışanlar gelmektedir. Özelleştirme, öncelikle özelleştirilen kamu kurum ve kuruluşlarındaki istihdam 3 seviyesini daraltmakta ve bu daralma da e konomideki genel istihdam seviyesini düşürerek, işsizlik oranında artışa yol açmaktadır. konomideki genel istihdam seviyesini düşürerek, işsizlik oranında artışa yol açmaktadır. Çalışmanın amacı, Türkiye’de özelleştirmeler yoluyla devletin iktisadi hayattan çekilmesi sonucunda ortaya çıkan istihdam ve işsizlik sorununa dikkati çekebilmek ve çözüme yönelik öneriler sunabilmektir. Konuyla ilgili olabilecek her türlü kitap, makale, inceleme, rapor, çeviri, istatistiki bilgi ve yazı ile internet ortamındaki her türlü veriden yararlanılarak hazırlanan bu çalışma üç bölümden oluşmaktadır. Birinci bölümde, küreselleşme ve neo-liberal ekonomi politikaları ele alınarak, özelleştirme sürecindeki etkileri değerlendirilmiştir. İkinci bölümde, Türkiye’deki Kamu İktisadi Teşebbüsleri tarihsel süreç içerisinde ele alınarak, özelleştirilme uygulamaları araştırılmıştır. Üçüncü bölümde ise, Türkiye’de sektörler itibariyle istihdam ve özelleştirme uygulamaları ile genel olarak istihdam ve işsizlik so runu işlenmiştir. Çalışmanın sonunda elde edilen bulguların makroekonomik açıdan genel bir değerlendirmesi yapılar ak sonuç ve öneriler ortaya konulmuştur. 4 BİRİNCİ BÖLÜM 1. KÜRESEL EKONOMİ VE ÖZELLEŞTİRME 1.1. Ekonomide Küreselleşme Yenidünya düzeni ve evrensel köy gibi farklı deyimlerle g ündeme getirilen ve ülkemizde de sıkça tartışılan konulardan biri de küreselleşmedir. Küreselleşmenin nicel ve nitel olarak iki yönünden bahsedilebilir. Nicelik yönünden küreselleşme ; ticaret, sermaye akımları, yatırımlar ve insanların ülkeler arasındaki dolaşımında meydana gelen artışı ifade etmektedir. Nitel yönden küreselleşme ise siyasal, ekonomik ve sosyal süreçleri içermektedir. Teknolojik gelişmeler ve hükümetlerin giriştikleri yeni düzenlemeler; üretim, ticaret ve finans alanlarında uluslararası ağların kurulmasını mümkün hale getirmekte dir. Böylece sınırlara tabi olmayan dünya ekonomisi ortaya çıkmaktadır1. Teknolojik gelişmelerle ortaya çıkan bu teknolojik devrim, üretim sürecini bütünü ile etkileyip birkaç yönden değiştirmiş bulunmaktadır. Bunlardan birincisi, teknolojik gelişme kolekt if tüketim için olumlu bir ortam oluşturmuş ve kolektif tüketimin payı gi derek artmıştır. İkinci olarak, büyük ve küreselleşmiş şirketler önemli üretim üniteleri haline gelmişlerdir. Dünyanın her yerine ulaşan, sayılar ı çok fazla olmayan büyük şirketler, g iderek tüm üretim karar ve programlarına egemen olmaktadırlar.2 Küreselleşme olgusu özellikle 1980’li yıllardan itibaren ortaya atılan neo liberalizm ya da yeni-sağ olarak adlandırılan politikaların gündeme gelişi ile birlikte hız kazanmıştır. Neo-liberalizm, günümüzün belirleyici politik ve ekonomik kuramıdır. Neo-liberalizm ya da “yeni-sağ” 1980’li yılların başlangıcından itibaren ABD’de Ronald Reagan ve İngiltere’de Margaret Thatcher tarafından uygulamaya konulan bir dizi sosyokültürel, ekonomik, siyasa l ve ideolojik boyutlar içermektedir. Başlangıçta Reagan ve Thatcher’la birlikte anılan neo-liberalizm son yıllarda tüm dünyada en yaygın politik ekonomik trend olmuş, merkezdeki politik partiler, bu trendi benimsemişlerdir. Bu partiler ve uyguladıkları politikalar, son derece varlıklı yatırımcıların ve toplam sayıları binden az ola n büyük şirketlerin çıkarlarını temsil ettiği 1 Merih, Kutlu, “Küreselleşme Değil Küreselleştirme, Küresel Ekonominin Radikal Analizi”, http://www.turkab.net/kure/wkuretehdit.htm 2007. 2 Şaylan, Gencay, Değişim, Küreselleşme ve Devletin Yeni İşlevi ,İmge Kitabevi, Ankara, 1995. s. 120. 5 bilinmektedir..3 Bu yeni politikaların, bu ülkelerden sonra giderek diğer batılı ülkelerde de etkinlik kazanmaya başladığını hatta az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler için de önerilip kabul görmesiyle 1980’lerin egemen anlayışı haline geldiğini söylemek mümkündür. Neo-liberalizm, yeni ve klasik liberal fikirlere dayanan bir ilkeler sistemi ortaya koymaktadır. Bu öğreti sistemi, küresel düzen fikrini de içeren “Washington Sözleşmesi” olarak da bilinmektedir. Neo -liberal Washington sözleşmesi, ABD Hükümeti ile büyük oranda belirlediği uluslararası finans kuruluşları tarafından tasarlanan ve gene bunlar tarafından çeşitli yollarla özellikle uyum programları adı altında yürürlüğe konulan piyasa merkezli ilkelerin bir araya getirilmesidir. Başlıca kuralları kısaca şöyledir: Ticaretin ve finansın serbestleştirilmesi, piyasanın fiyatları belirlemesine izin verilmesi ve özelleştirme uygulamalarıdır.4 Bu uygulamalar içinde, Keynesyen ekonomi politik aları yerine monetarist ekonomi, özelleştirme, devletin küçültülmesi, siyasetin sınırlandırılması ve demokrasinin yeniden yorumlanmasıyla piyasanın hakim kılınması, küreselleşmey le bütünleşme gibi olgular yer almaktadır. Yeni-sağ yaklaşım, küreselleşme olgusunu özelleştirme ile destekleyerek güçlenmiştir. Küreselleşme ile özelleştirme kavramları aynı anda ortaya çıkmıştır. Bu yaklaşıma göre; bilimsel ve teknik devrim nedeniyle küçülen dünya bir olgudur . Kendi başına ve genel olarak devlet, ama özellikle ulus-devlet demokratikleşmenin önündeki en önemli engeldir. İçe dönük kapalı ulus devlet çatısı egemenlik savunması ile kendine ayırdığı alanda kuralları kendisi koyması nedeniyle antidemokratik ve baskıcı siyasal sisteme neden olmaktadır. Küreselleşme bu durumun aşılmasını ve demokratikleşmeyi sağlayacaktır. Paralel bir başka yararı ise, dünyanın far klı bölgelerinde yoğunlaşmış olan zenginlikten pay alma fırsatları açmasıdır. Liberal yaklaşıma göre; kür eselleşme, devletin birey üzerindeki kontrol mekanizmalarını zayıflatarak bireysel özgürlükleri yaygınlaştırmaktadır. Bu görüşleri savunan hakim güçler, karşıt görüşlerin yeterince yayılmadığı ortamda “ küreselleşme” “refah devletinin çöküşü”, “ulus -devletin sona erişi”, “post fordizm”, “yeniden yapılanma” ya da “yapısal uyarlama”, “yeni dünya düzeni”, “özelleştirme” gibi sözcükleri sürekli gündemde tutarak etkili bir söylem oluşturmaya çalışmışlardır. Buradan yola çıkarak neo -liberalizmin refah devletinin e ksiklerine tepki olarak ortaya 3 Başkaya, Fikret, Küreselleşmenin Karanlık Bilançosu, Özgür Üniversite Kitaplığı, Ankara, 2000.s.22. 4 a.g.e., s. 21. 6 çıktığını, sosyal demokrasi yönündeki anlayışın yıkılmasıyla gündeme geldiğini iddia eden neo-liberaller, sermaye ve devlet arasında refah devleti zamanında kurulan mutabakatın kriz ile yıkıldığını söylemişler ve yıkılışın se bebinin de artan kamu harcamaları, yüksek enflasyon ve bunların neticesinde ortaya çıkan hoşnutsuzluklar eden neo-liberaller, sermaye ve devlet arasında refah devleti zamanında kurulan mutabakatın kriz ile yıkıldığını söylemişler ve yıkılışın se bebinin de artan kamu harcamaları, yüksek enflasyon ve bunların neticesinde ortaya çıkan hoşnutsuzluklar 5 olduğunun üzerinde durmuşlardır . 1.2. Küreselleşme Sürecinde Devletin Yeniden Yapılandırılması Neo-liberalizm devletin anormal derecede büyümüş olduğ unu iddia etmekte ve çözüm olarak küçültülmesi gerektiğine inanmaktadır. Ayrıca küreselleşmeye eşlik eden yeni-sağ anlayışa göre, asıl amaç demokrasiyi iyileştirmek değil, piy asa mekanizmasını geliştirmektir. Serbest piyasa bireyin özgürlüğü için gerekli koşuldur. Vatandaşlık için belirlenen statü ise bu anlamda demokrasinin iyileştirilmesi yönünde atılmış bir adım olmaktan ziyade, piyasanın iyileşmesi için yapılmış bir düzenleme olarak değerlendirilmektedir. Amaç, küçük ama güçlü devleti yapılandırmaktır. Bu amaçla özelleştirme çalışmalarına önemli yer verilmektedir. Kamu niteliğindeki her işletmeyi özelleştirmeyi amaç edinen bu anlayış, kamu yönetiminin sınırlarının da özelleştirilmesi, yan i daraltılmasıdır.6 Özelleştirme ile kamu hizmetlerinin piyasa düzeni içinde işleyen “topluma” devredilmesi istenmektedir. Topluma devredilen hizmetler yalnızca ekonomik içeriğe sahip devlet kuruluşları değildir. Bu kavram özellikle eğitim, sağlık, sosyal güvenlik, altyapı gibi toplumsal tüketim nitelikli kamusal hizmetl er alanındaki devlet faaliyetlerini kapsamaktadır. Ayrıca topluma devredilmeyen yetkiler ise yerel yönetimlere ve gönüllü kuruluşlara devredilmeli, bunların gerçekleştirilmesinde toplumun doğrudan söz sahibi olması sağlanmalıdır.7 Kamu sektörünün “topluma” devri bağlamında ortaya konduğu gibi, yerel yönetimler ve sivil toplum örgütleri yükselen değerler olarak kabul edilmektedir. Günümüzde yeni liberal ekonomi politikaları piyasa mekanizmalarını yerleştirmeye dönük işletilirken eşitsizlikler ve adaletsizli kler üretmektedir. Merkez ülkelerin sömürüsüne dönüşen işleyişte; ulus devletlerde sermaye birikimine, yatırımların gelişmesine, üretimin artmasına, istihdamın gelişmesine, gelir ve hizmet 5 Özkazanç, Alev, “Refah Devletinden Yeni Sağa ” Siyasi İktidar Tarzında Dönüşümler, Mürekkep Dergisi, 1997, S, 7, s.29. 6 Şener, Hasan Engin, “Kuramsal Açıdan Postmodern Kamu Yönetimi ” Demokrasi Kuşağı için Girişim Dergisi, 2000, No: 1-2, s.13. 7 Güler, Birgül Ayman, “Yeni Sağ ve Devletin Değişimi ”, TODAİE Dergisi, 1996, s. 52. 7 dağılımının iyileşmesine, toplum ve devlet düzeninin gelişmesine im kân sağlayacak yaklaşımlar engellenmektedir. Ekonomide liberalleşme öngörüleri ve uygulamaları; ekonomik kriz ve borçlanma döngüsünü güçlendirirken merkez ülkelerin ve uluslararası kuruluşların denetimi artmaktadır. Krizi aşmak için ekonominin yeniden yapı lanması ya da ekonominin güçlendirilmesi planları bir kontrol aracına dönüşürken ülkenin gelirleri borç ödeme kapasitesini geliştirici düzenlemelerle değerlendirilmektedir. Özelleştirme yolu ile sağlanan değerlerin cari işlemler açığı ve borç ödemelerine a ktarılması, sermaye hareketleri ile sıcak paraya dönüşen kaynakların borsa ve bankalar üzerinden rant sağlaması ve birikimleri yurt dışına aktarması, yolsuzluklar, enflasyon ve gelirlerin azalması ekonomide liberalleşmenin ortaya çıkardığı sorunlar olmaktadır. Yükselen ithalat açığı ekonominin temel çelişkisine dönüşürken, sürekli kriz sürecinde üretimsizleştirme, işsizleştirme ve yoksullaştırma dinamikleri toplumsal yapının temel sorunlarını üretmektedir. kân sağlayacak yaklaşımlar engellenmektedir. Ekonomide liberalleşme öngörüleri ve uygulamaları; ekonomik kriz ve borçlanma döngüsünü güçlendirirken merkez ülkelerin ve uluslararası kuruluşların denetimi artmaktadır. Krizi aşmak için ekonominin yeniden yapı lanması ya da ekonominin güçlendirilmesi planları bir kontrol aracına dönüşürken ülkenin gelirleri borç ödeme kapasitesini geliştirici düzenlemelerle değerlendirilmektedir. Özelleştirme yolu ile sağlanan değerlerin cari işlemler açığı ve borç ödemelerine a ktarılması, sermaye hareketleri ile sıcak paraya dönüşen kaynakların borsa ve bankalar üzerinden rant sağlaması ve birikimleri yurt dışına aktarması, yolsuzluklar, enflasyon ve gelirlerin azalması ekonomide liberalleşmenin ortaya çıkardığı sorunlar olmaktadır. Yükselen ithalat açığı ekonominin temel çelişkisine dönüşürken, sürekli kriz sürecinde üretimsizleştirme, işsizleştirme ve yoksullaştırma dinamikleri toplumsal yapının temel sorunlarını üretmektedir. Ekonomide liberalleşme uygulamaları yanında siyasal liberalleşme denemeleri; devletin işlevlerinin sınırlandırılmasına, devlet düzeninin değiştirilmesine ve yapısal sorunları çözecek ilgili kurumların kaldırılmasına ya da işlevsizleştirilmesine yol açmaktadır. Ulus devletin vatandaşlarının maddi temelleri ni sarsan, toplumsal düzenlerini bozan ve yaşam kalitelerinin gelişmesini engell eyen, üretim ve bölüşüm ilişkileri dışında tutan bu süreçler toplumsal sorunları yoğunlaştırmaktadır. Tüm ülke insanlarının ekonomik ve sosyal yönlerden güçsüzleşmesine neden olan ilişkiler dinamiği sosyal refah devletinin çözülmesine yol açmaktadır. Türkiye’de anayasada tanımlanan devletin temel niteliklerinden olan sosyal devlet ilkesi uygulamada etkisizleştirilmiştir. Toplumsal değişim ve sosyo -ekonomik koşulların iyileştiril mesi, bunalım ve kapitalizm in yeniden yapılanması etmenleri arasında devlet sorunu yaşanmaktadır.8 1.3. Yeni Küresel Düzenlemeler II. Dünya Savaşı sonrasında Bretton Woods anlaşması ile kurulmuş olan ve altın-dolar ilişkisine bağlı yürüyen uluslararası para sistemi 1970’lerin başında çökmüş, sabit kur sistemi yerini dalgalı kur sistemine bırakmış, nihayetinde döviz piyasaları küreselleşmeye başlamıştır. Aynı dönemde ortaya çıkan petrol krizinin etkisiyle oluşan 8 Şaylan, Gencay, Devletin Yeniden Yapılanması, Türkiye’de Bunalım ve Demokratik Çıkış Yolları, Türkiye Bilimler Akademisi Proje Raporu , Ankara, 1998, s. 160. 8 ve Avrupa bankalarında biriken Petro-Dolar/Euro-Dolar denilen fonlar, değerlenmek için kendilerine pazar ararken, gelişmekte olan ülkelere yönelerek uluslararası bir borç piyasası oluşturmuş ve sermaye de böylece küreselleşmeye başlamıştır. Daha s onra, dünya ekonomisinde bankacılık giderek büyümüş, bu küreselleşme süreci içinde, ekonomik büyüme yavaşlamış ve krediye talep arttıkça mali sermayenin de gücü artmıştır. Küresel düzeyde faaliyet gösteren ve gittikçe istikrarsızlığı artan bir ortamda kâr peşinde koşan mali sermayenin en önemli gereksinimi, s ermaye dolaşımının önündeki engellerin kaldırılması, yabancı sermaye yatırımlarının kolaylaştırılması ve bankaların korunması olmuştur. Bu yüzden mali sermaye ve küreselleşmenin temsilcileri ve savunucuları olan bu kesim ABD’de iktidara gelen Reagan ile İngiltere’de iktidara gele n Thatcher’in temsil ettiği çok uluslu şirketler ve sermaye kesimleri, ulusal devletin ekonomi üzerindeki otoritesinin yerine piyasanın otoritesinin geçmesini ve politik otoritelerin, piyasanın mantığına tabi olmasını talep etmişlerd ir. Yani küresel bir piyasanın hükümranlığını istemişlerdir. Mali piyasa küreselleşeceği için üniter devletler engel olarak görülmüştür. Bu yüzden ulusal siyasi iktidarın sınırlandırılması ve yok edilmesi istenmiştir. Uluslararası finans kuruluşlarının denetiminde, ilk aşamada dış ticaret, finans p iyasaları ve sermaye hareketleri gibi temel alanlarda serbestliği amaçlayan neo -liberal politikaların temelini devletin ekonomideki rolünün azaltılması oluşturmuştur. Bir sonraki aşamada, işgücü piyasalarını etki altına alan bu politikalar, daha sonra bütün sosyal politika alanlarında etkili olmaya başlamıştır. Bu süreç içinde, ulusal devletlerin denetimindeki ekonomi ve sosyal politika araçları birer birer elden çıkarken, bu alanların tümü zamanla serbest piyasa kurallarının ve kuruluşlarının eline geçmiştir. Uygulanan bu neo -liberal politikaların küreselleşme sürecinin etkilenen alanları olarak azgelişmiş ya da gelişmekte olan ülkeler üzerindeki en önemli sonucu ise; bu etkilerin doğrudan siyasal alana da taşınmaya başlanmış olmasıdırnda biriken Petro-Dolar/Euro-Dolar denilen fonlar, değerlenmek için kendilerine pazar ararken, gelişmekte olan ülkelere yönelerek uluslararası bir borç piyasası oluşturmuş ve sermaye de böylece küreselleşmeye başlamıştır. Daha s onra, dünya ekonomisinde bankacılık giderek büyümüş, bu küreselleşme süreci içinde, ekonomik büyüme yavaşlamış ve krediye talep arttıkça mali sermayenin de gücü artmıştır. Küresel düzeyde faaliyet gösteren ve gittikçe istikrarsızlığı artan bir ortamda kâr peşinde koşan mali sermayenin en önemli gereksinimi, s ermaye dolaşımının önündeki engellerin kaldırılması, yabancı sermaye yatırımlarının kolaylaştırılması ve bankaların korunması olmuştur. Bu yüzden mali sermaye ve küreselleşmenin temsilcileri ve savunucuları olan bu kesim ABD’de iktidara gelen Reagan ile İngiltere’de iktidara gele n Thatcher’in temsil ettiği çok uluslu şirketler ve sermaye kesimleri, ulusal devletin ekonomi üzerindeki otoritesinin yerine piyasanın otoritesinin geçmesini ve politik otoritelerin, piyasanın mantığına tabi olmasını talep etmişlerd ir. Yani küresel bir piyasanın hükümranlığını istemişlerdir. Mali piyasa küreselleşeceği için üniter devletler engel olarak görülmüştür. Bu yüzden ulusal siyasi iktidarın sınırlandırılması ve yok edilmesi istenmiştir. Uluslararası finans kuruluşlarının denetiminde, ilk aşamada dış ticaret, finans p iyasaları ve sermaye hareketleri gibi temel alanlarda serbestliği amaçlayan neo -liberal politikaların temelini devletin ekonomideki rolünün azaltılması oluşturmuştur. Bir sonraki aşamada, işgücü piyasalarını etki altına alan bu politikalar, daha sonra bütün sosyal politika alanlarında etkili olmaya başlamıştır. Bu süreç içinde, ulusal devletlerin denetimindeki ekonomi ve sosyal politika araçları birer birer elden çıkarken, bu alanların tümü zamanla serbest piyasa kurallarının ve kuruluşlarının eline geçmiştir. Uygulanan bu neo -liberal politikaların küreselleşme sürecinin etkilenen alanları olarak azgelişmiş ya da gelişmekte olan ülkeler üzerindeki en önemli sonucu ise; bu etkilerin doğrudan siyasal alana da taşınmaya başlanmış olmasıdır9. 1980’lerin başında küreselleşmenin etkin aktörleri konumundaki Reagan ve Thatcher’ın öncülüğünü yaptığı piyasa ekonomisi, küreselleşme, özelleştirme ve bu politikaların savunucusu ve uygulayıcısı politikacılar iktidar olmuşlardır. Bu dönemde küreselleşmenin etkilediği üçüncü dünya ülkeleri ve Türkiye’nin de aralarında bulunduğu azgelişmiş ülkeler ise borç krizi yaşamışlardır. 1970’lerin sonlarında ve 9 Şenses, Fikret, Küreselleşmenin Öteki Yüzü: Yoksulluk, İletişim Yayınları, İstanbul, 2002, s.282. 9 1980’lerin başlarındaki borç krizleri genelleşerek bütün azgelişmiş ülkeleri etkisi altına almıştır. Bu dönemde iktidar olan kişi ve kesimler piyasa ekonomisi, küreselleşme, özelleştirme ve sendikal hareketlerin direncini kırma yoluyla bu krizi çözmek istemişlerdir. Azgelişmiş ülkelerdeki dış borç ve yabancı kaynak bulma gereksinimi altında IMF ve Dünya Bankası “Yapısal Uyum Programları” çerçevesinde dışa açılma, dış dünyada rekabet etmek için işçi haklarının en aza indirgenmesi, iç kaynakların ihracı ve yabancı sermaye girişini desteklemek için dışa yönelme çabasıyla da yoksullaşma meydana gelmiştir. Küreselleşmenin etkin aktörlerinden IMF ve Dünya Bankası gibi küresel sermaye örgütleri ve onların kontrolünü elinde bulunduran gelişmiş devletler çokuluslu şirketleri de kullanarak gelişmekte olan ülkeleri büyük ölçüde kontrol altında tutmakta ve bu ülke halkları ise ancak küreselleşme politikalarının pazarı ve hedefi olmaktadır. borç krizleri genelleşerek bütün azgelişmiş ülkeleri etkisi altına almıştır. Bu dönemde iktidar olan kişi ve kesimler piyasa ekonomisi, küreselleşme, özelleştirme ve sendikal hareketlerin direncini kırma yoluyla bu krizi çözmek istemişlerdir. Azgelişmiş ülkelerdeki dış borç ve yabancı kaynak bulma gereksinimi altında IMF ve Dünya Bankası “Yapısal Uyum Programları” çerçevesinde dışa açılma, dış dünyada rekabet etmek için işçi haklarının en aza indirgenmesi, iç kaynakların ihracı ve yabancı sermaye girişini desteklemek için dışa yönelme çabasıyla da yoksullaşma meydana gelmiştir. Küreselleşmenin etkin aktörlerinden IMF ve Dünya Bankası gibi küresel sermaye örgütleri ve onların kontrolünü elinde bulunduran gelişmiş devletler çokuluslu şirketleri de kullanarak gelişmekte olan ülkeleri büyük ölçüde kontrol altında tutmakta ve bu ülke halkları ise ancak küreselleşme politikalarının pazarı ve hedefi olmaktadır. 1.4. Küreselleşme Sürecinde Borçlanmalar ve Özelleştirmeler Küreselleşme sürecinde günümüze kadar gelinen noktada genel olarak iki taraf söz konusudur. Taraflardan birisi; mali sermaye ve küreselleşmenin temsilcileri ve savunucuları olan, aynı zamanda da küreselleşme sürecinin etkin aktörleri konumunda bulunan, gelişmiş ülkeler ile çokuluslu şirketler dir. Ayrıca bunların kontrol ve güdümündeki küresel örgütlerden ola n Dünya Bankası, IMF ve Dünya Ticaret Örgütü gibi kuruluşlar da bu tarafta yer almaktadır. Diğer taraf ise; birinci tarafın politikalarını yürüttüğü ve etki alanına aldığı, küreselleşme dinamiklerini dayattığı azgelişmiş ya da gelişmekte olan ülkeler ile b u ülkelerin halklarıdır. Küreselleşme bir yönüyle bu ülkelerin yönetimlerinin birinci tarafta yer alanlardan borç almaya zorlanmaları ve dayattıkları politikaları uygulamak zorunda bırakılmaları şeklinde işlemektedir. Bu işleyişi sağlayan ve lokomotif göre vi gören ana yapılar ise Dünya Bankası ve IMF olmaktadır. Çünkü küreselleşme etkisinde kalan ülkeler bu iki kuruluşa sürekli borçlanmak durumunda bırakılmaktadırlar. Bu anlamda küreselleşme bir yönüyle, tüm dünya ölçeğinde borç alanlar ile borç verenler ar asındaki karşılıklı etkileşimin bir sonucudur, demek de mümkün olmaktadır. Bu sonuca ulaşırken karşılıklı etkileşim sürecinde borç verenlerin küreselleşmeye katkısı, borç verebileceği ve politikalarını üzerinde uygulayabileceği, daha açık bir ifade ile, sö mürü düzenini kurabileceği ülkeleri meydana getirmek olmakta, bunun karşısında borç alan ülkelerin ise küreselleşmeye katkısı borç almaya devam edebilecek şekilde kendisine dayatılan politikaları 10 uygulamak şeklinde ortaya çıkabilmektedir. Borç alan ülkelerin küreselleşmeye katkısı; uluslararası şirketler ile bunların eşgüdüm içinde çalıştığı Dünya Ticaret Örgütü, Dünya Bankası, IMF gibi küresel örgütler ve düzenin yöneticileri tarafından dayatılan sözde “reformlar” ve kalkınma program ve projeleri” uygulama larıyla, kamu varlık ve hizmet alanlarının özel teşebbüse devredilmesine, sosyal hizmetlerin ortadan kaldırılmasına, özel teşebbüsün etki ve karar alanının geliştirilmesi ve genişletilmesine, kullanım ve tüketim ücretleri ve vergilerinin artırılmasına, fai zlerin yükseltilmesine ve çevrenin yaşanmaz hale getirilmesine maruz kalmak ve bunlara katlanmak zorunda bırakılmak şeklinde olmaktadır. Günümüzde borç veren küresel örgütler ve onların işbirliği içerisinde bulunduğu uluslararası sermayenin tüm dünyayı sın ırsız ve engelsiz bir oyun alanı haline getirme arzusu, yoksullaştırılan, sıkıştırılan ülkelere dayatılan düzenlemeler aracılığı ile yaşama geçirilmektedir . alan ülkelerin küreselleşmeye katkısı; uluslararası şirketler ile bunların eşgüdüm içinde çalıştığı Dünya Ticaret Örgütü, Dünya Bankası, IMF gibi küresel örgütler ve düzenin yöneticileri tarafından dayatılan sözde “reformlar” ve kalkınma program ve projeleri” uygulama larıyla, kamu varlık ve hizmet alanlarının özel teşebbüse devredilmesine, sosyal hizmetlerin ortadan kaldırılmasına, özel teşebbüsün etki ve karar alanının geliştirilmesi ve genişletilmesine, kullanım ve tüketim ücretleri ve vergilerinin artırılmasına, fai zlerin yükseltilmesine ve çevrenin yaşanmaz hale getirilmesine maruz kalmak ve bunlara katlanmak zorunda bırakılmak şeklinde olmaktadır. Günümüzde borç veren küresel örgütler ve onların işbirliği içerisinde bulunduğu uluslararası sermayenin tüm dünyayı sın ırsız ve engelsiz bir oyun alanı haline getirme arzusu, yoksullaştırılan, sıkıştırılan ülkelere dayatılan düzenlemeler aracılığı ile yaşama geçirilmektedir .10 Bugün kamu hizmeti olarak gerçekleştirilen birçok hizmet küreselleşme çerçevesinde liberalize edi lebilir statüde görülmektedir. Çok açık olarak kamu hizmeti alanına müdahale edilmekte ve kamu tarafından görülen hizmet alanı liberalize edilmektedir. Bu politikaların doğal bir sonucu olarak bu alanlarda özelleştirme uygulamalarına gidilmektedir. Dolayıs ı ile söz konusu uygulamalar sonucu yalnızca özel sektör tarafından yürütülen hizmetleri dünya ticaretinin konusu haline getirmey ip, aynı zamanda “kamu hizmeti” olarak ne kalmış ise, onun ticarileşmesini ve özelleştirilmesini zorunlu tutmaktadır. Dünya Tic aret Örgütü de Küresel Ekonomik Entegrasyon’un bir parçasıdır ve hakkında pek çok tartışma bulunan bu örgüt, hizmetlerin serbestleştirilmesini temel alan bir küresel ekonomik düzeni ve bu ekonomik düzenin dünyaya empoze ettiği totaliter siyasi sistemi kaps amaktadır.11 Uluslararası sermaye kendi alanını genişletmek, önündeki engelleri kaldırmak ve kârını daha büyük bir hızla art tırmak için bugüne kadar çeşitli uluslararası birlik ve konsorsiyumlar oluşturmuştur. Bu girişimlerin tümüne de “küreselleşme” adını vererek küreselleşmeye başka bir anlam kazandırmaya gayret göstermektedirler. Devam etmekte olan bu süreçte ulus devletlerin ayakta kalan tüm kurumlarını çökertme amacıyla küresel tasarımların yerel ayakları oluşturulmaktadır. Sermayenin her ülkede 10 Uyar, Necati, “Küreselleşme ve kent”, Evrensel Kültür Dergisi, Ağustos, 2002, s.128 11 Erdoğdu, Seyhan, “Hizmet Ticareti Genel Anlaşması ve Mühendislik Hizmetleri ” Paneli, 28 Aralık 2002, İstanbul, http://www.imoistanbul.org.tr 11 istediği özgürlük ortamına ve güvenceye kavuşması için yeni düzenlemelere gidilmektedir. Eğitimden sağlığa, sosyal güvenlikten iletişime kadar her alanda, enerjide, ulaşımda başlatılan özelleştirmeler özendirilmekte, desteklenmekte ve hatta zorlanmaktadır. Kamusal yatırımlar tam anlamıyla durdurulurken, “Sosyal Devlet” kavramı unutturulmakta ve ulus devletler içi boş, güçsüz hale getirilmeye çalışılmaktadır. Toplumsal yaşamın her alanında kendini hissettiren küreselleşme, halkları yoksulluğa ve köleliğe sürüklemektedir. Özelleştirmelerle ulus devletlerin varlıkları tüketilmekte, hizmet araçları ortadan kaldırılmaktadır. Sermayenin bağımsız ve özgürce hareket etmesinin önünde engel olduğuna inanılan ve aslında ülke topraklarında üretimin özendirilmesinin, üreticinin korunmasının, kalkınma ve koruma i özgürlük ortamına ve güvenceye kavuşması için yeni düzenlemelere gidilmektedir. Eğitimden sağlığa, sosyal güvenlikten iletişime kadar her alanda, enerjide, ulaşımda başlatılan özelleştirmeler özendirilmekte, desteklenmekte ve hatta zorlanmaktadır. Kamusal yatırımlar tam anlamıyla durdurulurken, “Sosyal Devlet” kavramı unutturulmakta ve ulus devletler içi boş, güçsüz hale getirilmeye çalışılmaktadır. Toplumsal yaşamın her alanında kendini hissettiren küreselleşme, halkları yoksulluğa ve köleliğe sürüklemektedir. Özelleştirmelerle ulus devletlerin varlıkları tüketilmekte, hizmet araçları ortadan kaldırılmaktadır. Sermayenin bağımsız ve özgürce hareket etmesinin önünde engel olduğuna inanılan ve aslında ülke topraklarında üretimin özendirilmesinin, üreticinin korunmasının, kalkınma ve koruma kullanma dengesinin sağlanmasının araçları olan kurumlar ve kurallar bir bütün olarak hedef alınmaktadır. Yapılan yeni düzenlemeler bilimsellikten uzak, sermayenin dayatmaları ile yasallaştırılıp, kurumsallaştırılmaktadır .12 Küresel sermaye, yerel, ulusal, evrensel doğal varlığa ve bunların toplumsal üretim, tüketim ve yönetimine ilişkin karar gücüne sahip olmak ısrarı ile hareket etmektedir. Dış kredi anlaşmaları, yürürlüğe girdikleri alanları küresel sermayenin bu ısrarı doğrultusunda düzene koymaktadır. Bu nedenle kamu hizmetlerinin “alternatif finansman yöntemi” dış kredi, yalnızca finansman alternatifi değildir. Bu aracın sonuçları borçlanma sorununu aşmış, yönetme-iktidar olma sorununa ve savaşımına dönüşmüştür. Dış fin ansman ister uluslararası kuruluşlardan, ister devletlerden, ister para piyasalarından sağlansın bu unsurun oluşturduğu etkilerin değişmediği görülmektedir. Dış finansmanın mali sonuçları doğrudan olmakla birlikte, siyasal ve yönetsel sonuçları önceden old uğu gibi mali sonuçların türevi olarak görülmektedir. Küreselleşme döneminde uluslararası mali sermaye çokuluslu şirketlerle birlikte yola çıkmakta bu nedenle yönetsel ve siyasal etkileri de aynı anda gerçekleşmektedir. 1.5. Küreselleşme ve Türkiye Küreselleşme; üretim ve bölüşüm ilişkileri açısından kapitalist üretim tarzına göre örgütlenmiştir. Gelişmiş ulus devletlerin kendi ulusal stratejilerine göre çıkarlarını arttırmak, ekonomik krizleri çözmek, güvenliklerini sağlamak, sürdürülebilir bir üretim ve dağıtım sistemini oluşturmak için gündeme getirdikleri küreselleşme olgusu aslında 12 Uyar, Necati, a.g.y., s.128. 12 sömürgeciliğe dayalı bir oluşumdur. Küreselleşme; gelişmekte olan ulus devletleri, merkez-çevre ilişkilerinin dinamiği içinde: üretimsizleştirmeye, güçsüzleştirmeye, ulus devlet yapısını dağıtmaya, ileriye dönük yapısal gelişmesini geriletmeye, devletin ekonomik, sosyal ve siyasal işlevlerini ortadan kaldırmaya yönelik öngörüleri gündeme getirmiştir. Küreselleşme; her yönden kontrol edici, yayı lmacı, baskıcı, bağımsızlaştırıcı, parçalayıcı ve sömürü ilişkilerinin uluslararası kuruluşlar ve çokuluslu şirketler ile ülkeler arsında adaletsizliklerin yaygınlaştığı eşitsiz gelişme süreci olarak devam etmektedir. Türkiye bu süreçte; toplumsal ve ekonomik biçimle nmesini tam olarak sağlayamamış, ayrıca üretim ve bölüşümde sorunları olan bir ülkedir. Geleneksel üretim yapısından sanayi toplumuna özgü üretim yapısına geçiş sağlanamadığı için gelişmeyi sağlamak zorlaşmaktadır. Sanayileşme politikası demek; iç yatırımları, iç üretimi, dış pazar payını, istihdamı arttıran, gelir bölüşümünü düzelten politikalar demektir. Türkiye ise AB ve IMF’nin denetimi altına sokulmuş, kendi ulusal sanayileşme politikası olmayan bir yanlış zeminde bulunmaktadır . gelişmekte olan ulus devletleri, merkez-çevre ilişkilerinin dinamiği içinde: üretimsizleştirmeye, güçsüzleştirmeye, ulus devlet yapısını dağıtmaya, ileriye dönük yapısal gelişmesini geriletmeye, devletin ekonomik, sosyal ve siyasal işlevlerini ortadan kaldırmaya yönelik öngörüleri gündeme getirmiştir. Küreselleşme; her yönden kontrol edici, yayı lmacı, baskıcı, bağımsızlaştırıcı, parçalayıcı ve sömürü ilişkilerinin uluslararası kuruluşlar ve çokuluslu şirketler ile ülkeler arsında adaletsizliklerin yaygınlaştığı eşitsiz gelişme süreci olarak devam etmektedir. Türkiye bu süreçte; toplumsal ve ekonomik biçimle nmesini tam olarak sağlayamamış, ayrıca üretim ve bölüşümde sorunları olan bir ülkedir. Geleneksel üretim yapısından sanayi toplumuna özgü üretim yapısına geçiş sağlanamadığı için gelişmeyi sağlamak zorlaşmaktadır. Sanayileşme politikası demek; iç yatırımları, iç üretimi, dış pazar payını, istihdamı arttıran, gelir bölüşümünü düzelten politikalar demektir. Türkiye ise AB ve IMF’nin denetimi altına sokulmuş, kendi ulusal sanayileşme politikası olmayan bir yanlış zeminde bulunmaktadır .13 Nüfus yapısı ve coğrafya açılarından zengi nliklere sahip olan Türkiye’de küreselleşme sürecinin etkileriyle, ekonomik krizler sürekli hale gelmiş, borçlanma eğilimi artmış, yatırımlar durmuş, gelir dağılımındaki adaletsizlikler artmış, nüfusun çoğunluğu yoksullaşmış, açlık ve işsizlik hızlanmış, i nsan ve toplum sorunları yoğunlaşmıştır. Teknoloji alanında yaşanan gelişmeler, ekonomik ve siyasal açılardan gelişmiş kapitalist ülkelerin iç sorunlarının artmasına sebep olmuştur. Yaşanılan ekonomik ve siyasal krizlere bağlı olarak çözüm yolları gelişmekte olan ulus devletler üzerindeki baskı ve kontrollerde aranmaya başlanmıştır. Tek merkezli dünya , bölgesel merkezler ve dünya devleti, söylemleri ile gelişmiş ülkelerin ekonomik, siyasal, kültürel ve sosyal yönlerden azgelişmiş ülkeler üzerindeki etkiler i yoğunlaşmıştır. Türkiye bu çelişkileri 1980’li yıllardan bu yana ekonomik ve siyasal süreçlerle iç içe yaşamaktadır. Yeni liberal öngörülere göre; ekonomik alanda serbest piyasa ekonomisine geçiş, siyasal ve yönetsel alanda devlet yapısının liberalleşmes i çevre ülkelere dayatılan programlardır. Yeni ekonomik düzen gereğince; kâr beklentisi ile sermayenin, teknolojinin, malların ve insanların merkez gelişmiş ülkelerden gelişmekte olan çevre ülkelere doğru dolaşıma 13 Manisalı, Erol, Türkiye ve Küreselleşme, Derin Yayınevi, İstanbul, 2003, s.225. 13 geçmesi çevre ülkelerin kontrollerini arttırmış ve bağımlılıklarını yoğunlaştırmıştır. Yeni ekonomik düzen merkezdeki ülkelerin krizini çözecek işlevler kazanmış, çevrede yer alan ülkelerin ulusal varlığını, bağımsızlığını ve özgürce gelişme olanaklarını ortadan kaldırmaya başlamıştır. Krizi çevre ülkelerin üzerinden çözme uygulamaları, çevre ülkelerin ekonomik, siyasal, yönetsel ve sosyal krizlerini genişletmiştir. Eşitsiz gelişme süreci, merkez-çevre ilişkileri açısından, merkezin güçlenmesini doğurmuş, çevre ulusları güçsüzleştirmiştir . arttırmış ve bağımlılıklarını yoğunlaştırmıştır. Yeni ekonomik düzen merkezdeki ülkelerin krizini çözecek işlevler kazanmış, çevrede yer alan ülkelerin ulusal varlığını, bağımsızlığını ve özgürce gelişme olanaklarını ortadan kaldırmaya başlamıştır. Krizi çevre ülkelerin üzerinden çözme uygulamaları, çevre ülkelerin ekonomik, siyasal, yönetsel ve sosyal krizlerini genişletmiştir. Eşitsiz gelişme süreci, merkez-çevre ilişkileri açısından, merkezin güçlenmesini doğurmuş, çevre ulusları güçsüzleştirmiştir .14 Türkiye eşitsiz gelişme sürecinde; ekonomik, siyasal, yönetsel ve sosyal yönlerden krizler yaşamış ve güçsüzleştirilmiştir. Ulus devlet yapısını zayıflatıcı dayatmalar ve baskılar, bağımsız gelişme koşullarını sınırlandırmıştır. Yeni ekonomik düzende; merkezdeki gelişmiş ülkelerin etkileme ve düzenleme gücü, Türkiye’nin ulusal güç unsurlarına dayalı bağımsız gelişme politika ve stratejilerini geliştirme ve uygulama olanaklarını etkisizleştirmiştir. Gelişmeye açık bir çevre ülke olan Türkiye; güçsüzleştirme stratej ileri ile ekonomik kriz ve yoksullaşma sürecine itilmiştir. Merkez ülkelerin dünyayı etki alanına alma strateji ve gücü; bilimsel gelişme, teknoloji üretimi ve değişimi, iletişim araçlarını kullanma, sermaye ve para kaynağı, uluslararası kurum ve kuruluşları kullanma, tekelleşme ve silah gücünü kullanma gibi araçların etkin bir şekilde harekete geçirilmesine dayanmaktadır. Çevre ülkeler, söz konusu araçlara dayalı geliştirilen politikaların etkin uygulamaları ile merkez ülkelerin baskı, kontrol ve egemenlik alanlarına alınmışlardır. Çevre ülkeler kendi gereksinimlerine özgü bağımsız gelişme stratejilerini geliştirme olanaklarından yoksun bırakılmışlardır. Türkiye, bu çelişkileri en sıcak ve yoğun yaşayan ülkelerden birisidir. Küreselleşme sürecinde ulus devl et yapılarının güçsüzleşmesi günümüzün en temel sorunu olarak görülmektedir. Ulus devletlerin bağımsızlık çabaları ve egemenlik mücadeleleri bu sorunun çözümünde belirleyici etken olacaktır. Türkiye Cumhuriyeti birikimleri ve ulusal güç unsurları ile bu ko nuda örnek olacak gelişmeleri sağlayabilecek konumdadır. Sosyal devlet ilkesi yerine düzenleyici devlet ilkesine yönelik yaklaşımlar; toplumdaki eşitsizliklerin ve adaletsizliklerin çözümünü üretecek mekanizmalar yerine, her şeyi piyasaya bırakan düzenlem elere yönelik olmaktadır. Sosyal devlet, toplumsal eşitsizlikleri ortadan kaldırmayı amaçlayan devlettir. Düzenleyici devlet ise, piyasa 14 Kazgan, Gülten, Küreselleşme ve Ulus-Devlet Yeni Ekonomik Düzen , Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul, 2002, s.19-44. 14 mekanizmasına dayanan bir sistemin piyasanın gereklerine göre yönetme amacına bağlıdır. Düzenleyici devleti oluşturmanı n ilk şartı tüm kurum ve kuruluşları tasfiye etmek, tüm toplumsal işleri özel sektöre devretmektir. Sosyal devlette halkın ihtiyaçlarını karşılamaya ve toplumsal fırsat eşitliğini sağlamaya öncelik verilmektedir. Düzenleyici devlette ise öncelik küresel si stemle kaynaşması teşvik edilen şirketlerin ihtiyaçlarına öncelik verilmektedir . bağlıdır. Düzenleyici devleti oluşturmanı n ilk şartı tüm kurum ve kuruluşları tasfiye etmek, tüm toplumsal işleri özel sektöre devretmektir. Sosyal devlette halkın ihtiyaçlarını karşılamaya ve toplumsal fırsat eşitliğini sağlamaya öncelik verilmektedir. Düzenleyici devlette ise öncelik küresel si stemle kaynaşması teşvik edilen şirketlerin ihtiyaçlarına öncelik verilmektedir .15 Türkiye gibi azgelişmişlik koşulları taşıyan bir ülkede devletin sosyal hizmet alanının genişlemesine ya şamsal önemde ihtiyaç vardır. Bölgeler arası eşitsizlik doğrudan devle tin sosyo-ekonomik girişimleri ile ortadan kaldırılabilir. Devletin sosyal devletten düzenleyici devlet haline getirilmesi Türkiye’de var olan toplumsal eşitsizliği çözümsüz hale getirir. 1.6. Küresel Düzenin İşleyişi Yeni ekonomik düzenin temeldeki öğret isi, evrensel düzeyde serbest piyasa ekonomisine geçişteki bütün ülkelerin tek pazar oluşturmak üzere dünya pazarlarıyla bütünleşmesi mal-hizmet-sermaye hareketlerinin tam serbestleşmesiyle küreselleşmenin gerçekleşmesidir. Bu amaçla, ithalat-ihracat dış ticareti koruma politikalarının etkisinden arındırılacak, fiyat subvansiyonları kalkacak, paraların konvertibilitesi sağlanacak; devlet tekelleri kaldırılacak, kamu teşeb büsleri özelleştirilecek, mal ve hizmetlerde kamu müdahaleleri kaldırılacak; dolaysız yatırımlar, portfolyo yatırımları ve kısa vadeli sermaye hareketleri denetimden arındırılacak ve mali piyasalar bütünleşecektir.16 Böylece dünya ekonomisi, katılanları özel girişimler olan, piyasalarına rekabet koşullarının egemen olduğu ve dürtüsünün kâr ol duğu bir alana dönüşecektir. Devletlerin kamu yararını ya da sosyal dengeyi sağlamak için yaptığı bürokratik müdahaleleri ortadan kalkacağı için, özel girişimler kendi rekabet ortamlarında kazanacak ya da kaybedecek; rekabet koşulları verimliliği ve kârlıl ığı artıracaktır. Merkezin hedefi, görünüşte, devletin asli görevleri dışında rolünün kalmadığı, sosyal devletin çok küçüldüğü ya da yok olduğu, özel girişimin dünya ekonomisiyle rekabet koşullarında bütün leştiği, buna ilişkin kuralların tümünün merkez 15 Güler, Birgül Ayman, Siyasal ve Yönetsel Liberalizasyon, Kamu Yönetimi Temel Kanunu 10 -11 Ekim 2003 Kamu Yönetimi ve Yerel Yönetimler Sempozyumu, Türkiye Yol İş Se ndikası, Ankara, s.21. 16 Kazgan, Gülten, a.g.e., s.162. 15 tarafından dayatıldığı bir küresel ekonomik düzen oluşturmaktadır. Bu düzenin işlemesiyle; afından dayatıldığı bir küresel ekonomik düzen oluşturmaktadır. Bu düzenin işlemesiyle;17 . Büyük firmalar ve onların ait oldukları güçlü devletlerin dünya pazarlarındaki payları artıyor. . Belirli tüketim kalıpları empoze ediliyor. Yerli tüketimin yerini uluslararası büyük firmaların ve onların ait oldukları güçlü devletlerin tüketim kalıpları alıyor. . Zamanla çokuluslu şirke tler gelişmekte olan ülkelerde iç ticarete giriyorlar ve ticari sisteme egemen oluyorlar. Doğal olarak da kendi ürünlerini pazarlıyorlar. . Gelişmekte olan ülkelerdeki firmalar, çokuluslu şirketlerin ortağı olarak, tek taraflı bağımlı hale getiriliyorlar. Hangi malların, nasıl, ne kadar, kimin için üretileceği, çokuluslu şirketler tarafından belirleniyor. . Gelişmekte olan ülkelerdeki sanayi v e ticaretin çokuluslu şirketlerin güdümüne girmesi sonucunda ülke çıkarları doğrultusunda bir sanayi ve ticaret politikası izlenemiyor. . Sonuçta gelişmekte olan ülkeler, ticari ve ekonomik kazançlarının önemli bir kısmını çokuluslu şirketlere ve büyük ekonomilere aktarmaktadırlar. Yeni düzenin sosyal boyutu bulunmamaktadır; bu nedenle en zengin ülkelerde bile kaldırımlarda yaşayan insanlar ve işsizler giderek çoğalırken, gelişmekte olan ülkelerde ekonomik sorunlar daha ciddi boyutlara ulaşmaktadır. Küresel leşmenin olumsuzlukları nedeniyle karşı çıkanlar o lsa da, uygulama değişmemektedir. Her şeyin küreselleşmesine kapılar açılırken işgücü yerel kalmaya mahkûm edilmiştir. Bu haliyle yeni ekonomik düzen küreselleşen büyük sermaye ile yerel kalmaya mahkûm işçi ler arasında bir çelişki oluşturmaya devam etmektedir. Sermaye küresel çapta en yüksek kar düzeyine ulaşırken işçiler iç pazarda buldukları ile yetinmek zorunda kalmaktadırlar. 17 Manisalı, Erol, a.g.e., s.4-5. 16 İKİNCİ BÖLÜM 2. TÜRKİYE’DE KİT’LER VE ÖZELLEŞTİRME SÜRECİ Devletin ekonomik faaliyetlerdeki rolünün ne olması gerektiği tartışmaları “bilim öncesi” döneme kadar geriye gitmektedir. Bu tür tartışmalar, ekonomik analiz tarihinin çoğu zaman konusu olmuştur. Dolayısıyla, sorun sad ece bugünün konusu değildir. Ancak tüm bu uzun tartışmalara rağmen sorun hala önemli ve günceldir. Tarihte görülen ilk kamu girişimciliği türü, devlet başkanlarının görünürde kendi nam ve hesaplarına, ancak gerçekte kamu adına yaptıkları iktisadi faaliyetl erdir. Mısır’da Firavunların yağhaneleri, Roma İmparatorluğunun tersaneleri, Osmanlı İmparatorluğunun dokuma ve halı fabrikaları, kamu adına giri şimciliğin değişik örnekleridir18 . Genel olarak Kamu İktisadi Teşebbüsleri nin kuruluş nedenleri incelendiğinde iki farklı neden görülür; birincisi ekonomi dışı nedenlerdir19 . Ekonomi dışı ile vurgulanmak istenen ekonomiyi direkt olarak i lgilendirmeyen nedenlerdir. Bir takım siyasal ve sosyal tercihleri ekonomiden ayrı tutmak mümkün değildir. Bazı ülkelerin tarihi incelendiğinde görüleceği gibi savaş dönemlerinden sonra işgalden kurtulmuş olan devletler, işgal devletlerinin kendi iktisadi kurumlarından hak iddia etmemeleri için var olan kurumları ulusallaştırmış ve diğer güçlere karşı korumuşlardır. Bazen herhangi bir sıcak savaş olmaksızın, çok uluslu, büyük ölçekli kuruluşlara karşı ideolojik olarak karşı koymak, ulusal denetimi elde tutmak için kamu iktisadi teşebbüslerinin kurulduğunu görmekteyiz. Bu durumda ulusal ekonomik güçten söz edilebilir. Ayrıca, ulusal düzey de güç dengesini etkilemek için Kamu İktisadi Teşebbüsü kurma amacı vardır. Toplum içindeki güç dengesi özel sermayeden emeğe kaydırılmak istenirse, yine öncelikle ideolojik, ikincil olarak ekonomik nedenlerle karşılaşırız. Kamu İktisadi Teşebbüslerinin kuruluşlarının ikinci nedeni ekonomik nedenlerdir. Karma ekonomik sistemin var olduğu durumlarda kaynak tahsisatını daha etkin, gelir bölüşümünü daha adil, kalkınmayı daha istikrarlı kılabilmek için Kamu İktisadi Teşebbüsleri kurulmuştur. Genel olarak bu ama çlara sosyal refahın 18 Aray, Suat, “KİT’lerin Kuruluşu, Gelişimi ve Düzenlenmesi Çabaları” , MPM Verimlilik Açısından KİT’lerin Yeniden Düzenlenmesi ve Geliştirilmesi Semineri, Ankara 1973, s. 11. 19 Akkoyunlu, Pınar, Ekonomi ve Yönetim Bilimleri Dergisi, Bahçeşehir Üniversitesi, SBE, C. 1, Eylül 1999, Sy. 1, s. 5. 17 maksimizasyonu denilebilir. Burada pozitif ve normatif iktisat teorileri arasındaki ayrım görülebilir. Devlet politikalarının sonuçlarını incelemekle, belli devlet politikalarının bazı amaçlara daha kolay erişilmesini sağlayacağı konus unda yargıya varmak arasında oluşan ayırım pozitif ve normatif iktisat arasındaki ayrımdır. görülebilir. Devlet politikalarının sonuçlarını incelemekle, belli devlet politikalarının bazı amaçlara daha kolay erişilmesini sağlayacağı konus unda yargıya varmak arasında oluşan ayırım pozitif ve normatif iktisat arasındaki ayrımdır. 20 KİT’lerin ekonomi temelli kuruluş amaçlarının bütününü temsil eden, sosyal refahın maksimizasyonu amacı normatif bir amaçtır. Toplumu oluşturan bireylerin refah se viyeleri en üst düzeye çıkarılmalı ve KİT’ler bu amaca hizmet etmelidir derken normatif bir ifade kullanmış oluruz. Sosyal refahı maksimize etmenin yolları şu şekilde açıklanabilir: Ekonomik etkinlik elde etme, kâr sağlama, gelir dağılımını etkileme, makro ekonomik politikaların gerçekleşmesini kolaylaştırma. Burada sıralanan her amaca KİT’ler hizmet edebilir. Türkiye’de KİT’lerin kuruluşlarının bu teorik çerçeve içinde düşünülmesi durumunda, kuruluş amaçları ile özelleştirme nedenleri arasındaki çatışma da ha kolay değerlendirilebilir. 2.1. Türkiye’de KİT’lerin Tanımı, Doğuşu ve Gelişimi Dünya’da ve Türkiye’de içinde yaşadığımız dönemde önceki dönemlerle kıyaslanamayacak kadar sürekli bir değişim ortaya çıkmıştır. Özellikle 1929 -1930 yıllarındaki “büyük buhran” ile, klasik iktisatçıların “Bırakınız Yapsınlar -Bırakınız Geçsinler” felsefesi ciddi şekilde eleştirilmiştir. Bu eleştiriler, devletin ekonomik hayatta daha fonksiyonel ve daha düzenleyici rol almasını sağlamıştır. 21 Bu oluşum, koşulların zorlaması sonucunda, dünyanın en gelişmiş ülkelerinde bile devletin ekonomik hayata daha yakından ilgi göstermesi gereğini ortaya çıkarmıştır. Bunun sonucu olarak, bir yandan ulusal ekonomilere yön verme çabaları sürdürülürken , diğer taraftan bazı önemli konularda de vletin doğrudan üretime katıldığı ve KİT’lerin kurulduğu görülmektedir. Türkiye’de özel teşebbüsün yanında KİT’lerin oluşumu ve gelişimi bir zorunluluk olarak ortaya çıkmış ve karma ekonomi düzeninde, özel teşebbüsle birlikte devletin ekonomik alandaki gir işimlerinin bir arada yürütülmesi anlayışı genel kabul görmüştür. 20 a.g.y., s. 6. 21 Kök, Recep, Özelleştirme ve KİT’ler Ekonomi -Politik Popülizm, Dergah Yayınları, İstanbul, 1995, s. 17. 18 Dünyada bütün ülkelerde hükümetler salt kamusal mal ve hizmetleri üretmekle yetinmemişler, bu tür malların dışındaki malları da üretme yoluna girmişlerdir. Çeşitli alanlarda yatırım yapan hükümetler, kamunun denetiminde teşebbüsler kurarak ve kamu kaynaklarını kullanarak çeşitli özel malların üretim ve dağıtımında aktif rol oynamışlardır. yetinmemişler, bu tür malların dışındaki malları da üretme yoluna girmişlerdir. Çeşitli alanlarda yatırım yapan hükümetler, kamunun denetiminde teşebbüsler kurarak ve kamu kaynaklarını kullanarak çeşitli özel malların üretim ve dağıtımında aktif rol oynamışlardır.22 KİT’ler, ekonomik gereklere uygun olarak çalışmak üzere kurulmuş işletmelerdir. Diğer işletmelerden farkı, sermayesinin tamamının veya yüzde elliden fazlasının kamuya ait olmasıdır. Özel teşebbüslerin tek amacının kârın maksimizasyonu olmasına rağmen; kamu işletmelerinde devletin ekonomik, sosyal, siyasal ve kültürel amaçlarının gerçekleştirilmesinin bir aracı olarak kullanılmaktadır. 2.1.1. KİT’lerin Tanımı Genel olarak İngiltere’de “Ulusallaştırılmış Endüstri” (Nationalized Industry), Fransa’da “Kamu Teşebbüsü” (Entreprise Publique veya Industries Nationales), Amerika Birleşik Devletleri, Kanada ve Avus turalya’da “Kamu Teşebbüsleri” (Public Enterprises), Türkiye’de “KİT, Kamu İktisadi Teşekkülleri, İktisadi Devlet Teşekkülleri ve Kamu İktisadi Kuruluşları” gibi adlar altında anılan KİT’lerin çeşitli tanımları yapılmaktadır. KİT’leri ifade eden genel bir tanım yoktur. Türkiye’de KİT’lerin doğrudan doğruya yasal bir tanımı yapılmamıştır. 23 KİT üzerinde çalışmalar yapan uluslararası kurumlar arasında görüş faklılıkları olduğu gibi aynı ülkede KİT üzerinde çalışma yapanlar arasında dahi görüş farklılıkları olabilmektedir. Tanımların farklı olması KİT’lerin hukuki rejimlerinin farklı olmasından kaynaklanmaktadır. Teşebbüs; geniş anlamda kâr veya diğer biçimlerde yarar sağlamak amacıyla bedel karşılığında satmak üzere mal veya hizmet üretmek veya fonlar sağlamak için kurulan hukuki veya mali kişiliğe sahip devamlı nitelikteki bir örgüt olarak tanımlanabilir. 24 Ancak kamu teşebbüsleri dikkate alındığında bu tanımın biraz daraltılması gerekmektedir. Çünkü bu tanım özel işletmeleri içine alan geniş bir tanımdır. Bu d urumda KİT; sermayesinin 22 Karasan, Candan,”Özelleştirme ve Kamu Sektörü ”, Banka ve Ekonomik Yorumlar Dergisi, Yıl. 24, Sy. 10, Ekim 1987, s. 37. 23 Özmen Selahattin, “KİT’lerde Yeni Gelişmeler”, Maliye Araştırma Merkezi Konferansları , 29. Seri, Gür-Ay Matbaası, İstanbul, 1985, s. 165. 24 Baklacıoğlu, Sadık, Kamu İktisadi Teşebbüsleri -Genel Esaslar-Çeşitli Ülkelerde ve Türkiye’de, Ekonomi ve Malye Enstitüsü Yayınları, Ankara, 1976, s. 1. 19 tamamına veya yarısından fazlasına sahip olarak ya da diğer yollarla, devletin, diğer kamu tüzel kişilerinin veya devletle anılan tüzel kişilerin yönetimine, yönetim organları vasıtasıyla hakim olduğu teşebbüs olarak tanımlanabilir . kamu tüzel kişilerinin veya devletle anılan tüzel kişilerin yönetimine, yönetim organları vasıtasıyla hakim olduğu teşebbüs olarak tanımlanabilir .25 Bir diğer tanımda KİT’ler, ekonomik bir faaliyette bulunmak üzere devlet ya da başka bir kamu kuruluşu tarafından yalnız veya ortaklık yolu ile oluşturulan, sermayelerinin tamamı veya çoğunluğu devlet veya diğer kamu kuruluşlarına ait bulunan, doğrudan doğruya veya dolaylı olarak devlet tarafından denetlenen ve ürettikleri mal ve hizmetlerden yararlanabilmek için karşılık ödenmesi gereken işletmeler olarak tanımlanmaktadır. Tanıma göre bir işletmenin KİT sayılabilmesi için şu niteliklere sahip olması ger ekir; 26 . Ekonomik faaliyette bulunması, . Devlet veya başka bir kamu kuruluşu tarafından, ortaklık yolu dahil kurulmuş olması, . Sermayesinin tamamının veya çoğunluğunun devletçe veya diğer kamu kuruluşu tarafından sağlanması, . Doğrudan ya da dolaylı şekilde dev letin yönetimi ve denetimi altında bulunması, . Ürettiği mal ya da hizmet karşılığında bir bedel alması gerekmektedir. Avrupa Kamu İktisadi Teşebbüsleri M erkezi’nin tanımı şu şekildedir:27 “Mal ve hizmet üretmek üzere kurulmuş olan, mali olanakların yarıdan fazlası merkezi veya yerel kamu idareleri tarafından sağlanan veya işletme sonuçlarından bu idarelerin sorumlu bulunduğu ve bunlar tarafından denetlenen girişimler kamu iktisadi teşebbüsleridir. Bu tanımda mahalli idarelerin ekonomik girişimleri de yer al maktadır, dolayısıyla mahalli idarelerin girişimlerini kamu iktisadi teşebbüsleri içerisinde kabul etmeyen ülkeler açısından, geniş kapsamlı bir tanım olduğu söylenebilir. 25 a.g.y., s. 3. 26 Akgüç, Öztin, Ekonomide Gerçeği Arayış, Bağlam Yayıncılık, Ankara, 1991, s. 338. 27 Özmen, Selahattin, a.g.y., s. 4. 20 2.1.2. .1.2. Türkiye’de KİT’lerin Hukuki Yapısı KİT’ler ile ilgili yasal düzenleme 17.06 .1983 tarih ve 3460 sayılı “Sermayenin Tamamı Devlet Tarafından Verilmek Suretiyle Kurulan İktisadi Teşebbüslerin Teşkilatıyla İdare ve Murakkabeleri Hakkında Kanun”la yapılmıştır. Kanunda sermayesinin tamamı devlete ait olan ve kendi kanunlarında bu kanun a tabi oldukları belirtilen, tüzel kişiliğe haiz idari ve mali yönden özerk ve sorumluluğu sermayeleri ile sınırlı kuruluşlar “İktisadi Devlet Teşekkülü” olarak tanımlanmıştır. 1961 Anayasasının 127. maddesinde “ Kamu İktisadi Teşebbüslerinin Türkiye Büyük Millet Meclisince denetlenmesi kanunla düzenlenir.” hükmü yer almışsa da, isim olarak ilk kez kullanılan kamu iktisadi teşebbüsleri kavramının tanımı yapılmamıştır. 3460 sayılı kanundan sonra, KİT’lerle ilgili kapsamlı yasal düzenleme 440 sayılı kanunla yapılmıştır. Kanun 1. Maddesinde; “İktisadi Devlet Teşekkülleri sermayelerinin yarısından fazlası tek başına veya birlikte devlete veya iktisadi teşekküllere ait olup, iktisadi alanda ticari esaslara göre faaliyet göstermek üzere kurulan ve kuruluş kanunlarında bu kanuna tabi olacakları belirtilen teşebbüslerdir.” şeklinde tanımlanmıştır. 1980’li yıllarda yapılan yasal düzenlemeler daha ziyade kanun hükmünde kararnameler şeklinde olmuştur. 1983 yılında çıkarılan 60 sayılı kanun hükmünde kararname, 19.10.1983 tarihinde 2929 sayılı kanun yedi ay sonra 233 sayılı kanun hükmünde kararname ile yürürlükten kaldırılmıştır. 1984 yılında çıkarılan ve pek çok KHK’lerle çeşitli hükümleri değiştirilen 233 sayılı KHK bugüne kadar kanunlaştırılamamıştır. 233 sayılı KHK’de, kamu iktisadi teşebbüsünün iktisadi devlet teşekkülü ile kamu iktisadi kuruluşunun ortak adları olduğu belirtilerek; “İktisadi Devlet Teşekkülü, sermayesinin tamamı devlete ait iktisadi alanda ticari esaslara göre faaliyet göstermek üzere kurulan kamu iktisadi teşebbüsüdür. Kamu İktisadi Kuruluşu, sermayesinin tamamı devlete ait olan ve tekel niteliğindeki mallar ile temel mal ve hizmet üretmek ve pazarlamak üzere kurulan, kamu hizmeti niteliği ağır basan kamu iktisadi teşebbüsüdür.” şeklinde tanımlanm ıştır. 1982 Anayasasının “Kamu İktisadi Teşebbüslerinin Denetimi” başlığını taşıyan 165. maddesinde “Sermayesinin yarısından fazlası doğrudan doğruya veya dolaylı 21 olarak devlete ait olan kamu kuruluş ve ortaklıklarının Türkiye Büyük Millet Meclisince denetlemesi esasları kanunla düzenlenir.” hükmü yer almıştır. denetlemesi esasları kanunla düzenlenir.” hükmü yer almıştır. 2.1.3. Türkiye’de KİT’lerin Tarihsel Gelişimi Osmanlı İmparatorluğu’nda ordunun gereksinimlerini karşılamak üzere kurulmuş devlet imalathaneleri birer kamu iktisadi teşebbüsüdür. Bir kısmı günümüze kadar ulaşan Yıldız Çini ve Porselen Fabrikası, Hereke Dokuma Fabrikası gibi devlet işletmeleri esas itibarı ile 19. yüzyılda kurulmaya başlanmıştır. Türkiye’de KİT’ler 1930’lu yıllarda ekonomik kalkınmanın temel aracı olarak düşünülmüştür. Özellikle bu yıllarda Türkiye’de özel teşebbüsün yetersizliği nedeniyle, ekonomik kalkınmayı başlatmak ve devam ettirmek görevi, kamu iktisadi teşebbüslerine verilmiştir. Böylece altyapı yatırımları, sağlık, güvenlik ve benzeri hizmetler yanında, mal ve hizmet üretmek için teşebbüsler kurulmaya başlanmıştır. 2.1.3.1. Cumhuriyetten Önce Kamu İktisadi Teşebbüsleri Cumhuriyetten önce, sanayiyi geliştirme amacıyla 1860’lı yıllardan itibaren çeşitli girişimlerde bulunulmuştur. Devlet eliyle fabrikalar kurma, sanayiyi özendi rme açısından çeşitli teşvikler uygulama, sanayi sergileri açmak gibi atılımlar bunlara örnektir.28 Bunların yanı sıra, devlet işletmeciliğinin ilk örnekleri olarak, İstanbul’un fethinde kullanılmak üzere kurulan tophaneleri ve baruthaneleri kabul etmek müm kün olsa bile, bugünkü anlamda ilk kamu iktisadi teşebbüsleri, Osmanlı Devleti’nin son dönemlerinde kurulmaya başla nmıştır.29 Bu dönemde daha çok ordunun ve sarayın gereksinimlerini karşılamaya yönelik fabrikalar kurulmuştur. Ayrıca bu dönemde tüketiciyi korumak amacıyla ekonomiye müdahale yapıldığı görülmektedir. Bunların en önemlisi, kentlerde yaşayan tüketicilerin korunması amacıyla tarım ürünlerine yapılan müdahaledir. Osmanlı Devleti’nde sanayiye geçiş, çok geç ve yavaş olmuştur. Genellikle temel yatırımlar ve girişimler devlet tarafından yapılmış veya denetiminde yerli ve yabancı şirketlere yaptırılmıştır. 15. yüzyıldan itibaren, sık yapılan seferler nedeniyle, askeri savaş araç ve gereçleri, resmi gereksinimlerin başında gelmiştir. 17. 28 Çavdar, Tevfik, Türkiye’de Liberalizm, İmge Kitabevi, Ankara, 1992, s. 209. 29 Baklacıoğlu, Sadık, a.g.y., s. 117. 22 yüzyıla gelindiğinde, İstanbul’da 29 devlet işletmesi bulunmakta ve bu işletmelerde 10.000’den fazla işçi çalışmaktaydı. Bu dönemin başlıca devlet işletmeleri şunlardır : inde, İstanbul’da 29 devlet işletmesi bulunmakta ve bu işletmelerde 10.000’den fazla işçi çalışmaktaydı. Bu dönemin başlıca devlet işletmeleri şunlardır :30 . 17. Yüzyıl ortalarında Selanik’te kurulan kumaş yapımevi, . 1571 Kıbrıs Savaşı sırasında Kağıthane’de k urulan kumaş yapımevi . 18. yüzyıl sonlarında Erciş’te ve Lut Gölü kıyılarında Kükürt; Keban, Kıbrıs ve Bosna’da kurşun madenleri işletmeleri, . Ereğli, Amasra, Bartın, Çayağzı, Varna ve Üskûdar’da gemi imalathaneleri, . Fatih tarafından yaptırılan bugünkü İsta nbul Kapalı Çarşısı, . İmparatorluğun çeşitli bölgelerindeki demir, bakır ve gümüş işletmeleri, . Osmanlı İmparatorluğu’nda sosyal bir sistem olan vakıflar, hanlar, imalathaneler. 18. yüzyıl sonuna kadar ordunun gereksinim duyduğu araç ve gereçler yerli sanayiye dayanmıştır. Bu yüzyılın sonlarında, buhar gücünün sanayiye uygulanması sonucunda ortaya çıkan sanayi devrimi yerli sanayinin çökmesine neden olmuştur. Bu nedenle Tanzimat hareketini izleyen yıllarda küçük çapta devlet işletmeleri kurulmuştur. Bunların başlıcaları ise şunlardır:31 . Beykoz techizat-ı askeriye fabrikası (deri sanayi -1812) . Defterdar feshane fabrikası (Pamuklu dokuma sanayi -1855) . Denizyolu işletmesi (1843) . İzmit yünlü dokuma fabrikası (1845) . Ereğli-Zonguldak kömür havzası (1848) . Bakırköy pamuklu dokuma fabrikası (1855) . Hereke kadife, ipekli dokuma fabrikası (1855) 30 Tabakoğlu, Ahmet, “Türkiye’de Devletçiliğe Tarihi Bir Yaklaşım Denemesi”, İktisat Dergisi, Sy. 203, Ekim 1981, s. 76. 31 Karluk, Rıdvan, Türkiye’de Kamu İktisadi Teşebbüsleri ve Özelleştirme , Erter Matbaacılık, İstanbul, 1994, s. 15. 23 Bunların dışında, 1863 yılında Niş ilinin Pirot kasabasında Mithat Paşa tarafından tarımı kredilendirmek amacıyla “Memleket Sandıkları” adıyla kurulan ve 1888 yılında Ziraat Bankası na dönüştürülen kuruluş günümüz Kamu İktisadi Teşebbüsü anlayışına uygun ilk örnektir. tarafından tarımı kredilendirmek amacıyla “Memleket Sandıkları” adıyla kurulan ve 1888 yılında Ziraat Bankası na dönüştürülen kuruluş günümüz Kamu İktisadi Teşebbüsü anlayışına uygun ilk örnektir. I. Meşrutiyet dönemi, Tanzimat döneminden iflas etmiş bir devlet maliyesi devralmıştır. Bunun nedeni Avrupalılardan ağır faizlerle borç para alınması ve alacaklarını kurtarma endişesine kapılan Avrupalıların kurdukları Duyun -u Umumiye örgütü vasıtasıyla, devletin önemli gelir kaynaklarına el konulmuş olmasıdır. Devlet işletmeciliği yönünden gelişme sağlanamayan bu dönemde; yol, köprü, tramvay, tren, elektrik, su ve havagazı gibi büyük ekonomik işler ve yatırımlar Avrupa devletlerinin eline geçmiştir. II. Meşrutiyet döneminin siyasi ve askeri çatışmalarla dolu olması nedeniyle, bu dönemde kamu teşebbüslerinin yapılmasına sağlanan olanaklar yarım kalmıştır. Ancak bu dönemde bazı kentlerde elektrik tesislerinin yapıldığı, gemi işletmeciliğinin tekrar devralındığı ve İtibari Milli Bankasının kurulduğu görülmektedir. TBMM’nin kurulmasından Cumhuriyetin ilanına kadar geçen sürede ülkenin kurtuluş savaşı içinde bulunması nedeni yle yatırım yapılmamıştır. 2.1.3.2. Cumhuriyet Döneminde Kamu İktisadi Teşebbüsleri Cumhuriyet döneminde, KİT’lerin ekonomi içindeki önemi ve gelişimi, ekonomik politika değişikliklerine paralel bir yol izlemiştir. Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan 1930 yılına kadar, devletin ekonomiye doğrudan müdahalesi olmamıştır. 13 Şubat-4 Mart 1923 tarihleri arasında toplanan İzmir İktisat Kongresi’nde, liberalizme dayanan bir ekonomik model benimsenmiş ve sanayileşmede özel sektöre ağırlık verilmiştir. Türkiye İş Bankası, bu amaçla ve özel sektörün finansmanı için 1924 yılında kurulmuştur. 28.05.1927 tarih ve 1055 sayılı Sanayiyi Teşvik Kanunu çıkarılmıştır. Cumhuriyet döneminin ilk kamu iktisadi teşebbüsü olan “Türkiye Sanayi ve Maadin Bankası” 23.04.1925 tarih ve 633 sayılı kanunla kurulmuştur. Bankaya, sınai kuruluşlar oluşturmak, devlet elinde bulunan Beykoz, Bakırköy, Hereke ve Defterdar fabrikalarını işletmek ve mevcut kuruluşları, özel sektöre devretmek görevi verilmiştir. Ayrıca, özel sektöre kredi vermek ve öncülük etmek bankanın görevleri arasında gösterilmiştir. Ancak, banka bu hedeflerinde başarıya ulaşamamış ve bir işletme ofisi niteliğinde 24 kalmıştır. Fonksiyonlarının gerçekleştirilememesi üzerine 1932 yılında faaliyetine son verilmiştir.verilmiştir.32 Türkiye Sanayi ve Maadin Bankası ile Sanayi Teşvik Kanunu’nun istenen sonucu vermemesi üzerine 1932 yılından itibaren devletin ekonomi alanında müteşebbis olarak etkili ve teşkilatlı fonksiyonlar üstlenmesi dönemi başlamıştır. Bu yıllarda tüm dünyada Keynesyen politikaların etkili olduğu bilinmektedir. Bu yıllarda uygulanan devletçilik akımının gelişmesinde önceleri Dünya Ekonomik Buhranı, daha sonra II. Dünya Savaşı etkili olmuştur. 1934 yılında uygulamaya konulan I. Beş Yıllık Sanayi Planı ile Türkiye birçok sanayi kuruluş ve tesislerine kavuşmuştur. Daha sonra 1936 yılında II. Beş Yıllık Sanayi Planı hazırlanmışsa da, 1939 yılında ortaya çıkan İkinci Dünya Savaşı, bu planın uygulanmasını engellemiş ve Türk Sanayisini 1950 yılına kadar süren bir durgunluk devresine sokmuştur. Türkiye Sanayi ve Maadin Bankası’nın başarılı olamaması üzerine, 1932 yılında yerine Devlet Sanayi Ofisi ve Türkiye Sanayi Kredi Bankası kurulmuştur. Devlet Sanayi Ofisi, devlet teşebbüsü şeklinde tesis edilmiş ve devredilecek her türlü fabrikaları ve devlet iştiraklerini yönetmekle görevlendirilmiştir. Ayrıca kuruluş yasasında, Türkiye Sanayi ve Maadin Bankası’nın aksine, Devlet Sanayi Ofisi’nin yöneteceği kuruluşlara ait hisse senetlerinin satılamayacağı ilkesi getirilmiştir. Türkiye Sanayi Kredi Bankası ise bankacılık alanındaki faaliyetleri yürütmek üzere oluşturulmuştur. Ancak ulusal sanayinin gelişmesine yardımcı olmak amacıyla tesis edilen Devlet Sanayi Ofisi, iş ve sanayi çevrelerini endişeye sürük leyen bir rakip duruma geldiği için , Türkiye Sanayi Kredi Bankası da kredi yetersizliği nedeniyle görev yapamayacak kadar zayıf düştüğü için faaliyetlerine son verilmiştir. 1933 yılında ise kararlı olarak karma ekonomik model benimsenerek, I. Beş Yıllık Sanayi Planı yürürlüğe konmuştur. Bu plan ile Devlet Sanayi Ofisi ve Türkiye Sanayi ve Kredi Bankası kaldırılmıştır. Türkiye’de KİT’lerin yapılaşması, bu plan çerçevesinde yürürlüğe giren “Sümerbank Kanunu” ile sistemli bir oluşum sürecine girmiştir. Sümerbank’ın kuruluş yasasında, ana hammaddeler i Türkiye’de yetişen ve üretim miktarı tüketimi karşılamayan sanayi dalları ile ham ihraç mallarını işlenmiş hale getirecek sanayi dallarına, öncelik verilmesi öngörülmüştür. Yine söz konusu kanunda, 32 Sağlam, Dündar, Türkiye’de KİT’lerin Yapısı ve Zarar Nedenler i, Kalite Matbaası, Ankara, 1980, s. 11. 25 devlet sanayi ofisi kanununda belirtilen “..... kuruluşl ara ait hisse senetlerinin satılamayacağı.....” ilkesi kaldırılarak, Sümerbank’ın sermayesinin tamamı devlete ait olan fabrikaları kendine bağlı şirketler durumuna getirip, hisse senetleri çıkararak, kısmen veya tamamen Türk şahıs ve müesseselerine satması görevi verilmiştir. Böylece sanayileşmenin devlet eliyle başlatılması, daha sonra devletin devreden çıkması amaçlanmıştır. Ancak hisse senetlerinin özel kişi ve kurumlara satışı mümkün olmamıştır. Sümerbank’ın kurulmasıyla devlet, fiilen işletmeciliğe baş lamış olup I. Beş Yıllık Sanayi Planının gerçekleştirilmesinde önemli rol oynamıştır. Bu planla öngörülen sanayi yatırımlarının tümüne yakın bölümü bu kuruluş tarafından gerçekleştirilmiştir. ara ait hisse senetlerinin satılamayacağı.....” ilkesi kaldırılarak, Sümerbank’ın sermayesinin tamamı devlete ait olan fabrikaları kendine bağlı şirketler durumuna getirip, hisse senetleri çıkararak, kısmen veya tamamen Türk şahıs ve müesseselerine satması görevi verilmiştir. Böylece sanayileşmenin devlet eliyle başlatılması, daha sonra devletin devreden çıkması amaçlanmıştır. Ancak hisse senetlerinin özel kişi ve kurumlara satışı mümkün olmamıştır. Sümerbank’ın kurulmasıyla devlet, fiilen işletmeciliğe baş lamış olup I. Beş Yıllık Sanayi Planının gerçekleştirilmesinde önemli rol oynamıştır. Bu planla öngörülen sanayi yatırımlarının tümüne yakın bölümü bu kuruluş tarafından gerçekleştirilmiştir. I. Beş Yıllık Sanayi Planı ’nın ikinci önemli aşaması 14.06.1935 tarih ve 2805 sayılı kanunla Etibank’ın ve bağlantılı olarak Maden Tetkik Arama Enstitüsü ve Elektrik İşleri Etüt İdaresi ’nin kurulmasıdır. Sümerbank’a imalat sanayinin kurulması ve geliştirilmesi görevi verilirken, Etibank’ın kurulmasıyla devlet madencili k ve elektrik üretimine aktif olarak katılmıştır. 1938 yılında KİT’leri genel bir düzenlemeye tabi tutmak amacıyla 3460 sayılı kanun çıkarılmıştır. Mevcut KİT’ler olan Sümerbank, Etibank, T.C. Ziraat Bankası, Denizbank, Devlet Ziraat İşletmeleri Kurumu ve bunları takiben kurulan Türkiye Şeker İşletmeleri, Toprak Mahsulleri Ofisi ve Türkiye Cumhuriyeti Devlet Demiryolları gibi kuruluşlar ile sonradan kurulan tüm iktisadi devlet teşekkülleri bu kanuna tabi tutulmuştur. 3460 sayılı kanun, KİT’lerin hukuki durumlarını, amaçlarını açıklığa kavuşturmuş, bunların kuruluş ve denetimlerini bir düzen altına almıştır. 33 Daha sonra 18.01.1940 tarih ve 3780 sayılı Milli Koruma Kanunu çıkarılmış ve devletin ekonomideki ağırlığı arttırılmıştır. Bu kanunla, önce TBMM yetkis inde olan KİT kuruluşu, Bakanlar Kurulu yetkisine bırakılmış, ayrıca gerekli görülen özel sektör işletmelerine devletin el koyabilmesi mümkün hale getirilmiştir. 3460 sayılı kanun, 1964 yılında yürürlüğe giren 440 sayılı kanuna kadar 26 yıl uygulamada kalm ıştır. 33 Sağlam, Dündar, “Türkiye’de KİT Reform Çalışmalarının Değerlendirilmesi”, Türkiye II. İktisat Kongresi Kalkınma Politikası Tebliğleri, C. 1, İzmir, 1981, s. 135. 26 2.1.4. .1.4. Teorik Olarak Kamu Sektörünü Açıklayan Görüşler Kamu sektörünün işlevi ve bu sektörün ekonomideki büyüklüğü farklı ekol ve yaklaşımlar tarafından farklı şekillerde açıklanıp yorumlanmaktadır. Kamu sektörünün ekonomideki işlevini yerine get irme aracı olan kamu harcamaları ve harcamaların ayrıntısı farklı ekollerce farklı açıklanmaktadır. Bu yaklaşımlardan Neo -liberal, Marksist ve Sosyal Demokrat yaklaşımın açıklamalarına kısaca yer verilmiştir. 2.1.4.1. Neo-liberal Yaklaşım Bu yaklaşımda, toplumsal refah düzeyi bireysel refah düzeylerinin toplamından oluşmaktadır. Bireylerin üzerinde, onlardan ayrı bir karar örgütü yoktur. Toplumsal refahın oluşumunda atomistik elemanlar olarak ele alınan bireylerin refah düzeyleri ise, kapitalist piyasa koşulları içinde belirlenir. Ekonominin işleyiş kuralları kamu kesimini kapsayacak şekilde piyasa tarafından belirlenir. Üretim faktörleri fiyatlarının belirlendiği mal piyasalarının işleyişleri sonucunda, bir yandan gelir dağılımı, diğer yandan kaynak dağılımı sorunu çözümlenir. Doğal olarak bu tür piyasalar düzenin etkin çalışması ve ekonomide gerekli dengeleri sağlaması, tam rekabet koşullarının var olmasına bağlıdır. Ekonomi tam rekabetten uzaklaştıkça, gelir ve kaynak dağılımı bozulur. Gerçek hayatta tam rekabet koşulları bulunmamakla beraber, aşırı olmayan sapmalar normal sayılmaktadır. Liberal yaklaşıma göre kamu sektörünün işlevi üç noktada toplanmaktadır. Bunlar kaynak dağılımı, gelir dağılımı ve istikrardır. Kaynak dağılımı, makro düzeyde, kaynakların kamu ve özel kesim arasındaki bölüşümünü ifade etmektedir. Kamu hizmeti olarak bilinen hizmetler bireylere ve topluma yarar sağladığı halde, tüketimde rekabetin olmaması ve bedel ödeyemeyenin sistem dışında tutulmaması nedeni ile, bireysel tercihler piyasada belirlenemez. Talebin piyasada oluşmamasından dolayı, özel kesim bu malın üretimini gerçekleştiremez ve kamu sektörü devreye girer. 2.1.4.2. Marksist Yaklaşım (Radikal Yaklaşım) Radikal düşünürlerin devletin işlevi ile ilgili yorumları, liberallerden çok farklıdır. Liberallere göre, kamu sektörü, hakim özel sektörün bir tür tamamlayıcısıdır ve bu sektörün çalışma kurallarına uygun olarak işlev görür. Buna karşılık radikal görüşü savunanlara göre ise, kamu sektörü özel sektörün marjinal tamamlayıcısı d eğil, özel sektörün işleyişi için gerekli koşulları hazırlayan ve sistemin işleyiş sorunlarını 27 çözen, hafifleten ya da meşrulaştıran gerekli koşuldur. Diğer bir anlatımla, kamu sektörünün işlevi, liberal yaklaşımda olduğu gibi kaynak ve gelir dağılımını sa ğlamak olmayıp özel kesimde sermaye birikimine katkıda bulunmak, maliyetleri sosyalleştirmek ve sistemi yumuşatarak, meşrulaştırmaktır. sektörünün işlevi, liberal yaklaşımda olduğu gibi kaynak ve gelir dağılımını sa ğlamak olmayıp özel kesimde sermaye birikimine katkıda bulunmak, maliyetleri sosyalleştirmek ve sistemi yumuşatarak, meşrulaştırmaktır. 34 Bu yaklaşıma göre kamu sektörünün birinci işlevi, özel sektöre ait temel girdilerin maliyetini ve bunu devletin işleyi ş süreci içinde topluma yayarak yani sosyalleştirerek, özel sektörde oluşan kârların marjlarını büyütmektedir. Kamu sektörünün ikinci işlevi ise, bu süreçlerde bozulan dengeyi kurarak sosyal denetimi sağlamak ve sistemi meşrulaştırmaktadır. Bu işlevlere yö nelik olarak kamusal harcamalar sosyal sermaye harcamaları ve sosyal masraflar olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. Sosyal sermaye harcamaları doğrudan veya dolaylı sermayenin getirisini arttırmaya yönelik harcamalardır. Bu grup içindeki birinci harcamayı oluş turan sosyal yatırımlar, emek gücünün verimliliğini yükselterek, sermayenin getirisine katkıda bulunur. Sosyal güvenlik harcamaları bunun iyi bir örneğini oluşturur. Sosyal masrafların ise sermaye verimliliğine dolayısıyla kâra katkısı yoktur. Bu harcamala r sistemi yumuşatır ve meşrulaştırarak sosyal düzeni korur. Refah harcamaları, sosyal masraflara iyi bir örnek oluşturur. Bu görüşe göre, özel kesimde sermaye birikimine yönelik kamu çabaları sonucunda, özel sektörün monopol gücü artar. Bu süreç ile bir y andan sosyal huzursuzluklar büyürken, diğer yandan kamu sektörünün finansman kaynakları tekelleşir. Böylece harcama gereksinimi artan devlet, gerekli finansmanı vergiyle sağlamakta zorluk çekmeye başlar. Doğal olarak harcama gereksinimi vergi ve benzeri kaynaklarla karşılayamayan kamu sektörü, giderek artan borçlanma gereksinimi ile karşı karşıya kalır. Böylece ortaya çıkan ve bir türlü önlenemeyen kamu borçlanması gereksinimi, kamu mali krizi olgusunu oluşturur. Ekonomideki monopolleşme süreci derinleştikçe, uluslararası boyut kazandıkça, devletin mali krizi büyür. Diğer bir ifade ile, kamu sektörü borçlanma gereksinimi, bazı önlemlerle önlenebilecek, konjonktürel bir olgu olmayıp sistemin iç dinamiklerinden kaynaklanan yapısal ve kronik bir niteliğe sahiptir. Son yıllarda Türkiye’de yaşanan ekonomik krizlerin teorik altyapısının bu şekilde oluştuğu bilinmektedir. Kamu kesimi finansman açığı veya diğer bir ifade ile kamu kesimi borçlanma gereği KİT’lerin satışının dolayısıyla özelleştirmenin altyapısını oluşturmaktadır. 34 Önder, İzzettin, “vd” İktisat Politikası Seçenekleri, Türkiye’de Kamu Maliyesi, Finansal Yapı ve Politikalar, Tarih Vakfı Yayınları, İstanbul, 1993, s. 18 -20. 28 2.1.4.3. .1.4.3. Sosyal Demokrat Yaklaşım Kapitalizmin tarihsel aşamaları içinde, bir yandan alternatif sistemler ortaya çıkararak batı ekonomilerini dıştan sararken, diğer yandan kapitalist üretim ilişkileriyle ekonomilerin iç dengelerinde oluşan bo zuklukların sistemi içten sarması karşısında, kapitalist sistem çıkış yolunu sosyal devlet, sosyal adalet, fırsat eşitliği gibi kavramları geliştirip uygulamada buldu. Daha çok tüketime yönelik bu yaklaşımda, hem bireyselci felsefe ve değerler korunmaya , hem de fırsat eşitlikçi bir uygulama geliştirilmeye çalışıldı. Bu yaklaşımda, kamu harcamaları bireylere fırsat eşitliği sağlarken, sadece radikal anlamda sistemi rahatlatıcı sosyal masraf türü harcama yapılmamakta, aynı zamanda emeğin yeniden üretim maliy etini sosyalleştirme işlevi gören bir sosyal tüketim türü harcama yapmış olmaktadır. Böylece bir yandan sosyal adalet sağlanırken, diğer yandan sermayenin getirisine katkıda bulunulmaktadır. Diğer bir anlatımla, sosyal maske altında sermayeye yönelik harca ma yapılmış olmaktadır. Kamu sektörüne liberal yaklaşımdan çok fazla görev yükleyen bu yaklaşımda, hiç kuşkusuz, sosyal masraf niteliğinde olan ve sermaye birikimine hiç bir katkı yapmadan, sistemi rahatlatmaya yönelik harcamalar, liberal devlet yaklaşımı ndan çok daha ağırlıklıdır. Bu tür harcamalar arasında yaşlı ve muhtaçlara sağlanan sosyal destek, işsizlere sunulan işsizlik sigortası gibi hizmetler sayılabilir. Bu tür harcamaların ekonomide iç piyasayı genişletme işlevinin olduğu bilinmektedir. Talep y etersizliğinin olduğu dönemlerde iç pazarı genişletmek amacıyla bu tür harcamalar arttırılabilir. Böylece hem toplumdaki dengelerin aşırı sarsılması önlenir, hem de sermayeye katkıda bulunulabilir. Sosyal demokrat ilkelere uygun olarak yapılan bu harcamala rda adalet/etkinlik çatışması veya gelir dağılımı/ekonomik kalkınma, geçici olarak gündem dışı kalabilir. Ancak varlığını sürdürmek, hatta sosyal demokrat politikaların kaynağını yaratabilmek için bu sistemin gelişmesi ve büyümesi gerekir. Bu nedenle sist em rasyoneli, uzun dönemde etkinlik kuralının göz ardı edilmemesini gerekli kılar. Üretici güçlerin açığa çıkmasına yönelik, fırsat eşitliği sağlayacak ve maliyetleri toplumda adil yayacak sosyal demokrat politikalarda etkinlik/adalet çatışması önlenebilir . 29 2.1.5. .1.5. Teorik Olarak KİT’lerin Oluşum Gerekçeleri KİT’lerin oluşumunun günümüzde geçerli olan pek çok nedeni vardır. Yakın zamanlara kadar bu nedenler, ekonomik, sosyal, politik, mali, askeri, kültürel, tarihsel, doğal kaynakların rasyonel kullanılması , gelişmeyi başlatmak ya da hızlandırmak, teknolojik gelişme sağlamak, darboğazları aşmak, atıl kapasiteleri kullanmak gibi nedenlerdi. Günümüzde ise, çevre kirliliğini önlemek, bölgesel denge sağlamak, iş güvenliğini geliştirmek, büyük ekonomik güçler kar şısında ülkeyi korumak, tüketiciyi korumak gibi etkenler KİT’lerin oluşumunun önemli nedenleridir. 35 Toplumun organize şekli olan her devletin ekonomik yapısı içinde, piyasa ekonomisinin bazı hususlardaki imkânsızlığını ve yetersizliğini giderecek diğer bi r ekonomik kesime gereksinim vardır. Bu kamu ekonomisi kesimidir. 36 Devletin niteliğindeki değişime bağlı olarak, kamu hizmetlerinin yapısı ve niteliği değişmiş, kamu hizmetlerinin önemi gittikçe artmıştır. Kamu hizmetlerinin neler olacağı ve bunların hangi boyutta yürütüleceği, sahip olunan mali ve ekonomik koşullara göre, siyasi iktidar tarafından kararlaştırılır. Bir işin kamu hizmetleri arasına alınması ya da kamu hizmeti niteliğinden çıkarılması temsil ettiği toplum adına siyasi iktidarın yetkisi dahilindedir. Kuşkusuz bu keyfi uygulama olmayıp anayasal ilke ve koşulların ışığı altında gerçekleştirilir. 37 Türkiye’de kamu kuruluşlarının ekonomide girişimci olmasının tarihi sebepleri vardır. Bu sebeplerin bir bölümü olan özel girişimci yetersizliği ve sermaye birikiminin olmaması nispeten kalkmış veya en azından ağırlığını kaybetmiş ise de devlet eliyle istihdam, bölgesel gelişmelerde öncülük, geri dönüşü uzun büyük yatırımların gerçekleştirilmesi gibi amaçlar kamu girişimini hala gerekli kılmaktadır. 38 Gelişmekte olan ülkelerde devlet işletmeciliği iktisadi kalkınmanın bir a racı olarak önem kazanmıştır. Devletler sermaye ve girişimci yetersizliği karşısında sanayileşmeyi gerçekleştirmek için çeşitli kollardaki faaliyetleri bizzat yürütme görevini üstlenmişlerdir. Gerçekten birçok ülkede ulusal savunma, yargı, kamu düzeni ve 35 Aysan, Mustafa ve Selahattin Özmen, Türkiye’de ve Dünya’da Kamu İktisadi Teşebbüsleri, Kardeşler Basımevi, İstanbul, 1987, s. 28. 36 Nadaroğlu, Halil, Kamu Maliyesi Teorisi, 8. Basım, Beta Yayınları, İstanbul , 1992, s. 26. 37 Akdoğan, Abdurrahman, Kamu Maliyesi, Gazi Kitabevi, Ankara, 1985, s. 40. 38 Edil, Yücel, “Nasıl Bir Özelleştirme”, Banka ve Ekonomik Yorumlar, Mayıs, 1986, Yıl 23, Sy. 5, s.47. 30 toplumsal hizmetler daima devlet tarafından sağlanmıştır. Herkesin yararlanmasına açık olan mal ve hizmetler daima devlet tarafından sağlanmıştır. Herkesin yararlanmasına açık olan mal ve hizmetler kolektif olarak sağlanmalıdır. Çünkü bu tür malları sağlayan özel girişimci, ne toplumu oluşturan bireylerin tümünü bu mal ve hizmetlerin bedelini ödemeye zorlayabilir, ne de kendisine ödeme yapmayan herhangi birinin bu tür malları tüketmesini önleyebilir. Bütün ülkelerde hükümetler yalnız kamu mal ve hizmetlerinin üretimiyle yetinmemişler, bu tür malların dışındaki malları da üretme yoluna gitmişlerdir. Çeşitli alanlarda yatırım yapan hükümetler, kamunun denetiminde teşebbüsler kurarak ve kamu k aynaklarını kullanarak çeşitli özel malların üretim ve dağıtımında aktif rol oynamaktadırlar. Ayrıca Türkiye henüz ekonomik kalkınmasını tamamlamış bir ülke değildir. Türkiye’de ekonomik kalkınmanın en önemli araçlarından biri olarak KİT’ler kullanılmaktadır. Özellikle enerji, ulaştırma, madencilik, sanayi gibi alanlarda boşluklar vardır. Bu boşlukları özel sektörün dolduracağını beklemek gerçekçi bir yaklaşım olmaz. KİT’lerin birçoğu tekelci güçlere sahip kuruluşlardır. Bu nedenle bu kuruluşları özel kesim e devretmek, bu kesimde tekelleşme veya eksik rekabette üretimde bulunmayı gerektirecektir ki, bu da kamusal yararlarla çatışır ve özelleştirmenin amaçları olarak belirtilen bütün gerçeklere ters düşer. Çok açıktır ki, özel sektör kârlılıkla, KİT’ler sosyal kârlılıkla ilgili olmak durumundadır. Bütün bunların dışında, ülkede stratejik önemi olan bölge kalkınmasına destek olmak gibi amaçları taşıyan KİT’lerin özelleştirilmesi kamu yararı ile çelişir. Ayrıca Kıta Avrupa’sında, pek çok başarılı KİT olduğu ve b unların özelleştirilmesinin düşünülmediği hatırdan çıkarılmamalıdır. olan mal ve hizmetler daima devlet tarafından sağlanmıştır. Herkesin yararlanmasına açık olan mal ve hizmetler kolektif olarak sağlanmalıdır. Çünkü bu tür malları sağlayan özel girişimci, ne toplumu oluşturan bireylerin tümünü bu mal ve hizmetlerin bedelini ödemeye zorlayabilir, ne de kendisine ödeme yapmayan herhangi birinin bu tür malları tüketmesini önleyebilir. Bütün ülkelerde hükümetler yalnız kamu mal ve hizmetlerinin üretimiyle yetinmemişler, bu tür malların dışındaki malları da üretme yoluna gitmişlerdir. Çeşitli alanlarda yatırım yapan hükümetler, kamunun denetiminde teşebbüsler kurarak ve kamu k aynaklarını kullanarak çeşitli özel malların üretim ve dağıtımında aktif rol oynamaktadırlar. Ayrıca Türkiye henüz ekonomik kalkınmasını tamamlamış bir ülke değildir. Türkiye’de ekonomik kalkınmanın en önemli araçlarından biri olarak KİT’ler kullanılmaktadır. Özellikle enerji, ulaştırma, madencilik, sanayi gibi alanlarda boşluklar vardır. Bu boşlukları özel sektörün dolduracağını beklemek gerçekçi bir yaklaşım olmaz. KİT’lerin birçoğu tekelci güçlere sahip kuruluşlardır. Bu nedenle bu kuruluşları özel kesim e devretmek, bu kesimde tekelleşme veya eksik rekabette üretimde bulunmayı gerektirecektir ki, bu da kamusal yararlarla çatışır ve özelleştirmenin amaçları olarak belirtilen bütün gerçeklere ters düşer. Çok açıktır ki, özel sektör kârlılıkla, KİT’ler sosyal kârlılıkla ilgili olmak durumundadır. Bütün bunların dışında, ülkede stratejik önemi olan bölge kalkınmasına destek olmak gibi amaçları taşıyan KİT’lerin özelleştirilmesi kamu yararı ile çelişir. Ayrıca Kıta Avrupa’sında, pek çok başarılı KİT olduğu ve b unların özelleştirilmesinin düşünülmediği hatırdan çıkarılmamalıdır. 39 Kamu girişimleri çoğu kez gelir dağılımı dengesini sağlamak amacıyla kurulmuş ve kullanılmıştır. KİT’ler istihdam yaratmak veya mevcut işleri korumak için kullanılabilir. Özel ekonomik gücün belirli ellerde yoğunlaşmasına karşı bir denge oluşturmak için ya da belirli coğrafi bölgelerin ekonomik konumunu güçlendirmek için de kullanılabilir. KİT’lerin ürünleri düşük gelirli tüketicilere yardım için sübvansiyonlu fiyatlarla satılabilir. Teorik olarak KİT’lerin kuruluşuna ilişkin yakla şımlar dört grupta 39 Kızılyallı, Hüsnü, “Özelleştirme ve KİT’ler” , Banka ve Ekonomik Yorumlar Dergisi, Yıl 36, Sy. 11, Kasım 1999, s. 29. 31 toplanabilir:40 Bunlar; ampirik yaklaşım, neo-klasik yaklaşım, küresel yaklaşım ve kalkınma yaklaşımıdır. Bu yaklaşımların neler olduğu aşağıda kısaca anlatılmıştır. 2.1.5.1. Ampirik Yaklaşım KİT’lerin kuruluş nedenlerini açıklayan ampirik yaklaşım tarihsel ve sektör yaklaşımı olmak üzere iki alt gruba ayrılmaktadır. 2.1.5.1.1. Tarihsel Yaklaşım Tarihsel yaklaşım her KİT’in kurulduğu dönemdeki tarihsel koşulları inceleyerek, bu kuruluşların or taya çıkışını belirleyen nedenleri saptamaya çalışır. Bu yaklaşıma göre, KİT’lerin kuruluşuna yol açan nedenler çok farklılık göstermektedirler. Ekonomik krizler, savaşlar ve savaş sonrası dönemlerin koşulları, sol partilerin iktidara geçmeleri, ulusal savunma, devlete gelir sağlama, tekel nitelikli özel işletmelerin denetimi gibi nedenler bunlar arasındadır. 2.1.5.1.2. Sektör Yaklaşımı Sektör yaklaşımında KİT’lerin faaliyette bulunduğu sektörlerin ve endüstrilerin ortak niteliklerinden hareket edilerek Kİ T’lerin kuruluşuna ilişkin kriterler ortaya çıkarılır. Bu yaklaşıma göre KİT’lerin kurulmasına ilişkin başlıca kriterler şunlardır:41 Sermaye Yoğunluğu Kriteri: KİT’lerin sermaye yoğunluğunun yüksek olduğu sektörlerde kurulduğu gözlenmektedir. Bu sektördeki konsantrasyon kuvvetlidir ve çok sayıda işletmenin faaliyet göstermesi rasyonel değildir; işletmeler arasındaki rekabet toplum açısından kabul edilemeyecek risklerin doğmasına yol açar. Diğer taraftan, bu sektörlerde yatırım tutarının büyüklüğü ve kâr ora nının azlığı yüzünden özel kişiler faaliyette bulunmaktan kaçınmak eğilimindedir. Kilit Sektörler Kriteri: Bu sektörler, üretim süreci içinde ya da kredi dağıtımında önemleri nedeniyle diğer ekonomik faaliyetleri yönlendiren ve bu yüzden ekonomide egemen durumda olan sektörlerdir. Kilit sektörlerin bu temel niteliği KİT’lerin kurulmasına yol açmaktadır. 40 Cook, Paul, Privatization in Less Developed Countries , Harvester Wheatsheat, London,1988, s. 7. 41 Monnier, Lionel, Capitaux Publics et Stratégie de I’Etat, Akt. Mahmut Duran, Maliye Yazıları, Ağustos-Eylül, Ankara,1986, s. 40-41. 32 Monopol Kriteri: Bazı ekonomik faaliyetlerin kendine özgü nitelikleri tekel durumunda KİT’lerin kurulması sonucunu yaratırlar. Genellikle tekellerin ortay a çıkışı ya doğal nedenlerden ya da ekonomik nedenlerden kaynaklanmaktadır. Bunun yanında özel tekellerin piyasadaki ayrıcalıklı durumundan ötürü uyguladıkları fiyat ve üretim politikasının olumsuz etkisi, KİT’lerin oluşturulmasına neden olmaktadır. durumunda KİT’lerin kurulması sonucunu yaratırlar. Genellikle tekellerin ortay a çıkışı ya doğal nedenlerden ya da ekonomik nedenlerden kaynaklanmaktadır. Bunun yanında özel tekellerin piyasadaki ayrıcalıklı durumundan ötürü uyguladıkları fiyat ve üretim politikasının olumsuz etkisi, KİT’lerin oluşturulmasına neden olmaktadır. Ampirik yaklaşımda, KİT’lerin kurulmasına ilişkin ileri sürülen nedenler, farklı sektörlerdeki KİT’leri nitelemekle birlikte, tek başlarına, üretim araçlarının özel mülkiyetine dayanan piyasa ekonomisi içinde bu kuruluşların varlığını açıklamakta yetersiz kalmaktadır. KİT’lerin varlık nedenleri doğrudan doğruya ampirik gözlemlerden çıkarılamamaktadır. Bu nedenle söz konusu nedenlerin ekonomik sistemin bütünlüğü, gelişimi ve işleyişi içinde araştırılması gerekmektedir. 2.1.5.2. Neo-klasik Yaklaşım Neo-klasiklerin Pareto analizi üzerine kurulu genel denge ve optimalite modeli, ilke olarak, üretim araçlarının devlet mülkiyetinde olmasını, başka anlatımla KİT’lerin varlığını dışlar. Ancak yine de bazı durumlarda KİT’lerin kurulmasını kabul eder. Neo-klasik yaklaşıma göre, bütün piyasalarda tam rekabet koşulları geçerli ise, ekonomide Pareto Optimumuna ulaşılır ve bu durumda kaynaklar en etkin şekilde dağıtılarak toplumsal refah en yüksek düzeyde gerçekleşir. Optimumun sağlanması için gerekli koşullardan birisi; işle tmelerin ürettikleri malların marjinal maliyetlerini, piyasada oluşan fiyata eşitleyerek satış yapmalarıdır. Bu durumda işletmeler üretimlerini, marjinal maliyetin piyasadaki denge fiyatına eşit olduğu noktaya kadar artırırlar. Bu noktada işletme ve toplum açısından etkinlik koşulları gerçekleşir ve işletmenin özel yararı ile genel yarar arasında uyum sağlanır. Ancak, azalan maliyet koşulları altında kaçınılmaz olarak ortaya çıkan doğal tekeller, Pareto Optimumun un gerçekleşmesini engeller. Bu nedenle neo -klasik yaklaşımda KİT’lerin varlığı bazı sektörlerde doğal tekellerin oluşması nedeniyle kabul edilebilmektedir. Toplam maliyetler içinde sabit maliyetlerin payının çok önemli olduğu sektörlerde ve üretim dallarında azalan maliyet koşulları geçerli olmakta dır. Özellikle üretimde coğrafi bakımdan geniş alana dağıtılması zorunlu olan altyapı tesislerinin toplam maliyetler için geniş yer tutması, ortalama maliyetlerin azalmasına, dolayısıyla 33 doğal tekellerin oluşmasına yol açmaktadır. 42 Enerji, ulaşım, PTT hizmetleri ve ağır endüstride azalan maliyet koşulları geçerlidir. Azalan maliyet koşullarının yürürlükte olduğu üretim dallarında üstünlüğü ele geçiren özel işletme sahipleri, üretimlerini artırdıkça ortalama maliyetlerin azalması nedeniyle, rakiplerini elimi ne ederek tekel durumuna geçerler. Üretimlerini kısıtlayıp, yüksek fiyatlar uygulayarak aşırı kâr sağlamayı tercih ederler. Böylece kaynak dağılımını optimumdan uzaklaştırırlar. Maksimum sosyal verimliliğin gerçekleştirilmesi için, bu tür işletmelerin kamu iktisadi teşebbüsü biçiminde kurulması gerekmektedir. Bu durumda KİT sektörünün sınırını, ancak tekel durumunda etkinliğin sağlanabildiği farklılaşmamış sektör belirleyecektir. KİT’lerin varlık nedenini araştıran Neo -klasik yaklaşımın en olumlu yönü; kam u sektörünü, ekonominin bütününün işleyişi içine bağlantılı bir şekilde yerleştirmesidir. Ekonomide gözlenen olaylar karşılaştırıldığı zaman KİT’lerin, üretimde bulundukları alanlar arasında; özellikle sabit sermayenin yoğun olduğu azalan maliyetli endüstr ilerin önem taşıdığı görülmektedir. 2.1.5.3. Küresel Yaklaşım Keynesyen görüşten esinlenen bu yaklaşımda, ekonomilerde KİT’lerin kuruluş nedenleri, devletin gittikçe artan müdahaleleri çerçevesinde incelenir. Serbest piyasa mekanizmasının ulusal ekonomiler in düzenli ve etkin işlemesini sağlamada yetersizlikleri, devletin yoğun biçimde ekonomik yaşama müdahale etmesi sonucunu doğurmuştur. Ekonomik krizler ve dalgalanmalar, piyasa ekonomisinin otomatik olarak tam çalışma düzeyini ve ekonomik dengeyi gerçekleş tiremeyeceğini ortaya koymuştur. Tekellerin ve eksik rekabet koşullarının yaygınlığı, üretim faktörlerinin akışkanlığında yetersizlikler, bölünmezlikler ve dışsallıklar, eksik bilgi, geleceğin belirsizliği; piyasa mekanizmasının işleyişini bozmakta, kaynak ların optimal dağılımını önlemektedir. Bu nedenle, piyasa mekanizmasına hiçbir engelleme yapılmaması halinde bile görünmez elin üretim faktörlerinin üretim alanları arasında optimum dağılımını sağlaması bazı durumlarda mümkün değildir. Kaynak tahsisinde et kinliğin sağlanamadığı bu durumlara, piyasa mekanizmasının başarısızlığa uğraması anlamında piyasa 43 başarısızlığı denilmektedir . 42 Bulutoğlu, Kenan, Kamu Ekonomisine Giriş, Temat Yayınları, İstanbul, 1977, s. 20. 43 Dinler, Zeynel, Mikro Ekonomi, Genişletilmiş 14. Basım, Ekin Kitabevi, Bursa, 2002, s. 493. 34 Küresel yaklaşım taraftarlarına göre, KİT’lerin ortaya çıkışı, yukarıda belirtilen nedenlerle artan devlet müdahalesinin doğal sonucudur. KİT’lerin kuruluş nedenleri, bu müdahale çerçevesinde devlet tarafından bu kuruluşlara verilen görevlerle yakından ilişkilidir. Bunlara göre devlet; azalan maliyet koşullarının varlığı, tekellerin olumsuzluklarının giderilmesi, özel girişimin ye tersiz olduğu sektörlerin organize edilmesi, yabancı rekabete karşı mücadele, toplumsal tüketimi karşılayan mal ve hizmetlerin yeterli düzeyde üretimini ve dağılımını sağlamak, toplumsal donanımın uygun düzeyde oluşmasını sağlamak ve özel girişime bırakılm ış faaliyet dallarında eşgüdümü gerçekleştirmek için kamu iktisadi teşebbüsleri kurulmalıdır. yaklaşım taraftarlarına göre, KİT’lerin ortaya çıkışı, yukarıda belirtilen nedenlerle artan devlet müdahalesinin doğal sonucudur. KİT’lerin kuruluş nedenleri, bu müdahale çerçevesinde devlet tarafından bu kuruluşlara verilen görevlerle yakından ilişkilidir. Bunlara göre devlet; azalan maliyet koşullarının varlığı, tekellerin olumsuzluklarının giderilmesi, özel girişimin ye tersiz olduğu sektörlerin organize edilmesi, yabancı rekabete karşı mücadele, toplumsal tüketimi karşılayan mal ve hizmetlerin yeterli düzeyde üretimini ve dağılımını sağlamak, toplumsal donanımın uygun düzeyde oluşmasını sağlamak ve özel girişime bırakılm ış faaliyet dallarında eşgüdümü gerçekleştirmek için kamu iktisadi teşebbüsleri kurulmalıdır. 2.1.5.4. Kalkınma Yaklaşımı Kalkınma yaklaşımında KİT’lerin kuruluş nedenleri azgelişmiş ülkelerin kalkınma sorunu çerçevesinde araştırılır. Piyasa mekanizması v e özel kesimin kalkınma sorununu çözümlemede yapısal ve işlevsel yetersizlikleri devletin kapsamlı bir biçimde ekonomiye müdahalesini gerekli kılmıştır. KİT’ler bu müdahalenin doğrudan ve etkin bir aracı olarak ortaya çıkmış kuruluşlardır. Azgelişmiş ülkelerde devletin ekonomiye müdahalesine dolayısıyla KİT’lerin kurulmasına yol açan faktörler iki grupta toplanabilir; Birincisi piyasa mekanizmasının kalkınma için gerekli tasarruf ve sermaye birikimini sağlayamaması ve özel kesimin kadro, deneyim ve bilgi yönünden yetersizliği. İkincisi piyasa mekanizmasının kalkınma açısından optimum kaynak dağılımını gerçekleştirememesi olarak ifade edilmektedir. 2.1.6. KİT’lerin Türkiye Ekonomisindeki Yeri ve Önemi Türkiye’de kamu sektörü dört alt bölüme ayrılmaktadır. Kamu sektörü içinde en önemli yer hiç kuşkusuz genel bütçe ile yönetilen daireler ile katma bütçelerin oluşturduğu destekli bütçe bölümüdür. Kamu sektörünün ikinci bölümünü fonlar oluşturmaktadır. Yine kamu sektörü içinde üçüncü önemli alan, yerel idareler dir. Kamu sektörünün dördüncü ve oldukça cılız bölümü ise, döner sermayeli daireleri kapsamaktadır. 35 Teknik olarak kamu sektörüne dahil olmayan, fakat devletin ekonomik hayata uzantısı niteliğindeki bölümünde kamu iktisadi teşebbüsleri bulunmaktadır. Bunla r mülkiyeti kamuya ait, işleyiş modeli itibariyle özel ekonomi koşullarına tabi olan ve piyasa için mal ve hizmet üreten kuruluşlardır. KİT’ler, teknik olarak kamu mal ve hizmeti üretmez, piyasa için üretim yapar. uzantısı niteliğindeki bölümünde kamu iktisadi teşebbüsleri bulunmaktadır. Bunla r mülkiyeti kamuya ait, işleyiş modeli itibariyle özel ekonomi koşullarına tabi olan ve piyasa için mal ve hizmet üreten kuruluşlardır. KİT’ler, teknik olarak kamu mal ve hizmeti üretmez, piyasa için üretim yapar. 44 Türkiye’de kamu büyüklüğü tartışmalarına GSMH içindeki kamu harcamalarının oranı açısından bakıldığında Avrupa ülkeleri ile Türkiye arasında GSMH içindeki kamu harcamalarının oranı konusunda büyük farklılıklar söz konusu olduğu görülmektedir*. Örneğin bu rakamların, Avrupa Birliği ülkeleri ortal aması %50 iken OECD ortalaması %48.8, G -7’ler ortalaması %39.5 ve Türkiye Ortalaması %18.5 tir.45 KİT’lerin Türkiye ekonomisindeki yeri iki boyutta ele alınabilir. Birincisi KİT’lerin ekonomi içindeki yerini gösteren sayısal boyut, diğeri ise sayılarla ifad e edilemeyen özel sektöre vasıflı eleman yetiştirme, kaliteli hammadde tedarik etme gibi niteliksel boyuttur.46 Diğer taraftan kamu teşebbüsleri, Türkiye’de ekonominin bütün sektörlerine yayılmış durumdadır. Elektrik enerjisi üretmekte, maden işletmekte, ulaştırma işleri yapmakta, kredi sağlamaktadırlar. Türkiye diğer ülkelerle karşılaştırıldığında sanayi sektöründe devletin payının büyük olması dikkati çekmektedir. Karşı görüşlere sahip hükümetler döneminde bile kamu teşebbüsleri yerlerini korumuşlar hatta büyümelerine devam etmişlerdir 47 . Türkiye’de KİT’lerin ekonomideki yeri ve önemi farklı kriterlerden yararlanılarak ortaya konulabilir. Bu kriterler; KİT’lerin GSMH’ya katkısı, yatırımlara katkısı, mali ve ekonomik durumları, hazine ile olan ilişkileri, Kİ T iştiraklerinin durumları, ithalat ve ihracattaki payları, yarattıkları katma değer şeklinde ana başlıklar halinde verilebilir. Özelleştirmeden önceki dönemde KİT’lerin ekonomide önemli 44 Önder, İzzettin “vd”, Türkiye’de Kamu Maliyesi, Finansal Yapı ve Politikalar, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, Ekim, 1993, İstanbul, s. 11 -12. 45 Yayman, Hüseyin, “1980 Sonrası Türkiye’de Özelleştirme Uygulamalarının Gelişimi ve Kamu Yönetimi Üzerine Etkileri”, G.Ü.İ.İ.B.F. Dergisi, c.2, sy. 3, Ankara, 2000, s.145. * Türkiye’de Sosyal Güvenlik Kuruluşlarının yapmış olduğu harcamalar, kamu harcamaları içerisinde yer almamaktadır. 46 Kepenek, Yakup, Gelişimi Sorunları ve Özelleştirilmeleriyle Türkiye’de Kamu İktisadi Teşebbüsleri, Gerçek Yayınevi, İstanbul, 1990, s. 45-46. 47 Sağlam, Dündar, Cumhuriyetimizin Ellinci Yılında Devletçilik” , Ankara İ.T.İ.A. Dergisi, C.5, Sy.2, Ankara, 1973, s. 55. 36 yerleri vardı. Aşağıdaki tabloda Türkiye’de KİT’lerin GSMH’ya olan ka tkıları görülmektedir. Aşağıdaki tabloda Türkiye’de KİT’lerin GSMH’ya olan ka tkıları görülmektedir. Tablo 1 -İşletmeci KİT Katma Değerlerinin GSMH’ya Oranlar (Cari Fiyatlarla) (Milyar TL) Yıllar İşletmeci Kit Katma Değeri GSMH KatmaDeğer/GSMH (%) 1980 359 4.098 8.8 1983 995 10.817 9.2 1985 2.974 25.526 11.7 1986 4.109 35.628 11.5 1987 5.966 52.929 11.3 1988 9.658 91.741 10.5 1989 16.044 151.488 10.6 1990 25.443 251.732 10.1 1991 22.054 396.981 5.6 Kaynak: DPT, Ekonomik ve Sosyal Göstergeler (1950 – 1995), http://ekutup.gov.tr/ekonomi/gosterge/tr Ayrıca toplam ithalatın %25’i KİT’ler tarafından gerçekleştirilirken bankacılık sektöründe toplam kredilerin %45’i KİT bankaları tarafından sağlanıyordu. Toplam vergi gelirlerinin %45’i KİT’ler tarafından ödenmekteydi. 48 KİT’lerin ekonomideki ağırlığı 1987’den sonra büyük deği şime uğramıştır. Bazı KİT’lerin özelleştirilmesi, 48 Şenses, Fikret: “Kitap Eleştirileri”, ODTÜ Gelişme Dergisi, C. 17, Sy. 1-2, yıl 1990, s. 229-230. 37 Sümerbank ve Petkim gibi en büyüklerinin 1988’de özelleştirilmek üzere KİT konumundan çıkarılması, bu sürece her yıl yeni KİT’lerin katılması sonucu bu kuruluşların katma değerinin ulusal gelire oranı büyük oranda azalmıştır. Ancak halen KİT’lerin Türkiye ekonomisinde önemli fonksiyonları bulunmaktadır. Bunlar; geri kalmış yörelere doğrudan veya dolaylı yatırım yaparak, kalkınmanın bölgelerarası dengeli olmasına katkıda bulunmak, ekonomik darboğazları, çarpı klıkları, tıkanıklıkları giderici, önleyici yatırımları gerçekleştirmek, yeni üretim kollarında gelişmeye öncülük etmek, ileri teknik ve büyük organizasyon gerektiren yatırımları gerçekleştirmek, ekonomideki tekelci eğilimleri kırarak, bazı temel mal ve hi zmetlerin fiyatlarının oluşmasında düzenleyici bir rol oynayarak, üretici ve tüketicilerin korunmasını sağlamak, iyi bir dağıtım sistemi kurarak, bazı gereksinim maddeleri ile temel hizmetlerin tüm bölgelere ulaştırılmasını gerçekleştirmek gibi sıralanabil ir. Bütün bunlara ilave olarak, kamu harcamalarının milli gelir içindeki payı ve harcamaların yatay dağılımının optimum büyüklüklerinin ne olması gerektiği konusunda elimizde teorik, normatif bir gösterge bulunmamaktadır. Soyut düzeyde, refah ekonomisi yaklaşımının optimum büyüklük göstergesi fikirsel düzeyde anlamlı olmakla beraber, pratikte geçerli bir ölçü oluşturmamaktadır. Zira kamu harcamalarının topluma sağladığı marjinal yararı ve vergilerin oluşturduğu marjinal maliyeti ölçmek olası değildir. konumundan çıkarılması, bu sürece her yıl yeni KİT’lerin katılması sonucu bu kuruluşların katma değerinin ulusal gelire oranı büyük oranda azalmıştır. Ancak halen KİT’lerin Türkiye ekonomisinde önemli fonksiyonları bulunmaktadır. Bunlar; geri kalmış yörelere doğrudan veya dolaylı yatırım yaparak, kalkınmanın bölgelerarası dengeli olmasına katkıda bulunmak, ekonomik darboğazları, çarpı klıkları, tıkanıklıkları giderici, önleyici yatırımları gerçekleştirmek, yeni üretim kollarında gelişmeye öncülük etmek, ileri teknik ve büyük organizasyon gerektiren yatırımları gerçekleştirmek, ekonomideki tekelci eğilimleri kırarak, bazı temel mal ve hi zmetlerin fiyatlarının oluşmasında düzenleyici bir rol oynayarak, üretici ve tüketicilerin korunmasını sağlamak, iyi bir dağıtım sistemi kurarak, bazı gereksinim maddeleri ile temel hizmetlerin tüm bölgelere ulaştırılmasını gerçekleştirmek gibi sıralanabil ir. Bütün bunlara ilave olarak, kamu harcamalarının milli gelir içindeki payı ve harcamaların yatay dağılımının optimum büyüklüklerinin ne olması gerektiği konusunda elimizde teorik, normatif bir gösterge bulunmamaktadır. Soyut düzeyde, refah ekonomisi yaklaşımının optimum büyüklük göstergesi fikirsel düzeyde anlamlı olmakla beraber, pratikte geçerli bir ölçü oluşturmamaktadır. Zira kamu harcamalarının topluma sağladığı marjinal yararı ve vergilerin oluşturduğu marjinal maliyeti ölçmek olası değildir.49 KİT’lerin Türkiye ekonomisindeki yerini incelerken karşılaştırma yapılan konulardan birisi de bu kuruluşların istihdama olan katkılarıdır. Tablo 2’de 1986 -1990 yılları arasında Türkiye’de ve KİT’lerdeki toplam istihdam ve artış oranları ile KİT’lerdeki istihdamın Türkiye’deki istihdama olan oranları yer almaktadır. 49 Önder, İzettin, a.g.y., s. 22. 38 Tablo 2-Kamu İktisadi Teşebbüslerinin İstihdama Katkısı (Bin Kişi) -Kamu İktisadi Teşebbüslerinin İstihdama Katkısı (Bin Kişi) Yıllar TÜRKİYE KİT KİT/Türkiye Oranı Sayı Yıllık Artış Sayı Yıllık Artış 1986 16.243 — 794 — 4.88 1987 16.500 1.6 810 2.0 4.90 1988 18.093 9.7 816 0.7 4.51 1989 18.477 2.1 800 -2.0 4.33 1990 19.209 4.0 797 -0.4 4.15 Kaynak: Başbakanlık Yüksek Denetleme Kurulu, 1990 Kamu iktisadi Teşebbüsleri Genel Raporu, s.63. 1986 yılında Türkiye’de toplam istihdam 16.243.000 iken, 5 yılda toplam %18.3’lük artışla 19.209.000’e ulaşmıştır. Aynı dönemde KİT’ lerdeki istihdam da 794.000’den 797.000’e yükselmiştir. Artış hızı sadece %0.4 civarındadır.KİT’lerde özelleştirmelerin başladığı yıllardan itibaren istihdama katkısının önemli ölçüde azalmaya başladığını görmekteyiz. Sadece 1987 yılında ülke ortalamasının üstünde istihdam artışı görülen KİT’lerde, 1989ve 1990 yıllarında sırasıyla % -2 ve %-0.4 oranlarında azalış gerçekleşmiştir. 2.2. Kamu İktisadi Teşebbüslerinin Sorunları KİT’ler çoğu ülkede olduğu gibi Türkiye’de de kuruldukları günden itibaren çeşitli sorunlarla karşılaşmışlardır. Ortaya çıkan sorunların giderilmesi için zaman zaman yapılan hukuki düzenleme ve çalışmalara rağmen bu sorunların tamamen ortadan kalktığı söylenemez. Ancak sorunların artmasına veya azalmasına siyasal iktidarların uyguladıkları ekonomik politika ve felsefenin oldukça etkili olduğu kabul edilmektedir. 39 Gerçekten Türkiye’de 1980 yılından sonra uygulanan i hracata dayanan sanayileşme ve kalkınma politikası, ekonomide geniş ölçüde dışa açılmayı başlatmıştır. Bunun sonucunda, ithalat ve ihracat rejimlerine büyük serbestlik kazandırılmış , serbest kur politikasına geçilmiş, faizler serbest bırakılmış, koruma pol itikaları büyük ölçüde terkedilmiştir. hracata dayanan sanayileşme ve kalkınma politikası, ekonomide geniş ölçüde dışa açılmayı başlatmıştır. Bunun sonucunda, ithalat ve ihracat rejimlerine büyük serbestlik kazandırılmış , serbest kur politikasına geçilmiş, faizler serbest bırakılmış, koruma pol itikaları büyük ölçüde terkedilmiştir. KİT’lerin büyük bir çoğunluğunun mali yapıları, istihdam yapıları, teknolojileri, üretim hacimleri, maliyetlerinin oluşumu ve örgütlenme biçimleri yeni ekonomik politikalara uyum sağlama olanağı vermediğinden, özelli kle üretim ve pazarlama fonksiyonlarında önemli darboğazlar ortaya çıkmıştır. Bu yönüyle kamu sektörünün bazı kusurları, zamanı geçmiş yapılar ve yöntemlere bağlanabilirken, bazıları kronik fonlama yetersizliğine, bazıları hükümetlerin kaynak tahsisini kıs maya ve kamuoyunu özelleştirmeye hazırlama yönündeki kararlarına bağlanabilir. 1982’de TÜSİAD’ın yayınladığı, KİT raporunda KİT’lerin bazı ortak sorunları şöyle sıralanmıştır: 50 . Teşebbüslerin örgütsel yapıları, kuruluş amaçlarına göre rasyonel ve geleneksel değildir. . Örgüt içi koordinasyon yetersiz ve iyi işleyen haberleşme sistemleri yoktur. . Uzun vadeli hedef ve politikalar saptanmamakta, planlama ile belirlenen hedef ve politikalar gerçekçi olmamaktadır. . KİT yönetim organlarına göreve getirilme ve alınma ları büyük ölçüde politik baskılarla yönlendirilmektedir. . Yöneticilerin yatırım, finansman, ürün ve girdi fiyatlarıyla ücret ve personel rejimi gibi ana konulardaki inisiyatifleri çok sınırlanmıştır. . Ciddi etkinlik denetimi yoktur. . Kuruluş ile ilgili yatırım kararları, ciddi yapılabilirlik incelemelerine, sağlam projelere dayandırılmamakta, yatırımlar çoğu kez politik görüşlere göre tercih edilmektedir. . Yatırımların gerçekleştirilmesi yavaş, pahalı, çoğu kez politik görüşlere göre tercih edilmektedir. 50 TÜSİAD, Özelleştirme ve KİT’lerin Halka Satışında Başarı Koşulları , İstanbul, Mayıs, 1986, s.11. 40 . Teşebbüslerin öz kaynakları, varlıklarına ve iş hacimlerine göre yetersizdir. . Teşebbüslerde yönetim kontrolüne yönelik standart bir muhasebe ve bütçe sistemi mevcut değildir. . Günümüz koşullarına uygun bir yönetim ve satınalma planlaması ve kontrolü yapılmamaktadır. . Araştırma-Geliştirme çalışmaları yapılmamakta ya da çok yetersiz kalmaktadır. . KİT ürünlerinin yurt içi ve özellikle yurt dışı pazarlaması eksik yapılmaktadır. . Teknolojik gelişmeler ve modern işletme teknikleri izlenip uygulamaya konulmamakta, konulanlar ise etkin çalıştırılmamaktadır. Herhangi bir faaliyet yapılırken sorunlarla karşılaşmamak olanaksızdır. Önemli olan sorunlara bakış tarzı ve çözüm şeklidir. Dünyada çok güçlü olduğu kabul edilen ekonomilerde bunalım dönemleri yaşandığı görülm ektedir. Japonya’da yaşananlar için “büyüme durgunluğu” kavramı iktisatçılar tarafından literatüre sokulmuştur. Burada önemli olan bunalım dönemlerine karşı olan zayıflığın, asıl ekonomik güç veya zayıflıkla çok az ilgili olması veya hiç ilgili olmamasıdır . Yani iyi ve güçlü ekonomilerin başına kötü şeyler veya sorunlar gelebilir. Bu durumlarda her ekonomik birim gibi KİT’ler de sorunlarla karşı karşıya kalabilir. Çalışmada bu sorunlar iktisadi ve mali, hukuki ve yönetim sorunları olarak üç ana başlıkta inc elenecektir. 2.2.1. İktisadi ve Mali Sorunlar Her yıl düzenli olarak hazırlanan KİT genel raporunda KİT’lerin ekonomik ve mali yapıları ile ilgili sorunların başında, giderek artan ve kronikleşen öz kaynak yetersizliği, artan sermaye gereksinimine karşılı k, hazine tarafından yeteri kadar ve zamanında sermaye transferinin yapılmaması, sermayelerin yetersiz kalışı, enflasyonun yüksek seyretmesi buna karşılık fiyat politikalarına müdahaleler sonucu gelir kaybına 41 uğramaları, yatırım maliyetlerinin her geçen gü n yükselmesi KİT’leri büyük bir finansman gereksinimi içine düşürdüğü vurgulanmaktadır. n yükselmesi KİT’leri büyük bir finansman gereksinimi içine düşürdüğü vurgulanmaktadır. 51 Bu tespitlerin sonuç itibarıyla doğru olduğu kabul edilse dahi bu sonuçlara özellikle 1980 sonrası uygulanan dışa açılmacı, ya da dışsatıma dayalı büyüme biçiminde özetlenen ekonomi politikalarının etkin olduğu belirtilmelidir. Türkiye 1980’den başlayarak ekonomik bunalımdan çıkış amacıyla uyguladığı ekonomik istikrar önlemleri çerçevesinde özelleştirmenin altyapısını oluşturacak politikalar izlemeyi sürdürdü. Bu amaçl a özellikle sermaye piyasasının kurumlaştırılması ve güçlendirilmesi, parasal işlem türlerinin geliştirilmesi ve yaygınlaştırılması, yeni mali araçların uygulamaya alınması ve banka işlemlerinde etkinlik sağlanması bu doğrultuda girişimlerdir. 52 KİT’lerin en önemli sorunu bu kurumların zarar etmesi ve bu zararların hazine tarafından karşılanmasıdır. Burada altı çizilmesi gereken nokta KİT zararlarının önemli bir kısmının hükümetlerin bu kuruluşlara verdiği özel görevlerd en kaynaklanan “Görev Zararı”olmasıdır. KİT’lerin finansman ihtiyacının iç ve dış piyasadan kısa vadeli ve yüksek maliyetli kredilerle karşılanması, bundan doğan faiz ve kur farkı yükleri KİT’lerin zarar etmesinin başlıca nedeni olmuştur. 2.2.2. Hukuki Sorunlar KİT’lerle ilgili yasal düzenle me, 04.07.1983 tarih ve 3460 sayılı “Sermayesinin Tamamı Devlet Tarafından Verilmek Suretiyle Kurulan İktisadi Teşekküllerin Teşkilatıyla İdare ve Murakabeleri Hakkında Kanun”dur. 1964 yılında çıkarılan 440 sayılı kanunla KİT’lerin tanımı yeniden yapılmış ve bu kuruluşların yönetim ve denetimleri yeniden düzenlenmiştir. 11.04.1983 tarih ve 60 sayılı kararname ile 440 sayılı kanun yürürlükten kaldırılmıştır. 19.10.1983 tarih ve 2929 sayılı kanunla kararname yasallaştırılmıştır. Daha sonra çıkarılan 08.06.198 4 tarih ve 233 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile yeni düzenleme yapılmıştır. KİT’ler halen faaliyetlerini 233 sayılı KHK ile ve değişiklikleri çerçevesinde yürütmektedirler. 51 Başbakanlık Yüksek Denetleme Kurulu “ 1986-1998 Yılları Kamu İktisadi Teşebbüsleri Genel Raporları”, Ankara, 2000. 52 Atasoy, Veysel, Türkiye’de Kamu İktisadi Teşebbüsleri ve Özelleştirme Sorunu, Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı Yayınları, Ankara, 1993, s. 26 42 1982 Anayasasının 123. maddesi idarenin bütünlüğü ve kamu tüzel kişiliği başlığını taşımaktadır. Maddenin son fıkrası “Kamu Tüzel Kişili ği, ancak kanunla veya kanunun açıkça verdiği yetkiye dayan ılarak kurulur.” demektedir. Anayasanın bu açık hükmü gereğince kurulmaları kanunla olması gereken KİT’ler son 20 yıldır Kanun Hükmünde Kararname Çerçevesinde faaliyetlerin sürdürmektedirler. Bu nedenle KİT’lerde çok karmaşık ve sık değişen hukuki yapı, örgütlenmeye ilişkin sorunları ortaya çıkarmaktadır. başlığını taşımaktadır. Maddenin son fıkrası “Kamu Tüzel Kişili ği, ancak kanunla veya kanunun açıkça verdiği yetkiye dayan ılarak kurulur.” demektedir. Anayasanın bu açık hükmü gereğince kurulmaları kanunla olması gereken KİT’ler son 20 yıldır Kanun Hükmünde Kararname Çerçevesinde faaliyetlerin sürdürmektedirler. Bu nedenle KİT’lerde çok karmaşık ve sık değişen hukuki yapı, örgütlenmeye ilişkin sorunları ortaya çıkarmaktadır.53 Bazı KİT’lerin amaçları dahi açıkça belirtilmemiş ve bu amaç için gerekli olan fonksiyonlara organizasyonlarda yer verilmemiştir. Yapıları ve fonksiyonları itibarı ile KİT niteliği taşıyan kuruluşların farklı mevzuat ve statülerle faaliyette bulunması devletin ekonomideki payının bir bütünlük içerisinde değerlendirilmesine olanak vermemektedi r. Aynı zamanda KİT’lerde çok karmaşık ve sık değişen hukuki yapı, örgütlenmeye ilişkin sorunları gündeme getirmektedir. 2.2.3. Yönetim Sorunları KİT’ler birer iktisadi işletme olarak dünyadaki tüm benzerleri gibi yönetim kararlarının alındığı birer yöne tim kuruluna ve alınan kararları uygulayacak yürütme ve işletme ünitelerine sahiptirler. 54 KİT’lerin yönetim organları 233 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 5. maddesinde tanımlanmıştır. Buna göre “ teşebbüs organları, yönetim kurulu ve genel müdürlüktür, Yönetim kurulu teşebbüsün en yüksek seviyede yetkili ve sorumlu karar organıdır.” KİT yönetim kurulunun teşkili yine 233 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 6. Maddesinde belirtilmiştir. Bu maddeye göre; “Yönetim Kurulu bir başkan ve beş üyeden oluşur. Gene l müdür yönetim kurulu başkanıdır ve ilgili bakanın teklifi üzerine ortak karar ile atanır. Yönetim Kurulu üyelerinden ikisi ilgili bakanın, biri Hazine ve Dış Ticaret Müsteşarlığı’nın bağlı olduğu bakanın, ikisi teşebbüs genel müdür yardımcıları arasından ilgili bakanın teklifi üzerine ortak karar ile atanır.” KİT yönetim kurulu üyelerinde aranacak nitelik ve koşullar 233 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 7. Maddesinde belirtilmiştir. Bu maddeye göre 53 Öz-Gıda-İş Sendikası, “Türkiye Ekonomisinde KİT’lerin Yeri ve Gıda Sanayisinde Özelleştirme Raporu” Ankara, 1993, s. 9. 54 Altınok, Tevfik, “KİT Sorunları ve Özelleştirme”, 3. İzmir İktisat Kongresinde Sunulan Tebliğ, 4-7 Haziran 1992, T.C. Başbakanlık DPT, s. 14. 43 “teşebbüs yönetim kurulu üyeliklerine atanacakların, de vlet memurluğuna atanabilme genel koşullarına sahip, yükseköğrenim yapmış ve teşebbüsün faaliyet alanı ile ilgili idari ve mesleki ihtisasa sahip olmaları şarttır. Ancak ilgili bakanın teklifi üzerine atanan üyelerden birinde idari veya mesleki ihtisasa sa hip olma şartı aranmaz.” hükmünü içermektedir. Böyle bir yönetim organizasyonundaki KİT’lerde ortalama genel müdürlük süresi bir iki yıl dolayındadır. Hatta altı -sekiz ay süreli genel müdürlere rastlanmaktadır. Bu durum ise tek başına bir ekonomik birimin etkin ve verimli çalışmasını engellemektedir vlet memurluğuna atanabilme genel koşullarına sahip, yükseköğrenim yapmış ve teşebbüsün faaliyet alanı ile ilgili idari ve mesleki ihtisasa sahip olmaları şarttır. Ancak ilgili bakanın teklifi üzerine atanan üyelerden birinde idari veya mesleki ihtisasa sa hip olma şartı aranmaz.” hükmünü içermektedir. Böyle bir yönetim organizasyonundaki KİT’lerde ortalama genel müdürlük süresi bir iki yıl dolayındadır. Hatta altı -sekiz ay süreli genel müdürlere rastlanmaktadır. Bu durum ise tek başına bir ekonomik birimin etkin ve verimli çalışmasını engellemektedir 55. Diğer taraftan tüm çabalara rağmen KİT’lerde özerk bir yönetim düzeni kurulamamıştır. Politik ağırlık yönetim organlarının atanma ve görevden alınmalarında, etkili olmuş ve kişilerin bilgi ve becerileri ikinci planda kalmıştır. Yöneticilerin yetkileri bir işletme için önemli olan yatırım, finansman, girdi çıktı fiyatları ve personel politikaları konusunda sınırlandırılmış, karar alma ve yürütme yetkileri pek olmamıştır. Yönetim uzun vadeli bir plan ve politika belirleyememekte, kısa vadeli planlarda belirlenen hedef ve politikalar ise gerçeklikten uzak görülmektedir. Üst düzey yöneticilerin sık değiştirilmesi uzun vadeli plan ve politikaların belirleyiciliğini etkilemektedir . Yönetim kadrolarına kuruluşun kendi içinden yetişmiş kişiler atanacağı yerde genellikle kuruluş dışından yeterli işletmecilik tecrübesi bulunmayan kamu görevlileri atanmaktadır. Yönetim kuruluna dışarıdan yapılan atamalarda 233 sayılı kanun hükmünde kararnamede öngörülen ihtisasa sahip olma yan emekli kişilerin veya çalışmakta olan üst düzeyde kamu yöneticilerinin atanması durumlarında, bunların yönetim kurulu üyesi oldukları KİT’lere yeterince faydalı olmadıkları bilinmektedir. KİT yöneticilerini kim atamaktadır? “Kuşkusuz hükümetler, siyas al iktidarlar, o halde yapılacak iş basittir. Bu kuruluşların başına, yönetim kurullarına, partizanları, eşi dostu, seçim kaybetmiş milletvekillerini, emekli askerleri değil, bilgili, deneyimli, yönetici niteliklerine sahip, kamu işletmeciliğine inanmış ki şiler atamaktır. Nitekim bu tür kişilerin atandığı KİT’ler başarılı olmuşlardır ve günümüzde azda olsa başarılı örnekleri bulunmaktadır. Eğer sorun sadece yönetim sorunu ise ciddi, nesnel davranabilen, eşin dostun çıkarlarını değil, ülke çıkarlarını ön pla nda tutan hükümetler 55 Kepenek, Yakup, a.g.e., s. 142. 44 bu sorunu çözebilirler.56 KİT’ler özel sektöre devredildiği taktirde daha iyi yönetileceklerine dair kanıt da yoktur. Bu nedenlerle Türkiye’de KİT sorunu mülkiyet sorunundan çok yönetim sorunudur. Türkiye gibi sanayileşme sürecinin hen üz ortalarında olan bir ülkede kamu girişimciliği sanayileşme yolunda önemli görevler üstlenmeye devam etmelidir. Bu işlevi yerine getirme sürecinde kamu girişimlerinin performansının dikkatle belirlenecek daha kapsamlı bir amaç fonksiyonu çerçevesinde olu şturulacak kriterler bazında değerlendirilmesi gereğine işaret etmek ve bu amaç fonksiyonu içinde etkinlik ve verimlilik gibi alışılagelmiş amaçların yanında teknolojik gelişme, ihracat, istihdam, fiyat istikrarı gibi amaçlara yer verilmesi gerektiği vurgu lanmalıdır.57 KİT’lerin uzun bir dönem boyunca gözlemlenen aksaklıkları neden giderilememiştir? Bu konudaki temel sınırlama “samimiyet” sorunudur. KİT’lerin ekonomide yeniden etkin bir hale gelmeleri için ne yöntem önerilirse önerilsin, çözüm sonunda siyasa l otoritenin uygulamaya ne ölçüde izin verebileceğine bağlıdır. Kamu sektörü yöneticileri ile özel teşebbüs yöneticileri arasında yapılan karşılaştırmalarda, bilgili ve becerikli yöneticiye sahip olma bakı mından kamu ve özel teşebbüsler arasında bir fark olmadığı, yönetim bakımından etkinlik farkı yaratan unsurun, kamu sektörü yöneticilerini motive eden teşvik edici faktörlerin yetersizliği olduğu ileri sürülmektedir. Nitekim özel sektör yöneticisini dinamik ve başarılı kılan, başarısızlık halinde yönettiğ i teşebbüsün el değiştirmesi korkusudur. Bu korku kamu sektörü yöneticisinde yoktur ve yönetim konusunda gerekli dinamizmi göstermemektedir.58 Son yıllara kadar yoğun bir şekilde kısmen devam ettiği şekilde üçüncü dünya veya kalkınmakta olan ülkelerde özel sektör kamu sektöründen yönetici transfer etmektedir. Diğer taraftan KİT’lerde üst düzey yöneticinin ürkekliği ve çekingenliği, kararların ilgili bakan tarafından alınması, yaratıcılığı ve sürati önlerken israf ve lüksü artırmaktadır. KİT yöneticilerinin t ayininde olduğu kadar, görevleri süresince politik baskı ve tercihlere maruz kalmaları, ücret politikalarındaki hatalar bu kuruluşları ve yöneticileri verimsiz kıldığı gibi, uzun vadeli işletmecilik kurallarına 56 Akgüç, Öztin, Ekonomide Gerçeği Arayış, Bağlam Yayıncılık, Ankara, 1991, s. 378. 57 Şenses, Fikret, 100 Sorunda Gelişimi Sorunları ve Özelleştirilmeleriyle Türkiye’de KİT’ler, Sy. 1 12, C. 17, Yıl 1990, s. 231. 58 Alkin, Erdoğan, “KİT’lerin Özelliği ve Özelleştirme” , Banka ve Ekonomik Yorumlar Dergisi , Yıl 30, Sy. 3-4, Mart Nisan, 1993, s. 43. 45 uygun politikaların izlenmesini olanaksız kıl maktadır. KİT yönetim organizasyonunda yer alan bütün birimlerin görev yetki ve sorumluluklarının açık ve dengeli olarak belirtilmediği, yönetimde kimin kime bağlı olduğunun bilinmediği durumlarda verimsizliğin arttığı söylenebilir. Bunların ise KİT yöneti cilerinin yetersizliğinden kaynaklandığı söylenemez. Bu tür yönetim sorunlarının yönetici ve mülkiyet değişimi olmaksızın çözülmesi olanaklıdır. maktadır. KİT yönetim organizasyonunda yer alan bütün birimlerin görev yetki ve sorumluluklarının açık ve dengeli olarak belirtilmediği, yönetimde kimin kime bağlı olduğunun bilinmediği durumlarda verimsizliğin arttığı söylenebilir. Bunların ise KİT yöneti cilerinin yetersizliğinden kaynaklandığı söylenemez. Bu tür yönetim sorunlarının yönetici ve mülkiyet değişimi olmaksızın çözülmesi olanaklıdır. 2.2.4. İstihdam Sorunları İstihdam, KİT’lerin en önemli sorunlarından biridir. KİT’lerde istihdam edilen personel sayısında yıllar itibari ile önemli artışlar olmuştur. KİT’lerdeki aşırı personel istihdamının nedenlerinden biri, teşebbüslerin mevcut iş potansiyeli, istihdam edilecek işgücünün miktar ve niteliği konusunda tutarlı araştırmalar yapılmaması ve diğer bir neden ise KİT’lerin hükümetler tarafından politik amaçlarla işsizlik sorununu çözümleyebilmek ve politik kadrolaşmayı sağlamak için kullanılmalarıdır. Bunların yanında KİT’lerde değişik statülerde personel çalıştırılması aynı veya benzer nitelikteki hizmetlerin değişik statülerde çalışan personelle yerine getirilmesi, personel arasında ayrımlara sebebiyet verilmesi verimliliği olumsuz etkilemektedir. KİT’lerde personelin işyerlerine dağılımı yönünden önemli dengesizlikler söz konusudur. Gereksiz yerler de niteliksiz çalışan işçi yığılmasına karşılık, kritik yerlerde eleman sıkıntısı çekildiği bilinen bir gerçektir. 59 Genel müdürlüklerde teknik personel fazlalığı varken, fabrika ve atölyelerde nitelikli işgören eksikliği kendini hissettirmektedir. Bilimsel yöntemlerle hazırlanmış kadrolar olmadığı için personel gereksiniminin isabetli bir şekilde tesbitinde güçlükler bulunmakta, kadroların gereksinime göre dağılımı da olumsuz yönde etkilenmektedir. Kuruluşun organizasyon yapılarının sık değişikliğe uğraması , kadroların değişmesine neden olmakta, bu durum ise personel yönetimi üzerinde olumsuz etkiler yaratmaktadır. Ayrıca iş değerlemesine dayalı bir ücret sisteminin olmayışı, personel giderleri ile üretim tutarı arasında sağlıklı bir ilişki kurulmasını önlem ektedir. 59 Kafaoğlu A. Başer, “KİT’ler Hakkında Bilgiler ve Genel Öneriler Kapsamı”, İktisat Dergisi, Sy. 218219, Ocak-Şubat 1993, İ.Ü. İktisat Fakültesi Mezunları Cemiyeti Yayını, s. 26. 46 2.2.5. .2.5. Diğer Sorunlar KİT’ler, düşük verimle çalışan, parasal temelleri güçsüz, rekabete gelemeyen, oldukça fazla yönetim sorunları üreten ve kaynak yiyen kuruluşlar haline getirilmişlerdir. 1950’li yıllardaki anti devletçi akıma rağmen sayıları artan ve girişim alanları genişleyen KİT’lerin sorunları, dengesiz ve parasal uygulama ve iç politikada birer araç olarak kullanılmaları sonucu giderek yoğunlaşmıştır. Bu kapsamda, KİT’lerin organizasyon yapıları açısından her türlü politik ve bürokratik baskıya açık olduğu, yapılan yasal düzenlemelere rağmen bunlara engel olunamadığı bilinmektedir. 60 T.C. Anayasasının 165. Maddesi “Sermayesinin yarısından fazlası doğrudan doğruya veya dolaylı olarak Devlete ait olan kamu kuruluş ve ortaklıklarının Türkiye Büyük Millet Meclisince denetlenmesi esasları kanunla düzenlenir” hükmünü içermektedir. Diğer taraftan 72 Sayılı kanun hükmünde kararname ile Başbakanlık Yüksek Denetleme Kurulu’nun denetimine tabi bulunmaktadır. Bunların yanından KİT’lerde aşama aşama ge rçekleştirilen denetim faaliyetleri birbirinden farklı olmakta, aynı işlemlerin çoğu birden fazla denetime tabi tutulmaktadır. Bakanlıkların, gözetim ve denetim yetkilerini kuruluşların görev ve yetkilerini daraltmayacak ve normal faaliyetlerini aksatmayac ak şekilde kullanmaları gereğine yeterince özen gösterilmemesinden kaynaklanan sorunlar bulunmaktadır. Yasama Organının KİT’ler üzerindeki denetiminde ulaşılan sonuçların uygulamaya aktarılmasını sağlayacak bir sistem bulunmadığından denetimden beklenen fa yda azalmaktadır. KİT’lerin sorunlarının sadece yukarıda ele alınan konularla sınırlı olmadığı bilinmektedir. Bunların yanında KİT’lerin yatırımları, iştirakleri, organizasyonları, ürettikleri malların pazarlanması, işletme çalışmaları ve özellikle özelle ştirme ile ilgili önemli sorunları içermektedir. 2.3. Türkiye’de Özelleştirme Süreci Türkiye’de özelleştirme çalışmaları cumhuriyetin ilk yıllarına kadar uzanmaktadır. 1923 İzmir İktisat Kongresinde alınan kararlar doğrultusunda 1925 yılında kurulan ve ilk kamu iktisadi girişimi olarak kabul edile n Türkiye Sanayi ve 60 Binay, Şükrü, “KİT Sorunlarına Analitik Bir Yaklaşım”, Hazine ve Dış Ticaret Dergisi, Sy. 17, Ankara, 1993, s.7. 47 Maadin Bankası’nın kuruluş amaçları arasında devlete ait sınai işletmelerini geçici olarak işletmek ve bunları zamanla özel kesime devretmek sayılmıştır. olarak işletmek ve bunları zamanla özel kesime devretmek sayılmıştır. 61 Banka 1932 yılına kadar faaliyette bulunmuş devlete ait işletmeleri özel sektöre devretmemiş fakat 16 özel sermayeli girişime ortak olmuştur. Türkiye Sanayi ve Maadin Bankası’nın yerine işletmecilik görevini yapmak üzere Devlet Sanayi Ofisi, Bankacılık görevini yapmak üzere d e Türkiye Sanayi ve Kredi Bankası kurulmuş ancak bu iki kuruluşun kendilerinden beklenen görevi yerine getirememesi üzerine bu defa iki kuruluş da ortadan kaldırılarak yerine Sümerbank kurulmuştur. 3 Haziran 1933 tarih ve 2262 sayılı Sümerbank Kanunu ’nda özelleştirmeyle ilgili olarak önemli bir hükme rastlanmamaktadır. Ancak kanunda Sümerbank Yönetim Kuruluna gerekli gördüğü zamanlarda hisse senedi arzına izin verilmesine rağmen hiçbir zaman böyle bir uygulamaya gidilmemiştir. 1938 yılında çıkarılan 3460 s ayılı Sermayesinin Tamamı Devlet Tarafından verilmek suretiyle kurulan İktisadi Devlet Teşekküllerinin Teşkilatıyla, İdare ve Murakabeleri Hakkında Kanun ile KİT’lerin Anonim Şirket haline getirilmesi yetkisi Yönetim Kurulu’na verilmiştir. Bu çerçevede kan un özelleştirilmeye yönelik bir girişime olanak sağlamıştır. 21 Mart 1964 tarihinde 440 sayılı İktisadi Devlet Teşekkülleriyle Müesseseleri ve İştirakleri Hakkında Kanun çıkartılarak 3460 sayılı kanun yürürlükten kaldırılmıştır. 440 sayılı Kanuna göre; ka nunla kurulan KİT’lerin özelleştirilmesi yine kanunla yapılacaktır. Ayrıca KİT yönetim kurulları kendilerinden iştiraki olan işletmelerin özelleştirilmeleri konusunda Bakanlar Kurulu’na teklif yapmakla zorunlu tutulmuşlardır. Kanun çıkarılması gerekmeyen ö zelleştirme çalışmalarının yürütülmesi için Bakanlar Kurulu devlet bankasını görevlendirmiştir. Burada dikkat edilmesi gereken nokta Cumhuriyetin ilk kuruluş yıllarından itibaren özel sektörün gelişmesi için kamu kesiminin öncülüğü rolüdür. Bugün anlaşıldı ğı şekliyle bir özelleştirme tartışması ve kavramı söz konusu değildir. Özelleştirme dünyanın ve Türkiye’nin gündemine özellikle 1980’li yıllardan sonra girmiştir. Günümüzde hala önemini koruyan bir süreç konumundadır. Yoğun bir 61 Kepenek, Yakup, Gelişimi, Üretim Yapısı ve Sorunlarıyla Türkiye Ekonomisi, Sevinç Matbaası, Ankara, 1984, s. 44. 48 biçimde tartışılması ve ha tta uygulanması yirmi beş yılı bulmasına rağmen özelleştirme, “yaşayan bir mit” olma özelliğini koruyor. Bir yandan “İktisadi Sorun”un, bir yandan siyasi “bozulma”nın halli için, diğer yandan “birey”in ortaya çıkabilmesi için evrensel reçete şeklinde algılanıyor. tta uygulanması yirmi beş yılı bulmasına rağmen özelleştirme, “yaşayan bir mit” olma özelliğini koruyor. Bir yandan “İktisadi Sorun”un, bir yandan siyasi “bozulma”nın halli için, diğer yandan “birey”in ortaya çıkabilmesi için evrensel reçete şeklinde algılanıyor.62 Ancak özelleştirmenin uluslararası kapitalizmin, kendi içindeki krizleri aşabilmek için dünya çapında bir yeniden yapılanma süreci içinde ortaya çıktığı vurgulanmalıdır. 2.3.1. Türkiye’de Özelleştirmenin Tarihsel Gelişimi Özelleştirmenin göreli bir kavram olduğu ve 1980’den önce politik veya ekonomik literatürde bugünkü anlamıyla pek önemli bir yer almadığı bilinmektedir. Buna karşın, 1980’lerin en önemli ekonomik olaylarından biri haline gelmiş, hızla yayılmış ve günümüzde yüzden fazla ülkede uygulamaya konulmuştur. Özelleştirme Türkiye’nin gündemine 24 Ocak 1980 kararlarıyla girmiştir. Her ne kadar somut özelleştirme amaçları ve yöntemleri bu kararlarda yer almamışsa da kararlar özelleştirmenin politik felsefesini tanımlamış, özelleştirme uygulam aları için gerekli ortamın oluşmasına katkıda bulunmuştur. 63 25.12.1994 tarih ve 4046 sayılı “Özelleştirme Uygulamalarının Düzenlenmesine ve Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun ile Türkiye’de özelleştirme süreci res mi bir boyut kazanmıştır. Kanun, daha sonra çeşitli tarihlerde yapılan değişikliklerle özelleştirmenin yasal dayanağını oluşturmuştur. Özelleştirme uygulamalarının stratejik bir plana dayandırılması amacıyla 1985 yılında, amaçların, önceliklerin ve kapsamın belirlendiği bir stratejinin oluşturulması gereğinden hareketle Devlet Planlama Teşkilatı tarafından özelleştirme planı hazırlatılmasına karar verilmiştir. Açılan uluslararası ihale sonucunda, Morgan Guaranty Trust Company of New York Firması, Türkiye Sa nayi Kalkınma Bankası, Sınai Yatırım ve Kredi Bankası, Yatırım Finansman A.Ş. ve Price Waterhouse/Muhaş A.Ş.’ne “Özelleştirme Ana Planı” hazırlatılmıştır. Özelleştirmenin gerek kurumsal olarak gerekse uygulamada açık, sınırları belirli bir tanımı yapılmamıştır. Bu durum bazı uygulamaların özelleştirme olup olmadığı 62 Üşür, İşaya, “Özelleştirme Niteliği, Kavramı ve Tartışmaları Dolayısıyla Bazı Tezler ve Notlar” Ekonomide Durum, Bahar, 1998, Türk-iş Araştırma Merkezi, 5. Kitap, s. 229. 63 Aksoy, A. Şinasi, Türkiye’de Özelleştirme Tartışmaları, Bağlam Yayıncılık, İstanbul, 1994, s. 109. 49 konusunda tartışmalara neden olmaktadır. Açık, sınırları belli bir tanımın yapılamamış olması özelleştirmenin ekonomi, işletme, iş idaresi, hukuk, politika gibi bir çok bilim dalının direkt ilgi alanına girmesi ve bu özelliği ile bir tür şemsiye kavram niteliğinde olmasından kaynaklanmaktadır. Örneğin ekonomi bilimi açısından en geniş anlamda özelleştirme, kamu kesiminin faaliyetlerinin sınırlandırılması veya tamamen ortadan kaldırılmasıdır. Daha dar anlamda, devletin ekonomik faaliyetlerini gerçekleştiren kamu iktisadi girişimlerinin mülkiyetinin özel kesime devredilmesidir. olması özelleştirmenin ekonomi, işletme, iş idaresi, hukuk, politika gibi bir çok bilim dalının direkt ilgi alanına girmesi ve bu özelliği ile bir tür şemsiye kavram niteliğinde olmasından kaynaklanmaktadır. Örneğin ekonomi bilimi açısından en geniş anlamda özelleştirme, kamu kesiminin faaliyetlerinin sınırlandırılması veya tamamen ortadan kaldırılmasıdır. Daha dar anlamda, devletin ekonomik faaliyetlerini gerçekleştiren kamu iktisadi girişimlerinin mülkiyetinin özel kesime devredilmesidir. 64 Buna karşılık hukuk bilimi açısından özelleştirme, yönetim biçim ve usullerinin değiştirilmesi yani kamu girişimleri yönetiminin özel kesime devredilmesi demektir. Geniş anlamda özelleştirme, devlete ait mal varlıklarının devlet mülkiyetinden ayrılması veya satış yolu ile elden çıkartılması, piyasanın işleyişi üzerindeki devlet denetiminin veya müdahalesinin azaltılması veya kaldırılması, rekabete yönelme ve bunlarla birlikte sosyalist ülkelerde özel mülkiyete geçiş ve piyasanın düzenlenmesi konularını kapsar. Özellikle 1980’li yıllardan başlayarak uygulama alanı bulan ve çok tartışılan özelleştirme kavramı, özelleştirmenin a macı, yöntemi ve konusuna göre farklı şekillerde tanımlanabilmektedir. Ancak bütün tanımlarda birleşilen nokta, özelleştirmenin kamulaştırma ve millileştirme karşıtı bir hukuki işlem olmasıdır. Diğer taraftan mali literatürde özelleştirmenin farklı açılar dan tanımları yapılmıştır. Yapılan tanımlarda özelleştirme kavramı dört ayrı ama cı ve temel süreci içermektedir: 65 . Kamu sektörü tarafından üretilen mal ve hizmetlerin finansmanının özelleştirilmesi. . Kamu sektörü tarafından finansmanı sağlanan mal ve hizmetl erin üretiminin özelleştirilmesi. . Kamu teşebbüslerinin mülkiyetinin ve yönetiminin kısmen veya tamamen özel kesime devredilmesi. . Daha önce kamu sektöründe mal ve hizmet üretimindeki kamusal tekellerin kaldırılması. 64 Öncel, Türkan, “Özelleştirme Amaçlarından Birkaçının Düşündürdükleri”, Para ve Sermaye Piyasası Dergisi, Sy. 108, Şubat, 1988, s. 10. 65 Falay, Nihat, “Özelleştirmenin Gerekçeleri ve Etkileri ,”Maliye Araştırma Merkezi Konferansları, otuzbeşinci seri, 1991/1992 yayın No:77 Güray Matbaası, İstanbul, 1993, s. 188. 50 Özelleştirmenin amacı, kısmen veya tamame n, kamu işletmelerinin özel sektöre devri ile kamu sektörü faaliyetlerinin sınırlandırılmasıdır. Bazı durumlarda %1 kadar sembolik bir altın hisse devlete bırakılarak işletmenin başarısında ve yönetiminde etkili olmak amaçlanmaktadır. n, kamu işletmelerinin özel sektöre devri ile kamu sektörü faaliyetlerinin sınırlandırılmasıdır. Bazı durumlarda %1 kadar sembolik bir altın hisse devlete bırakılarak işletmenin başarısında ve yönetiminde etkili olmak amaçlanmaktadır.66 2.3.1.1. Türkiye’de Özelleştirme Programının Amaçları Türkiye’de özelleştirme ile devletin ekonomideki sınaî ve ticari aktivitesinin en aza indirilmesi hedeflenirken, rekabete dayalı piyasa ekonomisinin oluşturulması, devlet bütçesi üzerindeki KİT finansman yükünün azaltılma sı, sermaye piyasasının geliştirilmesi ve atıl tasarrufların ekonomiye kazandırılması, bu yolla elde edilecek kaynakların altyapı yatırımlarına kanalize edilmesi amaçlanmaktadır. Özelleştirmenin temel amacı nihai olarak, devletin ekonomideki işletmecilik alanından tümüyle çekilmesini sağlamaktır. Öte yandan borsa ve sermaye piyasalarını geliştirmeden Türkiye’de sağlıklı bir ekonomik gelişmeden bahsetmek mümkün değildir. Şirketlerin yalnızca bankacılık sektörüne bağlı olmadan hisse senedi tahvil ve bono ihracı yoluyla kaynak temin edebilmeleri ve bu kaynak maliyeti ile enflasyon arasında sağlıklı bir ilişkinin olabilmesi için, sermaye piyasalarının geliştirilmesi gerekir. Sermaye piyasasının gelişimi ise tasarrufların daha büyük bir kısmının mali piyasalara yönlendirilmesi ve bu suretle oluşan fonların sermaye piyasasına akışına imkân verecek bir ekonomik yapının oluşturulması ile mümkündür. Bu açıdan bakıldığında özelleştirme uygulamaları ile bir yandan mali piyasalar ve dolayısıyla sermaye piyasalarına yöne lmeyen yerli ve yabancı tasarrufları bu piyasalara yönlendirerek yeni kaynaklar yaratılması diğer yandan kamu kesiminin fonlar üzerindeki talebi nedeniyle sıkışan mali piyasa üzerindeki olumsuz baskının engellenmesi hedeflenmektedir. 2.3.1.2. Türkiye’de Özelleştirmenin Yasal Çerçevesi Türkiye’de 1983 yılından sonra gündeme gelen özelleştirme programına yönelik ilk hukuki düzenleme, 1984 yılında çıkarılan ve KİT’ler ile bunlara ait tesislere, hisse 66 Okçu, Celalettin, Türkiye’de Özelleştirme, Özerkleştirme ve Yeniden Yapılandırmaya Bakış ve Öneriler, 1993 Milliyet Ekonomi 3. Ödülü, s. 1. 51 senedi ihracı yoluyla gerçek ve tüzel kişilerin ortak edile bilmesine veya bu tesislerin işletme hakkının belli sürelerle devrine olanak tanıyan 2983 sayılı kanunla yapılmıştır. Daha sonra 3291 sayılı kanunda kamu kuruluşlarının özelleştirme kapsamına alınması ve uygulamaların yürütülmesine ilişkin esaslar belirlen miştir. Buna göre 233 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamede adı geçen tamamı devlete ait ve kamu iktisadi teşebbüsü statüsünde faaliyet gösteren kuruluşların özelleştirme kapsamına alınmasına Bakanlar Kurulu, KİT’lerin müessese bağlı ortaklık, işletme ve işlet me birimleri ile iştiraklerindeki payların özelleştirme kapsamına alınmasına Yüksek Planlama Kurulu yetkili kılınmıştır. Özelleştirme programının yürütülmesi konusunda ise 2983 sayılı yasa ile Toplu Konut ve Kamu Ortaklığı idaresi görevlendirilmiştir. Bu i dare özelleştirme programının yanı sıra, toplu konut uygulama ve çalışanların tasarruflarını teşvik hesabında biriken paraların nemalandırılması gibi görevler üstlenmiştir. 3291 sayılı kanunla, özelleştirme uygulamaları konusundaki karar mercii, Toplu Konu t ve Kamu Ortaklığı Kurulu olarak belirlenmiştir. bilmesine veya bu tesislerin işletme hakkının belli sürelerle devrine olanak tanıyan 2983 sayılı kanunla yapılmıştır. Daha sonra 3291 sayılı kanunda kamu kuruluşlarının özelleştirme kapsamına alınması ve uygulamaların yürütülmesine ilişkin esaslar belirlen miştir. Buna göre 233 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamede adı geçen tamamı devlete ait ve kamu iktisadi teşebbüsü statüsünde faaliyet gösteren kuruluşların özelleştirme kapsamına alınmasına Bakanlar Kurulu, KİT’lerin müessese bağlı ortaklık, işletme ve işlet me birimleri ile iştiraklerindeki payların özelleştirme kapsamına alınmasına Yüksek Planlama Kurulu yetkili kılınmıştır. Özelleştirme programının yürütülmesi konusunda ise 2983 sayılı yasa ile Toplu Konut ve Kamu Ortaklığı idaresi görevlendirilmiştir. Bu i dare özelleştirme programının yanı sıra, toplu konut uygulama ve çalışanların tasarruflarını teşvik hesabında biriken paraların nemalandırılması gibi görevler üstlenmiştir. 3291 sayılı kanunla, özelleştirme uygulamaları konusundaki karar mercii, Toplu Konu t ve Kamu Ortaklığı Kurulu olarak belirlenmiştir. 1990 yılı Nisan ayında yürürlüğe giren 414 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile Toplu Konut ve Kamu Ortaklığı İdaresi, Kamu Ortaklığı İdaresi ve Toplu Konut İdaresi adı altında iki ayrı kuruluş olarak yenid en örgütlenmiştir. Kamu Ortaklığı İdaresi, özelleştirme uygulamalarının yürütülmesi ve kamu ortaklığı fonu ile çalışanların tasarruflarını teşvik hesabının yönetimi konusunda görevli kılınmıştır. 6 Ocak 1992 tarihinde yürürlüğe giren 473 sayılı Kanun Hükmü nde Kararname ile özelleştirme uygulamaları karar mercii “Kamu Ortaklığı Yüksek Kurulu” olarak değiştirilmiştir. Bu mevzuat dışında, doğrudan özelleştirme ile ilgili olmamakla beraber birçok kanun hükmünde kararnamede özelleştirmeye ilişkin hükümlere yer v erilmiştir. Ancak bütün bu düzenlemeler, birtakım genel esasların belirlenmesinden öteye gidememiş, uygulamaların gerektirdiği gereksinime yanıt verecek sağlam bir hukuki altyapı oluşturulamamıştır. Bunun yanı sıra, özelleştirme uygulamaları esnasında vey a daha sonra ortaya çıkabilecek, başta sosyal problemler olmak üzere muhtemel sorunların çözümüne yönelik yasal düzenlemelerin (işsizlik sigortası, anti -kartel yasası v.b) mevzuat bulunmaması da özelleştirmenin karşılaştığı en önemli yapısal sorunlardan biri olmuştur. 52 Özelleştirmede karşılaşılan sorunların giderilmesine yönelik ilk somut adım 1992 yılında atılmıştır. Bu tarihte başlayan mevzuat değişikliği çalışmaları 1994 yılında tamamlanmış ve konuya ilişkin ayrıntılı düzenlemeler içeren bir dizi kararna me çıkarılmıştır. 11 Mayıs 1994 tarihinde yürürlüğe giren ve hükümete özelleştirme uygulamaları konusunda düzenleme yetkisi veren 3987 sayılı yetki yasasına dayanılarak çıkarılan 530, 531, 532, 533 sayılı kanun hükmündeki kararnameler 6 Haziran 1994, 546 sayılı kanun hükmünde kararname ise 7 Temmuz 1994 tarihinde Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. 1992 yılında atılmıştır. Bu tarihte başlayan mevzuat değişikliği çalışmaları 1994 yılında tamamlanmış ve konuya ilişkin ayrıntılı düzenlemeler içeren bir dizi kararna me çıkarılmıştır. 11 Mayıs 1994 tarihinde yürürlüğe giren ve hükümete özelleştirme uygulamaları konusunda düzenleme yetkisi veren 3987 sayılı yetki yasasına dayanılarak çıkarılan 530, 531, 532, 533 sayılı kanun hükmündeki kararnameler 6 Haziran 1994, 546 sayılı kanun hükmünde kararname ise 7 Temmuz 1994 tarihinde Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Ancak söz konusu beş kararnamenin dayanağı olan 3987 sayılı yetki yasası 7 Temmuz 1994 tarihinde Anayasa Mahkemesine yapılan başvuru değerlendiril erek 21 Temmuz 1994 tarihinde karara bağlanmış ve söz konusu kararnameler iptal edilmiştir. Anayasa Mahkemesi’nin iptale ilişkin gerekçeli kararı, 5 Ağustos 1994 tarihli Resmi Gazete’nin mükerrer sayısında yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Bu iptal kararla rı sonucu, özellikle yapısal açıdan getirilen değişiklikler nedeniyle doğacak hukuki boşluğa, Bakanlar Kurulu’nun 31 Temmuz 1994 tarihinde yayımlanan Başbakanlık genelgesinde, Anayasa Mahkemesi’nin gerekçeli iptal kararının Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe girdiği tarihten itibaren yeniden Kamu Ortaklığı İdaresi adı altında ve eski statüsünde faaliyetlerine devam etmiştir. Bu tarihten itibaren, özelleştirmeye ilişkin esasların üzerinde fikri ve siyasi açıdan uzlaşma sağlanabilecek bir yasa çerçevesinde yeniden düzenlenmesi konusunda çalışmalara başlanmıştır. Bu çalışmalar sonucunda, bütün siyasi partilerin ve sendikaların önerileri dikkate alınarak hazırlanan 4046 sayılı özelleştirme yasası, 27 Kasım 1994 tarihinde yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Bu yasa ile önceki mevzuatta yapılan değişiklikler ve getirilen yeni düzenlemeler, ana başlıklar halinde şöyledir: 67 Özelleştirme Yüksek Kurulu oluşturulmuştur. Özelleştirme İdaresi Başkanlığı Kurulmuştur. 67 Özelleştirme İdaresi Başkanlığı, “ Özelleştirmede Yasal Çerçeve ” http://www.oib.gov.tr/baskanlik/Yasal_cerceve.htm 53 Özelleştirme uygulamaları sırasında veya sonrasında i şini kaybedenlere, kanunda belirtilen hükümler çerçevesinde, yasalardan veya toplu iş sözleşmelerinden doğan tazminatları dışında ek bir iş kaybı tazminatı ödenmesi öngörülmüştür. şini kaybedenlere, kanunda belirtilen hükümler çerçevesinde, yasalardan veya toplu iş sözleşmelerinden doğan tazminatları dışında ek bir iş kaybı tazminatı ödenmesi öngörülmüştür. Özelleştirme Fonu oluşturulmuştur. Özelleştirmenin kapsamı genişletilmiş, ik tisadi devlet teşekkülleri ile bunlara ait kurum ve payların yanı sıra, diğer kamu kurum ve kuruluşlarının özelleştirilmesine olanak tanıyan düzenlemeler yapılmıştır. Erken emekliliğin teşviki amacıyla özelleştirme kapsamına alınan kuruluşlarda Emekli Sandığı’na tabi personelden hizmet süresi itibariyle emeklilik hakkı kazananlara, bu hakkı kazandıkları tarihten itibaren iki ay içinde emekli olmayı istemeleri halinde ikramiyelerini % 30 fazlası ile ödenmesi hükme bağlanmıştır. Özelleştirme kapsamındaki kuru luşlarda çalışan personelin sosyal yardım zammı ödemelerinin özelleştirme fonundan karşılanması öngörülmüştür. Kapsamdaki kuruluşlarda uygulamalar sonucu kadrosu iptal edilen memur ve sözleşmeli personelin diğer kamu kurum ve kuruluşlarındaki boş kadro ve pozisyonlara atanmalarına ilişkin düzenlemeler getirilmiştir. Özelleştirme uygulamalarından elde edilecek gelirlerin, genel bütçe harcama ve yatırımlarında kullanılmaması hükme bağlanmıştır. Stratejik nitelikteki kuruluşlarda imtiyazlı hisse bulundurulması öngörülmüştür. 4046 sayılı Kanun’un bugüne kadar uygulamasında 4105 ve 4108 sayılı Kanunlar ile birtakım değişiklikler ve düzenlemeler yapılmıştır. Ayrıca 4046 sayılı Kanunun özelleştirme programına alınan kuruluşların özelleştirilmesine ilişkin olarak özelleştirme yöntemleri, değer tesbiti ve ihale usullerini kapsayan 18. maddesi; Anayasanın 7. maddesine aykırılığı savıyla, 9 Nisan 1997 tarihinde Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilmiştir. Söz konusu madde, 03.04.1997 tarih ve 4232 sayılı Kanunla Anayasaya uygun olarak yeniden düzenlenmiş, 8 Nisan 1997 tarihli Resmi Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe girmiştir. Diğer taraftan, 4046 sayılı Kanunun 10. maddesinde yer alan bu kanunun geçici 8. maddesi gereğince “Kamu Ortaklığı Fonu’na yapılan aktarmalar hari ç özelleştirme Fonu’ndan genel bütçeye kaynak aktarılamaz” ibaresi 26 Mayıs 2000 tarihinde 54 yürürlüğe giren 4568 sayılı Kanunla “Özelleştirme Fonu’nun nakit fazlası, Hazinenin iç ve dış ödemelerinde kullanılmak üzere hazine hesaplarına intikal ettirilir” şe klinde değiştirilmiştir. Geçici 8. madde ise yürürlükten kaldırılmıştır. ve dış ödemelerinde kullanılmak üzere hazine hesaplarına intikal ettirilir” şe klinde değiştirilmiştir. Geçici 8. madde ise yürürlükten kaldırılmıştır. 2.3.2. Türkiye’de Özelleştirme Gerekçeleri Devlet Planlama Teşkilatı tarafından hazırlatılan Özelleştirme Ana Planı’nda Özelleştirme gerekçeleri öncelik sırasın a göre şu şekilde sıralanmıştır:68 . Pazar güçlerinin ekonomiyi harekete geçirmesine olanak verilmesi, . Verimliliğin ve randımanın artırılması . Malların ve hizmetlerin kalite, miktar ve çeşitliliğinin artırılması, . Halka açık şirketlerin teşvik edilmesi, . Sermaye piyasalarının gelişti rilmelerinin hızlandırılması, . Hazinenin KİT’lere sağladığı mali desteğin asgariye indirilmesi, . KİT’ler tarafından uygulanan tekelci fiyatlandırma ve dolaylı vergilendirmenin azaltılması, . Kamu görevlilerinin politika ve yönetmelik konularında çalışmalarına izin verilmesi, . Modern teknoloji ve yönetim tekniklerinin uygulanması, . Çalışanlara hisse senedi verilmek suretiyle iş verimliliğinin artırılması, . Kamu ve özel sektör kuruluşları arasındaki dengenin değiştirilmesi, . Yabancı yatırımcılarla uluslararası ekonom ik ve politik bağların kuvvetlendirilmesi, . Mevcut sermaye yatırımlarındaki iç karlılığın artırılması, . Devlete gelir sağlanması. Belirlenen amaçların çeşitliliğine karşın, çoğunun bir diğerini kapsadığı görülmektedir. Bu sıralama Morgan Guaranty firması ile Wyvern Research Associate’in 68 DPT; “Özelleştirme Ana Planı”, http://www.ekutup.dpt.gov.tr/kit/kilcim/ozel2.html 55 Türkiye’de yirmi üst düzey kamu görevlisi ile yapılan anket sonucu ile aynıdır 69. Bu nedenle, çalışmada özelleştirme gerekçeleri ekonomik, mali, sosyal ve siyasal gerekçeler olmak üzere üç başlık altında incelenmiştir. 2.3.2.1. Ekonomik Gerekçeler Özelleştirmenin gerekçelerine genel olarak bakıldığında bunun oldukça geniş ve detaylı olduğu gözlenmektedir. Özelleştirmenin nihai gerekçesi devletin ekonomideki rolünü minimize etmek ve böylece ekonominin tümüyle serbest piyasa koşu llarına devredilmesinin yanında mali, toplumsal ve siyasal değişmeler sağlamaktır. Konuya yalnızca ekonomik açıdan bakıldığında özelleştirme ile ekonomideki yapısal değişiklik ivme kazanmış olacaktır70. Ancak özel sektör; yatırım, üretim, istihdam gibi kara rlarını öncelikle ekonomik faktörlere dayalı olarak alırken, kamu sektörünün kararlarında piyasa dışı faktörler -politik tercihler -daha etkili olmaktadır. Dolayısıyla KİT’ler fiyat ve kalite yönünden piyasa sinyallerine duyarlı olmamaktadır lar. Bunun başlıca nedeni KİT’lerin tekelci yapılara ve asıl önemlisi zararlarının genel bütçeden karşılanması sonucu iflas tehlikesi ile karşı karşıya bulunmamalarıdır. Böylece KİT’ler piyasa paylarını kaybetmemek için kaliteyi iyileştirmek, fiyat ve maliyeti düşürme k gibi önlemler alma zorunluluğu duymazlar. Özelleştirme ile KİT’lerin bu özelliği ortadan kaldırılarak, piyasa koşulları içinde faaliyet göstermeleri sağlanarak piyasa ekonomisinin güçlendirilmesine çalışılacaktır. Ancak bugün KİT’lerin birçoğu tekel veya tekel niteliğindeki kuruluşlardır. Bu nedenle serbest piyasa ekonomisine işlerlik kazandırmak amacının gerçekleştirilmesi, kamu tekellerinin özel sektör tekeli haline gelmesini önleyecek tedbirleri almaya ve piyasa ekonomisine geçişin diğer hukuki ve ekonomik kurumlarını oluşturmaya bağlı olacaktır. Bu düzenlemelerin ise KİT’lerin faaliyet alanlarının yeni firmalara açılmasını, anti -tröst yasalarının çıkarılması uygulamalarını ifade eder. Gerek özelleştirme ana planında gerekse diğer kaynaklarda özelleştir menin ekonomik gerekçeleri ana başlıklar halinde şöyledir: 71 69 The Morgan Bank, Özelleştirme Ana Planı -Özelleştirme Amaçları, Ankara 1986, s. 16. 70 Doğan, Yahya, Kamu İktisadi Teşebbüsleri ve Özelleştirme, Fakülteler Kitabevi, İzmir 1993, s. 12. 71 Tandırcıoğlu, Haluk, ‘’Geçiş Ekonomilerinde Özelleştirme’’ , http://www.sbe.deu.edu.tr/yayinlar/dergi/2002 , sayi 3 PDF/tandircioglu.pdf 56 . Kaynak kullanımında etkinlik sağlamak ve verimliliği artırmak, . Serbest piyasa mekanizmasını güçlendirmek ve işlerlik kazandırmak, . Tekelleşmeyi ortadan kaldırmak, . Sermaye piyasasını geliştirmek, . KİT’lerdeki gizli işsizliği önlemek. Özelleştirme gerekçeleri özelleştirmenin lehinde ve aleyhinde olanlarca farklı değerlendirilmektedir. Bu nedenle öncelikle bu görüşler şöyle özetlenebilir. Özelleştirmenin lehindeki görüşlere göre; özelleştirme ekonomide verimlilik ve etkinliği artıracaktır. Piyasa güçleri daha iyi çalışacak, ekonomide bir hızlandırma yaratacaktır. Sermaye piyasası daha hızlı bir şekilde gelişecektir. Sınai mülkiyet daha geniş bir tabana yayılacaktır iktisadi devlet teşebbüslerine daha az transfer yapmak suretiyle bütçe açıkları daraltılabilecektir. İktisadi devlet teşekküllerinin tekelci uygulamalarına son verilecektir. İşçiliğin produktivitesi artırılacaktır. Endüstride kamu ve özel kesim dengesi sağlanacaktır. Yabancı yatırımlar dolayısı yla uluslararası ekonomik ve politik ilişkiler geliştirilecektir. Hükümetin gelirleri artırılacak ve mevcut sermaye daha iyi kullanılmak suretiyle kârlılık artırılacaktır 72 . Bilgi toplumunun oluşturduğu esnek üretim yeni teknolojilerin ve üretim yapısının bölünebilirliği, piyasaların dinamikleşmesine ve rekabetin sağlıklı işleyebileceği ortamlara yol açmıştır. Böylece bu sektörlerde rekabetin gelişmesi ve verimlilik kavramının ön plana çıkması daha önce kurulmuş olan kamu işletmelerinin özelleştirilmesini gerekli kılmıştır.73 Özelleştirme yanlılarınca ortaya atılan en önemli tez “özelleştirmenin verimliliği artıracağı” şeklindedir. Fakat bu konuda yapılan az sayıdaki ampirik çalışmada, mülkiyet şekli ile firmanın verimlilik düzeyi arasında anlamlı bir ilişki b ulunamamıştır. Verimlilik düzeyinin daha çok firmanın politik kararlardan etkilenmeyen bir yönetim yapısına sahip olmasına ve rekabetçi bir iş ortamında çalışıyor olmasına bağlı olduğu 72 Akgüç, Öztin, “Özelleştirme Yöntemleri ve Uygulama Sorunları”, TABA ve YASED Ortak Paneli, 13.06.1989 Yased Yay. No: 35, İstanbul 1989, s. 31. 73 Çelebi, Işın, Yeni Bir Düzen Anlayışı -Özelleştirme, Milliyet Yayınları, İstanbul 1995, s. 19. 57 belirtilmektedir. Öte yandan uygulamada genellikle ekonomide verimlilik artışı sağlama amacının geri plana itilerek, kamu açıklarının ve dış borçların azaltılması amacının ön plana çıkarıldığı görülmektedir. artışı sağlama amacının geri plana itilerek, kamu açıklarının ve dış borçların azaltılması amacının ön plana çıkarıldığı görülmektedir. 74 Özelleştirmenin aleyhindeki görüşler ise şöyle özetlenebilir. Özelleştirme bir kamuflajdır. Özelleştirmenin arkasında ekonomik gerçeklerden çok ideolojik, politik felsefe ve motifler yatmaktadır. İngiltere’de Fransa’da ve diğer ülkelerde özelleştirmeyi gündeme getiren hükümetler çoğunlukla sağcıdırlar. 1950’lerde 1960’larda sol hükümetler millileştirmeyi gündeme getirmişl erdir. Diğerleri meselenin süsüdür görüşleri ağır basmasına rağmen, gelir sağlamak, bütçe açığını kapatmak gibi düşünceler de önemli rol almış olabilir. Ayrıca gelişmiş ülkelerde gelişmiş bir sermaye piyasası vardır ve halkın sermaye piyasasına yatırım yap ma alışkanlığı vardır. Gelişmiş ülkelerin çok büyük dış borçları yoktur, ama gelişmekte olan ülkelerde durum farklı. Çünkü bu ülkelerde sermaye piyasası gelişmemiştir ve son derece sığdır. Büyük ihraçları emebilecek bir kapasite yoktur. Büyük dış borç yükü altındadırlar. Bu dış borç yükü ister istemez faiz ödemeleri nedeniyle büyük ölçüde bütçe açıklarına dönüşmüş 75 durumdadır. 2.3.2.2. Mali Gerekçeler Türkiye’nin ekonomik kalkınmasını gerçekleştirmekte karşılaştığı en önemli darboğazlardan biri de mali kay nak yetersizliğidir. Mali sıkıntılarda uluslararası finansman kuruluşlarından yeterli kaynak bulunamaması veya pahalıya mal olması, vergi gelirlerinin istenildiği kadar artırılması her zaman olanaklı değildir. Bu durumlarda kamu mallarının satışı farklı ge rekçelerle olsa da daha sık gündeme gelmektedir. Türkiye’de mali rakamlar incelendiğinde, konsolide bütçeden ödenen borç faizlerinin artış oranı, konsolide bütçe gelirlerinin artış oranından çok daha fazla olduğu görülmektedir. Türkiye’de özelleştirme gayr etlerinin son zamanlarda telaşla artırılmasının arkasında bu mali çöküntünün yer aldığı varsayılmaktadır .76 KİT’lerin dış 74 Suiçmez, Halit ve Şevket Yıldırım , Dünyada ve Türkiye’de Özelleştirme Uygulamaları, Milli Produktivite Merkezi Yay. No: 508, Ankara 1993, s. 99. 75 Akgüç, Öztin, a.g.y., s. 32. 76 Oyan, Oğuz, Özelleştirme Söylemi ve Gerekçeler, Bağlam Yayıncılık, İstanbul 1994, s. 185. 58 finansman gereksinimleri, görev zararları ve borçlarının hazine yardımları ile kapatılmasının kamu finansman açığını artırdığı düşünces i doğru olsa dahi diğer çözümleri içerdiği söylenebilir. kapatılmasının kamu finansman açığını artırdığı düşünces i doğru olsa dahi diğer çözümleri içerdiği söylenebilir. Diğer taraftan, özelleştirme ana planının sıralamasında devlete gelir sağlanması en son gerekçe olarak ortaya konmuştur. Özelleştirme ile devlete gelir sağlamak, hayatı idame ettirmek için evdeki eşy aları satmakla eş anlamlı olarak düşünülebilir. Konsolide bütçe ödeneklerini karşılamak için kamu mallarını satmak tutarlı bir mali düşünce anlayışı ile bağdaşmaz. Türkiye’de KİT’lerin konsolide bütçe üzerindeki yükleri hafifletmek veya ortadan kaldırmak g erçeklerle örtüşmemektedir. Son yıllardaki özelleştirilen bankaların kamu yönetimi denetimine geçmesi bunun en somut kanıtıdır. 2.3.2.3. Sosyal ve Siyasal Gerekçeler Gelişmiş ve azgelişmiş ülkelerin hemen hepsinde servet dağılımı dengesizdir. Bu dengesiz dağılım azgelişmiş ülkelerde daha fazladır. Bu dengesizliğin en başta gelen nedeni, gelir dağılımındaki adaletsizliktir. Yüksek oranda kar dağıtımı yapabilecek durumda olan KİT’lerin halka açılması dengeyi sağlamada önemli bir yol olarak görülmektedir.77 Ancak Türkiye’de gelir dağılımı lehlerine düzeltilecek olan kesimler halka açılacak KİT’lerin hisselerini satın alabilecek gelir düzeyine sahip değildirler. Bu nedenle halka satışlar başarılı olamamaktadır. Ekonomik faaliyetler içinde kamu sektörünün payının azaltılarak, kamu mallarının yolsuzluk yaratacak şekilde kullanımının engellenmesi, kamu sektörünün ekonomide tekel ya da tekel benzeri etkilerinin ortadan kaldırılması ve rekabet ortamının yaratılması özelleştirmenin siyasi amaçlarındandır. Bunun yanında özelleştirme ile bireysel özgürlüklerin geliştirilmesi arasında kapsamlı bir ilişkinin varlığı öne sürülerek, özelleştirmenin olumlu toplumsal ve siyasi yanı vurgulanmaktadır. Ancak uygulamaya geçildiğinde, devlet müdahalesinin ortadan kalkması ile piyasa sisteminin işleyeceğini savunmak için, taraflar arasında karşılıklı bir güç dengesini en azından ılımlı bir dengenin var olması gerekir .78 Türkiye’de ise formel hukuk açısından bireyler arası eşitlik ve özel mülkiyet hakkı bulunmasına rağmen, 77 Cevizoğlu, Hulki, Türkiye’nin Gündemindeki Özelleştirme, İstanbul 1989, s. 32. 78 Ögüt, Meneviş, “Özelleştirme ve Bireysel Özgürlükler”, Banka ve Ekonomik Yorumlar Dergisi, Yıl 31, Sy. 2, Şubat 1994, s. 65. 59 toplumdaki farklı çıkarlara sahip bireylerin piyasa sürecindeki güç ilişkisi tamamen dengesiz olup hiyerarşik bir yapı egemendir. rklı çıkarlara sahip bireylerin piyasa sürecindeki güç ilişkisi tamamen dengesiz olup hiyerarşik bir yapı egemendir. Diğer taraftan liberal doktrinin temel felsefesini değişik bir yorumla iktisadi yaşama uygulamaya çalışan arz yönlü iktisatçılar ve neo -klasik iktisatçılar bireylerin ekonomik davranışlarını diledikleri biçimde düzenleyebilmeleri, devletin birey özgürlüklerini hiçbir şekilde sınırlandırmaması gerektiğini savunmaktadırlar. “Ekonomik Bireycilik” adı verilen bu felsefe, sosyal refah optimizasyon u için gerekli görülmektedir.79 Bu yönü ile özelleştirmenin siyasi ve ideolojik yanı ortaya çıkmaktadır. Bütün bunların yanında Türk toplumunun değerleri, batı toplumları ile karşılaştırılmayacak kadar devletçidir. Bu ifade, hem geçmişimiz, hem bugünümüz iç in geçerlidir. Toplumumuzun yüzyıllara yayılmış devletçi ve merkeziyetçi geleneği olduğu bilinmektedir. Osmanlı’dan güçlü, otoriter, merkeziyetçi, yasakçı, düzenleyici ve ekonomik hayata müdahaleci bir “devlet baba” mirası devralan Türkiye Cumhuriyeti’nde gelenek sürmüş ve devletçilik yeni cumhuriyetin temel ilkelerinden biri olmuştur80 . Konuya bu yönüyle bakıldığında kamu iktisadi kuruluşları ile ilgili politikalar oluşturulurken, diğer koşulların yanında kültürel yapının da dikkate alınması önem arz etmektedir. Türkiye gibi merkezi devletçi bir geleneğe ve devletçi değerlere sahip bir toplumda, özelleştirmenin başarılı olabilmesi için, toplumun devletten beklediği işlevlerin bir şekilde karşılanması gerekmektedir. 2.3.3. Türkiye’de KİT’lerin Özelleştirilm esine İlişkin Tartışmalar KİT’lerin oluşumunda geçerli olan birçok neden olduğu bilinmektedir. Yakın zamanlara kadar bu nedenler, ekonomik, sosyal, politik, mali, askeri, kültürel, tarihsel, doğal kaynakların rasyonel kullanılması, gelişmeyi başlatmak, dar boğazları aşmak, atıl kapasiteleri kullanmak gibi nedenlerdir. Günümüzde ise çevre kirliliğini önlemek, bölgesel denge sağlamak, iş güvenliğini geliştirmek, büyük ekonomik güçler karşısında ülkeyi korumak gibi etkenler KİT’lerin oluşum nedenidir. KİT’lerin ideolojik nedenlerle oluşturulmadığı ülkelerde en önemli oluşum nedeni üretim yetersizliğinin 79 Aktan C., Can, KİT -Özelleştirme, Bilkom Matbaası, İzmir 1987, s. 101. 80 Esmer, Yılmaz, “Piyasa Ekonomisi, Özelleştirme ve Ekonominin Kanunları”, Toplum ve Ekonomi, Sy. 4, İstanbul 1993, s. 7-8. 60 giderilmesidir. Türkiye’de KİT’lerin oluşumunda etken olan bu amaç diğer birçok ülke için de geçerlidir.için de geçerlidir.81 Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı ’nın İnsani Kalkınma Raporu şu görüşlere yer vermektedir :82 Bugünkü dağılımıyla; dünyadaki ekonomik kaynaklardan yararlanma fırsatlarından yoksul ülkeler çok az pay alabilmektedirler. Bundan da kötüsü, borç servisi yoluyla önemli miktarda kaynak yitirmektedirler. Borçlar, varlıklıların yoksullardan daha önceleri ancak savaş yoluyla elde edebileceklerini barış içinde elde etmesini sağlamaktadır. Mali bağımlılık, ucuza mal kapatma, ekonomik varlıkların denetimi büyük bir güç unsuru olmaktadır. Uzun yıllardır, dünyanın yoksullar ı, kredi ve hibe şeklinde aldıklarının üstüne fazladan bir miktarı ilave ederek ödemiş bulunmaktadırlar. Bu yönüyle yeni dünya düzeni öncelikle gelişmiş kapitalist ülkelerin sorunlarını çözmeyi hedeflemektedir. 83 Yeni liberal söylemin 1970’li yıllarda geliş miş ülkelerdeki ekonomik durgunluklar üzerine gündeme gelmesi bunu doğrular niteliktedir. KİT’lerin özelleştirilmesi ile ilgili tartışmalarda aşağıda sıralanan sorulara verilen yanıtlar önem arzetmektedir. . Kamu İktisadi Teşebbüsleri özel teşebbüsten daha fazla mı çevreyi kirletmektedir? . Dünyada ve Türkiye’de özel teşebbüs bölgesel dengesizlikleri gidermekte daha mı etkindir? . Türkiye’de özel teşebbüs, büyük ekonomik güçler karşısında ulusal çıkarları ne ölçüde koruyacaktır? . İş güvenliğinin gelişmesi ve korun masında özel sektör daha mı etkindir? . Tüketicinin korunması piyasa koşullarında daha mı güçlüdür? Toplumun organize şekli olan her devletin ekonomik yapısı içinde, piyasa ekonomisinin bazı hususlardaki olanaksızlığını ve yetersizliğini gideren diğer bir ekonomik kesime gereksinim vardır .84 Bu ise kamu ekonomisi kesimidir. Özelleştirme 81 Aysan,Mustafa ve Selahat tin Özmen, a.g.e., s.28. 82 United Nations, “Development Programme, Human Development Reports ”., http://www.undp.org/en/countries 83 Aksoy, Şinasi, “Özelleştirme Yeni Dünya Düzeni Karşısında Türkiye”, Açık Oturum, 14 Ocak 1995 Ankara Türk Harb-İş Sendikası Yayını, s. 24. 84 Nadaroğlu, Halil, Kamu Maliyesi Teorisi, 8. basım, İstanbul 1992. 61 devletin hiçbir şeyi, özellikle ekonomik işletmeciliği doğru dürüst yapamayacağı bahanesiyle yapılıyorsa, devletin o zaman özelleştirmeyi düzgün yapacağı bahanesiyle yapılıyorsa, devletin o zaman özelleştirmeyi düzgün yapacağı 85 beklenemez. Ayrıca, KİT’leri özelleştirmenin dönemlere ve ülkelere göre değişen çeşitli amaçları vardır. Bu amaçları değişmez olarak görmek doğru değildir. Amaçlar, nitelik ve nicelik olarak değişebilir. Genel olarak, özelleştirme politik tercihlere dayanır. Demokratik ülkelerde zaman zaman gerçekte pratik gereklerin ürünü olan özelleştirmeler olmaktadır. Politik değişim süreci iktisadi değişim sürecinden daha karmaşıktır. Politik değişime öncülük eden, kuramsal bir anlaşma ve buradan ortaya çıkan “anayasal düzen” mevcuttur. İ ktisadi değişimde ise basit bir yasal düzenleme yeterlidir. Kamusal tercihler yaklaşımında, kurallar seti ve anayasa kavramı önem taşımaktadır. İktisadi değişimde, yalnızca iki taraf olduğu halde, politik değişim topluluğun tüm üyelerini kapsamaktadır. Çün kü kamusal kararların etkileri tüm topluma yayılacaktır. Demokratik toplumlarda bu kararlar oylama yoluyla alınmaktadır. İşte bu noktada idealleştirilmiş koşulları sağlamaya en yakın oylama kurallarının araştırılması, kamusal tercihler ekolü içinde oldukça önemli bir yer teşkil etmektedir. Diğer taraftan denetimsiz devlet gücünün demokrasiye, toplumsal refaha verebileceği zarar, açıkça şiddetli biçimler alabilir. Denetimsiz piyasa güçlerinin etkileri ise göze daha az batmakla beraber, daha az zararlı değild ir. Ayrıca, günümüzün küresel koşullarında finansal liberalizasyon ve özelleştirme uygulamaları Türkiye gibi çevresel konumlu ekonomileri daha fazla etkileyecek politikalar olarak gelişmektedir. OECD ülkeleri ilgilileri tarafından oldukça gizli bir ortamda tartışılan çok uluslu yatırım anlaşması, güçlü merkez sermayenin çıkarlarını ön plana alan ve çevresel ekonomileri sömürmeye yönelik bir düzenin anayasası olarak ortaya çıkmaktadır. Tam bağımsızlık ilkesi ile bu gelişmeler fazla uyumlu bir görüntü sergile memektedir.86 Gerçekten küreselleşmeye iktisadi açıdan bakıldığında, ulusal ekonomilerin dünya ekonomisi ile bütünleşmesi olarak ele almak olasıdır. Ancak burada bilinmesi gereken nokta bu bütünleşme 85 Kızılyallı, Hüsnü, “Özelleştirme ve KİT’ler”, Banka ve Ekonomik Yorumlar Dergisi, Sy. 11, Yıl 36, Kasım 1999, s. 24. 86 Önder, İzzettin, “Cumhuriyetin Ekonomik Hikayesi ”, Türkiye Günlüğü, Yıl 1998, s. 23-24. 62 sürecinin serbestlik temeline oturmasıdır. Küreselleşme s üreci bu nedenle ulusal ekonomi politikalarının ağırlıklarını kaybettikleri bir süreç olarak ortaya konulmuştur. üreci bu nedenle ulusal ekonomi politikalarının ağırlıklarını kaybettikleri bir süreç olarak ortaya konulmuştur. 2.3.3.1. Özelleştirmeye Uluslararası Finans Çevrelerinin Yaklaşımı Günümüzde uluslararası finans kuruluşlarının ve gelişmiş kapitalist ülkele rin inisiyatifi çerçevesinde kapitalist sistem ile “entegrasyon” programları başlatılmış durumdadır. Ekonomik reform programlarının en temel bileşenlerini devletin ekonomik yaşamdaki egemenliğine son verilmesi; devlet elinde bulunan işletmelerin verimsiz olanlarının kapatılması, kalanların özelleştirilmesi; çeşitli sosyal harcamalara yapılan devlet sübvansiyonlarının sonlandırılması, kamu ve özel sektör haklarının yeniden düzenlenmesi gibi adımlar oluşturmaktadır. Ciddi gerilemeye girmiş olan ekonomilerin bir ölçüde de olsa hareketlenmesine yarayacak kapita list dış yardımların garantisi verilmektedir. Bütün bunlar, yeni bir dünya düzeni, yeni bir ekonomik model, bu modele uygun finans sistemi öngörmektedir. Başta Dünya Bankası ve IMF olmak üzere ABD’nin güdümündeki uluslararası finans örgütleri yeni dünya düzeninin bu gereksinimlerine yanıt verebilmek için özel işlevler üstlenmişlerdir. 87 Bu özel işlevleri gelişmiş ülkelerdeki aşırı üretim yapan uluslararası şirketler ve kuruluşlar istemektedir. Çünkü kendi pazarlarını genişletmenin tek yolu aynı anda gelişmekte olan ülkelerin iç üretim zeminlerinin altını oymaktan ya da onları tahrip etmekten, yani iç pazara yönelik yerli üretimin bu bağını koparmaktan geçer. Bu sistemde, gelişmekte olan ülkelerin ihracatlarını artırmaları yurtiçi alım gücünün düşmesine bağlıdır. Yoksulluk , arz tarafının bir girdisidir. “Yükselen Piyasalar”, geçmişte var olan üretim sisteminin eşzamanlı zamanlı olarak değiştirilmesi aracılığıyla açılır, küçük ve orta ölçekli girişimler ya iflasa itilir ya da küresel bir dağıtımcı için üretmeye zorlanır, devlet girişimleri ya özelleştirilir ya da kapatılır, bağımsız tarım üreticileri yoksullaştırılır. 88 Türkiye’nin teknoloji üretmedeki gururu olarak kabul edilen örnek özelleştirme uygulaması ile özelleştirilen Teletaş’ın akıbeti özelleştirme karşıtı görüşleri haklı çıkarmaktadır. Teletaş’ın %65’ini ele geçiren Alcatel -Bell şirketi yöneticileri “Teletaş”ı yok etmek için aldıklarını böylece Asya pazarındaki rakiplerini yok ettiklerini 87 Özdemir, Musa, “Özelleştirmenin Asıl Amacı” , Toplum ve Hekim Dergisi , C.9, Sy. 62, 1994, s.41. 88 Chossudovsky, Michel, Yoksulluğun Küreselleş mesi, IMF ve Dünya Bankası Reformlarının İçyüzü, Çev. Neşenur Domaniç, Çivi Yazıları, İstanbul 1999, s. 17 -18. 63 açıklamışlarıdır. Konkordato ilan etme noktasına gelen Teletaş, yabancı sermayeye açık özelleştirmenin sonuçlarını ortaya koyma bakımından ilginç olmuştur. Teletaş uluslararası bir şirkete verilmekle, teknoloji ve sermaye transferi bir yana şirket kapanma noktasına gelmi ştir. Özelleştirme ve ticarileştirme, dışarıdan Dünya Bankası ve IMF gibi kurumlar ya da içerinden ulusal hükümetler tarafından egemen seçkinler sınıfının yararına zorla kabul ettirildiğinden, servetin büyük ölçüde belli merkezlerde toplanmasına ve denetim gücünün siyasal sorumluluk alanının ötesine, uzaktaki kuruluşlara aktarılmasına neden olmaktadır. Sanayi ve tarım stratejisinin ana kumandaları, dünya piyasasına hakim olan güçlü şirketlerin oluşturduğu çıkar çevresine teslim edilmekte ve ulusal devletler in, yerel topluluklarının kendi ekonomik, toplumsal ve çevresel gelişmelerini biçimlendirmesi olanaksız hale getirilmektedir. Kamu hizmetlerinin öncelikleri yani toplumsal bir kurum olarak özellikleri ticarileştirilince, insanların gereksinimleri ekonomik ve sosyal haklar çerçevesinde değil satın alma güçleri çerçevesinde tanımlanmaktadır. Bu manada kamu reformunun hedefi, kamu hizmetlerinin niteliğini yükseltmek değil; uluslararası şirketlere yeni pazarlar açmak ve kamu finansmanını sosyal hizmetlerden öze l sektör teşviklerine ve borç servisine kaydırmak olmuştur. Bunların yanında ekonomik ve mali kriz içinde az gelişmiş veya kalkınmakta olan ülkelere IMF’in verdiği kredilerin bir koşulu olarak ülkelerin birkaç ay içinde bütün kurumsal yapılarını kökten değ iştirmelerini talep edip, dünyadaki hiçbir hükümetin yapamayacağı bir şeyde ısrarcı olarak, krizin beslenmesine kesin bir biçimde yardımcı olmaktadır. r. Konkordato ilan etme noktasına gelen Teletaş, yabancı sermayeye açık özelleştirmenin sonuçlarını ortaya koyma bakımından ilginç olmuştur. Teletaş uluslararası bir şirkete verilmekle, teknoloji ve sermaye transferi bir yana şirket kapanma noktasına gelmi ştir. Özelleştirme ve ticarileştirme, dışarıdan Dünya Bankası ve IMF gibi kurumlar ya da içerinden ulusal hükümetler tarafından egemen seçkinler sınıfının yararına zorla kabul ettirildiğinden, servetin büyük ölçüde belli merkezlerde toplanmasına ve denetim gücünün siyasal sorumluluk alanının ötesine, uzaktaki kuruluşlara aktarılmasına neden olmaktadır. Sanayi ve tarım stratejisinin ana kumandaları, dünya piyasasına hakim olan güçlü şirketlerin oluşturduğu çıkar çevresine teslim edilmekte ve ulusal devletler in, yerel topluluklarının kendi ekonomik, toplumsal ve çevresel gelişmelerini biçimlendirmesi olanaksız hale getirilmektedir. Kamu hizmetlerinin öncelikleri yani toplumsal bir kurum olarak özellikleri ticarileştirilince, insanların gereksinimleri ekonomik ve sosyal haklar çerçevesinde değil satın alma güçleri çerçevesinde tanımlanmaktadır. Bu manada kamu reformunun hedefi, kamu hizmetlerinin niteliğini yükseltmek değil; uluslararası şirketlere yeni pazarlar açmak ve kamu finansmanını sosyal hizmetlerden öze l sektör teşviklerine ve borç servisine kaydırmak olmuştur. Bunların yanında ekonomik ve mali kriz içinde az gelişmiş veya kalkınmakta olan ülkelere IMF’in verdiği kredilerin bir koşulu olarak ülkelerin birkaç ay içinde bütün kurumsal yapılarını kökten değ iştirmelerini talep edip, dünyadaki hiçbir hükümetin yapamayacağı bir şeyde ısrarcı olarak, krizin beslenmesine kesin bir biçimde yardımcı olmaktadır.89 Bütün bunların sonucunda doğal olarak uluslararası finans çevreleri özelleştirmeyi ve ticaretleştirmeyi yaygınlaştırmak için ellerindeki tüm olanakları bu yönde kullanmaktadırlar. Türkiye’de ise 1980 sonrası başlatılan uluslararası ekonomik ilişkilerdeki serbestleşme olgusu, 1990’lı yıllarda hızlanarak devam ettirildi. Türk parası 32 nolu kanun hükmü nde kararname ile konvertibil hale getirildi ve Türkiye sermaye hareketleri açısından en serbest ülkelerden birisi haline getirildi. Söz konusu kararname yürürlüğe girerken ithalat fonları düşürüldü ve mali piyasalar da serbestleştirildi. Döviz , Türk Lirası’nın tam ikamesi oldu. Sermaye hareketlerinin ve mali piyasaların serbestleştirilmesi sonucu döviz kurları artık cari işlemler bilançosu açıklarına veya fazlalıklarına bağlı olarak değişen bir anahtar 89 Krugman, Paul, The Return of Depression Economics , Çev. Neşenur Domaniç, Bunalım Ekonomisinin Geri Dönüşü, Literatür Yayıncılık, İstanbul, 2001, s.16. 64 değişken değil, sermaye hareketlerinin belirlediği bir fiyat h aline dönüştü.aline dönüştü.90 Yabancı sermayenin Türkiye’ye girişini hızlandırmak açısından özelleştirme politikasından bir araç olarak yararlanılmaktadır. Sermaye girişleri sonucunda, birçok gelişmekte olan ülkede para değerlenmiş ve büyüme süreci hızlanmıştır. Sermaye girişleri gelir ve ikame etkileri ile özellikle tüketim ve yatırım harcamalarında artışa neden olmuş, ithalat hızlanmıştır. Ancak yerel paradaki değerlenme ihracat artışını sınırlamış ve cari işlemler dengesini olumsuz yönde etkilemiştir. Bankacılık siste mi sermaye akımları için aracılık görevi görmesi ve sterilizasyon ve kur değişimlerini düzenleyen politikalar nedeniyle bazı risklerle karşı karşıya kalmıştır. Diğer taraftan birçok ülkede yurtiçi banka likiditesi genişlemiş ve kredi hacmi artmıştır. Özell ikle 1990’lı yıllarda, sermaye hareketlerini serbestleştirmiş ve küresel mali sisteme bütünüyle entegre olmuş gelişmekte olan ülkelerde yaşanan finansal krizler artmıştır. Birçok gelişmekte olan ülkede olduğu gibi son yıllarda Türkiye ekonomisine etkileri de Kasım 2000 ve Şubat 2001 krizlerinde kendini göstermiştir. 2.3.3.2. Özelleştirmeye Türkiye’deki Sermaye Çevrelerinin Yaklaşımı Türkiye Cumhuriyeti’nin ve Türk halkının en önemli kazanımları ve birikimlerden olan KİT’lerden en fazla istifade eden grubun sermaye çevreleri olduğu bilinmektedir. Gerçekten KİT’lerin ürettiği mal ve hizmetlerden gerek ara girdi olarak, gerekse teknoloji transferi ve yetişmiş insan gücü temininde kullandığı ve öncü olduğu, tüm sermaye çevrelerince kabul edilmektedir. KİT’lerin kuruluş gerçekleri arasında sayılan sermaye birikiminin yetersizliği, günümüzde belli ölçülerde sağlanmıştır. Bu y önüyle KİT’lerin diğer fonksiyonları göz ardı edilerek daha önce dolaylı olarak hizmet ettikleri sermaye çevrelerine bugün doğrudan doğruya aktarımları için uluslararası finans çevreleri ile işbirliği yaparak ellerindeki tüm olanakları kullanmaktadırlar. Özelleştirme yanlılarınca özelleştirmenin politik yönü ayrıca demokratik toplumu güçlendirir ve ekonomik gelişmede özel sektörün rolünü artır ır. Bu nedenle özel yatırımcılar birey olarak, şirket veya kurum olarak özelleştirme programını desteklemektedirler. 90 Kazgan, Gülten, Yeni Ekonomik Düzende Türkiye’nin Yeri , Altın Kitabevi, İstanbul 1994, s. 203 65 Türkiye’deki iş çevrelerinin özelleştirmeye ilişkin görüşlerinin yansıtıldığı TOBB Özelleştirme İhtisas Komisyonu Raporu’na göre; çevrelerinin özelleştirmeye ilişkin görüşlerinin yansıtıldığı TOBB Özelleştirme İhtisas Komisyonu Raporu’na göre; 91 ‘’Özelleştirme nihai amaç olan, piyasa ekonomisine geçişin bir aracıdır. Piyasa ekonomisinin amaç olarak hedeflenmesi ise, üretim araçları üzerindeki kolektif mülkiyete dayalı sosyalist ekonomilere üstünlüğünden ötürüdür. Bu üstünlük özellikle, kıt kaynakların (üretim faktörlerinin) optimum etkinlikle kullanılmasında kendini belli etmektedir. Piyasa ekonomisine bu üstünlüğü sağlayan başlıca faktörler ise ‘’bireysel mülkiyet’’ ile ‘’piyasadaki rekabetin kar güdüsünden ötürü insan üzerindeki itici ve yönlendirici gücüdür.’’ Bu nedenle piyasa e konomisi, mülkiyeti ve rekabeti dışlayan kumanda ekonomilerine oranla insan doğasına çok daha uygundur. Mahiyeti ve sebepleri kısaca açıklanan tartışılmaz üstünlüğüne rağmen, piyasa ekonomisinde de iktisadi faaliyetler belli bir takım kurallara tabi olarak cereyan eder. Çünkü, piyasa ekonomisinin kaynak kullanımındaki etkinliği tam rekabet koşullarının mevcudiyetine bağlıdır. Oligopol ve monopol gibi durumlarda ise piyasa ekonomisi etkinliğini kaybeder. Bu nedenle, devleti n piyasa ekonomisinin etkin bir biçimde işlemesini sağlamaya yönelik düzenlemeler yapması gerekir. Devlet, piyasanın tam rekabet koşulları içinde çalışabilmesi için düzenleyici rol oynayacak, teşvik edici, önleyici ve kolaylık sağlayıcı yasal, iktisadi ted birleri alacaktır. Bütün bunları gerçekleştirmek, çağdaş, sosyal hukuk devletinin aynı zamanda görevidir. Ancak, devlet piyasada bizzat faaliyette bulunmayacak ve faaliyette bul unan işletmelerini de özelleştirecektir.’’ 91 TOBB, Özelleştirme Özel İhtisas Komisyonu Raporu, Ankara, 1993, s.10-16. 66 ÜÇÜNCÜ BÖLÜM 3. TÜRKİYE’DEKİ ÖZELLEŞTİRME SÜRECİNDE İSTİHDAM VE İŞSİZLİK 3.1. Özelleştirmeler ve Sektörel İstihdam Sorunları 3.1.1. Tarım Sektörü Tarım bir ülkenin en temel gereksinimlerini n karşılanabilmesi açısından stratejik önemde bir alandır. Bir ülkenin tarımsal altyapısının ve üretim kapasitesinin zayıflatılması, ülke halkına ve ekonomisine yönelik önemli bir tehdittir. Türkiye Cumhuriyeti Devleti, bir devlet politikası olar ak ve devletçilik aracılığı ile 1923-1983 döneminde tarımı geliştirme yönünde büyük çabalar harcamıştır. 1984 yılından itibaren ve özellikle 1991 sonrasında, en geniş tanımıyla özelleştirmelerle tarım kesiminde önemli kayıplar yaşanmıştır. Türkiye tarımı 1980’li yıllara kadar sürekli bir gelişme göstermiştir. Bu dönemde tarım, 1929 dünya ekonomik krizinden ve İkinci Dünya Savaşı’ndan kaynaklanan zorlukları da yaşamıştır. 1923-1945 döneminde devletin temel politikası tarımın geliştirilmesi, köylünün refah düzeyinin yükseltilmesi ve kamu harcamalarının finansmanı için tarımdan kaynak aktarılmasıydı. Bu politikalarla ortak ekonomik çıkarlar temelinde bir ulus oluşturma ve cumhuriyetin halka somut yararlar sağlayarak halk-devlet ilişkisini güçlendirme çabalarına destek verilmiştir92 . Nüfusun yaklaşık yüzde sekseninin kırsal bölgelerde yaşadığı koşullarda, tarıma devletçilikle verilen desteğin bu açıdan önemi çok büyük olmuştur. Devletin bu çabaları, 1929 dünya ekonomik krizinde bile kararlılıkla sürdürülmüş ve olumsuzluklar asgari düzeye indirilmiştir. 1923-1945 döneminde Türkiye tarımına ve köylere yönelik devlet politikalarına dışarıdan müdahale edilmemiştir veya edilememiştir. 1945’ten 1980’li yıllara kadarki dönemde uygulanan politikalar ile devletin kırsal kesimde ref ah düzeyinin yükseltilmesine çalışılmıştır. Ancak 1980’lerden ve özellikle 1990’lardan sonra, IMF ve Dünya Bankası politikalarıyla, devletin kırsal kes ime yönelik yaklaşımları temelden değişmeye başlamıştır. Türkiye Cumhuriyeti, Osmanlı’dan yoksul ve tekn olojik açıdan son derece geri bir tarım sektörü devralmıştır. Türkiye tarımı, hükümetlerin devletçilik temelind e 92 Kipal, Ulaş ve Özgür Uyanık, Türkiye Milli İktisat Tarihi (Devletçilik) Kaynak Yayınları, İstanbul, 2001, s.163. 67 bilinçli ve yoğun çabalarıyla, cumhuriyet döneminde büyük bir gelişme göstermiş ve köylülerin refah düzeyi yükselmiştir. Bu süreçte, devletin e ğitim, yönlendirme, kaynak aktarma çabaları belirleyici olmuştur. Köylü, devletin sağladığı parasız eğitim ve sağlık hizmetlerinden yararlanmıştır. Kamu kurum ve kuruluşları, köye ve köylüye yol, su, elektrik, okul ve sulama kanal ları yapmış, tarımın gelişmesi için gerekli zirai teknik bilgileri sağlamıştır. Cumhuriyet dönemi, devletçilik sayesinde köylüye güven ve devamlı yükselen yaşam standardı sağlamıştır. köylülerin refah düzeyi yükselmiştir. Bu süreçte, devletin e ğitim, yönlendirme, kaynak aktarma çabaları belirleyici olmuştur. Köylü, devletin sağladığı parasız eğitim ve sağlık hizmetlerinden yararlanmıştır. Kamu kurum ve kuruluşları, köye ve köylüye yol, su, elektrik, okul ve sulama kanal ları yapmış, tarımın gelişmesi için gerekli zirai teknik bilgileri sağlamıştır. Cumhuriyet dönemi, devletçilik sayesinde köylüye güven ve devamlı yükselen yaşam standardı sağlamıştır. 1970’li yıllarda dünya kapitalist sisteminin girdiği durgun luk ve bunalımlar dönemi, tarım üreticilerinin desteklenmesi için ayrılması gereken kaynaklar açısından sorun oluşturmaya başlamıştır. Bu dönemde gelişmiş ülkelerde tarımsal üretimde yaşanan büyük atılımlar üretim fazlalarının oluşmasına da yol açmıştır. Bu ülkeler, tarım ürünü stoklarını erit ebilmek amacıyla gelişmekte olan ülkelerin tarım ürünü ithalatına koydukları sınırlama ve kısıtlamaların kaldırılmasını talep etmeye başlamışlardır. Ayrıca, tarım ürünleri ve girdileri alanındaki çokuluslu şirketler güçlenerek gelişmekte olan ülke piyasala rının kendilerine açılmasını istemişlerdir. Çokuluslu şirketler, derinleşen bunalım ve rekabet koşullarında, iletişim ve ulaştırma teknolojilerinde yaşanan gelişmeleri de kull anarak, imalat sanayi yatırımlarını azgelişmiş ülkelere kaydırmaya başlamışlardır . Bu çerçevede, bu ülkelerde işgücü maliyetinin daha da düş ürülebilmesi için, kırsal kesimde mülksüzleştirme sürecinin hızlandırılmasına yönelik uygulamalar yapılmıştır .93 3.1.1.1. Tütün Üretimi Osmanlı Devleti’nin son dönemlerinde tarımda çok sayıda insa nın geçimini sağlayan faaliyet, tütün üretimiydi. Tütün üretimi 1862 yılında tekel altına alınmıştır. 1884 yılında emperyalistlere ait Reji Şirketi kurulmuş ve tütün üretimini denetlemeye başlamıştır. Tütünde küçük üretici kesim çoğunluktaydı. 1884 yılında 140 bin aile tütün üretiminden geçimini sağlamaktaydı. Bu sayı 1911 yılında 244 bine yükselmiştir.94 Birinci Dünya Savaşı yıllarında 100 binin altına düşen üretici sayısı 1925 yılı nda 168 bin olmuştur. Reji Şirketi, tütün kaçakçılığı ile mücadele için kolcu adı verilen 93 Kurmuş, Orhan, Emperyalizmin Türkiye’ye Girişi, Savaş Yayınları, 3. Basım, Ankara, 1982, s.79,81. 94 Doğruel, A. Suut ve Fatma Doğruel, Osmanlı’dan Günümüze Tekel, Tarih Vakfı Yayınları, 2000, s. 74,84. 68 silahlı kişilerden oluşan bir özel güvenlik örgütü kurmuştu. Kolcu sayısı 1887 yılında 3600 kişi olmuş ve bu sayı 1897 yılında 6700 kişiye yükselmiştir. Köylülerin üzerindeki Reji’nin sömürüsü ve özel güvenlik kuvveti olan kolcuların ba skısı 42 yıl sürmüştür. Yaklaşık 20 bin kişi, tütün kaçakçıları ile kolcular arasındaki çatışmalarda yaşamını yitirmiştir. 1940 yılında yayımlanan bir kitapta Reji’nin çalışmaları şöyle değerlendirilmiştir: örgütü kurmuştu. Kolcu sayısı 1887 yılında 3600 kişi olmuş ve bu sayı 1897 yılında 6700 kişiye yükselmiştir. Köylülerin üzerindeki Reji’nin sömürüsü ve özel güvenlik kuvveti olan kolcuların ba skısı 42 yıl sürmüştür. Yaklaşık 20 bin kişi, tütün kaçakçıları ile kolcular arasındaki çatışmalarda yaşamını yitirmiştir. 1940 yılında yayımlanan bir kitapta Reji’nin çalışmaları şöyle değerlendirilmiştir:95 “Reji, tütün istihsal ve ziraati üzerine tehditler vazetmiş bulunuyordu. Hükümetle akdetmiş olduğu mukaveleye dayanarak, istediği şekilde ekime mani oluyor veya müsaade ediyordu. Tütün elçileri için ruhsatname almak, mahsulü Reji’nin depolarına teslim etmek mecburiyeti vardı. Bu depoların adet ve istia bı, yetişen tütün mahsulünü almaya kafi gelmiyo r, mahsulü elden çıkarmış olmak için, çiftçi malını ucuz vermek zorunda kalıyordu.” Cumhuriyet dönemi, tütün üreticisini Reji’den kurtarmıştır. Reji’nin işletmeleri 1925 yılında millileştirilmiş ve devletleşti rilmiştir. Tütün üretiminde Reji’nin sömürüsü ve baskısı sona erdirilerek bir kamu işletmesi olan Tekel kurulduktan sonra, tütün üreticilerinin sayısı, geliri ve güvencesi artmıştır. 1941 yılından itibaren tütünde destekleme alımı uygulamasına geçilmiştir. Tütün üreticisi, siyasi alandaki etkisini ve gücünü kullanarak yükselttiği tütün fiyatlarıyla, uzun yıllar ayakta kalabilmiştir. Tütün üreticilerinin sayısı 1945 yılında 183 bin, 1950’de 231 bin olmuştur. Bu sayı 1960’lı yılların ilk yarısında hızla arta rak, 1965 yılında 397 bine ulaşmıştır.96 Türkiye’de kısa bir süre önceye kadar 622 bin aile tütün ekimiyle geçiniyordu. Bu ailelerin 334 bini Ege Bölgesi’nde, 146 bini Güneydoğu Anadolu’da , 97 bini Karadeniz Bölgesi’nde 29 bini Doğu Anadolu’da, 16 bini de Marmara Bölgesi’nde bulunmaktaydı. Tütün üreticilerinin sayısı 2001 yılında 402.889’a inmiştir.97 Tütün ve tütün mamulleri ithalatı 1862 yılından beri yasaklanmış bulunmaktaydı. Gelişmiş ülkeler, 1980’li yıllarda ellerindeki tütün stoklarını eritmek amacıyla azgelişmiş ülkelerin ithalat kısıtlamalarını kaldırmalarını istemeye başlamışlardır. Tekel, 1983 yılından itibaren bazı yabancı sigaraları ithal etmeye ve iç piyasaya sürmeye başlamıştır. Sigara kullananlar ithal tütüne alıştırılmıştır. Tütün mamullerinin üretim, dağıtım ve satışında 95 Derin, Haldun, Türkiye’de Devletçilik, Yücel Yayınevi, İstanbul, 1940, s.126 -7 96 Tekel, Cumhuriyet’in 50. Yılında Tekel, İstanbul, 1973, s.43. 97 Başbakanlık Yüksek Denetleme Kurulu, Tekel İşletmeleri Genel Müdürlüğü 2001 Yılı Raporu, Ankara, 2002, s.6. 69 devlet tekeli 1986 yılında kaldırılmıştır.kaldırılmıştır.98 Özellikle 1991 yılından itibaren Türkiye’nin tütün ithalatında büyük bir artış görülmüştür. Gelişmiş ülkeler, IMF ve Dünya Bankası aracılığı ile Tekel’in özelleştirilmesi için baskı uygulamaya devam etmektedirler. Bu çerçevede tütün yasası kabul edilmiştir. Cumhurbaşkanlığınca yeniden görüşülmek üzere meclise iade edilen yasa, yeniden kabul edilerek, 9 Ocak 2001 günlü Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. 4773 sayılı Tütün Yasası ile tütünde destekleme alımları sona erdirilerek sözleşmeli üretime geçilmiştir. Sözleşmeli üretim ilk olarak 2002 yılı ürünü tütün için uygulanmıştır. Yalnızca Ege Bölgesi’nde 10 bin üretici piyasadan çekilmiştir. Doğu Anadolu Bölgesi’nde özel sek tör hiçbir üretici ile sözleşme yapmamıştır. 2003 yılı Nisan ayı başlarında üreticinin elinde 10 bin ton dolayısında tütün kaldığı belirtilmiştir. 2003 yılı Mayıs ayı başlarında ise üreticinin 50 trilyon TL değerindeki tütünün ün ortada kaldığı ileri sürülmüştür. 99 Tekel’in özelleştirilmesi durumunda, Türkiye piyasasını yabancı tekeller ele geçirecek ve ithal tütünle sigara üreteceklerdir. Bu durumda, çok küçük arazilerde yoğun emekle geçimini sağlayan tütün üreticileri ürünlerini satamayacak, yoksullaşacak ve mülksüzleşecektir. Tütün yetişen kıraç topraklarda, aynı geliri sağlayacak alternatif ürün de henüz bulunmuş değildir. Türkiye’de tütün üreticilerinin tasfiyesi sürecini daha da hızlandıracak bir gelişme, 2005 yılı Temmuz ayında yaşanmıştır. Yabancı si gara tekellerinin ve gelişmiş ülkelerin Türkiye’de halkı ithal tütüne alıştırma çabalarına karşı bir önlem olarak, sigaralardan alınan vergi, Türkiye’de üretilen şark tipi tütün içeriğine göre farklılaştırılmıştı. 1 Şubat 2005 günü Resmi Gazete’de yayımlan an 2005/8410 sayılı Bakanlar Kurulu kararına göre, şark tipi tütün oranı yüzde 0 ile yüzde 33 arasında bulunan her bir sigaradan 0,0675 YTL, Şark tipi tütün oranı yüzde 34 ile yüzde 66 arasında olan her bir sigaradan 0,0400 YTL ve şark tipi tütün oranı yüzde 67 ile yüzde 100 arasında bulunan her bir sigaradan 0,0188 YTL mali vergi alınacaktı. Bu uygulama, yerli üreticinin ürünüyle üretilen sigaraların fiyatını düşürüyor ve yerli üreticileri bir ölçüde koruyordu. Ancak 28 Temmuz 2005 günü Resmi Gazete’de yay ımlanan 2005/9145 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı, bu uygulamayı değiştirmiştir. Yeni karara göre, içerilen şark tipi tütün oranına bakılmaksızın her bir sigaradan 0,0600 YTL maktu 98 DPT, Tütün ve Tütün Mamulleri Sanayi, Özel İhtisas Komisyonu Raporu, Ankara, 2000. 99 Yıldırım, Ali Ekber, “Tütünde Piyasa Dönemi Bitti”, Dünya Gazetesi, 2 Nisan 2003. 70 vergi alınacaktır. Yabancı sigara tekelleri ve gelişmiş ülkelerin dayatmaları yla alınan bu karar, ülkemizdeki tütün üreticilerinin sorunları nı daha da artırmıştır. Yabancı sigara tekelleri ve gelişmiş ülkelerin dayatmaları yla alınan bu karar, ülkemizdeki tütün üreticilerinin sorunları nı daha da artırmıştır. 3.1.1.2. Çay Üretimi Çay üretimi Cumhuriyet döneminde devletin çabaları ile başlamıştır. Doğu Karadeniz Bölgesi’nde, günümüzde 200 bin ailenin gelir kaynağı olmuştur. 1924 yılında çıkartılan 407 sayılı Kanunla Rize ili ve Borçka İlçesinde çay yetiştirilmesi işine başlanmıştır. Bu nedenle bir miktar arazi kamulaştırılmıştır. Sovyetler Birliği’nden tohum ve çay fidanı getirilerek, 1938 yılında ilk yaş çay üretimi elde edi lmiştir. İlk çay fabrikası da Rize’de 1947 yılında kurulmuştur. Bugün çoğunluğu Rize’de geri kalanı Trabzon, Artvin, Giresun ve Ordu’da 200 bin dolayında aile, geçimini çay üretiminden sağlamaktadır. Üreticilerin % 80’inin çay bahçesi, 5 dönüm veya daha kü çüktür. % 17’sinin çay bahçesi ise 6-10 dönüm büyüklüğündedir .100 Çay üreticiliği Doğu Karadeniz Bölgesi’ne zenginlik getirmiştir. Devletçilik ile geliştirilen ve desteklenen çay tarımı, ekonomik güçle beraber bölgesel gelişmişlik farkının giderilmesini de sağlamıştır. Çay üreticileri özelleştirme uygulamalarının başlaması ile ilk olumsuzluğu 1984 yılında yaşamıştır. 4 Aralık 1984 gün ve 3092 sayılı Çay Kanunu ile çay tarımı, üretimi, işletmesi ve satışı serbest bırakıldı. Bu süreçte çok sayıda özel şirket k urulmuştur. Bunların 230’u 2000’li yıllarda faaliyetini sürdürmektedir. Çaykur’un 45 fabrikasının günlük çay işleme kapasitesi 6585 ton iken, 230 özel şirketlerin toplam günlük çay işleme kapasitesi 8746 ton olduğu tespit edilmiştir. Ancak Çaykur’un piyasa payı %6065 düzeyinde bulunmaktadır.101 Özel sektörün yaş çay yaprağı alım işine girmesi sonrasında, üreticiler paralarını bu şirketlerden tahsil edememişlerdir. Özel sektör, özellikle yurtdışından getirdiği düşük kaliteli çayı kullanmaya başlamıştır . Çay ithalatı artmış, yabancı çay tekelleri, Hindistan ve Srilanka’da çay plantasyonlarında ucuz işçiliklerle ürettikleri çayları Türkiye piyasasına vermeye başlamışlardır. Bu nedenle küçük arazilerde üretim yapan üreticilerin gelirlerinde azalma olmuştur. 100 DPT. Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planı, Gıda Sanayi Özel İhtisas Komisyonu Çay Sanayii Alt Komisyon Raporu, 2001. 101 TZOB, Bölge Ekonomisi Bakımından Çay Sektörünün Mevcut Durumu, Geleceği ve Çözüm Önerileri, Ankara, 2001, s.28. 71 Yaygınlaştırılmaya çalışılan kivi ise çayın alternatifi olamamış; bir destek ürün olarak kalmıştır. Çaykur’un özelleştirilmesi durumunda Doğu Karadeniz’de üreticilerin yoksullaşma sürecini daha da hızlandıracaktır. Gelişmiş ülkeler çokuluslu şirketler aracılığı ile Türkiye’nin çay piyasasını ele geçirirken, ülke ekonomisi önemli bir alanda egemenliğini yitirmiş olacaktır. nlaştırılmaya çalışılan kivi ise çayın alternatifi olamamış; bir destek ürün olarak kalmıştır. Çaykur’un özelleştirilmesi durumunda Doğu Karadeniz’de üreticilerin yoksullaşma sürecini daha da hızlandıracaktır. Gelişmiş ülkeler çokuluslu şirketler aracılığı ile Türkiye’nin çay piyasasını ele geçirirken, ülke ekonomisi önemli bir alanda egemenliğini yitirmiş olacaktır. 3.1.1.3. Şekerpancarı Üretimi Şekerpancarı üretimi cumhuriyet döneminde devletin bilinçli ve ısrarlı çabalarıyla başlamış ve yaygınlaşmıştır . Yüz binlerce çiftçi ailesi, devletçilikle başlatılan şekerpancarı sayesinde yaşam standartlarını yükseltmiştir. 2000 yılına kadar 450-500 bin dolayında çiftçi ailesi, ortalama olarak 10 dönüm pancar ekerek geçim sağlamakta ve pancar üretimin yan ürünleri yle hayvancılık yapılmaktaydı.102 Şeker ithalatının artması ve çokuluslu şirketlerin denetimin deki tatlandırıcıların piyasa payının artırılması, şeker pancarı üreticileri için önemli kayıplardır. Şeker fabrikalarının özelleştirilmesi ve devletin piyasadan çe kilmesiyle, piyasa tamamıyla çokuluslu şirketlerin hakimiyetine girecek ve yüz binlerce şekerpancarı üreticisi yoksullaştırılarak ve mülksüzleştirilerek, tasfiye edilecektir. Uygulanan politikalar sonucunda, son yıllarda şekerpancarı eken çiftçi sayısında önemli azalmalar olmuştur. 2002 yılında 416 bin çiftçi pancar ekimi yapm ışken, bu sayı 2006 yılında 303 bine gerilemiştir .103 3.1.1.4. Hayvancılık Hayvancılık devletin yoğun çabaları ve desteklemesiyle cumhuriyet döneminde gelişmiştir. Bu süreçte Süt Endüs trisi Kurumu’nun, Yem Sanayii’nin ve Et ve Balık Kurumu’nun önemli katkıları olmuştur. Bu kuruluşlar Türkiye’de büyükbaş ve küçükbaş hayvan varlığının artmasında belirleyici bir rol oynamıştır. Devlet üretme çiftlikleri de Türkiye şartlarına uygun hayvan ı rklarının geliştirilmesinde ve çiftçiye damızlık sağlanmasında büyük katkılarda bulunmuştur. Devlet ilk olarak Toprak Mahsulleri Ofisi aracılığıyla et ve balık piyasalarında düzenleme yapmak amacıyla alım satıma başlamıştır. Et ve Balık Kurumu 1953 yılında faaliyete geçmiştir. Türkiye Süt 102 Yücel, Faruk, Şeker ve şekerpancarı, sorunları ve çözüm önerileri, TZOB Yayınları, Ankara, 2000. 103 http://www.ydicagri.com/sayılar/056/56yid.html.7.08.2007 72 Endüstrisi Kurumu 1963 yılında, Yem Sanayi T.A.Ş. ise 1956 yılında kurulmuştur. Yem fabrikalarının sayısı 1965 yılında 4, 1975 yılında 7 ve 1986 yılında da 25 olmuştur. Özel sektörün yem fabrikaları genellikle Batı Anadolu ’da bulunurken, Yem 1963 yılında, Yem Sanayi T.A.Ş. ise 1956 yılında kurulmuştur. Yem fabrikalarının sayısı 1965 yılında 4, 1975 yılında 7 ve 1986 yılında da 25 olmuştur. Özel sektörün yem fabrikaları genellikle Batı Anadolu ’da bulunurken, Yem Sanayii’nin fabrikalarının yarısından fazlası Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgeleri’nde bulunmaktaydı104 . Yem Sanayi T.A.Ş.’nin işletmeleri 1993-1995 döneminde özelleştirilmiştir. Et ve Balık Kurumu’nun Ankara, Afyon, Suluova, Malatya, Kars, Elazığ, Şanlıurfa, Tatvan, Bayburt, Bursa, Kastamonu, Ağrı, Sivas, Burdur, Eskişehir, Gaziantep ve Manisa’da et kombinaları, ayrıca birçok yerde soğuk hava depoları bulunmaktaydı. Bunların tümü 1995 -2000 döneminde özelleştirilmiştir. Adana, Bingö l, Diyarbakır, Erzurum, Sakarya, Sincan ve Van et kombinalarının özelleştirme çalışmaları devam etmektedir. Türkiye Süt Endüstrisi Kurumu’nun Adana, Afyon, Amasya, Bayburt, Çan, Çankırı, Erzincan, Erzurum, Eskişehir, Havsa, Siverek, Yatağan, Yüksekova, Trabzon, Sinop, Balıkesir, Burdur, İzmir, Lalahan, Muş, Adilcevaz, Aksaray, Sivas, Elazığ, İstanbul, Bolu, Çorum, Diyarbakır, Adıyaman, Devrek, Kastamonu ve Giresun’da süt mamulleri işletmeleri ve ayrıca çeşitli yöreler de süt toplama merkezleri vardı . Bunların tümü 1993-1995 döneminde özelleştirilmiştir. Bu kuruluşların özelleştirilmesi Türkiye’de hayvancılığın gerilemesine neden olmuştur. Üreticinin satın aldığı yemin fiyatı yükselirken, sattığı sütün ve etin fiyatı düşürülmüştür. Türkiye’nin hayvan varlığı azalır ken, et ve et ürünleri ithalatında artış eğilimi devam etmektedir. 3.1.2. Madencilik Sektörü Bir ülkenin maden zenginliklerinin ülke ve halk yararına değerlendirilmesi, hem maden işçileri, hem ülke halkı, ekonomisi ve ulusal savunması açısından son derec e önemlidir. Ülkenin yeterli kaynağı varken bu kaynakların değerlendirilmemesi ve temel maden ihtiyacının ithalatla karşılanması, ülkenin başka ülkelere bağımlılığına neden olarak; ülke kaynaklarının dışarıya aktarılmasına yol açar, halkın refa hını geriletir, ülke 104 Başbakanlık Yüksek Denetleme Kurulu, Yem Sanayii Türk Anonim Şirketi 1986 Yılı Raporu, Ankara, 1987. 73 ekonomisini ve ulusal savunmayı zayıflatır . Ülkenin doğal kaynaklarının ç okuluslu şirketlerin denetiminde olması da aynı sakıncaları doğurmaktadır. Bu nedenle, madencilik sektörünün devlet tarafından ve devletin denetimi ve yönlendiriciliği altınd a çalışması, her açıdan son derece önemlidir. . Ülkenin doğal kaynaklarının ç okuluslu şirketlerin denetiminde olması da aynı sakıncaları doğurmaktadır. Bu nedenle, madencilik sektörünün devlet tarafından ve devletin denetimi ve yönlendiriciliği altınd a çalışması, her açıdan son derece önemlidir. Osmanlı Devleti’nin son dönemlerinde ülkemizin doğal kaynakları emperyalist güçlerin denetimi ve sömürüsü altındaydı. 105 Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra,devlet kuruluşları aracılığıyla madenc iliğimiz geliştirilmiştir. Maden Tetkik ve Arama Enstitüsü, Etibank, Türkiye Kömür işletmeleri Kurumu, Karadeniz Bakır İşletmecileri, Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı gibi devlet kuruluşları aracılığıyla madencilikte önemli bir gelişme yaşanmıştır. Made ncilikte 1923-1983 döneminin belirleyici özelliği, devletçiliktir. Cumhuriyet yönetimi, ilk yıllardan itibaren, hem yeni maden kaynaklarını belirleme ve devlet eliyle işletme, hem de yabancıların denetimindeki madenleri millileştirerek ve devletleştirerek devralma çabalarına girmiştir. Maden Tetkik ve Arama Enstitüsü 22 Haziran 1935 tarihinde yürürlüğe giren 2084 sayılı Yasayla kurulmuştur ve maden kaynaklarımızı saptama çalışmalarına başlamıştır. Etibank ise maden kaynaklarımızın değerlendirilm esin görev alan önemli kuruluşumuz olmuştur. 1984 yılında başlayan özelleştirme alanlarından biri de madencilik sektörü olmuştur. Yapılan özelleştirmeler madencilik sektörüne ve ülke ekonomisine zarar vermiştir. 3.1.2.1. Etibank Türkiye’de uzun bir dönem madencili k alanında önemli bir yeri bulunan Etibank 1935 yılında kurulmuştur. Görevi, Türkiye genelinde elverişli madenleri işletip değerlendirmekti. Ayrıca 1.7.1983 gün ve 3437 sayılı Mahrukat Kanunu ile, ülkenin kömür ihtiyacının karşılanması görevi de Etibank’a verilmiş bulunmaktaydı. Etibank, Türkiye’nin bağımsızlığına ve ekonomik gücüne madencilik alanında önemli katkılarda bulunmuştur. Bazı kamu işletmeleri önce Etibank bünyesinde geliştirilmiş, sonra ayrılarak ayrı bir işletme haline dönüşmüştür. 105 Koç, Yıldırım, Emperyalizm ve Türkiye’de Madencilik Alanında Yabancı Sermaye Yatırımları, Tüm İktisatçılar Birliği Yayını, Ankara 1974 74 1954 yılında Etibank’ın işletmeleri şunlardı: a Etibank’ın işletmeleri şunlardı: 106 1. Ereğli Kömür İşletmesi, 2. Garp Linyitleri İşletmesi (Soma, Değirmisaz, Tunçbilek), 3. Şark Kromları İşletmesi, 4. Divriği Demir Madenleri İşletmesi, 5. Bakır İşletmeleri, 6. Keban Kurşun Madeni, 7. Keçiborlu Kükürtleri İşletmesi, 8. Elektrik İşletmesi 1954 yılından sonra Etibank’a bağlı bazı işletme ler ayrı birer işletmeye dönüştürülmüştür. Türkiye Elektrik Kurumu Etibank’tan ayrılan işyerlerinden oluşturulmuştur. Buna karşılık, Etibank, Madencilik ala nında yeni işletmeler kurmuştur. Özelleştirme öncesinde Etibank’a bağlı bulunan İşletmeler aşağıdaki tabloda sunulmuştur. Tablo 3 -Özelleştirme Öncesi Etibank’a Bağlı Bulunan İşletmeler İŞLETME YER KURULUŞ TARİHİ Keçiborlu Kükürtleri İşletmesi Isparta 1933 Şark Kromları İşletmesi Elazığ 1934 Ergani Bakır İşletmesi Elazığ 1939 Murgul Bakır İşletmesi Artvin 1951 Küre Bakırlı Pirit İşletmesi Kastamonu 1954 Üçköprü Maden İşletmesi Muğla 1957 Emet Kolemanit İşletmesi Kütahya 1958 Halilköy Madenleri İşletmesi İzmir 1931 Bandırma Boraks ve Asit Fabrikası Balıkesir 1968 Antalya Elektrometalurji San. İşletmesi Antalya 1970 Kırka Boraks ve Asit İşletmesi Eskişehir 1970 Seydişehir Alüminyum Tesisleri Konya 1979 Keban Simli Kurşun İşletmesi Elazığ 1952 Konya Civa İşletmesi Konya 1969 Milas Boksit İşletmesi Muğla 1970 Kaynak: Maliye Bakanlığı Hazine Genel Müdürlüğü ve Milletlerarası İktisadi İşbirliği Teşkilatı Genel Sekreterliği, Kamu İktisadi Teşebbüsleri ve İştirakleri Yıllığı 1980-1981, Ankara, 1981, s.148. 106 MTA,’’Türkiye Madencilik Faaliyeti ’’, Maden Tetkik ve Arama Dergisi, Yıl 1954-1955, sayı 46-47. 75 Osmanlı İmparatorluğu döneminde işletilen linyit ocakları 1918 yılında kapanmış bulunuyordu. Cumhuriyet dönemine geçişle birlikte önce Soma’daki linyit üretimi başlamıştır. 1927 yılında Sorgun Çeltek’te bir işletme üretime geçmişti r. Tavşanlı, Değirmisaz, Yerköy ve Gerenez ocakları özel sektör tarafından çalıştırılmaya başlanmıştır. 1938 yılında bu konuda yeni bir devlet politikası uygulamaya başlanmış ve bu işletmeler devletleştirilmiş ve Etibank Garp Linyit Müesse sesi oluşturulmuştur. ocakları 1918 yılında kapanmış bulunuyordu. Cumhuriyet dönemine geçişle birlikte önce Soma’daki linyit üretimi başlamıştır. 1927 yılında Sorgun Çeltek’te bir işletme üretime geçmişti r. Tavşanlı, Değirmisaz, Yerköy ve Gerenez ocakları özel sektör tarafından çalıştırılmaya başlanmıştır. 1938 yılında bu konuda yeni bir devlet politikası uygulamaya başlanmış ve bu işletmeler devletleştirilmiş ve Etibank Garp Linyit Müesse sesi oluşturulmuştur.107 Ergani Bakır Madeni’nin İşletme imtiyazı Birinci Dünya Savaşı öncesinde bir Alman şirketine verilmişti.108 Almanlar imtiyaz sözleşmesinin gereklerini yerine getirmeyince 1925 yılında işletme hissesinin yüzde 50’si satın alınarak Ergani Bakır İşletmesi Türk Anonim Şirketi kurulmuştur. Bu şirketin Türk grubu hissesi 1,5 milyon lira, Alman hissesi de 1,5 milyon liraydı. Almanların bu hissesi de 11 Haziran 1936 tarihinde millileştirildi ve devletleştirildi. İlk aşamada İş Bankası’nın da 500 bin liralık hiss esi vardı. Bu hisse 14 Kasım 1944 tarihinde Etibank’a devredilmiştir. Şirket böyle tümüyle devletleştirilmiş oldu. Bugün bu işyerleri özelleştirilmiş bulunmaktadır. Murgul bakır madenini işletmek için 1900 yılında Kafkas Bakırları Ltd. Şti. kurulmuş ve 1907 yılında üretime başlamıştı. Birinci Dünya Savaşı nedeniyle çalışmalar durdurulmuştu. Şirket 1927 yılında tasfiye edilmiştir. Daha sonra MTA’nın yaptığı araştırmalar sonucunda yeni rezervler belirlenmiş ve Murgul Bakır Madeni 1937 yılında Etibank’a devredilerek çalışmaya başlamış, üretime ancak 1951 yılına geçebilmiştir. Bu işletme önce özelleştirme kapsamına alınmış, sonra kapatılmasına karar verilmiş ve özelleştirme listesinden çıkarılmıştır. Elazığ Maden ilçesi Guleman k öyünde krom bulunması sonrasınd a kurulan Şark Kromları T.A.Ş. 15 Ekim 1936 tarihinde çalışmalarına başlamış ve işletme 1939 yılında Etibank Şark Kromları İşletmesi Müesses i’ne dönüştürülmüştür. Keçib orlu’daki kükürt madeni 1900 yılında belirlenmiş, İstiklal Savaşı’ndan sonra Fransız -İtalyan sermayeli bir Şirket madenin işletme imtiyazını almıştır. Ancak üretim yapmak yerine İtalyan kükürtlerini pazarlamaya çalışınca, imtiyazı 1933 yılında feshedilmiştir. 1934 yılında Sümerbank ile İş bankası tarafından kurulan bir anonim şirket kükürt ür etimine başlamıştır. Sümerbank’ın hissesi 1936 yılında, diğer ortakların hisseleri de 1943 107 TKİ, Cumhuriyetin 50. Yılında Türkiye Kömür İşletmeleri Kurumu , Ankara 1973, S.75. 108 Etibank, Cumhuriyetimizin 50. Yılında Etibank , Ankara, 1973. 76 yılında Etibank’a devredilerek, İşletme devletleştirilmiş ve Keçiborlu Kükürtleri İşletmesi kurulmuştur. Bu işletme bugün kapatılmış durumdadır. İşletmesi kurulmuştur. Bu işletme bugün kapatılmış durumdadır. Özelleştirme süreci Etibank’ı 1990’lı yılların sonlarında etkilemeye başlamıştır. Etibank’ın bankacılık kısmı Bakanlar Kurulu’nun 26.01.1998 günlü kararıyla özelleştirilmiştir. Etibank’ın adı Eti Holding A.Ş olarak değiştirilmiş ve holdinge bağlı 8 Şirket oluşturulmuştur.109 1. Eti Pazarlama ve Dış Ticaret A.Ş. 2. Eti Bor A.Ş. 3. Eti Alüminyum A.Ş. 4. Eti Gümüş A.Ş. 5. Eti Bakır A.Ş. 6. Eti Elektrometalurji A.Ş 7. Eti Krom A.Ş 8. Eti Zeolit Kimya San. Ve Tic. A.Ş. Eti Bakır A.Ş. 12 Nisan 2004 tarihinde, Eti Gümüş A.Ş. 13 Ağustos 2004 tarihinde, Eti Elektrometalurji A.Ş. Eki m 2004 tarihinde Eti Krom A.Ş. 1 4 Eylül 2004 tarihinde özelleştirilmiştir. Eti Alüminyum A.Ş. nin özelleştirilmesi çalışmalarına devam edilmektedir. 1988 yılında Etibank’ta 17.321 işçi,3753 sözleşmeli personel ve 2128 memur çalışıyordu. Etibank günümüzde Eti Bor A.Ş. ve Eti Zeolit Kimya San. Ve Tic. A.Ş işletmelerinden oluşan önemli, ancak çok küçülmüş bir kuruluştur. Devletçe işletilecek madenler hakkındaki 2172 sayılı kanun 4 Ekim 1978 tarihinde kabul edilmişti ve bor cevherlerinin işletilmesi Etibank’a verilmişti. Ayrıca, Bor tuzları, Trona ve Asfaltit Madenleri ile Nükleer Enerji ham maddelerinin işletilmesini düzenleyen 13.06.1983 gün ve 2840 sayılı yasayla bor tuzlarının aranması ve işletilmesi devlet eliyle yapılır hükmü getirilmiştir. Dünya rezervlerinin yüzde 70’ ine sahip olduğumuz bor kaynaklarının özelleştirilmesi yönünde çalışmalar yapılmaktadır. Böyle bir uygulama, Türkiye’yi büyük bir güç kaynağından mahrum bırakacaktır. Etibank, Türkiye’de devletçiliğin 109 Koç, Yıldırım, a.g.e . s. 114 77 madencilik ve elektrik üretimi alanındaki temel kuruluşu olarak ülke kaynaklarının işletilmesinde ve istihdamda önemli bir yere sahipti . ve elektrik üretimi alanındaki temel kuruluşu olarak ülke kaynaklarının işletilmesinde ve istihdamda önemli bir yere sahipti . 3.1.2.2 Ereğli Kömür İşletmeleri ve Türkiye Taşkömürü Kurumu Osmanlı döneminde Ereğli -Zonguldak kömür havasındaki kömür ocakları yabancı şirketler tarafından işletiliyordu. Cumhuriyet hükümeti, Fransızlara ait Ereğli Şirketi ile 28 Kasım 1936 tarihinde bir devir sözleşmeni imzalanmıştır. Bu sözleşme 31.3.1937 gün ve 3146 sayılı yasa ile onaylanarak devletleştirme işlemi tamamlanmış tır. Bu yasa kapsamında Zonguldak limanı. Demiryolu ve madenlerle, Kozlu ve Kilimli demiryollarının işletilmesi de Ereğli şirketinden devralınmıştır. 11.06.1937 gün ve 3241 sayılı yasayla Etibank’a bağlı Ereğli Kömür işletmeleri kurulmuştur. Kömür havzasındaki diğer yabancı sermayeli şirketlerle yerli madenciler ve bankaların elindeki ocaklar da 30. 05. 1940 gün ve 3867 sayılı yasa uyarınca ve icra vekilleri heyetin 15.10.1940 gün ve 2/14547 sayılı kararnamesine göre, 1940 yılında devlet tarafından satın alınmıştır. Devlet, bu stratejik kayn ağın denetimini yerli sermayedar bile bırakmadan doğrudan kendi denetimi altına almıştır. Ereğli Üzülmez bölgesinde 1935 yılında Türkiye İş Bankası tarafından kurulan Maden Kömürü İşleri A.Ş. tarafından yaptırılan Semikok ve Briket Fabrikası da 1940 yılında devletleştirilmiştir. 110 1957 yılında Etibank’tan ayrılarak Türkiye Kömür İşletmeleri’ne bağlanan, Ereğli Kömür İşletmeleri 28.10.1983 gün ve 96 sayılı kararname uyarınca TKİ’den ayrılmış ve Türkiye Taş Kömürü Kurumu oluş turulmuştur. Türkiye Taş Kömürü Kurumu, çı kardığı kömürle ve sağladığı istihdam olanaklarıyla ekonomimize önemli katkılar yapmıştır. Özelleştirme kapsamında değerlendirilen ve 5 Nisan 1994 İstikrar Programı’nda TTK konusund a şu değerlendirme yer almıştır: 111 “Türkiye Taşkömürü Kurumu’nda verimliliği artırmak üzere gerekli olan küçültme ve iyileştirme faaliyetlerine devam edilecektir. Bu çerçevede özel sektör tarafından talep olmadığı taktirde bazı ocakların üretimleri yıl sonunda durdurulacaktır. Buralardaki yer altı işçilerinin, faaliyetlerine devam edecek olan ocaklarda istihdamı 110 Toros, Hüsamettin, Türkiye Sanayi, Devlet İşletmeleri , Güven Basımevi, İstanbul 1954. s. 201. 111 Başbakanlık, Ekonomik Önlemler Uygulama Planı , 5 Nisan 1994, Ankara, 1994, s. 23. 78 sağlanacaktır.” Hükümetler Türk iye Taşkömürü Kurumu’nu özelleştir memiş; ancak küçültülerek, ülke ekonomisine ve işçi kesimine zarar vermişlerdir. iye Taşkömürü Kurumu’nu özelleştir memiş; ancak küçültülerek, ülke ekonomisine ve işçi kesimine zarar vermişlerdir. 3.1.3. Sanayi Sektörü Bir ülkenin ve halkın zenginliğinin en önemli kaynaklarından biri, güçlü bir sanayi sektörüdür. Sanayi, hem istihdam ve refahın, hem de ekonomik, siyasal ve askeri gücün dayanağıdır. Ayrıca işçi sınıfının yoğunlaştığı en önemli sektörlerden biri sanayidir. Bu nedenle her ülkenin temel hedeflerinden biri ülkeye katkıda bulunacak güçlü ve en gelişkin teknolojilere sahip sanayi kuruluşlarına sahip olmaktır. Bu çabaların önünde en büyük engel ise, daha önce sanayileşmiş kapitalist ülkeler ve tekel karlarını elinden kaçırmak istemeyen şirketlerdir. Bu nedenle, kapitalist dünyada kural sanayileşmiş olanın diğer ülkelerin sanayileşmesini engellemeye veya bu ülkelerin sanayileşmesinin çok uluslu sermayenin denetimi altında ve çıkarları doğrultusunda gerçekleşmesini sağlamaya ç alışmasıdır. Türkiye Cumhuriyeti Osmanlı’dan çok zayıf bir sanayi devralmıştır. Cumhuriyetin ilk yıllarında Türkiye, emperyalist ülkelerin pazarı durumundaydı. Kumaş, bez, şeker gibi en temel tüketim maddeleri bile başka ülkelerden karşılanıyordu. Çiftçimizin ürettiği ürünlerin ülkemizde işleneceği fabrikalar yoktu. Mustafa Kemal Atatürk, daha 1923 yılında yapılan İzmir İktisat Kong resi’nde, siyasal bağımsızlığın ancak güçlü bir ekonomi ile güvence altına alınabileceğini belirtmişti. Türkiye ancak devletçilikle güçlü bir sanayi alt yapısı oluşturabilmiş ve siyasal bağımsızlığını pekiştirmiştir. Bu sanayi Kuruluşlarıyla işçi sınıfı gelişerek güçlenmiştir. Sanayi sektöründeki kamu kurum ve kuruluşları, sosyal devletin çekirdeklerini oluşturmuş ve Türkiye’nin yaşadığı büyük dönüşümler sürecine destek sağlamıştır. Sanayi sektöründeki kamu kurum ve kuruluşları, Türkiye’deki tarımsal gelişime ucuz girdi sağlayarak, destekleme alımı yaparak ürünleri değerinden satın alarak önemli katkılarda bulunmuştur. Devlet eliyl e ve önderliğindeki bu yatırımlar ülke ekonomisinin gelişmesini ve insanların refah düzeyle rinin artmasını sağlamıştır. Devlet eliyle sanayileşme sürecinde binlerce işsize, günün koşullarında özel sektör işyerlerinde rastlanamayacak çalışma ve yaşama koşu llarıyla iş imkânları 79 sağlanmıştır. Sosyal devlet anlayışı bu kuruluşlar aracılığı ile ülkemiz ekonomisinin gereksinim duyduğu nitelikli işgücünün yetiştiri lmesine de büyük katkılar sağla mıştır. gereksinim duyduğu nitelikli işgücünün yetiştiri lmesine de büyük katkılar sağla mıştır. Türkiye’nin İkinci Dünya Savaşı’na kadar ki dönemde devletçil ikle gerçekleştirdiği sanayileşme, emperyalist merkezlerin denetimi dışındaydı. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra emperyalist güçler Türkiye’nin sanayileşme sürecine müdahale etmişler, ancak devletçiliği ortadan kaldıramamışlardır. Türkiye, kendisini “liberal” olarak tanımlayan hükümetler döneminde bile devletçiliği sürdürmüştür. Emperyalizm, 1970’lerde girdiği yeni bunalım dönemi ve özellikle de 1991 yılında Sovyetler Birliği’nin dağılması sonrasında, Türki ye’de sanayi sektöründeki devlet işletmelerine yöneli k kapsamlı bir girişim başlatmıştır. ABD emperyalizmi ve ekonomik araçları olan IMF ve Dünya Bankası, Türkiye ekonomisinin temel direklerinin özelleştirilmesi ve kapatılması taleplerini sürekli olarak gündemde tutmuşlardır. Ayrıca çokuluslu şirketler, yerl i sermayeli şirketleri satın alma sürecini de hızlandırmışlardır. Dışarıdan yapılan dayatmalar sonucunda hükümetlerin uyguladığı politikalarla sanayide devletin rolü iyice küçültülmüştür. Aynı zamanda, yabancı sermayeli şirketlerin en büyük sanayi işletmel eri içindeki payı ve Türkiye ekonomisini yönlendirmedeki güçleri de artmış bulunmaktadır. Özelleştirme uygulamaları sonucunda, Türkiye’nin en büyük 500 sanayi şirketi içinde kamu kesiminin payı 1990’lı yıllarda hızla gerilemiştir. 1991 yılında 500 büyük sanayi şirketi içinde bulunan 86 kamu kuruluşunun, toplam satış hâsılatı içindeki payı yüzde 43, ücretle çalışanlar içindeki payı yüzde 55, brüt katma değer içindeki payı yüzde 48 düzeyinde bulunuyordu. 1998 yılı na gelindiğinde, en büyük 500 sanayi şirketi içinde kamu kuruluşlarının sayısı 41’e inmiş bulunuyordu. Satış hâsılatı içindeki payları yüzde 30’a, ücretle çalışanlar içindeki payları da yüzde 35’e gerilemiştir. Ancak brüt katma değer içinde 41 kamu kuruluşunun payı ise yüzde 39 düzeyinde bulunuyord u. 2004 yılı verilerine göre ise, en büyük 500 sanayi kuruluşu içinde yer alan kamu kuruluşlarının sayısı 18’e inmiştir. Bunlar aşağıda sunulmaktadır. 80 Tablo 4 -Türkiye’nin 500 Büyük Sanayi Kuruluşunda Kamu İşletmeleri -2004 -Türkiye’nin 500 Büyük Sanayi Kuruluşunda Kamu İşletmeleri -2004 Şirket 500 Şirkette Sırası Tüpraş 1 Elektrik Üretim A.Ş. 6 Türkiye Şeker Fabrikaları 11 Petkim 14 Türkiye Kömür İşletmeleri 18 Tekel 21 Çaykur 36 TPAO 53 Eti Madencilik 67 MKEK 120 Eti Alüminyum 145 Et ve Balık Kurumu 281 Tülomsaş Türkiye Lokomotif ve Motor San. A.Ş. 343 Tüvasaş Türkiye Vagon Sanayi A.Ş. 385 İstanbul Asfalt Fab. San. Tic. A.Ş. 394 Tüdemsaş Türkiye Demiryolu Makineleri San. A.Ş. 425 TTK Karadon Taşkömürü İşletmesi 463 İstanbul Halk Ekmek San. Tic. A.Ş. 486 Kaynak: İstanbul Sanayi Odası , Türkiye’nin 500 Büyük Sanayi Kuruluşu, 2004. 2004 yılındaki durumu yansıtan bu listeden Eti Alüminyum, Tüpraş ve Petkim özelleştirilmiş bulunmaktadır. Ülke ekonomisinde önemli bir yeri olan Tekel de özelleştirilecek kuruluşlar listesinde bulunmak tadır. 3.1.3.1. Tekel Osmanlı imparatorluğu 1875 yılında borçlarını öde yemeyince 1881 yılında Muharrem Kararnamesi ile Türkiye’den alacağı olan ülkelerin temsilcilerinden oluşan Osmanlı Duyunu Umumiye i daresi kurulmuştur. Duyunu Umumiye, Osmanlı 81 Devleti’nin bazı gelirlerine el koymuştur. Bu gelirler arasında balık resmi, içki istihlak ve ruhsatiye vergisi, ipek öşrü, pul resmi, tuz inhisarı resmi, Tütün Şirketi Reji geliri de bulunmaktaydı. Yabancılara ait Reji Şirketi Osmanlı İmparatorluğu’nda tütün üreti mini ve işlenmesini sıkı bir biçimde denetliyor, elde edilen gelirin büyük bir bölümünü Osmanlı borçları karşılığında Duyunu Umumiy e’ye veriyordu. in bazı gelirlerine el koymuştur. Bu gelirler arasında balık resmi, içki istihlak ve ruhsatiye vergisi, ipek öşrü, pul resmi, tuz inhisarı resmi, Tütün Şirketi Reji geliri de bulunmaktaydı. Yabancılara ait Reji Şirketi Osmanlı İmparatorluğu’nda tütün üreti mini ve işlenmesini sıkı bir biçimde denetliyor, elde edilen gelirin büyük bir bölümünü Osmanlı borçları karşılığında Duyunu Umumiy e’ye veriyordu. 1925 yılında hükümet ile Reji Şirketi arasında yapılan bir anlaşma ile Reji’nin bütün hak ve yükümlülükleri devlete devredilmiştir. Cumhuriyet hükümeti, Reji’nin sermayesi olan 4 milyon Fransız Frankını Osmanlı Bankası’na ödemiş ve Reji’nin yönetimini devralmıştır. Ayrıca 26.02. 1925 gün ve 588 sayılı yasa ile tütün ve sigara üretimi, satışı ve denetimi doğrudan doğruya hükümete verilmiştir. Böylece cumhuriyet yönetimi, bu tarihlerde tütün üretimi yapan 170 bin dolayında köylüyü dış baskılardan kurtarmıştır. Devlet 1927 yılından itibaren tütün üreticisini desteklemeye başlamış ve tütünü aracılardan değil, doğrudan üreticilerden satın almaya karar vermiştir. Tekel, Milli Koruma Kanunu uyarınca 1947 yılından itibaren tütün üreticilerini desteklemekle görevlendirilmiştir. 9 Haziran 1930 gün ve 1701 sayılı Yasa ise 588 sayılı Yasanın yerini almıştır. Bu yasaya göre halkın tüketimi için tütün satın almak, işlem ek ve satışını yapmak devletin tekeli altına alınmıştır. Yalnızca yabancı ülkelere satmak amacıyla yaprak tütün ticareti yapmak serbest bırakılmıştır. 2 Temmuz 1932 tarihinde kabul edilen 2054 sayılı yasa ile çay, şeker ve kahve ithalatını bir elden idare etme yetkisi hükümete verilmişt ir. 1928-1932 döneminde tütün, t uz ve alkollü içkiler inhisarlar idareleri ayrı ayrı faaliyet gösteriyordu. Bu kuruluşlar 1932 yılında birleştirilerek İnhisarlar Umum Müdürlüğü adını almış, 1946 yılında ise Tekel Genel Müdürlüğü’ne dön üşmüştür.112 Tekel’in çalışmaları yıllar içinde adım adım geriletilmeye başlamış ve yetkileri daraltılmıştır. Böylece piyasa çokuluslu şirketlerin tekellerine açılmıştır. Tekel 1984 yılında yabancı sigara ithalatına başlamıştır. 03.06.1986 günlü Resmi Gazete’de yayımlanan 3291 sayılı yasa ile sigara üretiminde devlet tekeli kaldırılmıştır. Yabancı markalı ve ithal tütüne dayalı sigaraların üretimi ve satışına zemin hazırla nmıştır. 1986 yılında özel sektöre, Tekel ile ortaklık koşuluyla, sigara üretimi izni verilmiştir. 1991 yılında sigara üretimi, ithalatı ve satışı belirli koşul larla serbest bırakılmıştır. Philip 112 Başbakanlık Yüksek Denetleme Kurulu, Tekel İşletme Genel Müdürlüğü , 1986 Yılı Raporu. 82 Morris, Sabancı Holding’le birlikte, 1993 yılında Torbalı’da Philsa’yı kurmuştur. Şirket sermayesinin yüzde 75’i yabancı ortağa ait bulunuyordu. R. J. Reynolds da aynı yıl Torbalı’da bir fabrika kurmuş ve üretime geçmiştir. R. J. Reynolds’un yerli ortağı bulunmuyordu. sermayesinin yüzde 75’i yabancı ortağa ait bulunuyordu. R. J. Reynolds da aynı yıl Torbalı’da bir fabrika kurmuş ve üretime geçmiştir. R. J. Reynolds’un yerli ortağı bulunmuyordu.113 20 Ocak 2001 günlü Resmi Gazete’de yayımlanan 4619 sayılı ispirto ve ispirtolu içkiler inhisarı kanununda değişiklik yapılması hakkında kanun ile özel sektöre belirli koşullara uyulması kaydıyla, alkollü içki üretim izni verilm iştir. 9 Ocak 2002 tarihli 4733 sayılı kanunla, Tütün, Tütün Mamulleri, Tuz ve Alkol İşletmeleri Genel Müdürlüğü yeniden yapılandırılmış ve tütün ve tütün mamullerinin Türkiye’de üretimine, iç ve dış alım satımına ilişkin usul ve esaslar yeniden düzenlenmiştir. 1 Ocak 2003 tarihinde Tütün, Tütün Mamulleri, Tuz ve Alkol İşletmeleri Anonim Şirketi oluşturulmuştur. 2 Haziran 2003 tarihinde de Tekel’e bağlı Sigara Sanayii İşletmeleri Müessesesi, Sigara Sanayi İşletmeleri ve Ticaret A.Ş. olmuştur. Alkollü içkiler Sanayi Müessesesi ise Alkollü içkile r Sanayi ve Ticaret A.Ş. adını almıştır. Tekel’in satışı ise 2001 yıl ı Şubat ayında gündeme gelmiştir. Tekel Özelleştirme Yüksek Kurulu’nun 05.02.2001 günlü kararıyla, özelleştirme kapsamına alınmıştır. Bu kararın ardından da işletmelerin zayıflatılması, kapatılması veya özelleştirilmesi gündeme gelmiştir. Tekel’in en öneml i fabrikalarından biri, Cibali Sigara Fabrikasıydı. Bu işletme 1884 yılında kurulmuş ve 1925 yılında millileşti rip devletleştirilmiştir. 1970 yılında İstanbul Sigara Fabrikası kuruluncaya kadarki dönemde ülkenin en önemli sigara fabrikası olan Cibali Sigar a Fabrikası kapatılmış bulunmaktadır. Tekel’in İzmir Sigara Fabrikası 1884 yılında kurulmuştu. Fabrika 29 Nisan 2002 tarihinde kapatılmıştır. Tekel’in Reji döneminden kalan Samsun Sigara Fabrikası 1887 yılında kurulmuştu. 1997 yılında Tekel’in Samsun Ballı ca Fabrikası açılınca, şehir içindeki Samsun Sigara Fabrikası faaliyetini durdurmuştur. 2005 yılı Temmuz ayında Ballıca Sigara Fabrikası özelleştirilecek işletmeler arasına alınmıştır. 1895 yılında kurulmuş olan Adana Sigara Fabrikası da 2005 yılı ortaları nda özelleştirilecek işletmeler arasındaydı. Tekel’in Malatya Sigara Fabrikası 1925 yılında tütün atölyesi olarak kurulmuş, 1939 yılında da Malatya Sigara Fabrikası’na dönüştürülmüştür. 2005 yılı özelleştirme listesinde bu fabrika da bulunmaktaydı. 1983 yı lında Bitlis’te Best Bitlis 113 DPT-Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planı, Tütün ve Tütün Mamulleri Sanayii Özel İhtisas Komisyon Raporu, Ankara, 2000, s. 9-13. 83 Entegre Tütün Sanayii kuruldu. Şirket hisselerinin çoğunluğu Rothmans Şirketi’ne, azınlığı ise Bitlis’teki girişimcilere aitti. İşlet menin yapacağı üretim ihraç edilecekti. Tekel, Rothmans Şirketi’nin hisselerinin yüzde 25’ini a larak bu işletmeye ortak oldu. Şirket başarılı olamayınca üretim tesislerini 1997 yılında Tekel’e satarak faaliyetten çekilmiştir. Böylece Tekel’in Bitlis Sigara Fabrikası ortaya çıktı ve 2005 yılı özelleştirme kapsamına alındı. İstanbul Maltepe Sigara Fab rikası 1969 yılında üretime başlamıştı, 2005 yılında özelleştirme listesine dahil edilmiştir. Tokat Sigara Fabrikası 1985 yılında üretime başlamıştı, 2005 yılında özelleştirme sürecinde bulunmaktaydı. azınlığı ise Bitlis’teki girişimcilere aitti. İşlet menin yapacağı üretim ihraç edilecekti. Tekel, Rothmans Şirketi’nin hisselerinin yüzde 25’ini a larak bu işletmeye ortak oldu. Şirket başarılı olamayınca üretim tesislerini 1997 yılında Tekel’e satarak faaliyetten çekilmiştir. Böylece Tekel’in Bitlis Sigara Fabrikası ortaya çıktı ve 2005 yılı özelleştirme kapsamına alındı. İstanbul Maltepe Sigara Fab rikası 1969 yılında üretime başlamıştı, 2005 yılında özelleştirme listesine dahil edilmiştir. Tokat Sigara Fabrikası 1985 yılında üretime başlamıştı, 2005 yılında özelleştirme sürecinde bulunmaktaydı. Tekel’in alkollü içki üretimi yapan işletme ve fabrika ları ise 2004 yılı başlarında “Alkollü İçkiler Bölümü” adı altında özelleştirilmiştir. Limak, Özaltın ve Tütsab adlı şirketlerin oluşturduğu otaklık tarafından kurulan “Mey İçki” adlı şirket Tekel’in alkollü içkiler bölümünün ve Tekel’e ait bu alandaki mar kaların yeni sahibi oldu. Mey içki, bu satış karşılığında devlete 292 milyon dolar ödeme yaptı. 2006 yılında Mey içki’nin yüzde 90’lık hissesini 810 milyon dolara Amerikan Texas Pasific Group a dlı şirkete satılmış bulunmaktadır. Tekel’in özelleştirilmesin e yönelik çalışmalar kapsamında 81 Tekel Müdürlüğü’nün 42’si kapatılmıştır. Özelleştirme İdare Başkanlığı’nın bu kararıyla 81 ilde başmüdürlüğü, bunlara bağlı 911 sabit ve gezici toptan satıcısı il 180 bin civarında perakende bayisi bulunan Tekel’in pazar payı küçülecektir. Tekel Sigara Paza rlama ve Dağıtım bünyesindeki 42 başmüdürlüğün kapatılmasının ardından halen İstanbul, Tokat, Ballıca, Adana, Malatya ve Bitlis Sigara Fabrikalarının özelleştirilmesi yönün de çalışmalar devam etmektedir. Tekel bünyesinde çalışan yaklaşık 70.000 olan perso nel sayısı 2005 yılında 19.000’e, 2007’de 16.000’e düşürülmüştür. 3.1.3.2. Sümerbank 1923 yılında Türkiye Cumhuriyeti ’ni kurma çabaları arasında, ön plan da ele alınan konulardan biri de ekonomik kalkınma sorunu olmuştur . Ekonomik kalkınmayı gerçekleştirmek üzere 17 Şubat–4 Mart 1923 tarihleri arasında İzmir’de İktisat Kongresi düzenlenmiş, 1925 yılında Sanayi Maadin Bankası kurulmuştur. 84 Daha sonra 1932 yılında Sanayi ve Maadin Bankası’nın yerine Devlet Sanayi Ofisi ve Türkiye Sanayi Kredi Bankası olarak iki ayrı kurum oluşturulmuştur. 1933 yılında bu iki kuruluş 2262 sayılı yasa ile birleştirilerek Sümerbank kurulmuştur. Ofisi ve Türkiye Sanayi Kredi Bankası olarak iki ayrı kurum oluşturulmuştur. 1933 yılında bu iki kuruluş 2262 sayılı yasa ile birleştirilerek Sümerbank kurulmuştur. 1929 dünya ekonomik krizi eksik tüketim eğiliminden kaynaklanmıştı. Diğer bir deyişle, kapitalizmde tüketicilerin tüketme gücü, üretici güçlerin gelişimiyle ortaya çıkan malları tüketmeye yeterli değildi ve bu nedenle stoklar birikmişti. Bu koşullarda, emperyalist ülkelerin azgelişmiş ülkelerde sanayileşmeyi engelleme çabaları bulunmaktaydı. Sümerbank bu koşullarda, Birinci Sanayi Planı çerçevesinde, devletçilik anlayışıyla bir sanayileşme sağlamıştır. Sümerbank’ın gerçekleştirdiği sanayileşme, emperyalist ülkelerin uluslararası işbölümü çerçevesinde Türkiye için uygun gördükleri alanlara değil, Türkiye’nin ulusal bağımsızlığı açısından gerekli görülen alanlara olmuştur. Sümerbank bu anlayışı çerçevesinde, vasıflı işgücü yetiştirilmesi amacıyla, hem işletmelerinde sürekli eğitim uygulamış, hem de yurtdışına eğitim için öğrenciler göndermiştir. Anadolu’nun değişik bölgelerinde, başka hiçbir sanayi tesisinin olmadığı yerlerde fabrikalar kurarak istihdam imkânları sağlayan Sümerbank ülke ekonomisinin önemli bir kuruluşu olmuştur. Sümerbank kurulduğunda Osmanlı’dan kalan dört fabrikaya sahip bulunmaktaydı. Bunlar;114 -Bakırköy Pamuklu Dokuma Fabrikası, -Feshane Yünlü Dokuma Fabirkası, -Hereke İpekli ve Yünlü Dokuma Fabrikası -Beykoz Deri ve Kundura Fabrikası’dır . Devralınan bu dört fabrikanın ardından, tekstil, deri, boya, kimya, halı, porselen, demir-çelik, selüloz-kâğıt ve çimento fabrikaları da Sümerbank tarafından kurulmuştur. Kısa süre içeresinde 58 adet büyük ölçekli işletme, 500’ü aşkın mağaza, 49 şubeli bankası ile ülke ekonomisinin önemli bir kuruluşu olmuştur. Yapılan yatırımlar ile ülkemizde istihdam sorununa da önemli katkılar sağlayan Sümerbank, kuruluşunda sadece 5000 memur ve işçi istihdam ederken 1990’lı yıllarda, modern işletmelerinde 114 Sümerbank, Cumhuriyet’in50. Yılında Sümerbank (1923 -1973), Ankara, 1973. 85 5000’e yakın memur ve 36.000’in üzerinde işçi olmak üzere toplam 41.000 kişi çalışıyordu. çalışıyordu. 28 Mayıs 1986 tarih ve 329 1 sayılı KİT’lerin Özelleştirilmesi Hakkında kanun çerçevesinde; 11 Eylül 987 tarih ve 12184 Sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile Sümerbank’ın özelleştirilmesine karar verilerek Kamu Ortaklığı idaresine devredilmiştir. Özelleştirme süreci sonunda işletmelerin in tamamı özelleştirilen Sümerbank kapatılma aşamasına getirilmiştir. 3.1.3.3. Türkiye Şeker Fabrikaları A.Ş. Osmanlı döneminde ülkenin şeker ihtiyacının tümü ithalatla karşılanıyordu. Cumhuriyetin ilk yıllarında Uşak, Alpullu, Eskişehir ve Turhal Şeker Fabrikaları kurularak ülkenin şeker ihtiyacı karşılanmaya çalışılmıştır. Şeker fabrikaları Türkiye’de şeker pancarı tarımını da geliştirmiştir.1927 yılında 6000 aile şekerpancarı ekerken, bu sayı 1935 yılında 56 bine 1945 yılında 98 bine ve 1971 yılında da 223 bine çıkmıştır. 1980’li yılların ortalarında makine fabrikalarının sayısı 5, şeker fabrikalarının sayısı da 23 olmuştur.115 Makine Fabrikaları, Afyon, Ankara, Eskişehir, Erzincan ve Turhal’da bulunuyordu. Türkiye’de şeker endüstrisi devletçilikle geliş ti. Türkiye şeker ithalatından şeker ihracatçısı bir ülke konumuna devletçilik anlayışı ile ulaşmıştır. Türkiye Şeker Fabrikaları A.Ş., köylünün refah düzeyinin yükseltilmesine önemli katkılarda bulunmuştur. Şirket yaptığı yardımlarla, tarım tekniğini geli ştirmiş, hayvancılığa önemli katkılar sağlamış, çiftçiye kredi temin etmiş ve tarımsal danışmanlık hizmeti vermiştir.116 Fabrika işçileri sendikalaşarak sendikacılık hareketinde önemli roller üstlenmişlerdir. Devlet desteği ile oluşturulan pancar üreticileri kooperatifleri birliği Pankobirlik kurulmuştur. Türkiye’de üretilen şeker, devletçilik sayesinde ucuzlaşmış ve halkın şeker tüketimi artmıştır. Türkiye’de 1926 yılında tüketilen 63 bin ton şekerin yalnızca 573 tonu ülkemizde üretiliyordu. 1976 yılında is e 1,2 milyon ton şeker üretilirken, tüketim 115 Türkiye Şeker Fabrikaları A.Ş., Türkiye Şeker Sanayii 1926-1986, Ankara, 1986. 116 Türkiye Şeker Fabrikaları A.Ş., Türkiye Şeker Sanayii 1926 -1976, Yurt Hizmetinde 50 Yıl, Ankara, 1977, s.151-156. 86 939 ton düzeyine ulaşmıştı. Kişi başına yıllık şeker tüketimi 1926 yılında 5 kilogram iken, 1976 yılında 23 kilogram olmuştur .iken, 1976 yılında 23 kilogram olmuştur .117 IMF’ye 22 Haziran 2000 tarihinde verilen Niyet Mektubu’nda Türkiye Şeker Fabrikaları A.Ş.’nin de özelleştirme kapsamına alınacağı belirtilmekteydi. Özelleştirme Yüksek Kurulu’nun 20.12.2000 gün ve 2000/92 sayılı kararıyla Türkiye Şeker Fabrikaları A.Ş. verilen söz doğrultusunda özelleştirme kapsamına alınmıştır. 3.1.3.4. Türkiye Demir ve Çelik İşletmeleri Ülkemizde ilk demir çelik sanayii kuruluş çalışmalarına 1925 yılında Kırıkkale’de Askeri Fabrikalar Müdürlüğü’ne bağlı olarak başlanılmıştır. Bu fabrika her türlü takım çelikleri, makine yapı çelikleri ve inşaat demirleri üretmeye başl amıştır. Pek çok sanayi dalında olduğu gibi, demir çelik sanayiinin temel altyapısı da bu dönemde oluşturulmuştur. Birinci Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşı sonrasında ulusal bir demir çelik sanayiine duyulan ihtiyacın sonucu olarak, demir ve çelik sanayiini n yapısal temeli, 26 Mart 1926 tarihli Resmi Gazete’de yayınlanan “Demir Sanayiinin Tesisine Dair 786 Sayılı Kanun” ile atılmıştır .118 1935 yılında cumhuriyetimizi sanayileştirme atağının bir parçası olarak Karabük Demir Çelik Fabrikaları (KARDEMİR) kurulmu ştur. İlk ağır demir çelik sanayi tesisi, maden kömürü havzasına yakın oluşu, demiryolu güzergâhına yakın olması ve jeopolitik bakımdan elverişli durumda bulunması nedeniyle Karabük’te kurulan işletme üniteleri 1939 yılından itibaren 150.000 ton çelik üret im kapasitesi ile faaliyete geçmiştir. 1955 yılında kurulan Türkiye Demir Çelik İşletmeleri Genel Müdürlüğü’ne Divriği madenleri de bağlanarak KARDEMİR’in gelişmesi sağlanmıştır. 1975 yılında İskenderun Demir Çelik Fabrikaları’nın da faaliyete geçmesi ile ülkemizin entegre demir çelik sanayisi tamamlanmıştır. Ayrıca yassı ürün üretmesi planlanan Ereğli Demir Çelik Fabrikaları da 1960 yılında kurulmuştur. Dünyada ülkelerin gelişmişliğinin en önemli göstergelerinden biri kişi başına tüketilen demir çelik mik tarıdır. Ülkemizde demir çelik sektörü 90’lı yıllara kadar önemli gelişmeler göstermiştir. 1998 yılında Türkiye, dünyada demir çelik üretiminde 117 a.g.y.,s.8. 118 Maden Mühendisleri Odası, “ Demir Çelik Raporu”, http://www.maden.org.tr 87 16. sırada iken aynı yıl kişi başına demir çelik tüketimi 196 kg olmuştur. OECD ülkelerinde ise bu rakam 420 kg olmuştur. Türkiye 1939 yılında 140.000 ton/yıl ile başlayan demir çelik üretimi 1999 yılında 14 milyon ton/yıl üretime taşıyarak büyük bir kalkınma sağlamıştır. Bu süreç içerisinde birçok sanayi kolunun gelişmesine, inşaat sektörünün bugünkü noktaya gelmes ine 40.000 kişiye iş imkânı sağlanmasıyla özellikle ağır sanayiinin ihtiyaç duyduğu nitelikli eleman yetiştirilmesine, demir madenciliğinin gelişmesine öncülük etmiş ve bu bağlamda demir çelik dev bir sektör haline gelmiştir. Bu konjonktür içerisinde; yan lış politikalar ve özelleştirme kapsamında, ülkemizin en büyük KİT’lerinden olan Türkiye Demir Çelik İşletmeleri işlevsiz kılınmış, KARDEMİR, İSDEMİR ve DİVHAN gibi kuruluşlar gözden çıkarılmıştır. Hiçbir iyileştirme, bakım ve modernizasyon yapılmayan fabr ikalara özelleştirme kapsamına alınmıştır. Günümüzde bu tesislerde birçok müteahhit ve taşeron firma çalıştırılırken, cevher arama çalışmalarının yapılmaması nedeniyle mevcut demir rezervleri 10 yıl içinde tükenebilecek duruma getirilmiştir. Özellikle Divriği, Hekimhan ve Attepe’de de ihtiyacımızı karşılayabilecek demir rezervimiz bulunmasına rağmen Avustralya’dan demir cevheri, Avrupa’dan da hurda demir ithal edilmektedir. Karabük, İskenderun, Divriği ve Hekimhan’da yerleşimin ve sanayiinin tamamı demir çe lik sanayiine endeksli iken, zaman içinde kendi kaderlerine terk edilmiştir .119 3.1.3.5. Türkiye Selüloz ve Kağıt Fabrikaları A.Ş. (SEKA) Osmanlı döneminde kağıt üretimi olmadığı için, kağıt sektörü, ithal edilen kağıtları işleyen zayıf bir sektör durumunda ydı. Cumhuriyetin ilk yıllarında, kağıt, dış ticaret kalemlerinin önemli bir unsuru olmuştur. Ulusal selüloz ve kağıt sanayiinin kurulma kararı şu gerekçelere dayanmaktaydı:120 1. Ulusal bağımsızlığın korunması için taşıdığı önem, 2. Ulusal savunma açısından taşı dığı önem, 119 Maden Mühendisleri Odası, Demir Çelik Raporu, http://www.maden..org.tr 120 Kocabaşoğlu, Uygur ve Murat Uluğtekin, SEKA Tarihi, Türkiye Selüloz ve Kâğıt Fabrikalarının Tarihsel Gelişim, Seka Yayınları, 1995. 88 3. Ülkenin doğal kaynaklarına dayanarak kurulabilecek olması, bu şekilde tarım ülkesi olan Türkiye’nin tarım atıklarının da kullanılabilmesi, 4. Suni ipek, dumansız barut, patlayıcı maddeler, selüloit vb. sanayi kollarının gelişmesini sağlayacak olmas ı, 5. Kağıt ithalatının ülke bütçesine getirdiği yüksek maliyetin ortadan kaldırılması, ekonominin güçlendirilmesi. İlk kağıt fabrikasının temeli 1934 yılında İzmit’te atılmış ve fabrika 1936 yılında üretime başlamıştır. 1955 yılına Sümerbank selüloz sanayi müessesesi, Sümerbank’tan ayrılarak; Türkiye Selüloz ve Kağıt Fabrikalar İşletmesi Genel Müdürlüğü “SEKA” adı altında bir kamu İktisadi Teşekkülü haline getirilmiştir. 1970’li yıllarda SEKA yeni yatırımlarla hızlı bir büyüme ve gelişme süreci yaşamıştır. 1 936 yılında 10.000 ton/yıl olan SEKA’nın kağıt-karton üretim kapasitesi 1980’li yılların başında 500.000 ton/yıl olmuştur. Tablo 4 -SEKA Fabrikalarının Bulunduğu Yerler ve Kuruluş Tarihleri İŞLETME YER KURULUŞ TARİHİ İzmit Selüloz ve Kağıt Sanayi Fabr ikası İzmit 1934 Çaycuma Kağıt Fabrikası Zonguldak 1966 Dalaman Kağıt Fabrikası Muğla 1967 Aksu Kağıt Fabrikası Giresun 1967 Balıkesir Kağıt Fabrikası Balıkesir 1971 Akdeniz Kağıt Fabrikası Silifke-İçel 1975 Kastamonu Kağıt Fabrikası Kastamonu 1976 Kaynak: Maliye Bakanlığı Hazine Genel Müdürlüğü Kamu İktisadi Teşebbüsleri ve İştirakleri Genel Yıllığı, Ankara, 1981, s. 124. SEKA, Özelleştirme Yüksek Kurulu’nun 06.12.1997 tarihli kararıyla özelleştirme kapsamına alınmış ve 15.07.1998 tarihl i kararıyla da özelleştirme programına alınmıştır. SEKA Müesseselerinin özelleştirilmesinin “varlık satışı” yolu ile yapılması planlanmış, bu nedenle 24.11.198 tarihinde, ana sözleşmesinde değişikli k yapılarak, müesseseler işletmeye dönüştürülmüş, Türkiye Selüloz ve Kağıt Fabrikaları Anonim Şirketi ünvanıyla, Anonim Şirket statüsüne dönüştürülmüş ve Türk Ticaret 89 Kanunu hükümlerine göre idare edilecek bir yapıya sokulmuştur. Bu şekilde SEKA, kamu hukuku alanından çıkarılarak, özel hukuk kurallarına bağlanmış , kamu hizmeti- kamu kuruluşu niteliği ortadan kaldırılarak, şirketleşt irilmiştir. kamu hukuku alanından çıkarılarak, özel hukuk kurallarına bağlanmış , kamu hizmeti- kamu kuruluşu niteliği ortadan kaldırılarak, şirketleşt irilmiştir. SEKA Bolu işletmesi 2000 yılında, Dalaman İşletmesi 2001 yılında özelleştirilmiştir. Balıkesir, Kastamonu ve Aksu işletmeleri 2003 yılında özelleştirilmiştir. SEKA İzmit işl etmesi ise kapatılmış ve arazileri Kocaeli Belediyesine devredilmiştir. 3.1.3.6. Orman Ürünleri Sanayi (ORÜS) Osmanlı Devleti’nin son zamanlarında ve Cumhuriyet’in ilk yıllarında, o günün mevzuatı gereğince, ormanların özel ve tüzel kişilerce işletilmesi prensibi uygulanmaktaydı. Bu uygulama neticesinde yerli ve yabancı kişi ve kuruluşlar ormanları işletme imtiyazı almışlar ve çeşitli tesisler kurmuşlardır. 1938 yılında Türkiye’de bu şekilde kurulmuş 33 adet kereste fabrikası bulunmaktaydı .121 1937 yılında çıkartılan 3116 sayılı Orman Kanunu ile ormanların devletçe işletilmesi prensibi kabul edilmiştir. Daha önceki mevzuata göre işletme imtiyazı ile devlet ormanlarında işletmecilik yapan özel ve tüzel kişilere bu kanunun geçici 5. maddesine göre tasfiye içi n 10 yıllık bir süre tanınmıştır. Bu hüküm gereğince süresi dolan imtiyaz sahiplerinin bir kısmı, kurdukları tesislerin faaliyetini durdurmuşlardır. Bu tesislerin bir bölümü Orman Genel Müdürlüğü’nce satın alınmıştır. Ülkemizde çağdaş ormancılığın başlang ıcı sayılan 1937 tarih e 3116 sayılı orman Kanunu’nun geçici 5. maddesi ile orman ürünleri sanayiinin temellerini oluşturacak yasal dayanaklara zemin hazırlanmıştır. Ayancık, Bafra, Pazarköy ve Ulupınar işletme müdürlükleri bu kanundan istifade ile özel se ktörden satın alınarak devletleştirilmiştir. 1923 yılında kurulan Bolu kereste farikası Titaş Şirketinden, 1931 yılında kurulan Bafra Kereste Fabrikası İş Bankası’ndan, 1932 yılında kurulan Ulupınar Kereste Fabrikası 1944 yılında, 1929 yılında kurulan Ayan cık Kereste Fabrikası ile Pazarköy Kereste Fabrikası 1945 yılında devletçe satın alınmıştır. 121 ORÜS-Orman Ürünleri Sanayi A.Ş. Genel Müdürlüğü , http://www.angelfire.com/mt/tumsek/tarihce12.html 90 1944, 1945 yıllarında çeşitli fabrikaları özel sektörden satın alarak işletmeciliğe başlayan Orman Genel Müdürlüğü 1970 yılında ORÜS Genel Müdürlüğü’nün kuruluşuna kadar bu fonksiyonunu sürdürmüştür. 1970 yılında ORÜS bünyesinde 14 işletme bulunmaktaydı. Orman ürünleri sanayinde entegrasyonun, işletme ekonomisi açısından yararlarını göz önünde bulunduran ORÜS Genel Müdürlüğü, yatay ve dikey entegrasyonu sağlayacak şekilde bir dizi fabrika projesini uygulamaya koymuştur. Antalya, Arhavi, Artvin, Bartın, Demirköy ve Vezirköprü işletme müdürlükleri 1970 yılından sonra ORÜS Genel Müdürlüğü tarafından yatırımları gerçekleştirilerek işletmeye açılmışlardır. 1945 yıllarında çeşitli fabrikaları özel sektörden satın alarak işletmeciliğe başlayan Orman Genel Müdürlüğü 1970 yılında ORÜS Genel Müdürlüğü’nün kuruluşuna kadar bu fonksiyonunu sürdürmüştür. 1970 yılında ORÜS bünyesinde 14 işletme bulunmaktaydı. Orman ürünleri sanayinde entegrasyonun, işletme ekonomisi açısından yararlarını göz önünde bulunduran ORÜS Genel Müdürlüğü, yatay ve dikey entegrasyonu sağlayacak şekilde bir dizi fabrika projesini uygulamaya koymuştur. Antalya, Arhavi, Artvin, Bartın, Demirköy ve Vezirköprü işletme müdürlükleri 1970 yılından sonra ORÜS Genel Müdürlüğü tarafından yatırımları gerçekleştirilerek işletmeye açılmışlardır. Orman Ürünleri Sanayi, 19.10.1983 tarih ve 2929 sayılı yasa ile Tarım, Orman ve Köyişleri Bakanlığı’na bağlı ORÜS Kurumu Genel adıyla İktisadi Devlet Teşekkülü olarak nitelendirilmiştir. Kurum, 28.05.1986 tarih ve 3291 sayılı kanun ile Anonim Ortaklık haline getirilmiştir. ORÜS Orman Ürünleri Sanayi A.Ş. 28.05.1986 tarihli ve 3291 sayılı yasaya göre Bakanlar Kurulu’nun 20.05.1992 tarih ve 92/3088 sayılı kararıyla özelleştirme kapsamına alınmış ve kamu hisseleri Başbakanlık Kamu Ortak lığı İdaresine devredilmiştir. ORÜS’ün 18’i Karadeniz Bölgesi’nde, 3’ü Marmara Bölgesi’nde, 2’si ise Akdeniz Bölgesi’nde olmak üzere toplam 23 işletmesi bulunmaktaydı. Cumhuriyet döneminde devletleştirilen işlemelerin özelleştirilmesinin yanı sıra, ORÜS’ün diğer işletmeleri de özelleştirild i. Türkiye’de orman kaynaklarının ülke yararına kullanılabilmesi ve kırsal kesime istihdam sağlaması açısından ORÜS işletmelerinin önemli bir yeri bulunuyordu. 3.1.3.7. Petrol Ofisi (POAŞ) İkinci Dünya Savaşı’ndan önce, yabancı sermaye ile kurulmuş olan petrol şirketleri görünüşte kamu hizmetinde yurtdışından ithal ettikleri petrol ürünleri ile sivil ve askeri ihtiyaçları karşılıyordu. Bu şirketlerin başlıcaları Socony Vakum, Corp Steau Romono, Neft Sendikat ile Shell idi. Ancak, aşırı kâr amaçlayan fiya t politikaları, kendi ürünlerini satmayı amaçlayan monopolist tutumları ile bu şirketler ulusal çıkarlara aykırı faaliyet gösteriyorlar dı. Zamanla petrol arama, sondaj, rafinaj, üretim ve 91 dağıtımının ulusal petrol şirketlerince yürütülmesi artan bir önem v e zorunluluk taşımaya başlamıştır. e zorunluluk taşımaya başlamıştır.122 İkinci Dünya Savaşı’nın başlaması Neft Sendikat petrol şirketinin tasfiyesine yol açmıştır. Bu durumdan yararlanılarak Rus’lardan tüm tesisler satın alınmış ve 1940 yılında 10 bin lira sermaye ile ilk ulusal şi rket olan Petrol Limited kurulmuştu r. Çok kısa zamanda petrol piyasasında büyük gelişmeler kaydeden ve iş hacmini artıran şirketin varlık ve hizmetlerini devralarak Petrol Ofisi kurulmuştur. Petrol Ofisi, 3780 sayılı Milli Koruma Kanunu’nun 4638 yasayla değiştiril miş 6. maddesine dayanılarak K-103 sayılı Koordinasyon Heyeti ve 2/15169 sayılı Bakanlar Kurulu kararı ile 14.02.1941 tarihinde Petrol Limited’in varlık ve hizmetlerini devralarak kurulmuş ve faaliyete geçmiştir. Ülke ekonomisi ve ulusal savunmamız açısın da son derece önemli olan Petrol Ofisi, 21 Temmuz 2000 tarihinde özelleştirilmiş bulunmaktadır. 3.1.3.8. Petkim PETKİM Petrokimya Holding A.Ş. Türkiye’de petrokimya sanayinde önemli bir yere sahip olmuştur. Petrokimya sanayii, petrol rafinerisi ürünleri veya doğalgazdan, plastik, yapay kauçuk, yapay elyaf hammaddeleri , plastikleştirici, antifriz, boya ve yapıştırıcı hammaddesi, tekstil yardımcı maddesi gibi çok sayıda kimyasal madde üretmektedir. Giderek büyüyen Pazar bir dönem devletin denetimi altındayk en, özelleştirme öncesi uygulamalar nedeniyle, Petkim’in pazar payı %85’ten %30’lara 123 düşmüştür. Türkiye’de petrokimya sanayiinin kurulmasının nedenleri arasında şunlar bulunuyordu:124 -Dünyada hızla gelişmekte olan Petrokimya sanayiini yurdumuza getirmek suretiyle, gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler deki teknolojiye paralellik sağlanması; 122 Petrol Ofisi, 36. Yılında Petrol Ofisi, Ankara, 1977, s..5. 123 TMMOB, Petrokimya Sanayii ve Gelişimi, Ankara, 1994. 124 Petkim, Cumhuriyet’in 50. Yılında Petkim Petrokimya A.Ş. Ankara, 1973, s.6. 92 -Petrokimyasal ürünlerin ithalat yoluyla temi n edilmesi yerine yurtiçinde üretilmesi yoluyla döviz tasarrufu sağlanması. Petrokimyasal ürünlerin ithalat yoluyla temi n edilmesi yerine yurtiçinde üretilmesi yoluyla döviz tasarrufu sağlanması. 3 Nisan 1965 tarihinde kurulan Petkim Petrokimya A .Ş.’nin hissedarları arasında Ordu Yarımlaşma Kurumu OYAK d a bulunuyordu. Türkiye’de petrokimya sanayiini kurma çalışmaları 1963 yılında Türkiye Petrolleri A.O. bünyesinde başlatılmıştır. 1965 yılında ise Petkim kurulmuştur. Petkim Petrokimya A.Ş. ilk olarak İzmit Yarımca Fabrikası’nda faaliyete geçmiş ve daha sonra sermayesi tamamıyla Petkim’e ait olan Petkim Kauçuk A.Ş. de Yarımca’da kurulmuştur. Bu şirket daha sonra Petkim’e katılmıştır. 1971-1975 döneminde Çanakkale Plastik İşletme Fabrikası üretime b aşlamıştır. 1976 yılında, otomotiv sanayiinin ve Türk Silahlı Kuvvetleri ’nin araç lastiği gereksinimini karşılamak amacıyla Petlas Lastik Sanayii A.Ş. kurulmuştur. Ancak Petlas 1990 yılında Petkim bünyesinden ayrılmıştır. Kurulmasına 1960’lı yılların sonlarında karar verilen Petkim Aliağa Fabrikası 1984 yılında işletmeye açılmıştır. Ancak Petkim 11 Eylül 1987 tarihinde özelleştirme kapsamına alınmış ve 5 Nisan 1994 İstikrar Programı’nda Petkim’in 1994 yılı sonuna kadar kısmen veya tamamen 125 özelleştirilmiş olacağı belirtilmiştir. Petkim’in Yarımca İşletmesi 2001 yılında Tüpraş’a devredilmiş, Çanakkale Plastik İşleme Fabrikası ise 2003 yılında kapatılmıştır .126 Petkim’in Aliağa işletmesinin özelleştirilmesi çalışmaları 2003 yılından beri sürdürülmektedir. 3.1.3.9. Tüpraş Türkiye’de petrol arama, çıkarma ve rafine etme çalışmaları , devletçilik ile başlamıştır. MTA’nın bu alandaki çalışmaları sonrasında, 1954 yılında Türkiye Petrolleri A.O. kurulmuştur. TPAO, 1955 yılında Batman Rafinerisi’ni, 1972 yılında da İzmir Aliağa Rafinerisi’ni kurmuş ve işletmeye açmıştı r. İzmit’te bulunan İPRAŞ (İstanbul Petrol Rafinerisi A.Ş.) ise 1960 yılında TPAO ile Caltex şirketi ortaklığında kurulmuştur. Ortaklık anlaşması 1972 yılında sona ermiş ve Caltex’in hisse senetleri 125 Başbakanlık, Ekonomik Önlemler Uygulama Planı, 5 Nisan 1994, s.19. 126 Petrol-İş, Petrokimya Sanayi ve Petkim, Yay No: 82, İstanbul, 2003. 93 TPAO tarafından satın alınarak, şirketin tümü TPAO’nun mülkiyetine geçirilmiştir. İPRAŞ’ın ana sözleşmesi 1983 yılında değiştirilerek, TÜPRAŞ’a (Türkiye Petrol Rafinerileri A.Ş.) dönüştürülmüştür. Ayrıca, TPAO’ya bağlı olarak çalışmakta olan İzmir Aliağa ve Batman Rafinerileri ile yapımı süren Kırıkkale Rafinerisi de TÜPRAŞ’a devredilmiştir. PETKİM’in Yarımca tesisleri de TÜPRAŞ’a devredilmiş ve Körfez Petrokimya ve Rafineri Müdürlüğü adını almıştır. AO tarafından satın alınarak, şirketin tümü TPAO’nun mülkiyetine geçirilmiştir. İPRAŞ’ın ana sözleşmesi 1983 yılında değiştirilerek, TÜPRAŞ’a (Türkiye Petrol Rafinerileri A.Ş.) dönüştürülmüştür. Ayrıca, TPAO’ya bağlı olarak çalışmakta olan İzmir Aliağa ve Batman Rafinerileri ile yapımı süren Kırıkkale Rafinerisi de TÜPRAŞ’a devredilmiştir. PETKİM’in Yarımca tesisleri de TÜPRAŞ’a devredilmiş ve Körfez Petrokimya ve Rafineri Müdürlüğü adını almıştır. Türkiye’de en büyük 500 sanayi kuruluşu içinde yıllardır i lk sırada bulunan TÜPRAŞ’ın özelleştirilmesine ilişkin karar 1990 yılında alınmıştır. 13 Ocak 2004’te yapılan özelleştirme ihalesini Tatneft -Zorlu Grubu 1.3 milyar dolarla almış, ancak Petrol-iş Sendikası’nın açtığı iptal davası Danıştay’ca onaylanmış ve y ürütme durdurulmuştur. 12 Eylül 2005’teki en iyi teklifi veren Koç -Shell Grubu, ihaleyi 4 milyar 140 milyon dolarla almıştır. 26 Ocak 2006’da Tüpraş hisseleri Koç -Shell Grubu’na devredilmiştir. 3.1.4. Bankacılık Sektörü Türkiye Cumhuriyeti Devleti, devle t bankalarını, halkla devlet arasındaki bağı güçlendirmede, ulusal bütünlüğü geliştirmede, sanayi yatırımlarını gerçekleştirmede, siyasal bağımsızlığa temel oluşturacak ekonomik gücü artırmada etkili bir araç olarak kullanmıştır. Osmanlı döneminde ilk bank a 1847 yılında kurulan ve 1852 yılına kadar faaliyet gösteren İstanbul Bankası’dır. 1856 yılında İngiliz sermayesi ile Osmanlı Bankası kuruldu. Bankaya 1863 yılında Fransız sermayesi, 1875 yılında da Avusturya sermayesi ortak edildi. Yabancıların bu ortak mali örgütü, 1863 yılında Osmanlı Devleti’nin kağıt parasını basma ayrıcalığını elde etmiştir. Aynı yıl yapılan anlaşmaya göre, Osmanlı Devleti, tüm gelirlerini Osmanlı Bankası’na yatıracak, tüm ödemeleri bu banka aracılığıyla gerçekleştirecek ve her yıl b ütçesinin bir örneğini bankaya verecekti .127 Osmanlı Devleti’nin kendi ekonomisine müdahalede kullanacağı bir devlet bankası yoktu. Osmanlı Devleti’nin sömürgeleşmesinde mali alandaki bu bağımlılığının önemli etkisi olmuştur. 127 Türkiye Bankalar Birliği, Türkiye Bankalar Birliği ve Türk Bankacılık Sistemi, Ankara, 1998. 94 Osmanlı Devleti döneminde, 1863 yılında köylüye kredi vermek amacıyla memleket sandıkları oluşturuldu. Bu sürecin sonunda, 1888 yılında, ilk devlet bankası olan Ziraat Bankası kuruldu. Osmanlı Devleti’nin son dönemlerinde ortaya çıkan özel yerli bankalar, ülke ekonomisinin gelişmesine k atkıda bulunamamış ve etkili bir şekilde kullanılmamıştır. yılında köylüye kredi vermek amacıyla memleket sandıkları oluşturuldu. Bu sürecin sonunda, 1888 yılında, ilk devlet bankası olan Ziraat Bankası kuruldu. Osmanlı Devleti’nin son dönemlerinde ortaya çıkan özel yerli bankalar, ülke ekonomisinin gelişmesine k atkıda bulunamamış ve etkili bir şekilde kullanılmamıştır. Cumhuriyet yönetimi devlet bankalarını çeşitli amaçlar için etkili bir biçimde kullanma gayretinde olmuştur. Nüfusun büyük bölümünü oluşturan köylülerin sorunlarını çözmek, köylü -devlet bağını güçlendirmek amacıyla Ziraat Bankası etkin bir şekilde kullanılmıştır. Ekonomik kalkınmada destek amacıyla Sanayi ve Maadin Bankası, konut yapımında Emlak ve Eytam Bankası, para basma işlerinde Merkez Bankası, belediyelerin finansmanında Belediyeler Bankası, madenciliğin ve enerji üretiminin geliştirilmesinde Etibank, denizciliğin teşvikinde Denizbank, esnafların ve sanatkârların desteklenmesi için de Halk Bankası ve Halk Sandıkları kurulmuştur. Ziraat Bankası 1924 yılında yeniden yapılandırılarak anonim şir kete dönüştürülmüştür. 1937 yılında yürürlüğe giren 3202 sayılı Türkiye Cumhuriyeti 128 Ziraat Bankası Kanunu ile bankanın kredi olanakları artırılmıştır . Ziraat Bankası tarımın her alanında köylüye büyük destek vermiştir. IMF ve Dünya Bankası’nın direktifleri ile bu bankanın özelleştirilmesi beklenmektedir. 1925 yılında Sanayi ve Maadin Bankası kuruldu. Bu banka, bir kalkınma bankasıydı. Bankanın adı 1932 yılında Türkiye Sanayi ve Kredi Bankası oldu ve bu kuruluş 1933 yılında Sümerba nk’a devredildi. Sümerbank 1938 yılına kadar sanayi yatırımlarının finansmanına ağırlık verdi. Bu dönemde yalnızca Ankara v İstanbul’da iki şubesi bulunan banka 1950’li yıllarda önem kazanmaya başladı. Sümerbank 1995 yılında özelleştirildi. 1926 yılında, yurdun imarı, Ankara’nı n imar ve inşaat ihtiyacına yardımcı olmak amacıyla Emlak ve Eytam Bankası kuruldu. Banka 1946 yılında 4947 ayılı yasayla Türkiye Emlak Kredi Bankası’na dönüştürüldü. Banka, dar gelirli insanların konut 128 Ziraat Bankası, Cumhuriyetimizin 50. Yılında T.C. Ziraat Bankası (1923 -1973), Ankara, 1973, s.63. 95 sahibi olmasında büyük katkılarda bulundu 129 . Türkiye Emlak Kredi Bankası tasfiye edildi ve Ziraat Bankası’na katıldı. Belediyeler Bankası, şehir ve kasabalarda su, elektrik ve altyapı hizmetlerini gerçekleştirmek ve imar planları hazırlamak için belediyelerin gereksinim duyduğu krediyi ve teknik yardımı sağl amak amacıyla 1933 yılında kurulmuştur. Banka 1945 yılından sonra İller Bankası adı altında faaliyetlerine devam etmiştir. Türkiye Halk Bankası, küçük esnaf ve sanatkârı kredilendirmek amacıyla 1933 yılında kabul edilen 2284 sayılı Halk Bankası ve Halk Sa ndıkları Yasası uyarınca kuruldu ve 1938 yılında 3331 sayılı yasayla faaliyetine başladı. Görevi, esnaf ve sanatkârlarla küçük ve orta nitelikteki sanayicinin kredi gereksinimlerinin gelişme ve örgütlenmesine yardımcı olmak ve her çeşit bankacılık işlemler ini yapmak olan Halk Bankası’nı özelleştirmeye yönelik çalışmalar devam etmektedir. 3.1.5. Haberleşme Sektörü Ülkemizde telefon ve diğer telekomünikasyon hizmetlerinin sunucusu Türk Telekomünikasyon A.Ş, bir dönemler PTT’nin bir parçasıydı. PTT ’nin tarihi 1840 yılında Posta Nezareti’nin kurulmasına kadar gitmektedir. 1843 yılında postahaneler yaygınlaştırılmış ve posta işlerinde pul kullanımı da 1863 yılında çıkarılan bir ferman sonrasında başlamıştır. Telgraf ise İstanbul’da ilk olarak 1863 yılında denenm iş ve telgraf hatlarının kurulması yıllar sonra gerçekleşmiştir . Telefon ise ancak 1908 yılından sonra kullanılmaya başlanmıştır. 1911 yılında American Western Elektrik Şirketi, altyapının kurulması ve işletme hakları için imtiyaz almıştır. Birinci Dünya S avaşı sırasında bu şirkete el konulmuş, ancak savaştan sonra çalışmalarını sürdürmüştür. Osmanlı İmparatorluğu’ndan devralınan PTT, Cumhuriyet döneminde yeni yatırımlarla güçlendirilmiştir. Ayrıca yabancı sermaye darların elinde bulunan telefon şirketleri millileştirilmiş ve devletleştirilmiştir. İstanbul Telefon T.A.Ş’nin millileştirilmesi ve devletleştirilmesi 10. 06. 1936 gün ve 3026 sayılı yasayla, İzmir telefon T.A.Ş’ninki ise 25. 04. 1938 gün ve 3375 sayılı yasayla yapılmıştır. Osmanlı döneminde PTT dışında yabancılara ait posta haneler vardı; Cumhuriyet döneminde 129 Türkiye Emlak Kredi Bankası, Türkiye Cumhuriyeti’nin 50. Yılında Türkiye Emlak Kredi Bankası, Ankara, 1973, s.47, 48. 96 bunlar kaldırılmıştır. PTT’nin güçlendirilmesi, halkın birbirleriyle daha iyi haberleşmesini sağlayarak, ulusal kalkınmaya katkıda bulunmuştur. haberleşmesini sağlayarak, ulusal kalkınmaya katkıda bulunmuştur. PTT İdaresi Cumhuriyet döneminde önemli görevler üstlendi. 4 Şubat 1924 tarihinde kabul edilen 406 sayılı Telgraf ve Telefon Kanunu ile, Türkiye’de haberleşme şebekesini işletme tekeli PTT genel Müdürlüğü’ne verildi. Yurdun her tarafına açık ve kapalı mektuplar ve posta kartları kabul etmek, taşımak ve dağıtmak, telgraf, telefon gibi her türlü haberleşme tesislerini kurmak işletmek ve Radyo -Televizyon verici istasyonları ile program linklerini planlamak, projelendirmek, yenilemek ve işletmek yalnızca PTT tarafından gerçekleştirilebiliyordu. 1993-1994 dönemi, ülkemizde telekomünikasyon hizmetlerinin devlet denetiminden çıkması açısından belirleyici yıllar olmuştur. Türkiye’ye yönelik müdahalelerin yoğunlaştığı bu dönemde, ulusal açıdan son derece önemli olan telekomünikasyon hizmetlerinde özelleştirme sür eci başlatılmıştır. PTT 1994 yılında ikiye ayrılarak posta ve telgraf tesis ve işletmesine ilişkin hizmetler için Posta İşletmesi Genel Müdürlüğü kurulmuştur. Telekomünikasyon hizmetlerinde özelleştirmenin bir boyutu da, telefon santrallerinin Türkiye’de d evlet tarafından üretilmesine son verilmesidir. PTT, Ulusal bağımsızlığı pekiştirmek amacıyla telekomünikasyon altyapısının oluşturulmasında ülkenin olanaklarını geliştirme çabasına girmiştir. PTT Yönetim Kurulu’nun 1965 yılında aldığı bir kararla, PTT Fa brikası’nda PTT araştırma Laboratuvarı (PTT ARLA) kuruldu. Amaç, telekomünikasyon ürünlerinin tasarlamalarının ve prototiplerinin oluşturulması ve yerli telekomünikasyon sanayinin üretimi için hazırlanmasıydı. PTT’nin olan aklarıyla kurulan PTT-ARLA; bir taraftan tasarım ve üretim faaliyetlerinde bulunurken; diğer taraftan lisanslı üretime geçmiştir. PTT Elektronik Haberleşme Cihazları Fabrika ve laboratu varı olarak faaliyet gösteren bu birim 1983 yılında şirketleştirilmiş ve diğer ortakların da katılımıyla TELETAŞ kurulmuştur. Teletaş hissesinin yüzde 49’u PTT Genel Müdürlüğü’ne, yüzde 26’sı PTT Biriktirme ve Yardım Sandığı’na yüzde 13’ü ST -FA’ya, yüzde 10’u Vakıflar Bankası’na ve yüzde 2’si Ray Sigorta’ya aitti. 130 Teletaş, telekomünikasyonda sayısal teknolojiye geçilmesiyle birlikte, ITT şirketi ile bir lisans anlaşması imzalamış ve 130 Çağıltay, Kürşat, Kullanıcı Gözü ile Türk Telekom Servisleri , http://www.metu.edu.tr/kursat/ papaer/net-tr95/tthtml 97 telefon santrali üretimine geçmiştir. Lisanslı telefon santrallerinin üretim ve satışı karşılığında, ITT’nin Teletaş’a yüzde 19 hisseyle ortak olması kararlaştırılmış, ancak daha sonra ITT’nin payı yüzde 39’a yükseltilmiştir. Bu arada ITT’nin Teletaş’a yatırım yapan Avrupa’daki şirketi, Fransız kökenli Alcatel tarafından satın alı nmıştır. Alcatel şirketi Teletaş’taki hisselerini Belçika’daki Alcatel Bell şirketine devretmiştir. Özelleştirme sürecinde, Alcatel şirketi diğer hisseleri de toplamış ve 1993 yılında, Alcatel Bell şirketi, Teletaş’ın hisselerinin yüzde 65’ine sahip olmuştur. Böylece, Türkiye’de telekomünikasyon alanında araştırma ve geliştirme çalışmaları yapan Teletaş şirketi Alcatel’in eline geçmiştir . 1993 yılından itibaren Teletaş ’ın araştırmamine geçmiştir. Lisanslı telefon santrallerinin üretim ve satışı karşılığında, ITT’nin Teletaş’a yüzde 19 hisseyle ortak olması kararlaştırılmış, ancak daha sonra ITT’nin payı yüzde 39’a yükseltilmiştir. Bu arada ITT’nin Teletaş’a yatırım yapan Avrupa’daki şirketi, Fransız kökenli Alcatel tarafından satın alı nmıştır. Alcatel şirketi Teletaş’taki hisselerini Belçika’daki Alcatel Bell şirketine devretmiştir. Özelleştirme sürecinde, Alcatel şirketi diğer hisseleri de toplamış ve 1993 yılında, Alcatel Bell şirketi, Teletaş’ın hisselerinin yüzde 65’ine sahip olmuştur. Böylece, Türkiye’de telekomünikasyon alanında araştırma ve geliştirme çalışmaları yapan Teletaş şirketi Alcatel’in eline geçmiştir . 1993 yılından itibaren Teletaş ’ın araştırmageliştirme ve teknoloji politikaları değiştirilerek Alcatel şirketinin küresel düzeyde sürdürdüğü çalışmalara uyarlanmıştır. Bu nedenle Türkiye’nin telekomünikasyon alanında araştırma-geliştirme çalışmaları büyük ölçüde engellenmiştir. PTT, 1967 yılında Kanada kökenli Northen Ele ctric şirketinden bazı alımlar yapmış ve gelişen ilişkiler sonucunda Netaş (Northen Electric Telekomünikasyon A.Ş) kurulmuştur. Şirket 1968 yılında tel efon santralleri ve telefon makineler üretmeye başlamıştır. Netaş, üretimde yerli girdi oranının artırılması ve teknoloji geliştirilmesi amacıyla 1973 yılında araştırma ve geliştirme çalışmalarına başlamış ve bu çalışmalar , yabancı ortaktan kısmen bağımsız olarak sürdürülmüştür. Bu süreçte teknoloji geliştirilerek, elektronik kontrollü telefon santralleri tasarlanmış ve üretilmiştir. Bu ürün daha da geliştirilerek, ilk kırsal santraller hizmete girmiş ve daha sonraki yıllarda sayısal santral üretimine başlanmıştır. 1986 yılında başlanan özelleştirme girişimlerinin kapsamında telekomünikasyon alanında temel makineleri üreten ve teknoloji geliştiren Netaş da bulunuyordu. 1993 yılında Northern Telecom Netaş hisselerinin yüzde 51’ine sahip olmuştur. Fiili olar ak Northen Telecom yönetimine giren Netaş’ta bağımsız araştırma -geliştirme ve teknoloji üretimi sonra erdirilmiştir. Şirket yabancı telekomünikasyon tekelinin bazı işlerini yapan bir birime dönüştürülmüştür. Bu süreçte telefon ve kablolu televizyon hizmet i, uydu yer istasyonu hizmetleri, Türksat u yduları, cep telefonları ve internet hizmetlerinde de özelleştirmeler yapılmıştır. 131 131 Başaran, Funda ve Önder Özdemir, Telekomünikasyonda Özelleştirme, İddialar, Örnekler, Gerçekler, KİGEM, Yay. Ankara, 1998, s. 81 -108 98 Posta konusunda da PTT’nin tekeli kaldırılarak, özel kurye şirketleri piyasaya girmiştir. Bir dönem yabancı posta haneleri kapatan Cumhuriyet yönetiminde, her türlü yerli ve yabancı kurye şirketlerinin faaliyetlerine izin verilmiştir. girmiştir. Bir dönem yabancı posta haneleri kapatan Cumhuriyet yönetiminde, her türlü yerli ve yabancı kurye şirketlerinin faaliyetlerine izin verilmiştir. 1984 yılından beri gündemde olan ve 1991 yılından itibaren hızlanan özelleştirme uygulamalarının en büyüğü yıllarca süren tartışmalar sonucunda 2005 yılında yapılmıştır. Türkiye’nin ulusal güvenliği açısından çok önemli olan telekomünakasyon hizmetlerini sağlayan son derece karlı Türk Telekomünikasyon A.Ş’nin yüzde 55’i, İşletmenin 2-3 yıllık karı karşılığında bir yabancı şirkete satılmıştır. 3.2. Türkiye’de Kamu Yatırımları İstihdam ve İşsizlik 3.2.1. Özelleştirme Sonrası İstihdam ve İşsizlik Özelleştirmenin istihdam seviyesi ile ilgili en kapsamlı ve olumsuz sonuçları, özelleştirme gerçekleştikten sonra ortaya çıkmaktadır. Özelleştirme literat üründe, istihdam seviyesine yönelik etkilerden bahsedildiği zaman, esas olarak kastedilen özelleştirme sonrası görülen ist ihdam daralmasıdır. Öte yandan özelleştirmenin tipi ile istihdam seviyesine yönelik etkileri arasında da doğrudan bir ilişki bulunmakt adır. Bu bakımdan mülkiyet ve yönetim devri ile gerçekleştirilen dar anlamdaki özelleştirmenin istihdam seviyesi üzerindeki etkileri daha kısa zamanda ve görülebilir bir şekilde ortaya çıkmaktadır.132 Özelleştirme ile ilgili olarak işçi işveren ve hükümetler in tartışmasız kabul ettikleri husus, özelleştirmenin ilk tesirlerinin istihdamı azaltacağıdır. Bu düşünce, kamu kesiminde çeşitli sebeplere bağlı olarak gerekenden fazla kişinin istihdam edildiği teşebbüslerin özel sektöre geçmesi halinde verimlilik kriterinin uygulanarak fazla istihdamın azaltılacağını öngörmektedir. Geniş anlamdaki özelleştirme uygulamalarının istihdam seviyesine etkileri daha fazla olmaktadır. Eğitim, sağlık ve sosyal hizmetler ile mahalli idarelerce gerçekleştirilmekte olan temizlik gi bi hizmetlerin temel özelliği, emek yoğun faaliyetler olmasıdır. Bu hizmetlerin merkezi veya mahalli idarelerce ‘’taşeron’’ usulü ile özel 132Alper, Yusuf, İktisadi Amaçları ve Sosyal Sonuçlarıyla Özelleştirme, Sağlık-İş Sendikası Yayınları, Ankara, 1994, s.101. 99 sektöre devredilmesi, istihdam seviyesini olumsuz olarak etkilemektedir. Emek yo ğun üretim sözkonusu olduğunda, toplam maliyeti düşürmenin en geçerli yolu , maliyetler içinde önemli bir paya sahip olan eme k maliyetini düşürmek olmaktadır . Özel sektör, emek maliyetini düşürmeyi iki yolla gerçekleştirmektedir. Bunlardan ilki, mevcut çalışanların ücret seviyelerini düşürme, sendikasızlaştırarak toplu iş sözleşmesi kapsamından çıkarma yoludur. İkincisi ise, aynı işi daha az kişi ile yapmaktır. Hizmet kalitesinde bir düşmeye razı olarak ve çalışanların çalışma sürelerini uzat arak bu daralma sağlanmaktadır.İşçi sendikaları bu ti p bir özelleştirmeye, sosyal politika alanında yol açtığı gerileme dolayısı ile şi ddetle karşı çıkarken, özellikle mahalli idareciler aynı hizmeti daha az sayıdaki kişi ile ve daha ucuza yaptırmayı kendi başarıları olarak görmektedirler. ğun üretim sözkonusu olduğunda, toplam maliyeti düşürmenin en geçerli yolu , maliyetler içinde önemli bir paya sahip olan eme k maliyetini düşürmek olmaktadır . Özel sektör, emek maliyetini düşürmeyi iki yolla gerçekleştirmektedir. Bunlardan ilki, mevcut çalışanların ücret seviyelerini düşürme, sendikasızlaştırarak toplu iş sözleşmesi kapsamından çıkarma yoludur. İkincisi ise, aynı işi daha az kişi ile yapmaktır. Hizmet kalitesinde bir düşmeye razı olarak ve çalışanların çalışma sürelerini uzat arak bu daralma sağlanmaktadır.İşçi sendikaları bu ti p bir özelleştirmeye, sosyal politika alanında yol açtığı gerileme dolayısı ile şi ddetle karşı çıkarken, özellikle mahalli idareciler aynı hizmeti daha az sayıdaki kişi ile ve daha ucuza yaptırmayı kendi başarıları olarak görmektedirler. Devletin belirli guruplara yönelik istihdam politikalarını uygulamada kamu kesimi daha sorumlu davranmaktadır. Bu çerçevede, özürlü veya eski hükümlülerin topluma kazandırılması sürecine yönelik olarak uygulanan ‘’zorunlu istihdam’’a kamu kesiminde daha fazla yer verilmek te, özel sektörde ise, kanuni sınırlar zorlan arak asgari seviyede veya ceza ödenerek hiç istihdam edilmemektedir . 3.2.2. Türkiye Genelinde İstihdam ve İşsizlik Rakamları İstihdam ve işsizlik, bir bakıma çalış abilme ve çalışamama olarak tanımlanabilir ve gerek bireysel gerek toplumsal düzeyde yarattığı ciddi sorunlar açısından üzerinde önemle durulması gereken bir konudur. Ülkede çalışmak isteyip de iş bulamama durumunda kalınması, çoğu defa sanıldığı gibi kişisel kusur değil, uygulanan ekon omik ve sosyal politikalarla ilişkilendirilmesi gereken bir durumdur. Emek, üretimin temel unsurudur. ‘’Pazar için’’ mal ve hizmet üretiminin yapıldığı, ‘’çalışan ve çalıştıran’’ın olduğu bir ekonomik sistemde, emeğini belirli bir süre için kiralayan çalışan, belli bir karşılık elde eder. Bir üretim faktörü olarak emek, piyasada belirli bir talep potansiyeline sahiptir ve üretim yapabilmek için kullanılması gereken çok önemli bir faktördür. 133 İşsizlik en genel ifade biçimiyle, iş imkanlarının mevcut olmayışından dolayı işgücünün katlanmak zorunda kaldığı durum olarak 133 Törüner, Mete ve Kuvvet Lordoğlu, Çalışma Ekonomisi, Beta Yayınları, İstanbul, 1991, s.113 -114 100 tanımlanmaktadır.134 İşsizliği kişi ve toplum bakımından olmak üzere iki biçimde tanımlamak mümkündür. Toplum bakımından iş sizlik, üretim faktörlerinden biri olan emeğin kullanılamaması, boşa harcanması anlamını taşımaktadır. Bir toplumda işgücü, üretim kaynaklarının en önemlisidir ve bu kaynağın bir bölümünün üretim dışı kalması, toplum bakımından büyük bir kayıptır. Kişi bakımından işsizlik ise, çalışma yeteneğinde, isteğinde ve çalışmaya hazır bir durumda olduğu halde gelir getirici bir işe sahip olamama durumunu ifade etmektedir. Bu tanım tahlil edildiğinde, işsizlik durumunun varlığı için dört unsurun bir araya gelmiş olması gereği görülmektedir. Öncelikle kişinin çalışma yeteneğinde olması, i kinci olarak çalışma isteğinde bulunması, üçüncü koşul, çalışmaya hazır olması ve son olarak da, yeteneğine uygun ve gelir getiren bir iş bulamama durumunda olmasıdır. 135 Türkiye’de işgücünün yapısı, gelişmekte olan ülkelerin gösterdikleri özellikleri yansıtmaktadır. Geleneksel ve modern kesim olarak ikili ve parçalanmış bir işgücü yapısı vardır. Kırsal istihdam – kentsel istihdam, enformel sektör – formel sektör, tarımsal istihdam – sanayi istihdamı gibi istihdam şekillerinin karşı karşıya ve iç içe yaşanm ası işgücü yapısının en önemli özelliğidir. Türkiye’de toplam istihdamın önemli bir bölümü tarım sektöründe bulunmakla birlikte, tarımın toplam istihdam içindeki payı gerilemektedir. Aşağıdaki tabloda istihdamın sektörel dağılımında 2000 yılından 2005 yılına kadar olan dönemdeki gelişmeler yer almaktadır. Tablo 6 – Türkiye’de İstihdamın Sektörel Dağılımı (%) Yıllar Tarım Sanayi İnşaat Hizmetler 2000 36 17 6.3 40 2001 37.5 17.5 5 39 2002 34.9 18.5 4.4 41 2003 33.8 18 4.5 43.3 2004 33.9 18.2 4.7 43 2005 29.4 19.4 5.3 45.8 Kaynak: TÜİK , Hanehalkı Anketi Sonuçları, http://tuik.gov.tr 134 Ekin, Nusret, Gelişen Ülkelerde ve Türkiye’de İşsizlik, İstanbul Üniversitesi Yayınları, İstanbul, 1971, s.28. 135 Talas, Cahit, Sosyal Ekonomi, S Yayınları, Ankara, 1983. s.94 -94 101 Yukarıdaki tabloya genel olarak bakıldığında tarım sektöründeki 2005 yılı rakamları dışında diğer sektörlerde önemli oranla rda değişiklik görülmemektedir.2000 yılında istihdam edilenlerin %36’sı tarım sektöründe iken, %17’si sanayi , %6.3’ü inşaat sektöründe ve %40’ı da hizmetler sektöründe yer almaktadır. 2005 yılına gelindiğinde ise, bu oranlar sırasıyla %29.4, %19.4, %5.3 ve %45.8 olar ak gerçekleşmiştir. Gelişmekte olan ülkelerde sanayi sektörü fazla gelişmiş olmadığından istihdamın büyük bir kısmı tarım alanında olmaktadır. İktisadi gelişmeye paralel olarak istihdam tarımdan sanayi sektörüne kaymaktadır. Sanayi sektörü iyice gelişince istihdam hizmet kesimine yayılmaktadır. Buna ‘’üç sektör kanunu’’ denilmektedir. rakamları dışında diğer sektörlerde önemli oranla rda değişiklik görülmemektedir.2000 yılında istihdam edilenlerin %36’sı tarım sektöründe iken, %17’si sanayi , %6.3’ü inşaat sektöründe ve %40’ı da hizmetler sektöründe yer almaktadır. 2005 yılına gelindiğinde ise, bu oranlar sırasıyla %29.4, %19.4, %5.3 ve %45.8 olar ak gerçekleşmiştir. Gelişmekte olan ülkelerde sanayi sektörü fazla gelişmiş olmadığından istihdamın büyük bir kısmı tarım alanında olmaktadır. İktisadi gelişmeye paralel olarak istihdam tarımdan sanayi sektörüne kaymaktadır. Sanayi sektörü iyice gelişince istihdam hizmet kesimine yayılmaktadır. Buna ‘’üç sektör kanunu’’ denilmektedir. 136 Türkiye’deki istihdam rakamlarına baktığımızda; sanayi sektörü yeterli istihdamı sağlamaktan yoksun ve hizmetler sektörü sanayinin yerini almış gözükürken, tarım sektörü rak amları azgelişmiş ülke izlenimini vermektedir. Belirli bir zaman dilimi içinde, belirli bir yaş üzerindeki nüfus; istihdam edilenler, işsizler, işgücüne dahil olmayanlar şeklinde üç temel gruba ayrılmaktadır. İstihdam edilenler ile işsizler toplamı işg ücünü oluşturmaktadır.137 Türkiye’de, okul, yurt,otel, çocuk yuvası, huzur evi, özel nitelikteki hastane, hapishane, kışla ve ordu evinde ikamet edenler dışında kalan nüfusu ifade eden sivil nüfusun yıllar itibarıyla işgücü durumu aşağıdaki gibidir. Tablo 7-Türkiye’de Yıllar İtibarıyla İstihdam ve İşsizlik (Bin Kişi) 2000 2002 2004 2007 Toplam nüfus 66.187 68.393 70.556 68.733 15 +Yaş nüfus 46.211 48.041 49.906 49.054 İşgücü 23.078 23.818 24.289 23.512 İşgücüne katılma oranı( %) 49.9 49.6 48.7 47.9 İstihdam edilenler 21.581 21.354 21.791 21.216 İşsiz 1.497 2.464 2.498 2.296 İşsizlik oranı (%) 6.5 10.3 10.3 9.8 İşgücüne dahil olmayanlar 23.133 24.223 25.616 25.542 Kaynak: TÜİK, Hanehalkı İşgücü Araştırma Sonuçları, http://tuik.gov.tr 136 Zaim, Sabahaddin, Çalışma Ekonomisi, Filiz Kitabevi, İstanbul, 1997. s.147. 137 Gülburun, Kurtca Mehmet, Türkiye’de İşgücünün Genel Durumu İşsizlik ve Türkiye İş Kurumu, http://www.ydkder.org.tr 102 Ülkemizin, gelişmekte olan bir ülke olmasından kaynaklanan nedenlerle, işgücünün durumu, gelişmiş ekonomilerden birçok yönüyle farklı durum arzetmektedir. Tablodaki rakamlara göre 2000-2007 yılları arasında işgücüne katılma oranı %2 oranında gerileyerek %47 olmuştur. İşgücüne katılım oranının %60 -80 olduğu Avrupa Birliği üyesi üyesi ülkelerle kıyasla ndığında, Türkiye’deki oranının oldukça düşük olduğu; üstelik yıllar itibarıyla da olumsuz bir seyir içinde bulunduğu görülmektedir. Her ülkede ve her gelişme safhasında aynı olmayan işgücüne katılma oranı, ülkenin milli hasılasını belirleme yönünden üretim faktörlerinden olan emeğin, yani insan gücünün miktar olarak potansiyel kapasitesini belirleme açısından önemli bir göstergedir. işgücünün durumu, gelişmiş ekonomilerden birçok yönüyle farklı durum arzetmektedir. Tablodaki rakamlara göre 2000-2007 yılları arasında işgücüne katılma oranı %2 oranında gerileyerek %47 olmuştur. İşgücüne katılım oranının %60 -80 olduğu Avrupa Birliği üyesi üyesi ülkelerle kıyasla ndığında, Türkiye’deki oranının oldukça düşük olduğu; üstelik yıllar itibarıyla da olumsuz bir seyir içinde bulunduğu görülmektedir. Her ülkede ve her gelişme safhasında aynı olmayan işgücüne katılma oranı, ülkenin milli hasılasını belirleme yönünden üretim faktörlerinden olan emeğin, yani insan gücünün miktar olarak potansiyel kapasitesini belirleme açısından önemli bir göstergedir.138 Türkiye’deki mal ve hizmet pazarlarının tamamı uluslararası sermayeye açılmıştır ve bu konudaki hukuki altyapı küresel aktörlerin istediği şekilde yeniden düzenlenmektedir. Yapılan düzenl emelerde Türk toplumunun çıkarları yerine küresel çıkarlara öncelik tanınmakta ve bu durumdan istihdam ve işsizlik de payını almaktadır. Bu kapsamda KİT’ler ya tamamen kapatılmakta ya da özelleştirilmektedir. Özelleştirilen KİT’lerin önemli bir bölümü de y ine üretim dışı kalmaktadır. Üretim dışı kalan KİT’lerin önemli bir kısmı da tarıma dayalı sanayi işletmeleridir. Bu işletmelerin üretim dışı kalmaları sonucunda; işsiz kalanlar sadece o kuruluşlar da çalışan insanlar olmayıp, sözkonusu KİT’ler için tarımsal ürün yetiştiren çiftçiler de ürünlerine alıcı bulamamaktadırlar ve dolayısı ile işsiz kalmaktadır lar. Sigara ve şeker piyasasında yerli üretimin saf dışı bırakılmasıyla, hem tekel ve şeker fabrikası çalışanları, hem de onbinlerce tütün ve şekerpancarı üreticisi işsiz kalmıştır. 3.2.3. Kamu Hizmet Alanlarının Özelleştirilmesine Yönelik Çalışmalar Küreselleşme, kapitalizmin ortaya çıkışından itibaren onun ayrılmaz bir parçası olmuş ve 1970’li yıllarda giderek hız kazanmıştır. Tüm dünyayı tek pazara dönüşt ürme gayreti, elektronik ve bilgi işlem teknolojilerindeki gelişmelerden de yararlanılarak sürdürülmektedir. Sermayenin küreselleşme sürecinde; mal, hizmet ve finans piyasalarının serbestleşmesi ve uluslararası sermayenin önündeki tüm engellerin kaldırılm asına 138 Zaim, Sabahaddin, a.g.e. s. 124. 103 yönelik çalışmalar devam etmektedir. Ayrıca bu amaca yönelik olmak üzere ulusal üretim ve emek piyasalarının kuralsızlaştırılmasına da çalışılmaktadır. üretim ve emek piyasalarının kuralsızlaştırılmasına da çalışılmaktadır. Ekonomik refahın artmasının koşulu ve ölçütü olarak sadece sermayenin karlılığını esas alan anlayışa göre, başta eğitim ve sağlık, sosyal alt yapı olmak üzere kamu hizmetlerinin piyasanın görünmez eline (kar güdüsüne) bırakılması savunulmaktadır. Böylece piyasanın önündeki tüm engeller kaldırılarak, kamu yatırımları azaltılacak, her türlü mal ve hizme t üretimi özelleştirilecektir. Dünya ekonomilerinin tek pazara dönüştürülmesi sürecinde; ulusa l devletin denetim gücü uluslararası tekellere devredilmekte ve emek piyasaları esnekl eştirilerek emek örgütlerinin kazanımları yok edilmektedir . Tek pazara yönelik engellerin kaldırılmasında siyasi müdahaleler de etkin rol oynamaktadır. IMF ve Dünya Bankası gibi örgütlerin bu süreçte önemli bir yaptırım gücü vardır. Türkiye gibi ülkelere küreselleşmeye uyum politikaları bu kurumlar tarafından dayatılmaktadır. Yeni liberal politikaların az gelişmiş ülkelere önerdiği “kalkınma” modeli, daraltıcı para ve maliye politikalarına dayanan ve yüksek reel faiz ve devalüasyon riskinden arındırılmış bi r döviz kuru sistemini amaçlayan, dışa açık bir iktisadi yapıyı öngörmektedi r. 1995 yılında yürürlüğe giren Dünya Ticaret Örgütü içinde hizmet alanlarının uluslararası ticaretini dünya bağlamında denetleyecek bir anlaşma olan Hizmet Ticareti Genel Anlaşması (GATS) imzalanmıştır. GATS, uluslararası hizmet ticaretine ilişkin temel k avram, kural ve ilkeleri ortaya koyan çok taraflı bir anlaşmadır. Türkiye bu anlaşmaya kurucu üye olarak imza koymuş, 1995 yılı itibariyle Dünya Ticaret Örgütü üyeliği ile birlikte uygulama alanına girmiştir. GATS ile hizmet sektöründeki ticari rekabet ve uluslararası hizmet ticareti önündeki son idari engellerin de aşamalı olarak kaldırılması hedeflenmektedir. GATS, hizmet alanlarının serbest piyasaya açılması için mevcut düzenlemeleri genişleten ve hukuki işlerlik kazandıran çok taraflı yatırım ve ticare t anlaşmasıdır. Eğitim, sağlık, sosyal güvenlik, ulaşım, posta, belediye hizmetleri, doğa, kültür, içme suyu, ulusal 104 kaynaklar gibi akla gelebilecek her türlü hizmet alanını kapsamaktadır. Piyasanın kar mantığına teslim edilmesi konusunda anlaşma sağlanan hizmet alanları şunlardır:mantığına teslim edilmesi konusunda anlaşma sağlanan hizmet alanları şunlardır:139 1. Telekom, posta hizmetleri, görsel ve işitsel iletişim hizmetleri. 2. İnşaat ve bağlantılı mühendislik hizmetleri , 3. Eğitim, 4. Su iletim sistemleri, enerji ve atık su işleme, 5. Tüm çevresel hizmetler, 6. Finansal, mali, ve bankacılık hizm etleri, 7. Sosyal hizmetleri de kapsayacak şekilde sağlık ve bağlantılı hizmetler , 8. Turizm seyahat ve bu iki sektörle bağlantılı tüm hizmet ve ürünlerinin üretimi, 9. Kültürel ve sportif hizmetler, 10. Kara, hava, deniz ve tüm diğer ulaşım hizmetleri . GATS hükümleri, kamu hizmetlerinin adım adım şirketlerin tekeline geçmesine yardımcı olacak biçimde düzenlenmiştir. Anlaşma da yabancıların ülke pazarlarına girişlerine sınırsız ve koşulsuz haklar sağlanması, şirketlere DTÖ ülkeleri aleyhinde Tahkim Kurulu’na gitme hakkın ın tanınması ve potansiyel kar kayıplarının ev sahibi ülke tarafından karşılanması, kamu yararı standartlarının yaşama geçmesinin önlenmesi, hükümet fonlarının kamu yararı, belediye hizmetleri ve sosyal programlar için kullanılması yetkisinin sınırlandırıl ması gibi birçok düzenleme mevcuttur. GATS, kamu yararı ve demokrasi kavramlarının dünya çapında tahrip eden bir anlaşmadır. Hükümetlerin yetkileri, küresel sermayenin en üst kurulu olarak Dünya Ticaret Örgütü’ne devredilmektedir. Kamu hizmetlerinin özell eştirilmesini ya da serbest piyasaya açılmasıyla kamudaki örgütlü çalışanların yerini güvencesiz, örgütsüz ve daha ucuz emek almaktadır. Ücretler azalırken sosyal kazanımlar da yitirilmektedir. Bu süreç sadece kamu çalışanlarına zarar vermekle kalmayıp; ta rımdaki çöküşle birlikte işsizlik 139 World Trade Organisation, ‘’ General Agreements On Trade In Services ’’, http://www.wto.org/english/docs_e/docs_e.htm 105 artmakta ve gerek hizmet üretimi için gerekli olan ürünleri de kapsaması, gerekse destekleme kredilerinin kalkmasıyla birlik te hem kamu hem de diğer sektör ler doğrudan etkilenmektedir. İşsizlik ve yoksulluğun artması, sosy al standartların daha da gerilemesi aynı zamanda geniş kitleler açısından toplumsal dışlanmanın artması anlamına da gelmektedir. Eğitim, sağlık, beslenme, sağlıklı bir çevrede yaşama gibi en temel insan hakları piyasaya ve piyasanın acımasız kurallarına te rk edilmektedir. destekleme kredilerinin kalkmasıyla birlik te hem kamu hem de diğer sektör ler doğrudan etkilenmektedir. İşsizlik ve yoksulluğun artması, sosy al standartların daha da gerilemesi aynı zamanda geniş kitleler açısından toplumsal dışlanmanın artması anlamına da gelmektedir. Eğitim, sağlık, beslenme, sağlıklı bir çevrede yaşama gibi en temel insan hakları piyasaya ve piyasanın acımasız kurallarına te rk edilmektedir. 3.2.4. KİT’leri Tasfiye Süreci ve Uygulanan Personel Rejimi KİT’lerde personel istihdamı 233 sayılı KHK’nin 43. maddesine göre yapılmaktadır. Buna göre KİT’lerde memurlar (Kadrolu Personel), sözleşmeli personel ve işçiler belirli bir sözl eşmeyle teşebbüste çalışan; işçi ve memurun statüsünde olmayan personeldir. KİT’lerde istihdam edilen personelden memurlar 657 sayılı Devlet Memurlar ı Kanunu’na, işçiler ise İş kanunu’na tabi olarak çalışmaktadırlar. Sözleşmeli personel istihdam edilmesi hakkında açık bir yasal düzenleme yoktur. Ancak sözleşmeli personel uygulamasının temeli Anayasada mevcuttur. Anayasanın 128. maddesinde “Devletin, kamu iktisadi teşebbüsleri ve diğer tüzelkişilerin genel idare esaslarına göre yürütmekle yükümlü oldukları kamu hizmetlerinin gerektirdi ği asli ve sürekli görevler, memurlar ve diğer kamu görevlileri eliyle görülür” denilmektedir. KİT’lerde istihdam edilen sözleşmeli personeli bu maddede geçen “diğer kamu görevleri” kapsamında değerlendirmek mümkündür. Başbakan lığın KİT personelinin sözleşmeli statüye geçirilmesinin esaslarını açıklayan genelgesinde anayasanın 128. maddesine uygun luk vurgulanmıştır. 233 sayılı KHK’nin 43. maddesi de bu prensibe uygun olarak düzenlenmiş ve KİT’lerde memurların çalıştırabileceği g ibi memur ve işçi statüsünde olmayan sözleşmeli personelin de çalıştır ılabileceği hükme bağlanmıştır. Böylece sözleşmeli personel Anayasanın 128. maddesindeki diğer kamu görevl ileri kavramı içine sokulmuştur. Böyle bir yorum tüm KİT çalışanlarını sözleşmeli personel statüsünde çalıştırma sonucuna götürmüştür. Hatta son yıllarda KİT dışındaki genel 106 katma bütçeli kuruluşlar KHK’ler çerçevesinde sözleşmeli personel çalıştırma yolunu seçmişlerdir.seçmişlerdir.140 Sözleşmeli personel denilince, özel öğrenim gerektiren belirli görevlerde, yasalarda belirtilen esaslara uygun olarak, geçici ve süre li işlerde sözleşme ile çalıştırılan kişiler anlaşılmaktadır. Sözleşmeli statü belirli bir iş için uzmanlaşmış bir elemanı yüksek ücretle çalıştırarak, işi en iyi biçimde yürütmek ve iş bittikten sonra çalışan kişinin ilişiğini keserek devlet bütçesine gereksiz yere yük olmasını önlemek için geliştirilmiş bir statüdür. 12 sayılı KHK’de sözleşmeli personelin ancak zorunlu hallerde sınırlı olmak üzere, özel bir meslek bilgisine ve ihtisasın a ihtiyaç gösteren geçici işlerde ya da kalkınma plan ve programlarında yer alan önemli projelerin hazırlanması, gerçekleştirilmesi, işletilmesi ve işbirliği, için şart olan hallerde ilgili kurumun önerisi üzerine Devlet Personel Başkanlığı ile Maliye Baka nlığı’nın görüşleri alınarak Bakanlar Kurulu Kararı ile çalıştırabileceği belirtilmiştir. Amaç KİT’lerde ve diğer kurumlarda üst kademe yönetiminin ihtiyaç duyduğu nitelikli elemanların özel sektöre geçişini önlemektir. Üst kademe yöneticiler için doğru ol an bu gerekçe KİT personelinin tümü için geçerli değildir. Sıradan bir KİT personelin in sözleşme ile çalışıyor olması, işine son verilmesini kolaylaştırmaktadır. Bu ise KİT’lerin özelleştirilmesine yönelik bir istihdam politikasıdır. İşçi statüsünde çalışa nların bile sözleşmeli statüye geçilmesinin temelinde bu tür personelin sahip olduğu toplu sözleşme ve grev hakkı gibi bazı güvencelerden uzaklaştırma yatmaktadır. Kamu kemsinde ve KİT’lerde gittikçe arta n sözleşmeli personel çalıştır ma isteğinin nedeni KİT’lerin özelleştirilmesidir. Bir başka ifade ile özelleştirilecek işletmelerin alıcılar açısından cazip hale getirilmek istenmesindendir. Sözleşmeli personel uygulamasının yaygınlaştığı yıllar ile özelleştirme girişimlerinin hız kazandığı yılların çakışması bir tesadüf değildir. Sözleşmeli Personel uygulaması diğer taraftan sendikasızlaştırmanın bir aracı olmuştur. 141 Özelleştirme sürecinde KİT’lerde çalışan personel sayısı azalırken sözleşmeli çalışanların sayısı oransal olarak artmıştır. 140 Serim, Bülent, Sözleşmeli Personel, Gümüş Matbaası, Ankara, 1987. s. 94. 141 Işıklı, Alpaslan, Özelleştirme ve Sendikalar, Dünyada ve Türkiye’de Özelleştirme , ODTÜ İ.İ.B.F. Yayınları, Ankara, 1991, s.50. 107 Tablo 8 – KİT’lerde Çalışan Sözleşmeli Personel, M emur ve İşçi Sayısı – KİT’lerde Çalışan Sözleşmeli Personel, M emur ve İşçi Sayısı Yıllar Sözleşmeli Personel Memur İşçi 1984 1.374 297.470 443.271 1987 116.786 223.602 486.055 1991 270.889 84.661 425.317 1993 266.458 94.401 399.295 1995 237.411 91.881 337.214 2002 179.698 17.240 256.721 2004 116.517 9.097 250.749 2006 85.016 7.047 141.414 Kaynak: Hazine Müsteşarlığı “KİT’lerde İstihdam Sayısı’’,http://www.hazine.gov.tr Yukarıdaki tabloda yıllar itibariyle KİT’lerde memur, işçi ve sözleşmeli personel istihdamı görülmektedir. Özelleştirme faaliyetlerinin başladığı yıllardan itibaren sözleşmeli personel sayısında hızlı bir artış olmuştur. 1984 yılında 1.374 sözleşmeli personel var iken bu sayı 1993 yılında 266.458 kişiye yükselmiştir. Bu dönemde sözleşmeli personel artışının öne mli nedeni memur ve işçi statüsündeki personelin sözleşmeli statüye geçirilmesidir. Di ğer taraftan tabloda da görüldüğü gibi memur ve işçi sayısındaki azalmanın nedeni de bunların sözleşmeli statüye geçmiş olmasıdır. Sonraki yıllarda yapılan özelleştirmel er sonucunda KİT’lerde çalışan işçi, memur ve sözleşmeli personel sayısında önemli azalışlar olmuştur. KİT’lerde sözleşmeli personel çalıştırılmasıyla ilgili temel ilkeleri 233 sayılı KHK’nin 41. maddesinde bulabiliriz. Bu ilkeler; -Yetenekli elemanlarının işe alınması, işin gereğine uygun olarak yetiştirilmesini, 108 -Verimlilik kararlılık ilkelerine bağlı olarak maliye t bilinci içinde çalıştırılmasını, Verimlilik kararlılık ilkelerine bağlı olarak maliye t bilinci içinde çalıştırılmasını, -Çalıştığı kuruluşta göreve devamını özendirecek bir özlük haklar ı sisteminin gerçekleştirilmesini, -Yaratıcılığın, girişimciliğin, başarının ve çabanın maddi ve manevi olar ak değerlendirilmesini öngörmektedir. Aynı kanun hükmünde kararnamenin 43. maddesinde, KİT’lerde sözleşmeli personel çalıştırılabileceği; sözleşmeli personelin, belirli bir sözleşme ile teşebbüs te çalışan, işçi ve memur statüsünde olmayan personel olduğu; 44. maddesinde, sözleşmeli personel aylık ücret ile işyerinin üretim, karl ılık, verimlilik, kalite, satış, ihracat ve diğer hususlarda başarılı olması halinde ve bu başarıya katkısı oranında aza lıp çoğalan prim verileceği hükme bağlanmıştır. KHK’nin 46. maddesinde, sorumluluk ve yükümlüğünü yerine getirmeyen KİT personelinin devlet memuru gibi cezalandırılacağı; 48. maddede, personelin belli bir süre veya geçici olarak ve maddede belirtilen gör evlerle yurt dışına gönderilebileceği; 49.maddesinde de sözleşmeli personelin, bu KHK ile öngörülen haller dışında başka bir işle meşgul olmayacakları belirtilmiştir. 233 Sayılı KHK ile KİT’lerde işlerin memur, sözleşmeli personel ve iş çiler tarafından yerine getirileceği belirtilirken 308 sayılı KHK ile KİT’lerde işlerin sözleşmeli personel ve işçiler eliyle yerine getirileceği ve memurların da en geç 1988 yılı sonuna kadar sözleşmeli statüye geçmeleri öngörülmüştür. Ancak Anayasa Mahkemesi 308 sayılı KHK ’nin bazı maddelerini iptal etmiştir. Bunun üzerine KİT personeliyle ilgili 399 sayılı KHK 1990 yılında yürürlüğe girmiştir. Anayasa Mahkemesi’nin iptal kararı doğrultusunda düzenlenen bu kararname ile KİT’lerde genel idare esaslarına göre yürütülen işler de 657 sayılı Devlet Memurları K anunu’na tabi olarak memur çalıştırılabileceği hükmü ile KİT çalışanları; memur , sözleşmeli personel ve işçiler olmak üzere üç gruba ayrılmıştır. Anca bu kararnameye göre memur olarak çalışan personel isterse sözleşmeli hale gelebilecektir. 399 sayılı KHK’nın bazı maddeleri 1991 yılında Anayasa Mahkemesi ’nce iptal edilmiştir. Personel rejimini düzenlemek üzere yayımlanan ancak a nayasaya aykırılık gerekçesiyle iptal edilen 399 sayılı KHK ‘nin iptal gerekçeleri de dikkate alınar ak yeni bir düzenleme yap an 3771 109 sayılı kanun 1992 yılında yürürlüğe girmiştir. 1991 yılında yürürlüğe giren 453 sayılı KHK ile 399 sayılı KHK’ nın 58’inci maddesi değiştiriler ek sözleşmeli personel hakkında da söz konusu KHK’de bulunmayan hallerde 657 say ılı Kanun’un ilgili hükümlerinin uygulanması öngörülmüştür. KHK ile 399 sayılı KHK’ nın 58’inci maddesi değiştiriler ek sözleşmeli personel hakkında da söz konusu KHK’de bulunmayan hallerde 657 say ılı Kanun’un ilgili hükümlerinin uygulanması öngörülmüştür. KİT’lerde çalışan işçiler özel hukuk hükümlerine göre istihdam edilmektedir. KİT’lerde işçi personelin istihd amı; 1475 sayılı İş Kanunu, 2821 sayılı toplu İş Sözleşmesi Grev ve Lokavt Kanunu, 2822 sayılı sendikalar Kanunu, 506 sayılı sosyal sigortalar kanunu ile bu kanunlarda ek ve değişiklik yapan Kanun ve KHK hükümlerine göre yürütülmektedir. Özelleştirmeyi savunanlara göre KİT’lerin başarısızlıklar ının altında yatan en önemli neden bu işletmelerdeki aşırı istihdamdır. Bu görüşe göre “KİT’lerde yıllarca politik baskılar sonucu verimlilik dikkate alınmadan sadece istihdam amacı ile kadrolar genişletilmiş ve ihtiyaç fazlası istihdam ortaya çıkmıştır. Bu durum zaman geçtikçe KİT’lerin giderlerini artırmış ve kamu kesimi açıklarına neden olmuştur. Böylece, bütçeden bu işletmelerin açığını kapatmak amacıyla büyük paylar ayrılmıştır. Bu da Türkiye’de enflasyonun en önemli nedenlerinden birini oluşturmuştur. 142 Bu anlamda özelleştirme uygulamalında yapılac ak ilk iş özelleştirme kapsamına alınan işletmelerdeki istihd amın azaltılması olmaktadır. Bu güne kadar yapılmış olan özelleştirme uygulamaları bu olguyu kanıtla maktadır. Özelleştirmeler bir yanda n işsizliğe neden olurken diğer yanda n özel sektöre göre daha iyi durumda olan, kazanılmış sosyal haklara sahip, sendikalarda örgütlü kamu işçiliği tasfiye edil mektedir. Özelleştirilen kamu işletmelerinde, çok daha düşük ücretle, sosyal haklardan mahrum ve sendikasız işçi çalıştırılması yaygın hale gelmektedir. 3.2.5. İstihdamda Farklılaşma, Esnek Çalışma ve İşsizlik 1973 Petrol kriziyle yaşanan ekonomik durgunluk döneminde öncelikle istihdamın artırılması, işsizliğin azaltılması amacıyla standart istihdam türü yanı sıra alternatif istihdam türü olarak “standart dı şı istihdam türleri” ne ihtiyaç duyulmuştur. Standart dışı çalışma, 1980’li yıllara gelindiğinde bu defa küreselleşme ve 142 Boratav, Korkut ve Ergun Türkcan, Türkiye’de Sanayileşmenin Yeni Boyutları ve KİT’ler , Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul, 1993, s. 47. 110 özelleştirmenin neden olduğu uluslararası r ekabete karşı emek maliyetinin azaltılmasında da başvurulan yollardan biri haline gelmiştir. İşletmelerin emek maliyetlerini azaltma çabaları, sonuçta esnek çalışma şekillerinin yaygınlaşmasında giderek etkili olmuştur. ekabete karşı emek maliyetinin azaltılmasında da başvurulan yollardan biri haline gelmiştir. İşletmelerin emek maliyetlerini azaltma çabaları, sonuçta esnek çalışma şekillerinin yaygınlaşmasında giderek etkili olmuştur.143 İşgücü maliyetini düşürerek rekabet gücünü artırmak isteyen firmalar, yatırımlarını öncelikle yasalarla korunan işgücü piyasa larında saat ücretiyle işçi çalıştırmak yerine sosyal korumanın olmadığı , düşük ücretle çalışmaya hazır işçi bulabilecekleri ülkelere yapmayı tercih etmişlerdir. Küresel işgücü piyasalarına açılamayan firmalar ise, çalışma hayatı mevzuatında esnekleşmeye v e kuralsızlaştırmaya gidilmesinin gerekliliğini savunmuşlardır. Bu bağlamda, kısmi süreli çalışma, evde çalışma, iş paylaşımı, çağrı üzerine çalışma gibi biçimleri olan esnek çalışma, istihdam artırıcı, işsizliği azaltıcı etkisiyle birlikte ekonomik rekabe tin olumsuzluklarını aza indirgemede, işletmelerin rekabet gücünü artırmada gerekli görülmektedir.144 Esnek çalışma şekilleri 1980 sonrası dönemde giderek yaygınlaşmıştır. İşveren tarafı, işletmede tam gün ihtiyaç duymadığı, haftanın belirli günlerinde ya da belirli saatlerinde ihtiyaç duyduğu uzmanlık ve bilgiyi sağlayacak iş gücünü tam sürekli çalışana oranla daha ucuza temin edebildiği için esnek çalışma türlerini benimsemiştir. İşçi kesimi ise, en azından kendisine istihdam imkanı, az da olsa belirli bir gelir güvencesi sağladığından bu tür istihdamı kabullenmek zorunda kalmıştır. 145 Klasik iş hukuku literatüründe işçinin ve işyerinin tanımında bile ciddi deği şmeler ortaya çıkmıştır. İşçinin işyerinde işverene bağımlı olarak bir ücret karşılığında çalışan kişi olduğu biçimindeki tanım artık bütün çalışanları ifade edememektedir. Türkiye’de 1936 tarih ve 3008 sayılı ilk iş Kanunu’nun yürürlüğe girdiği 1937’den 2003’e kadar yasal olarak sadece tam süreli standart çalışma biçimine izin verilmiştir. Bireysel iş hukukunda köklü değişikliklere g idildiği 2003 yılına kadar Türk İş mevzuatı istihdam türleri ve iş süreleri bakımından esnekliğe yer vermemiştir. 143 Kutal, Gülten, Türkiye’de İstihdam Politikaları , Esneklik ve Yeni İsthdam Türleri , Beta Yayınevi, İstanbul, 2004, s. 121-136. 144 Yavuz, Arif, Esnek Çalışma ve Endüstri İlişkilerine Etkisi , Kamu-İş, Yayını, Ankara, 1994. 145 Dereli, Toker, “Teknolojik Değişmeler, Çalışm a İlişkileri ve Yeni İstihdam Türleri ”, Endüstri İlişkileri ve İnsan Kaynakları Dergisi , C.3, s.2 İstanbul, 2001. 111 1990’lı yıllarda işveren kesimi, küreselleşme sürecinde işletmelerin ort aya çıkan yeni çalışma koşullarına uyum sağlayabilmesi için, İş kanunu’nda esnekliğe yer veren düzenlemeler yapılmasını istemişlerdir. Bu arada bazı işverenler yasal düzenleme yapılmasını beklemeden kısmi süreli çalışma, çağrı üzerine çalışma, eve iş verme gibi farklı istihdam biçimlerini uygulamışlardır. 2003 yılında yürürlüğe giren 4857 sayılı yeni İş Kanunu’nda 67 yıl uygulamada kalan tek istihdam türü olarak uygulanan standart çalışma yanında esneklik içeren yeni istihdam türlerine yer verilmiştir. Küreselleşme sürecinin ekonomik ve sosya l boyutunun Türk çalışma hayatına getirdiği değişim dikkate alınarak yeni düzenlemeler yapı lmıştır. aya çıkan yeni çalışma koşullarına uyum sağlayabilmesi için, İş kanunu’nda esnekliğe yer veren düzenlemeler yapılmasını istemişlerdir. Bu arada bazı işverenler yasal düzenleme yapılmasını beklemeden kısmi süreli çalışma, çağrı üzerine çalışma, eve iş verme gibi farklı istihdam biçimlerini uygulamışlardır. 2003 yılında yürürlüğe giren 4857 sayılı yeni İş Kanunu’nda 67 yıl uygulamada kalan tek istihdam türü olarak uygulanan standart çalışma yanında esneklik içeren yeni istihdam türlerine yer verilmiştir. Küreselleşme sürecinin ekonomik ve sosya l boyutunun Türk çalışma hayatına getirdiği değişim dikkate alınarak yeni düzenlemeler yapı lmıştır. 4857 sayılı Kanun, esnek çalışma biçimlerine “Kısmi Süreli ve Tam Süreli İş Sözleşmesi” başlığı altında 13. maddede ve “Çağrı üzerine çalışma” adı altında 14. maddede yer verilmiştir. Diğer taraftan, yeni iş Kanunu’nda 11. maddede esaslı bir nedene dayalı olarak belirli süreli sözleşmelerin sınırsız sayıda yapılabilmesine imkan tanınmasıyla da esneklik sağlanmıştır. Yeni İş Kanunu’nun 7. maddesinde, yaygın adıyla “ödünç iş ilişkisi” olan, holding içi ilişkilerde, şirketlerin vasıflı iş gücü ihtiyacının karşılanmasında ya da mali güçlüklerle karşılaşan işverenlerin işçisini, işlerin düzelmesine kadar başka bir işverene verilmesi şeklinde ortaya çıkan “geçici iş ilişkisi” ne imkan tanınmıştır. Yine İş Kanunu’nun “Çalışma Süresi” başlıklı 63. maddesinde işverenlere, “yoğunlaştırılmış ve “denkleştirilmiş” iş süreleri belirleme imkanı verilmiştir. Böylelikle 1475 sayılı Kanun’daki haftalık 45 saatlik sürenin çalış ılan günlere eşit olarak bölünme zorunluluğu kaldırılarak çalışma sürelerinde esneklik sağlanmıştır. Tarafların anlaşması ile haftalık normal çalışma süresi, işyerlerinde haftanı n çalışılan günlerine, günde onbir saati aş mamak koşuluyla farklı şekilde dağı tılabilir hale getirilmiştir. Yasanın 64. maddesinde ise; zorunlu nedenlerle işin durması, ulusal bayram ve genel tatillerden önce veya sonra işyerinin tatil edilmesi ya da işçinin talebi ile kendisine izin verilmesi hallerinde işveren e iki ay içinde çalışılmayan süreler için telafi çalışması yaptırabilmesine imkan vermiştir. 112 3.2.6. . İstihdamda Yapısal Sorunlar ve Kamu Yatırımlarının Gerekliliği İstihdamın yapısı ve sorunları ülkelere göre değişiklik göstermektedir. Sanayileşmiş ülkelerde ürün bileşimi ve istihdamın sektörel yapısı, sanayi sektöründen hizmetler sektörüne doğru gelişmektedir. Bu ülkelerin istihdam sorunları daha çok konjonktürel özellik taşımakta ve emek tasarruf eden ileri teknolojilerin yol açtığı sorunlar daha yoğun yaşanmaktadır. Sanayileşmekte olan ülkelerde tarım sektörü önemli bir istihdam alanı olduğundan bu ül kelerde istihdamın yapısı tarım da makineleşmeye ve ülkedeki sanayileşme sürecine bağlı olarak köyden kente göçe yol açmakta, sonuçta istihdamın yapısı tarımdan sanayi ve hizmetler sektörüne doğru değişmektedir. Türkiye’de istihdam sorunu yapısal bir niteli k taşımaktadır. Bir taraftan azgelişmiş ülkeler ortalamasına yakın hızda artan nüfusun baskısı ve nüfusun nitelik, meslek-iş bileşimindeki olumsuzluklar, diğer taraftan ileri teknoloji kullanımının ve otomasyonun açığa çıkardığı iş gücü fazlası ve istihdam yarat ma potansiyeli yüksek sektörlerde yatırım için yeterli kaynak yaratılamaması, sorunu yapısallaştırmaktadır. Gelişme sürecinde ve zorunluluğunda olan Türkiye, ekonomik ve sosyal yapısındaki dengesizliklere ek olarak, uygulanmakta olan makro ekonomik politikaların da etkisiyle her geçen gün daha ağırlaşan istihdam ve işsizlik sorunuyla karşı karşıya bulunmaktadır. Gerek bölgelerarası eşitsizliklerin giderilmesi gerekse yörece geri kalmış bölgelerde istihdamın ve gelirin artırılması için sosyal fayda ilkesiyle çalışan kamu işletmelerine duyulan ihtiyaç kaçınılmazdır. İster yerli ister yabancı olsun, özel sermaye şirketleri, piyasa fiyatlarının belirlediği kar ve maliyet hesaplarına göre çalışmaktadır. Dolayısıyla, bir özel sermaye grubunun, geri kalmış bir bölgede yatırım yaparak üretimde bulunması, piyasa fiyatlarının muhasebe yönetimlerinde zarar edeceği gerekçesi ile söz konusu olmaya bilir. Oysa bölgesel kalkınma ve bölgesel gelirin artırılması açısından sosyal faydanın yüksek olduğu böylesi durumlarda kamu işletmeciliğinin geliştirilerek sür dürülmesi gerekli olmaktadır. 113 GENEL DEĞERLENDİRME VE SONUÇ Türkiye, ekonomik ve sosyal yapısındaki dengesizliklere ek olarak, uygulanmakta olan özelleştirme politikasının da etkisiyle her geçen gün daha da ağırlaşan istihdam ve işsizlik sorunuyla karşı k arşıya bulunmaktadır. Bu durum, ülkenin sosyal ve siyasal yapısında olumsuz gelişmelere yol açacak nitelik kazanmaktadır. AB düzeyinde ve tarzında sosyal koruma sistemi olmayan Türkiye’de, devletin özelleştirmeler yoluyla ekonomiyi yönlendirmedeki rolü aza ltılmaktadır. Sorunun çözümünü piyasa kurallarının serbest işleyişine terk etmek yönündeki yaklaşımlar, sosyal devlet anlayışıyla bağdaşmamaktadır. İstihdam, gündeme geldiğinde genellikle diğer ekonomi politikalarının gölgesinde kalmaktadır. İşsizliğe y önelik çözüm önerisi olarak ‘’Türkiye büyüyecek ve büyüyen ekonomide istihdam artacak’’ c ümleleriyle sınırlı kalmaktadır. Türkiye son yıllarda büyüme hedeflerini, yabancı sermayeye, dolayısıyla ithalata dayalı yatırımlara ve tüketime bağlamış bulunmaktadı r. İthalata ve dış kaynağa dayalı büyümeye çalışan Türkiye’nin kambiyo rejimiyle birlikte yabancı sermaye mevzuatını da değiştirmesiyle, dış kaynaklar, sabit sermaye yatırımları ve üretim yerine kısa vadeli portföy yatırımlarına yönelerek ‘’sıcak para’’ halini almaktadır. Böylece, yabancı sermaye girişine bağlı büyüme ile istihdam arasındaki ‘’nedensellik’’ ilişkisi giderek ortadan kalkmaktadır. İstikrarsız ve dalgalanmalara bağlı büyüme , kalıcı bir istihdam ortamı sağlamaktan uzaktır. Bu nedenle Türkiye bü yüyen ancak istihdam yaratamayan bir ülke konumundadır. Küreselleşme; içinde bulunduğumuz dönemde etkinliğini artıran kapitalizmin çok uluslu şirketler aracılığıyla dünya boyutunda kurduğu ekonomik egemenliğin son aşaması olmuştur. Gelişmiş ülkeler, mal h izmet ve sermayeyi ülkeler arasıda olağan üstü bir hızla dolaştırarak, gelişmekte olan ülkelerin ekonomisini, sanayisini ve çalışanlarını büyük çapta etkilemekte, politik ve toplumsal değerleri bozarak, gelir dağılımını kötüleştirmektedirler. Spekülatif sermaye, olağanüstü boyutlara ulaşan krizlerin yıkıcı etkileri ile çalışanları yoksul laştırmaktadır. Özelikle son yı llarda çalışanların sosyal hakları ve ücretleri azalmış ve refah düzeyleri düşmüştür. Küreselleşme aynı zamanda, tekellerin aşırı kara dayanan birikimi için savaş, gerginlik, çevre sorunları, dünya kaynak ve değerlerinin yağmalanmas ına neden olmaktadır. Çok uluslu şirketlerin temel 114 stratejileri ise bu düzene karşı koymak isteyenleri yok etmektir. Bu amaçla sendikasızlaşma, uluslararası tahkim yoluyla, IMF ve Dünya Bankası baskısıyla özelleştirme ve rant ekonomisini egemen kılma uygulamalarıyla gelişmekte olan ülkelerin geleceklerini ipotek altına almaktadır lar. Sermaye toplum ilişkisinde , toplumun güvenliğini sağlayan kamu yatırımlarının ortadan kaldırılması; toplumu sermaye karşısında korumasız, güvencesiz bırakmaktadır. Toplumsal kaynakların toplumun ihtiyaçlarının giderilmesi için kullanılma sını öngören kamusal ekonomi yerine; sermayenin ihtiyaçlarına uygun olarak yapılanan piyasa ekonomisi yerleştirilmektedir. Böylece kamu hizmetleri de kamusal yarar çerçevesinde değil, piyasa mantığı ile tanımlanarak paralı hale getirilmektedir. karşı koymak isteyenleri yok etmektir. Bu amaçla sendikasızlaşma, uluslararası tahkim yoluyla, IMF ve Dünya Bankası baskısıyla özelleştirme ve rant ekonomisini egemen kılma uygulamalarıyla gelişmekte olan ülkelerin geleceklerini ipotek altına almaktadır lar. Sermaye toplum ilişkisinde , toplumun güvenliğini sağlayan kamu yatırımlarının ortadan kaldırılması; toplumu sermaye karşısında korumasız, güvencesiz bırakmaktadır. Toplumsal kaynakların toplumun ihtiyaçlarının giderilmesi için kullanılma sını öngören kamusal ekonomi yerine; sermayenin ihtiyaçlarına uygun olarak yapılanan piyasa ekonomisi yerleştirilmektedir. Böylece kamu hizmetleri de kamusal yarar çerçevesinde değil, piyasa mantığı ile tanımlanarak paralı hale getirilmektedir. Türkiye’de devlet ve özel likle hükümetler bir geleneğe, iktisat felsefesine ve iktisat modeline sahiptir. Türk ekonom isi için tercih edilen ekonomik model, temeli ile özel karar ve tercih serbestliğine, fakat kamu kesiminin büyük bir güce sahip bulunduğu ve teorik olarak piyasa mekanizmasına bağlı bir karma ekonomi modelidir. Bu karma ekonomik yapıda devlet, ekonomiyi yö nlendirme ile ilgili sorumlukları, fikirleri ve gücü, başta Anayasa ’nın hükümete yüklediği sosyal sorumluluklar çerçevesinde; sosyal adalet, tam istihdam, sosyal güvenlik, refah devleti kavramları ile diğer yasalarda hükümetlere yüklenen ekonomik sorumlulu ktan almaktadır. Bu yönüyle devlet, temel iktisat felsefesi ile , ulusal ekonomik hedefleri ile , kamu hizmetlerine yönelik kararları ile, ekonomiye yaptığı dolaysız müdahalelerle, bürokratik kontrollerle, genel iktisat politikası ile ekonominin gidişine ve özel sektörün faaliyetlerine tesir etmektedir. Bu kararlar ve tesi rler içerisinde KİT’lerin yeri ve önemi büyüktür. KİT’ler, piyasa ekonomisinin kuralları çerçevesinde kaynak yaratan, istihdam sağlayan, ekonominin bütününde d iğer kuruluşların verimliliğin i artıran ve yönlendiren, ekonominin temel kuruluşlarıdır. Çalışmanın sadece bir zorunluluk ya da özgürlük meselesi değil aynı zamanda bir hak olduğu düşüncesi, sosyal hakların gelişmesiyle hayata geçen bir düşüncedir. Çalışma özgürlüğü kavramına anlam ve değer kazandıran da çalışma hakkıdır. Öte yandan çalışma hakkı birçok sosyo -ekonomik hakkın bağlandığı çok temel bir hak konumundadır. Bu nedenle sosyal devlet anlayışının gereği olarak çalışma hayatına yönelik düzenlemeler yapılmaktadı r. Çalışma hakkını kabul eden anlayış içinde devlet, 115 işgücünün eğitimi, iş bulma, çalışma koşullarının iyileştirilmesi, işsizlik sigortası gibi birçok uygulamayı hayat a geçirmek durumundadır. Bu yükümlülüklerin uygulamadaki somut yansımaları, devletin uygulayacağı istihdam politikalarını ortaya çıkarmaktadır. gücünün eğitimi, iş bulma, çalışma koşullarının iyileştirilmesi, işsizlik sigortası gibi birçok uygulamayı hayat a geçirmek durumundadır. Bu yükümlülüklerin uygulamadaki somut yansımaları, devletin uygulayacağı istihdam politikalarını ortaya çıkarmaktadır. İşsizlik sorunu karşısında benimsenen yaklaşım ve politikaların bir ucunda, bu sorunun çözümünü ekonomik gelişmeye bırakan liberal yaklaşımlar yer alırken, diğer ucunda ise bu durumu toplu msal bir sorun olarak kabul ede rek istihdam politikalarına öncelik veren yaklaşımlar bulunmaktadır. Emekten ve ulusal bağımsızlıktan yana olan bir yönetim, sağlık, eğitim, teknoloji, iletişim, tarım, finans ve bankacılık gibi ulusal ekonominin stratejik sektörlerinde ucuz ve sürekli hizmet ve sınai girdi üretmek ve vatandaşlarına gıda güvenliği sağlamak zorundadır. Bu amaçla piyasanın acımasız ve gelir dağılımını bozucu yapısının denetim altına alınması için ’’sosyal fayda-sosyal maliyet’’ ilkesine göre kamusal hizmet üretimi anlayışının ön plana çıkartılması, önemli bir gereklilik olarak görülmektedir. Gerek bölgelerarası eşitsizliklerinin giderilmesi, gerekse görece geri kalmış bölgelerde istihdamın ve gelirin artırılması için sosyal fayda ilkesiyle çalışan kamu işletmelerine duyulan iht iyaç kaçınılmazdır. İster yerli ister yabancı olsun, özel sermaye şirketleri, amaçları gereği, piyasa fiyatlarının belirlediği kar ve maliyet hesaplarına göre çalışmaktadırlar. Bu nedenle, bir özel sermaye grubunun, geri kalmış bir bölgede yatırım yaparak üretimde bulunması, piyasa koşullarında zarar edeceği gerekçesiyle mümkün olmayabilir. Oysa bölgesel kalkınma ve bölgesel istihdamın artırılması açısından sosyal faydanın yüksek olduğu böylesi durumlarda kamu işletmeciliğinin geliştirilerek sürdürülmesi ge rekli olmaktadır. 116 KAYNAKLAR AKDOĞAN; Abdurrahman, Kamu Maliyesi, Gazi Kitabevi, Ankara, 1985. AKGÜÇ, Öztin; “Özelleştirme Yöntemleri ve Uygulama Sorunları,” TABA ve YASED Ortak Paneli, 13.06.1989, Yased Yay., No: 35, İstanbul, 1989. AKGÜÇ, Öztin; Ekonomik Gerçeği Arayış, Bağlam Yayıncılık, Ankara, 1991. AKKOYUNLU, Pınar; Ekonomi ve Yönetim Bilimleri Dergisi, Bahçeşehir Üniversitesi SBE C.1 Eylül, 1999, Sy.1. AKSOY, A. Şinasi; “Özelleştirme -Yeni Dünya Düzeni Karşısında Türkiye” Açık Oturum, 14 Ocak 1995 Ankara, Türk Harb İş Sendikası Yayını. AKTAN, C. CAN; Kamu İktisadi Teşebbüsleri -Özelleştirme, Bilkom Matbaası, İzmir, 1987. ALKİN, Erdoğan; “KİT’lerin Özelliği ve Özelleştirme”, Banka ve Ekonomik Yorumlar Dergisi, Mart, Nisan, 1983. ALPER, Yusuf; İktisadi Amaçları ve Sosyal Sonuçlarıyla Özelleştirme, Sağlık-İş Sendikası Yayınları, Ankara, 1994 . ALTINOK, Tevfik; “KİT, Sorunları ve Özelleştirme”, 3. İzmir İktisat Kongresinde Sunulan Tebliğ, 4-7 Haziran 1992, T.C. Başbakanlık DPT Yayını. ARAY, Suat; KİT’lerin Kuruluşu, Gelişimi ve Düzenlenmesi Çabaları” MPM Verimlilik Açısından KİT’lerin Yeniden Düzenlenmesi ve Geliştirilmesi Semineri, Ankara, 1973. ATASOY, Veysel; Türkiye’de Kamu İktisadi Teşebbüsleri ve Özelleştirme Sorunu, Türk Dünyası Araştırmaları Vak fı Yayınları, Ankara, 1993. AYSAN, Mustafa ve Selahattin Özmen ; Türkiye’de ve Dünya’da Kamu İktisdi Teşebbüslerinin Özelleştirilmesi, Kardeşler Basımevi, İstanbul, 1981. BAKLACIOĞLU, Sadık; Kamu İktisadi Teşebbüsleri -Genel Esaslar-Çeşitli Ülkelerde ve Türkiye’de, Ekonomi ve Maliye Enstitüsü Yayınları, Ankara, 1976. 117 BAŞARAN, Funda ve Önder Özdemir; Telekominikasyonda Özelleştirme, İddialar, Örnekler, Gerçekler, KİGEM Yayınları, Ankara, 1998. BAŞBAKANLIK YÜKSEK DENETLEME KURULU; “1986–1998 Yılları Kamu İktisadi Teşebbüsleri Genel Raporları” , Ankara, 2000. BAŞBAKANLIK YÜKSEK DENETLEME KURULU; Tekel İşletmeleri Genel Müdürlüğü 2001 Yılı Raporu, Ankara, 2002. BAŞBAKANLIK; Ekonomik Önlemler Uygulama Planı , 5 Nisan 1994. BAŞKAYA, Fikret; Küreselleşmenin Karanlık Bilançosu, Özgür Üniversite Kitaplığı, Ankara, 2000. BİNAY, Şükrü; “Kamu İktisdi Teşebbüsleri Sorunlarına Analitik Bir Yaklaşım ”, Hazine ve Dış Ticaret Dergisi, Sy. 17, Ankara, 1993. BORATAV, Korkut ve Ergun Türkcan, Türkiye’de Sanayileşmenin Yeni Boyutlar ı ve KİT’ler, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul, 1993. BULUTOĞLU, Kenan; Kamu Ekonomisine Giriş, Temat Yayınları, İstanbul, 1977. CEVİZOĞLU, Hulki; Türkiye’nin Gündemindeki Özelleştirme, Beyaz Yayınları, İstanbul, 1989. Telekominikasyonda Özelleştirme, İddialar, Örnekler, Gerçekler, KİGEM Yayınları, Ankara, 1998. BAŞBAKANLIK YÜKSEK DENETLEME KURULU; “1986–1998 Yılları Kamu İktisadi Teşebbüsleri Genel Raporları” , Ankara, 2000. BAŞBAKANLIK YÜKSEK DENETLEME KURULU; Tekel İşletmeleri Genel Müdürlüğü 2001 Yılı Raporu, Ankara, 2002. BAŞBAKANLIK; Ekonomik Önlemler Uygulama Planı , 5 Nisan 1994. BAŞKAYA, Fikret; Küreselleşmenin Karanlık Bilançosu, Özgür Üniversite Kitaplığı, Ankara, 2000. BİNAY, Şükrü; “Kamu İktisdi Teşebbüsleri Sorunlarına Analitik Bir Yaklaşım ”, Hazine ve Dış Ticaret Dergisi, Sy. 17, Ankara, 1993. BORATAV, Korkut ve Ergun Türkcan, Türkiye’de Sanayileşmenin Yeni Boyutlar ı ve KİT’ler, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul, 1993. BULUTOĞLU, Kenan; Kamu Ekonomisine Giriş, Temat Yayınları, İstanbul, 1977. CEVİZOĞLU, Hulki; Türkiye’nin Gündemindeki Özelleştirme, Beyaz Yayınları, İstanbul, 1989. CHOSSUDOVSKY, Michel; Yoksulluğun Küreselleşmesi ve IMF ve Dünya Bankası Reformlarının İçyüzü, Çev. Neşenur DOMANİÇ, Çivi Yazıları, İstanbul, 1999. COOK, Paul; Privatization in Less Developed Countries , Harvester Wheatsheat, London, 1988. ÇAĞILTAY, Kürşat; Kullanıcı Gözü İle Türk Teleko m Servisleri, http://www.metu.edu.tr/-kursat/paper/net-tr95/tthtml ÇAVDAR, Tevfik; Türkiye’de Liberalizm, İmge Kitapevi, Ankara, 1992. ÇELEBİ, Işın; Yeni Bir Düzen Anlayışı -Özelleştirme, Milliyet Yayınları, İstanbul, 1995. DERELİ, Toker; ‘’Teknolojik Değişmeler, Çalışma İlişkileri ve Yeni İstihdam Türleri’’, Endüstri İlişkileri ve İnsan Kaynakları Dergisi, İstanbul,2001. 118 DERİN, Haldun; Türkiye’de Devletçilik, Yücel Yayınevi, İstanbul, 1940. Türkiye’de Devletçilik, Yücel Yayınevi, İstanbul, 1940. DİNLER, Zeynel; Mikro Ekonomi, Geliştirilmiş 14. Basım, Ekin Kita pevi, Bursa, 2002. DOĞAN, Yahya; Kamu İktisadi Teşebbüsleri ve Özelleştirme, Fakülteler Kitapevi, İzmir, 1993. DOĞRUEL, A. Suut ve Fatma Doğruel; Osmanlı’dan Günümüze Tekel, Tarih Vakfı Yayınları, 2000. DPT; Ekonomik ve Sosyal Göstergeler (1950 -1995), http://ekutup.gov.tr/ekonomi/gosterge/tr DPT; ‘’Özelleştirme Ana Planı’’, http://www.ekutup.dpt.gov.tr/kit/kilcim/ozel2.html DPT; Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planı, Gıda Sanayi; Özel İhtisas Komisyonu Çay Sanayi; Alt Komisyon Raporu, 2001. DPT; Tütün ve Tütün Mamulleri Sanayi, Özel İhtisas Komisyonu Raporu, Ankara, 2000. EDİL, Yücel; “Nasıl Bir Özelleştirme”, Banka ve Ekonomik Yorumlar Dergisi, Mayıs, 1986. EKİN, Nusret; Gelişen Ülkelerde ve Türkiye’de İşsizlik, İstanbul Üniversitesi Yayınları, İstanbul, 1971. ERDOĞDU, Seyhan; “Hizmet Ticareti Genel Anlaşması ve Mühendislik Hizmetleri” Paneli 28 Aralık 2002 İstanbul. http://www.imoistanbul.org.tr ESMER, Yılmaz; “Piyasa Ekonomisi, Özelleştirme ve Eko nominin Kanunları”, Toplum ve Ekonomi, Sy. 4, İstanbul, 1993. ETİBANK, Cumhuriyetimizin 50. Yılında Etibank, Ankara, 1973. FALAY, Nihat; “Özelleştirmenin Gereklilikleri ve Etkileri ” Maliye Araştırma Merkezi Konferansları Otuzbeşinci Seri, 1991/1992, Yayın No: 77, Güney Matbaası, İstanbul, 1993. GÜLER, Birgül Ayman; “Yeni Sağ ve Devletin Değişimi ” TODAİE Dergisi, 1996. 119 GÜLER, Birgül Ayman; Siyasal ve Yönetsel Liberalizasyon, Kamu Yönetimi Temel Kanunu, 10, 11 Ekim 2003 Kamu Yönetimi ve Yerel Yön etimler Sempozyumu, Türkiye Yol-İş Sendikası, Ankara. Siyasal ve Yönetsel Liberalizasyon, Kamu Yönetimi Temel Kanunu, 10, 11 Ekim 2003 Kamu Yönetimi ve Yerel Yön etimler Sempozyumu, Türkiye Yol-İş Sendikası, Ankara. HAZİNE MÜSTEŞARLIĞI; “KİT’lerde İstihdam Sayısı”, http://www.hazine.gov.tr IŞIKLI, Alpaslan; Özelleştirme ve Sendikalar, Dünyada ve Türkiye’de Özelleştirme, ODTÜ İ.İ.B.F. Yayınları, Ankara, 1991. İSTANBUL SANAYİ ODASI; Türkiye’nin 500 Büyük Sanayi Kuruluşu, 2004. KAFAOĞLU, A. Başer; “KİT’ler Hakkında Bilgiler ve Genel Öneriler Kapsamı”, İktisat Dergisi, Sy. 218-219. İktisat Fakültesi Mezunları Cemiyeti Yayını, Ocak-Şubat, 1993. KARASAN, Candan; ‘’Özelleştirme ve Kamu Sektörü’’ Banka ve Ekonomik Yorumlar Dergisi, Yıl: 24 Sy. 10, Ekim, 1987. KARLUK, Rıdvan; Türkiye’de Kamu İktisadi Teşebbüsleri ve Özelleştirme , Erter Matbaacılık, İstanbul, 1994. KAZGAN, Gülten; Küreselleşme ve Ulus-Devlet Yeni Ekonomik Düzen , Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul, 2002. KAZGAN, Gülten; Yeni Ekonomik Düzende Türkiye’nin Yeri, Altın Kitabevi, İstanbul, 1994. KEPENEK, Yakup; Gelişimi, Sorunları ve Özelleştirmeleriyle Türkiye’de Kamu İktisadi Teşebbüsleri, Gerçek Yayınevi, Ankara, 1989. KEPENEK, Yakup; Gelişimi, Üretim Yapısı ve Sorunlarıyla Türkiye Ekonomisi, Sevinç Matbaası, Ankara, 1984. KIZILYALLI, Hüsnü; “Özelleştirme ve KİT’ler” Banka ve Ekonomik Yorumlar Dergisi, Kasım, 1999. KİPAL, Ulaş ve Özgür Uyanık; Türkiye Milli İktisat Tarihi (Devletçilik), Kaynak, Yayınları, İstanbul, 2001. 120 KOCABAŞOĞLU, Uygur ve Murat Uluğtekin; SEKA Tarihi, Türkiye Selüloz ve SEKA Tarihi, Türkiye Selüloz ve Kağıt Fabrikalarının Tarihsel Gelişimi, Seka Yayınları, 1995. KOÇ, Yıldırım; Emperyalizm ve Türkiye’de Madencilik Alanında Yabancı Sermaye Yatırımları, Tüm İktisatçılar Birliği Yayını, Ankara, 1974. KÖK, Recep; Özelleştirme ve KİT’ler, Ekonomi Politik Popülizm, Dergah Yayınları, İstanbul, 1995. KRUGMAN, Paul; The Return of Depression Econom ics, Çev. Neşenur DOMANİÇ, Bunalım Ekonomisinin Geri Dönüşü, Literatür Yayıncılık, İstanbul, 2001. KURMUŞ, Orhan; Emperyalizmin Türkiye’ye Girişi, Savaş Yayınları, 3. Basım, Ankara, 1982. KUTAL, Gülten; Türkiye’de İstihdam Politikaları, Esneklik ve Yeni İ stihdam Türleri, Beta Yayınevi, İstanbul, 2004. MADEN MÜHENDİSLERİ ODASI; Demir Çelik Raporu. http://www.maden.org.tr MALİYE BAKANLIĞI; Hazine Genel Müdürlüğü ve Milletlerarası İktisadi İşbirliği Teşkilatı Genel Sekreterliği, Kamu İktisadi Teşebbüsleri ve İştirakleri Yıllığı 1980–1981, Ankara, 1981. MANİSALI, Erol; “Türkiye ve Küreselleşme” Derin Yayınevi, İstanbul, 2003. MERİH, Kutlu; “Küreselleşme Değil Küreselleştirme, Küresel Ekonominin Radikal Analizi”, http://www.turkab.net/kure/wkuretehdit.htm . MONNIER, Lionel; Capitaux Publics et Stratégie de I’Etat , Akt. Mahmut Duran, Maliye Yazıları Ağustos-Eylül, Ankara, 1986. MTA; “Türkiye Madencilik Faaliyeti ”, Maden Tetkik ve Arama Dergisi , Yıl 19541955. NADAROĞLU, Halil; Kamu Maliyesi Teorisi, 8. Basım, Beta Yayınları, İstanbul, 1992. OKÇU, Celalettin; Türkiye’de Özelleştirme, Özerkleştirme ve Yeniden Yapılandırmaya Bakış ve Öneriler, 1993 Milliyet Ekonomi 3.lük Ödülü. 121 OYAN, Oğuz; Özelleştirme Söylemi ve Gerekçeler, Bağlam Yayıncılık, İstanbul, 1994. Özelleştirme Söylemi ve Gerekçeler, Bağlam Yayıncılık, İstanbul, 1994. ÖĞÜT, Meneviş; “Özelleştirme ve Bireysel Özgürlükler ” Banka ve Ekonomik Yorumlar Dergisi, Şubat, 1994. ÖNCEL, Türkân; “Özelleştirme Amaçlarından Birkaçının Düşünd ürdükleri”, Para ve Sermaye Piyasası Dergisi Sy. 108, Şubat, 1988. ÖNDER İzzettin; “Cumhuriyetin Ekonomik Hikâyesi ”, Türkiye Günlüğü, Yıl, 1988. ÖNDER, İzzettin “vd”; İktisat Politikası Seçenekleri, Türkiye’de Kamu Maliyesi, Finansal Yapı ve Politikalar, Tarih Vakfı Yayınları, İstanbul, 1993. ÖZDEMİR, Musa; “Özelleştirmenin Asıl Amacı ”, Toplum ve Hekim Dergisi, C.9, Sy. 62, 1994. ÖZELLEŞTİRME İDARESİ BAŞKANLIĞI; “Özelleştirme Yasal Çerçeve” http://www.oib.gov.tr/baskanlik/yasal_ cerceve.htm ÖZ-GIDA-İŞ SENDİKASI; “Türkiye Ekonomisinde KİT’lerin Yeri ve Gıda Sanayisinde Özelleştirme Raporu”, Ankara, 1993. ÖZKAZANÇ, Alev; “Refah Devletinden Yeni Sağa ” Siyasi İktidar Tarzında Dönüşümler, Mürekkep Dergisi, 1997. ÖZMEN Selahattin; Türkiye’de ve Dünya’da KİT’ lerin Özelleştirilmesi, İstanbul, 1987. ÖZMEN, Selahattin; “KİT’lerde Yeni Gelişmeler ”, Maliye Araştırma Merkezi Konferansları, 29. Seri Gür-Ay Matbaası, İstanbul, 1985. PETKİM; Cumhuriyet’in 50. Yılında Pektim Petrokimya A.Ş. Ankara, 1973. PETROL-İŞ; Petrokimya Sanayii ve Pektim, Yay. No: 82, İstanbul, 2003. SAĞLAM Dündar; Türkiye’de KİT Reform Çalışmalarının Değerlendirilmesi , Türkiye II. İktisat Kongresi Kalkınma Politikası Tebliğleri c.1, İzmir. 1981. SAĞLAM, Dündar; “Cumhuriyetimizin Ellinci Yılında Devletçilik”, Ankara İ.T.İ.A. Dergisi, Ankara, 1973. SERİM, Bülent; Sözleşmeli Personel, Gümüş Matbaası, Ankara,1987. 122 SUİÇMEZ, Halit ve Şevket Yıldırım; Dünya’da ve Türkiye’de Özelleştirme Uygulamaları, Milli Produktivite Merkezi Yay. No:508, Ankara, 1993. ve Şevket Yıldırım; Dünya’da ve Türkiye’de Özelleştirme Uygulamaları, Milli Produktivite Merkezi Yay. No:508, Ankara, 1993. SÜMERBANK; Cumhuriyet’in 50. Yılında Sümerbank, (1923 -1973), Ankara, 1973. ŞAYLAN, Gencay; Değişim, Küreselleşme ve Devletin Yeni İşlevi, İmge Kitabevi Yayınları, Ankara, 1995. ŞAYLAN, Gencay; Devletin Yeniden Yapılanması, Türkiye’de Bunalım ve Demokratik Çıkış Yolları, Türkiye Bilimler Akademisi Proje Raporu, Ankara, 1998. ŞENER, Hasan Engin;“Kuramsal Açıdan Postmodern Kamu Yönetimi ” Demokrasi Kuşağı İçin Girişim Dergisi , 1996. ŞENSES, Fikret; “Küreselleşmenin Öteki Yüzü: Yoksulluk” , İletişim Yayınları, İstanbul, 2002. ŞENSES, Fikret; 100 Soruda Gelişimi, Sorunları ve Özelleştirilmeleriyle Türkiye’de KİT’ler, Sy.1-12, C. 17, 1990. ŞENSES, Fikret; “Kitap Eleştirileri”, ODTÜ Gelişme Dergisi, C. 17, Sy. 1-2, 1990. TABAKOĞLU; Ahmet; “Türkiye’de Devletçiliğe Tarihi Bir Yaklaşım Denemesi ”, İktisat Dergisi, Sy. 203, Ekim, 1981. TALAS, Cahit; Sosyal Ekonomi, S Yayınları, Ankara, 1983. TANDIRCIOĞLU, Haluk; “ Geçiş Ekonomilerinde Özelleştirme” http://www.sbe.edu.tr/yayinlar/dergi/2002. TEKEL; Cumhuriyetin 50. Yılında Tekel, İstanbul, 1973. THE MORGAN BANK; Özelleştirme Ana Planı, Özelleştirme Amaçları, Ankara, 1986. TMMOB; Petrokimya Sanayii ve Gelişimi, Ankara, 1994. TOBB; Özelleştirme Özel İhtisas Komisyonu raporu, Ankara, 1993 TOROS, Hüsamettin; Türkiye Sanayii, Devlet İşletmeleri, Güven Basımevi, İstanbul, 1954. 123 TÖRÜNER, Mete ve Kuvvet Lordoğlu; Çalışma Ekonomisi, Beta Yayınları, İstanbul, 1991. Çalışma Ekonomisi, Beta Yayınları, İstanbul, 1991. TÜİK; Hanehalkı Anketi Sonuçları, http://tuik.gov.tr TÜİK; Hanehalkı İşgücü Araştırma Sonuçları, http://.tuik.gov.tr TÜRK-İŞ; KİT’ler ve Özelleştirme, Türk-İş Araştırma Merkezi Ankara, 1999. TÜRKİYE BANKALAR BİRLİĞİ; Türkiye Bakanlar Birliği ve Türk Bankacılık Sistemi, Ankara, 1998. TÜRKİYE EMLAK KREDİ BANKASI; Türkiye Cumhuriyeti’nin 50. Yılında Türkiye Emlak Kredi Bankası, Ankara, 1973. TÜRKİYE ŞEKER FABRİKALARI A.Ş.; Türkiye Şeker Sanayii 1926 -1976,Yurt Hizmetinde 50 yıl, Ankara,1977. TÜRKİYE ŞEKER FABRİKALARI A.Ş.; Türkiye Şeker Sanayii, 1926-1986, Ankara,1986. TÜSİAD; Özelleştirme ve KİT’lerin Halka Satışında Başarı Koşulları, İstanbul, Mayıs, 1986. TZOB; Bölge Ekonomisi Bakımından Çay Sektörünün Mevcut Durumu, Geleceği ve Çözüm Önerileri, Ankara, 2001. UNITED NATIONS; “Development Programme, Human Development Reports ” http://www.undp.org/en/countries UYAR Necati; “Küreselleşme ve Kent” Evrensel Kültür Dergisi, Ağustos, 2002. ÜŞÜR, İşaya; “Özelleştirme: Niteliği, Kavramı ve Tartışmal arı Dolayısıyla Bazı Tezler ve Notlar” Ekonomik Durum, Bahar 1998, Türk-İş Araştırma Merkezi, 1999. WORLD TRADE ORGANİSATION; “ General Agreement On Trade In Service” http://www.wto.org/english/do cs_e/docs_e.htm YAVUZ, Arif; Esnek Çalışma ve Endüstri İlişkilerine Etkisi, Kamu-İş Yayını Ankara, 1994. 124 YAYMAN, Hüseyin; “1980 Sonrası Türkiye’de Özelleştirme Uygulamalarının Gelişimi ve Kamu Yönetimi Üzerine Etkileri ”, G.Ü. İ. İ. B. F. Dergisi, c. 2, Sy. 3, Ankara, 2000. “1980 Sonrası Türkiye’de Özelleştirme Uygulamalarının Gelişimi ve Kamu Yönetimi Üzerine Etkileri ”, G.Ü. İ. İ. B. F. Dergisi, c. 2, Sy. 3, Ankara, 2000. YILDIRIM, Ali Ekber, Tütünde Piyasa Dönemi Bitti”, Dünya Gazetesi 2 Nisan 2003. YÜCEL, Faruk; Şeker ve Şekerpancarı, Sorunları ve Çözüm Önerileri , TZOB Yayınları, Ankara, 2000. ZAİM, Sabahaddin; Çalışma Ekonomisi, Filiz Kitabevi, 1997, İstanbul. ZİRAAT BANKASI; Cumhuriyetimizin 50. Yılında T.C. Ziraat Bankası , (1923 1973), Ankara, 1973. 125