Özet:
Öz:Çalışmanın Temeli: Eğitim sosyolojinin kriz içinde olduğu iddiaları, onun bilimsel bir disiplin olarak ontolojik ve epistemolojik temelleri ile bilim yapma ve sonuçlara ulaşma pratiklerindeki yetersizliklere dayanmaktadır. Eğitim sosyolojisi başından beri, ilk kurumsallaşma sürecini yaşadığı Amerikan sosyoloji geleneği çerçevesinde biçimlenmiş, dolayısıyla, işlevselci sosyolojik oydaşmanın ve pragmatik bilim geleneğinin sınırlılıklarından kaynaklanan açmazların taşıyıcı modeli olmuştur. Bu türden bir bilim pratiğinin statükocu yapısı, onun sınırlarını daraltmakla kalmayıp, aynı zamanda eğitim sosyolojisinin sosyal gerçeklik ve eğitim ilişkisini açıklama ve eğitim konusunu güncel gelişmelerle bütünleştirebilme gibi tanımlanmış hedeflerine ulaşmada başarısız olmasına yol açmıştır. Hal böyle olunca, üniversitelerde eğitim sosyolojisi bölümleri kapatılmaya başlanmış, eğitim sosyoloji alanının çalışma konuları başka disiplinlerin çalışma alanlarına dâhil edilmiştir.. Çalışmanın Amacı: Makalenin amacı, eğitim sosyolojisindeki bu türden yetersizliklerin Türkiye deki eğitim sosyolojisine nasıl ve hangi yönleriyle yansıdığının, Türkiye de eğitim sosyolojisi pratiklerinin teorik ve metodolojik dayanaklarının neler olduğunun ve gelinen noktada eğitim sosyolojisi alanının ne türden problemlerle yüzleşmek zorunda kaldığı konularının eleştirel bir değerlendirmesini yapmaktır. Kanıt Kaynakları: Sosyolojinin bir alt dalı olan eğitim sosyolojisinin krizi iddialarına temel teşkil eden problemler, doğal olarak, tarihsel süreçte sosyolojinin yaşadığı ve yüzleşmek zorunda kaldığı problemlerden bağımsız değildir. Dolayısıyla burada öncelikli olan, kriz iddialarının arka planındaki teorik ve metodolojik yetersizlikleri tanımlamaktır. Çalışmada söz konusu yetersizlikleri tanımlayıcı epistemolojik ve ontolojik tartışmalar ana metinlerden hareketle değerlendirilmiş, özellikle alanın gelişim seyri içinde hâkim konuma yerleşen bilim pratikleri üzerinden eğitim sosyolojisinin krizi iddialarının geçerliliği sorgulanmıştır. Ana Tartışma: Eğitim sosyolojisindeki tartışmalar ve disiplinin kriz içinde olduğu iddiaları, sosyolojideki epistemolojik ve ontolojik temel arayıcı tartışmaların bir yansımasıdır. Ancak, eğitim sosyolojisi kendi içsel dinamiklerini oluşturacak temel arayıcı söylemlerden büyük ölçüde yoksun kalmıştır. Eğitim sosyolojisi, sosyolojide egemen olan teorik geleneklere yaslanırken bile, teorik bağıntıları ve bilimsel pratikleri bütünüyle değerlendirme girişiminde bulunmamıştır. Dolayısıyla alanın dayandığı teorik ve metodolojik temeller oldukça zayıf ve yüzeysel kalmıştır. Sosyolojiden beslenen eğitim sosyolojisinde kavramlaştırmalar derinlikten uzaklaşmış, metodolojik tartışmalara ise neredeyse hiç girilmemiştir. Batı da özellikle son dönemde eğitim sosyolojisi alanında eğitim ve toplum etkileşimini baskın işlevselci gelenek ve tek yönlü nicel veri ağırlıklı analizlerle açıklama çabasının artık terk edildiğini söylemek yanlış olmayacaktır. Bu türden bir bilim pratiği Amerika da belli açılardan devam ettiriliyor olsa da, çoğu eğitim sosyoloğu, eğitim sosyolojisinin dayandığı teorik ve metodolojik yönelimlerdeki yetersizlikleri aşma, disipline sosyal problemlere çözüm üretme meşruiyetini yeniden kazandırma çabalarını sürdürmektedir Batı da 1970 li yıllardan sonra Amerikan eğitim sosyolojisi anlayışına karşı gelişen direnç, alanın teorik ve metodolojik yönelimlerinin sorgulanmasına ve alternatif temel arayışlarının hız kazanmasına neden olmuştur. Oysa ülkemizde bu tartışmalara neredeyse hiç girilmemiş, aktarmacı bir anlayışla, işlevselci yaklaşımın tanımları ve metodolojik yönelimleri çerçevesinde problemler çözülmeye çalışılmıştır. Diğer sosyolojik çalışmaların çoğunda olduğu gibi, eğitim sosyolojisinde de Amerika da ileri sürülen ve o toplum için geçerli olan teoriler toplumumuza uyarlanmış, teorilerin geçerliliği veriler kullanılarak kanıtlanmaya çalışılmıştır. Ancak veriler örtüşmeyince ya da teorilerin geçerliliği kanıtlanamayınca, neden olarak Türk toplumunun geri kalmışlığı gösterilmiştir. Büyük bir yanılgı olarak gösterilebilecek bu durum, kendi sosyal koşullarına uygun teoriler üretmek yerine, Batılı sosyologların argümanlarını ve metodolojik yönelimlerini tartışmasız kabul etmekten kaynaklanmıştır. Böylesi bir araştırma pratiği, bilim algısı açısından önemli problemler doğurmuştur. Bilimsel analizler, felsefi ve teorik temellerden kopuk, nicel veri analizlerine dönüşmüştür. Eğitim ve toplum ilişkisine ait problemler, çatışma, çelişki ve zıtlıkları geri plana itip, daha çok düzen, denge, değer ve normlara önem veren, oydaşım ve bütünleşmeyi temel alan işlevselci sınırlılıklar çerçevesinde tanımlanmıştır. Kısacası, Türkiye de Batı sosyolojisine sadık bir biçimde bağlanan sosyolojik duruşlar alanın yaşadığı problemlere kayıtsız kalmışlar, eğitim sosyolojisinin değer yitimine neden olan bu problemlere dönük temel arayıcı eleştirel çalışmalara yönelmemişlerdir. Sonuçlar: Eğitim sosyolojisi, eğitim aracılığıyla daha insancıl bir toplumun koşullarının belirlenmesinde oldukça önemli bir görev üstlenmiştir. Ancak onu kriz içine sürükleyen olumsuzluklar, eğitim sosyolojisi alanının yetkinliğini gölgelemektedir. Fakat onun kriz içinde bir alan olarak tanımlanması, hatta belli açılardan değer yitimine uğraması, eğitim sosyolojisinin akademik ve politik alan için taşıdığı önemi değiştirmemektedir. Eğitim sosyolojisine ihtiyaç vardır. Eğitim sosyolojisinin içinde bulunduğu kriz durumundan kurtulmasının koşulu, sosyal dönüşümleri, yeni politik süreçleri ve ekonomik gelişmeleri hesaba katan güçlü bir bilimsel geleneğe sahip olmaktan geçmektedir. Bunun için öncelikle yapı-eylem, toplum-birey ayrımı ya da makro-mikro bölünme şeklinde tanımlanan ve sosyolojik teorinin merkezi problemleri olarak nitelenen problemlerin kendi bağlamında yeniden değerlendirilmesini gerekmektedir. Ayrıca alanın metodolojik yönelimlerini belirleyen pozitivist paradigmanın yetersizliklerine ilişkin eleştirel bir tutum geliştirmeli, alternatif paradigmaların içerimlerini değerlendirilmelidir. Genelde sosyal bilimler, özel de sosyoloji, sosyal dünyaya özgü nitelik ve problemleri çok boyutlu olarak kavrayabilecek bilimsel temel arayışlarını canlı tutmalıdır. Aksi durumda, eğitim sosyolojisi meşruiyet zeminini yitirerek değer yitimine uğramaya devam edecektir.