Yazar "Özer, Ali" seçeneğine göre listele
Listeleniyor 1 - 20 / 34
Sayfa Başına Sonuç
Sıralama seçenekleri
Öğe Artropod Kaynaklı Önemli Bir Sağlık Sorunu: “Batı Nil Virüsü”(İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Dergisi, 2011) Kireçci, Ekrem; Özer, Ali; Uçmak, HasanFlavivirüs familyasında yer alan Batı Nil virüsü (BNV), özellikle sivrisinek sokması ile insanlara ve hayvanlara bulaşarak nörolojik belirtilerle karakterize ölümcül enfeksiyonlara neden olmaktadır. RNA genomuna sahip olan bu virüsün biyolojik döngüsünde, sivrisineklerin yanı sıra yabani kuşlarda önemli rol almaktadır. Ülkemizin de içinde bulunduğu sıcak ve ılıman iklim kuşağında yer alan Amerika, Avrupa ve Asya kıtasındaki birçok ülkede BNV enfeksiyonları görülmektedir. İnsanlarda gelişen BNV enfeksiyonlarına karşı aşı henüz geliştirilmemiş olup, hastalığın etkin bir tedavisi bulunmamaktadır. BNV’lerin neden olduğu enfeksiyonlardan korunmak için, sivrisinek ve yabani kuşlar ile mücadele edilmelidir.Öğe Assessing the conformance of foods in school canteens in terms of health in Malatya a city of Turkey(2018) Özer, Ali; Celik Seyitoglu, Duygu; Tekin, Çiğdem; Gokce, AyseAbstract: A healthy diet for students is an important concept in terms of school health. In this regard, selling unhealthy foods in the school canteens causes a serious threat. With this study, we aimed to determine how well the “Turkey Healthy Nutrition and Active Life Program” with the number 2010\22 released by the Prime Minister’s Office was applied at schools, and to reveal how reliable school canteens were in this context. This is a descriptive study. The sample size was calculated as 37 by considering the ‘rate of chips sales in the school canteen as 2.65%’ with a power of 80% and a confidence level of 95%. Stratified sampling method was used to stratify the schools; after which 18 primary schools, 13 secondary schools and 6 high schools were selected. Statistic were expressed in numbers and percentages. It was observed that despite the prohibition, fruit-flavored beverages were sold in 51.4% of the schools included in the study, cokes were sold in 10.8% of the. Moreover, chips and french fries were present in the canteens in 18.9% and 8.1% of the included schools, respectively. Among the foods and drinks recommended in the circular, these school canteens had ayran (89.2%), milk (83.8%), yoghurt (18.9%), fresh fruits (8.1%) and fresh-squeezed fruit–vegetable juices (5.4%). Although the sales of healthy beverages in the school canteens were high, the sales of unhealthy beverages were also high. The sales of yoghurt, fresh fruit and fresh-squeezed fruit–vegetable juices were lower. Moreover, French fries and chips that should not be present in the canteens were also sold, which is thought-provoking.Öğe Assessment of job satisfaction and quality of life in public health assistants(2018) Mete, Burak; Nacar, Erkay; Levent, Yusuf; Cakmak, Esin; Tekin, Çiğdem; Özer, AliAbstract: The aim of this research is to determine the levels of job satisfaction, life quality and affecting factors in public health assistants who work in Turkey. Our study is a cross-sectional survey conducted between March and August 2016 with 126 assistant doctors throughout Turkey. The Minnesota Job Satisfaction Scale and the ShortForm Quality of Life Scale were used in the questionnaire. Kruskal-Wallis and Mann Whitney-U, Student-t test and ANOVA tests were used for statistical analysis. The level of p<0.05 was accepted significant in the analysis. Public health assistant doctors who participated in the survey were 32.5% male. 7.1% of the assistants stated that they never had problems at work, 78.6% rarely, 14.3% frequently and always had problems. The general, internal and external satisfaction mean scores of assistants were 3.38±0.57, 3.42±0.57 and 3.20±0.67 respectively. The mean scores of male and female in the general job satisfaction subgroup of Minnesota job satisfaction scales were 3.31±0.57 and 3.38±0.57, respectively(p>0.05). The mean job satisfaction scores for those who have never, rarely and frequently encountered problems at work, were 4.12±0.45, 3.18±0.44 and 2.68±0.64, respectively (p<0.001). The choosing of job himself, willingly and lovingly increase job satisfaction. In addition, marital status can make a positive contribution to business life and general health thoughts and perceptions.Öğe BİNGÖL İLİNDEKİ 65 YAŞ ÜSTÜ COVID-19 HASTALARININ EPİDEMİYOLOJİK ÖZELLİKLERİNİN İNCELENMESİ(2021) Gökçe, Ayşe; Özer, Ali; Söyiler, Vedat; Gündoğdu, MehmetÖz: Altmışbeş yaş ve üzerindeki popülasyon COVID-19 açısından hem ölüm oranının daha yüksek olması hem de klinikseyirlerinin daha riskli olması sebebiyle önemlidir. Bu çalışmada, Bingöl ilindeki 65 yaş üstü COVID-19 hastalarınınepidemiyolojik özellikleri, klinik durumları ve klinik durumlarını etkileyen faktörlerin incelenmesi amaçlanmıştır.Mart-Aralık 2020 tarihleri arasında, Bingöl İlindeki 65 yaş üstü SARS-CoV-2 RT-PCR testi pozitif 3521 hastanın verileriincelenmiştir. Çalışma gerekli kurum izinleri ve etik kurul onayı alınarak yapılmıştır. Çalışmanın bağımsız değişkenleriyaş, cinsiyet, kronik hastalık varlığı iken; bağımlı değişkenleri ölüm durumudur. Tanımlayıcı veriler sayı, yüzde, enküçük, en büyük ve ortanca ile ifade edilmiş olup istatistiksel analizlerde Ki Kare testi ve Binominal Lojistik RegresyonAnalizi yapılmıştır. Tüm değerlendirilmelerde p<0,05 değeri anlamlı olarak kabul edilmiştir. Çalışmaya katılan hastalarınyaş ortancası 72 (65-102), vaka ölüm oranı %2 olarak saptanmıştır. 75-84 yaş grubu ile 85 ve üzeri yaş grubundaolanlarda, kronik hastalığı olanlarda, diyabeti, iskemik kalp hastalığı olanlarda diğer gruplara göre anlamlı olarak dahayüksek oranda ölüm saptanmıştır (p<0,05). Yapılan regresyon analizine göre; erkeklerde kadınlara göre 2,6 kat,pnömonisi olan hastalarda olmayanlara göre 24,3 kat daha fazla ölüm olduğu saptanmıştır (p<0,05). Çalışmagrubundaki hastalardan erkeklerde, ileri yaş grubunda olanlarda, pnömonisi olanlarda ve kronik hastalığı olanlarda ölümdaha yüksek oranda gerçekleşmiştir. Özellikli olan hastalar salgın döneminde mümkünse hastanede daha yakındantakip edilmelidir.Öğe Bir tekstil fabrikasında çalışan işçilerin solunum fonksiyonlarının değerlendirilmesi(2011) Kahraman, Hasan; Sucaklı, Mustafa Haki; Özer, Ali; Köksal, NurhanÖz: Amaç: Pamuk tozu, tekstil iş ortamlarında çalışan işçilerin akciğerlerini etkileyen bir faktördür. Solunum fonksiyon testleri (SFT) akciğer fonksiyonlarındaki etkilenmeyi gösteren önemli bir yöntemdir. Çalışmamız kesitsel nitelikte olup, tekstil fabrikasında solunabilir toz oranları, çalışma süreleri ve bu değerlerin SFT üzerindeki etkisi araştırıldı. Gereç ve yöntem: Yüz doksan altı işçi, çalıştıkları ünitelere göre beş gruba ayrılarak, FEV1, FVC, FEV1/FVC, PEF, MEF25, MEF75 ve MMEF parametreleri ölçüldü. Çalışma sürelerine, ortamın toz miktarlarına ve leke temizleme bölümünde maruz kalınan solunabilir seviyedeki trikloretilen oranına bakıldı. Ortam atmosferinde bulunan solunabilir toz konsantrasyonları, gravimetrik yöntemle hesaplandı. Bulgular: Ortam toz miktarları kabul edilebilir değerlere yakındı. Toz miktarları bakılmış gruplar ile SFT değerleri kıyaslandı ve bazılarında istatistiksel olarak anlamlı farklılıklar saptandı. Çalışma süreleri 1, 2, 3 ve üstü yıl olmak üzere üç grupta değerlendirildi. Ortalama çalışma süresi 2,2 yıl ve en uzun çalışma süresi 8 yıl idi. Çalışma süresi 3 yıl ve üstü olan grupta, FEV1/FVC, MEF25 ve MMEF parametrelerinde diğer gruplara kıyasla istatistiksel olarak anlamlı azalmalar saptandı (p<0,05). Trikloretilene maruz kalan işçilerde, bu maddenin ortamda kabul edilebilir sınırlarda olmasına ve FEV1/FVC, MEF25 ile MMEF değerlerinde düşüşler saptanmasına rağmen bu farklar istatistiksel olarak anlamlı değildi (p>0,005). Sonuç: Pamuk tozuna maruziyet ortamında ortalama 2,2 yıl gibi çalışma süresinde bile bazı akciğer fonksiyonlarının etkilendiği görüldü. Sonuç olarak, tekstil fabrikasında çalışma süresinin uzamasıyla FEV1/FVC, MEF25 ve MMEF gibi SFT parametre değerlerinde anlamlı düşüşler saptandı.Öğe Bitlis Eren Üniversitesi Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksekokulu Öğrencilerinde Depresyon Prevalansı ve İlişkili Faktörler(2018) Söylemez, Fatma; Özer, AliAmaç Bu çalışmanın amacı; Bitlis Eren Üniversitesi Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksek Okulu’nda öğrenim gören öğrencilerde depresyon sıklığı vedepresyonla ilişkili faktörlerin araştırılmasıdır. ( Sakarya Tıp Dergisi, 2018, 8(3):551-561 )Gereç veYöntemBu çalışma tanımlayıcı tipte kesitsel bir araştırmadır. Sosyodemografi k özellikler, depresyonu etkileyebilecek faktörler ve Beck DepresyonÖlçeğinden oluşan anket formu Bitlis Eren Üniversitesi Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksek Okulu’nda okuyan toplam 744 öğrenciden ulaşılan682’sine (%92) araştırmacılar tarafından gözlem altında uygulanmıştır. İstatistiksel analizlerde; ki kare testi kullanılmış, satır yüzdeleri elealınmış ve p<0.05 değeri anlamlı olarak kabul edilmiştir.Bulgular Çalışma grubunun yaş ortalaması 19.9±2.0 olup, %77.7’si kadındır. Çalışma grubunda Beck Depresyon Puanı 17 ve üstünde olanların oranı%42.1’dir. Sınıf ve cinsiyete göre Beck Depresyon Puanları arasında anlamlı fark yoktur (p>0.05). Beck Depresyon Puanı 17 ve üstündeolan öğrencilerin oranı; sağlık düzeyini kötü olarak değerlendiren öğrencilerde, sigara içenlerde, barınma sorunu olduğunu ifade edenlerde,düzensiz beslendiğini ifade edenlerde, bölümüne isteyerek gelmeyenlerde, okul başarı durumunu başarısız olarak değerlendirenlerde karşıtgruptakilere göre anlamlı oranda daha yüksektir (p<0.05)Sonuç Üniversite öğrencilerinde yüksek depresyon oranları tespit edilmiştir. Depresyonu etkileyen; barınma, beslenme, okul başarısı, sağlık düzeyigibi değişkenlerin olumlu hale getirilmesinde; okul ve aile işbirliği ile sunulan etkili sağlık, sosyal ve psikolojik hizmetlerin geliştirilmesiönerilir.Öğe Correlation of clinical, endoscopic, and histological findings with virulence factors in children with Helicobacter pylori gastritis(European Journal of Gastroenterology & Hepatology, 2014) Selimoğlu, Mukadder A.; Karabiber, Hamza; Otlu, Barış; Yıldırım, Özge; Özer, Ali; Şamdancı, EmineBackground and goals: As there are limited data regarding the correlation between virulence factors and clinical, endoscopic, and histological findings in children with Helicobacter pylori gastritis, we aimed to evaluate that probable relationship in pediatric cases. Study: One hundred and fifty-nine children with chronic abdominal pain or dyspepsia were included in this study. Upper gastrointestinal endoscopy was performed and multiple biopsy samples were taken from the esophagus, the antrum, and the duodenum. PCR was used for the determination of virulence factors. Results: According to PCR analysis, 98 (61.6%) children were positive for H. pylori. Using histopathological examination and culture, H. pylori was detected in 65 (40.9%) and 51 (32.1%) children, respectively. Peptic ulcer prevalence and histopathological features were not different among cagA, cagE, or iceA1 positive and negative groups (P>0.05). Peptic ulcer prevalence and histopathological findings were more common in iceA2-positive patients (P<0.05). Antral nodularity was more common in cagA-positive patients (P<0.05). Endoscopic and histological features were not different among patients with or without m1 or m2 strains (P>0.05). S1b positivity was associated with a higher esophagitis rate (P<0.05). Conclusion: Among virulence factors, iceA2 was associated with peptic ulcer and milder histopathological findings, and vacAs1 was associated with milder histopathological findings.Öğe The effects of depression and impulsivity on obesity and binge eating disorder(2015) Annagür, Bilge Burçak; Orhan, Özlem; Özer, Ali; Yalçın, Nur; Tamam, LutObjective: The aim of study was to evaluate depression and impulsivity in obese people with binge eating disorder (BED). Method: The study included 149 obese study participants who were compared to 151 non-obese healthy controls. They were assessed with the Structured Clinical Interview (SCID-I), Eating Attitudes Test (EAT), Beck Depression Inventory (BDI), and Barratt Impulsiveness Scale-11 (BIS-11). Results: The prevalence of BED was 47.6% in the obese study participants. Obesity with BED was more common in female participants. Depressive disorder was detected in 41.2% of the obese subjects. There was no significant difference between BED (+) and BED (-) groups with respect to depressive disorder (p>0.05). The cognitive impulsivity and non-planning activity scores of the depressive group were significantly higher than for the participants without depression (p<0.05). The cognitive impulsivity scores of depressive obese participants were significantly higher than for obese participants without depression (p<0.05). Conclusion: Obesity appears to be associated with depression rather than impulsivity. Impulsivity was found in obese people with binge-eating specifically. This study suggests that depression and/or binge eating may be mediating factors for the outcome of obesity.Öğe Evaluation of the prevalence of musculoskeletal disorders in nurses: A systematic review(2018) Soylar, Pinar; Özer, AliNurses exposure many risk factors in the hospital setting. Musculoskeletal disorders (MSDs) is a common health problem between work related disabilities and injuries in nurses. The aim of this review was to examine the prevalence of MSDs in nurses and also summarize risk factors, outcomes, solutions. An electronic search was conducted in Pub Med in January 2017. Publications in the last ten years were researched using the key words: “Work Related Musculoskeletal Disorders” and “Nurses”. The initial electronic search identified 111 papers. Some articles were excluded since they were not related to our study topic (7 articles were review, 15 of them were related to the roles of nurses in some musculoskeletal disorders, 14 articles were about nurses who working outside the hospital or new graduated/student, 28 articles addressed work related other health problems, 3 of them were related to hospital ergonomics and risk factors and 7 articles were interventions studies). Three papers were not reached to full text or abstract. The total number of remaining articles was 34 and all of them were included the study. It was considered that reported musculoskeletal disorders in nurses were limited to the past 12 months. It had been found that the prevalence of MSDs varied between 33.0% and 88.0%. The most commonly affected body regions were lower back, shoulder, neck, knees, wrists/hands. Lower back pain complaints were found to vary between 49.0% and 84.0%. The findings indicated that the work related musculoskeletal disorders associated with cumulative trauma and repetitive tasks included: lifting, transferring or repositioning, prolonged standing and also awkward postures (stooping, bending and reaching). These work-related health problems in nurses were significantly associated with age, gender, body mass index, ward, shift working and working in a hospital. Studies showed that musculoskeletal disorders were most seen among the operation room nurses and intensive care nurses. Also, MSDs were found to be the main causes of absenteeism, demanding a change of duty or job and visiting a physician. The MSDs was more prevalent occupational health problem among nurses. The prevalence of MSDs was associated with both demographic characteristics of nurses and hospitals’ organizational factors. It was confirmed that making ergonomics interventions could improve the working environment in the hospital.Öğe Evaluation of the prevalence of musculoskeletal disorders in nurses: A systematic review(2018) Soylar, Pınar; Özer, AliNurses exposure many risk factors in the hospital setting. Musculoskeletal disorders (MSDs) is a common health problem between work related disabilities and injuries in nurses. The aim of this review was to examine the prevalence of MSDs in nurses and also summarize risk factors, outcomes, solutions. An electronic search was conducted in Pub Med in January 2017. Publications in the last ten years were researched using the key words: “Work Related Musculoskeletal Disorders” and “Nurses”. The initial electronic search identified 111 papers. Some articles were excluded since they were not related to our study topic (7 articles were review, 15 of them were related to the roles of nurses in some musculoskeletal disorders, 14 articles were about nurses who working outside the hospital or new graduated/student, 28 articles addressed work related other health problems, 3 of them were related to hospital ergonomics and risk factors and 7 articles were interventions studies). Three papers were not reached to full text or abstract. The total number of remaining articles was 34 and all of them were included the study. It was considered that reported musculoskeletal disorders in nurses were limited to the past 12 months. It had been found that the prevalence of MSDs varied between 33.0% and 88.0%. The most commonly affected body regions were lower back, shoulder, neck, knees, wrists/hands. Lower back pain complaints were found to vary between 49.0% and 84.0%. The findings indicated that the work related musculoskeletal disorders associated with cumulative trauma and repetitive tasks included: lifting, transferring or repositioning, prolonged standing and also awkward postures (stooping, bending and reaching). These work-related health problems in nurses were significantly associated with age, gender, body mass index, ward, shift working and working in a hospital. Studies showed that musculoskeletal disorders were most seen among the operation room nurses and intensive care nurses. Also, MSDs were found to be the main causes of absenteeism, demanding a change of duty or job and visiting a physician. The MSDs was more prevalent occupational health problem among nurses. The prevalence of MSDs was associated with both demographic characteristics of nurses and hospitals’ organizational factors. It was confirmed that making ergonomics interventions could improve the working environment in the hospital.Öğe Fibromiyalji sendromlu kadınların depresyon ve mizaç karakter özellikleri açısından değerlendirilmesi(Nöropsikiyatri Arşivi, 2011) Altunören, Özlem; Orhan, Fatma Özlem; Nacitarhan, Vedat; Özer, Ali; Karaaslan, Mehmet Fatih; Altunören, OrçunÖz: Amaç: Fibromiyalji Sendromu (FMS); yaygın vücut ağrılarıyla seyreden, psikosomatik hastalık olarak da değerlendirilen kas-iskelet sistemi hastalığıdır ve en sık depresyon olmak üzere çeşitli ruhsal bozukluklara eşlik ettiği bilinmektedir. Psikosomatik hastalıkların etiyolojisinde kişiliğin de önemli rol oynadığı düşünülmektedir. Bu çalışmada FMS hastaları ile sağlıklı kontrol grubunun, mizaç karakter özelliklerinin incelenmesi ve elde edilen verilerin hastaların klinik özelllikleri ve depresif durumu ile ilişkili olup olmadığı araştırıldı. Yöntemler: Çalışmamıza 51 FMS hastası, 51 sağlıklı kadın alındı. FMS’lu hastalar ve sağlıklı kontroller DSM-IV TR (Mental Bozuklukların Tanısal ve Sayımsal Elkitabı) tanı ve değerlendirme sistemine göre psikiyatrik yönden değerlendirildi. Mizaç ve Karakter Envanteri (Temperament and Character Inventory-TCI), Hamilton Depresyon Derecelendirme Ölçeği (HAM-D), Fibromiyalji Etkilenme Anketi (FEA), Görsel Ağrı Skala (GAS) uygulandı. Bulgular: FMS hastalarının %76.5’i DSM-IV TR’ye göre psikiyatrik tanı aldı. FMS’lu hastalarda, sağlıklı kontroller ile karşılaştırıldığında yüksek zarardan kaçınma (HA), düşük kendini yönetme (S), düşük sebat etme (P) puanları bulundu. Düzeltilmiş TCI puanları kullanıldığında (HAM-D puanlarının etkisi ortadan kaldırıldıktan sonra) hastalarda kontrol grubuna göre benzer şekilde yüksek zarardan kaçınma, düşük kendini yönetme puanları ile işbirliği yapma (C) puanında artış bulundu. HAM-D puanları ile zarardan kaçınma skorları arasında pozitif korelasyon saptanırken, HAM-D puanları ile kendini yönetme ve işbirliği yapma puanları arasında negatif korelasyon saptandı. Sonuç: Fibromiyalji sendromunun süresi ve şiddetinin depresif belirtiler ve kişilik özellikleriyle ilişkisi olduğundan, FMS hastalarının takibi ve tedavisi planlanırken bu hastaların, kişilik özellikleri ve depresif durumlarının da ayrıca değerlendirilmesi gerekmektedir.Öğe Genetik epidemiyolojide kullanılan bazı araştırma tasarımları derleme(Turkiye Klinikleri Journal of Biostatistics, 2012) Çolak, Cemil; Pamukçu, Esra; Özer, AliGenetik epidemiyoloji, insan toplumunda ve onların aileden miras kalan özelliklerinde, hastalığa yol açan gen ve çevresel faktörlerin etkileşimini inceleyen bir bilim dalıdır. Son yıllarda kullanılmaya başlanılan tüm-genom çaplı araştırmalar, geniş hasta ve kontrol gruplarının, kısa sürede ve yüksek çözünürlükle analiz edilmesini mümkün kılarak genetik çalışmalara ivme kazandırmış, kalıtsal hastalıklara genetik bakışı farklılaştırmış ve yeni kavramlar yüklemiştir. Böylece genetiğin sadece basit, yüzeysel ve nadir karakteristiklerin kalıtımı ile ilgilendiği düşüncesi, günümüzde hayatın temel şekillenme süresinde genlerin oynadığı rolün anlaşılması şekline dönüşmüştür. Türkiye'de halk sağlığı çalışmalarında epidemiyolojik yöntemler sık olarak kullanılırken, genetik faktörlerin halk sağlığı üzerindeki olası etkilerinin incelenmesine duyulan ihtiyaç nedeniyle, bu alanda çalışan klinisyenlerin, genetik epidemiyoloji konusundaki ilgisinin arttığı gözlemlenmektedir. Epidemiyoloji, genellikle toplum tabanlı örneklemeyi kullanarak akraba olmayan kişiler üzerinde çalışırken; genetik epidemiyoloji, hastalıkla alakalı bir aile öyküsüne sahip, genetik olarak yüksek risk grubunda ve akraba olan belirli kişiler üzerine yoğunlaşmaktadır. Bu nedenle genetik çalışmalarda kullanılan çalışma tasarımları da epidemiyolojide kullanılan genel tasarımlardan belirli şekillerde farklılıklar gösterebilmektedir. Bu derlemenin amacı, epidemiyolojik araştırmalarda kullanılan olgu kontrol ve kohort araştırma tasarımlarının, hastalıkların genetik yapı ve çevre ile olan ilişkisini incelerken nasıl kullanıldığı, bu tür araştırmaların planlama ve analizinde dikkat edilmesi gereken konuları açıklamak amacıyla literatürde var olan bazı makalelerin ve kitapların incelenmesi ve elde edilen bilgilerin özetlenmesidir.Öğe Genetik epidemiyolojide kullanılan bazı araştırma tasarımları derleme(Turkiye Klinikleri Journal of Biostatistics, 2012) Pamukçu, Esra; Özer, Ali; Çolak, CemilGenetik epidemiyoloji, insan toplumunda ve onların aileden miras kalan özelliklerinde, hastalığa yol açan gen ve çevresel faktörlerin etkileşimini inceleyen bir bilim dalıdır. Son yıllarda kullanılmaya başlanılan tüm-genom çaplı araştırmalar, geniş hasta ve kontrol gruplarının, kısa sürede ve yüksek çözünürlükle analiz edilmesini mümkün kılarak genetik çalışmalara ivme kazandırmış, kalıtsal hastalıklara genetik bakışı farklılaştırmış ve yeni kavramlar yüklemiştir. Böylece genetiğin sadece basit, yüzeysel ve nadir karakteristiklerin kalıtımı ile ilgilendiği düşüncesi, günümüzde hayatın temel şekillenme süresinde genlerin oynadığı rolün anlaşılması şekline dönüşmüştür. Türkiye’de halk sağlığı çalışmalarında epidemiyolojik yöntemler sık olarak kullanılırken, genetik faktörlerin halk sağlığı üzerindeki olası etkilerinin incelenmesine duyulan ihtiyaç nedeniyle, bu alanda çalışan klinisyenlerin, genetik epidemiyoloji konusundaki ilgisinin arttığı gözlemlenmektedir. Epidemiyoloji, genellikle toplum tabanlı örneklemeyi kullanarak akraba olmayan kişiler üzerinde çalışırken; genetik epidemiyoloji, hastalıkla alakalı bir aile öyküsüne sahip, genetik olarak yüksek risk grubunda ve akraba olan belirli kişiler üzerine yoğunlaşmaktadır. Bu nedenle genetik çalışmalarda kullanılan çalışma tasarımları da epidemiyolojide kullanılan genel tasarımlardan belirli şekillerde farklılıklar gösterebilmektedir. Bu derlemenin amacı, epidemiyolojik araştırmalarda kullanılan olgu kontrol ve kohort araştırma tasarımlarının, hastalıkların genetik yapı ve çevre ile olan ilişkisini incelerken nasıl kullanıldığı, bu tür araştırmaların planlama ve analizinde dikkat edilmesi gereken konuları açıklamak amacıyla literatürde var olan bazı makalelerin ve kitapların incelenmesi ve elde edilen bilgilerin özetlenmesidir.Öğe Hasta Bakıcılarda Bel Ağrısı Ve Yaşam Kalitesinin Değerlendirilmesi, Turgut Özal Tıp Merkezi Örneği(Sakarya Tıp Dergisi, 2018) Fırıncı, Betül; Pehlivan, Erkan; Durmuş, Gözde Nur; Özer, AliÖz: Amaç Bu çalışmada bel ağrısı açısından riskli bir grup olan hasta bakıcıların bel ağrılarının günlük yaşamlarını ne oranda engellediğinin, yaşam kalitelerinin ne düzeyde olduğunun, bir üniversite hastanesinde çalışan hasta bakıcılar örneği ele alınarak, değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Sakarya Tıp Dergisi, 2018, 8(2): 292-302 ) Gereç ve Yöntem Bu çalışma, Mayıs-Haziran 2017 tarihleri arasında yürütülmüş olan kesitsel tipte tanımlayıcı bir araştırmadır. İnönü Üniversitesi Turgut Özal Tıp Merkezinde (TÖTM) çalışan 310 hasta bakıcının 250(%80.6)’sine ulaşıldı. Katılımcılara Sosyo-demografi k Bilgi Formu, Oswestry anketi ve Yaşam kalitesi ölçeği uygulandı. Veriler SPSS 22.0 programı ile değerlendirildi. Yanılma düzeyi p<0,05 seçildi Bulgular Hasta bakıcıların %82.8’ i erkek olup çalışma grubunun %58.4’ü lise mezunudur. Araştırma grubun 4’de 3’ü evli iken; 3’ de 2’sinin aylık geliri 1500 tl ve altıdır. Çalışma grubunun %39.6’sı servis, %33.6’sı yoğun bakımda görev yapmaktadır. Çalışmamızda Oswestry skalası(ODI) değerlendirildiğinde genel grubun ort.(min-max) değerleri 12(0-66) olup, hasta bakıcılarda bel ağrısının günlük hayatlarını hafi f düzeyde etkilediği görülmüştür. Katılanların %72’sinin hafi f(0-20) düzeyde, %22.4’ünün orta (20-40) düzeyde, %5.2’sinin günlük hayatının ciddi düzeyde etkilendiği saptanmıştır. Cinsiyete göre ODI ort.(min-max) değerleri erkeklerin 12(0-66), kadınların 16(0-52) olup kadınların bel ağrısı engelliliği erkeklerden anlamlı olarak yüksektir(p<0.05) Çalışma gurubunun cinsiyete göre yaşam kalitesi indeksi alt parametreleri değerlendirildiğinde, vitalite, fi ziksel fonksiyon, ağrı, emosyonel rol kısıtlılığı, mental sağlık açısından anlamlı farklılık yoktur(p>0.05). Genel sağlık durumunun ortancası erkeklerde 60, kadınlarda 50; fi ziksel rol kısıtlılığının ortancası erkeklerde 75, kadınlarda 50; sosyal fonksiyon erkeklerde 62.5, kadınlarda 50 olup erkeklerde anlamlı olarak yüksektir(p<0.05). Sonuç Çalışmamızda hasta bakıcılarda yaşanan bel ağrısı sorununun günlük hayatlarını hafi f düzeyde etkilediği sonucuna ulaşılmıştır. Bel ağrısı çalışanların yaşam kalitesini ve iş verimliliğini olumsuz etkileyen bir hastalıktır. Hem bireysel faktörler hem de iş yeri ortam faktörleri bu durumun ortaya çıkmasında etkilidir. Öz (İngilizce): Objective The aims of this study were to determine the level of quality of life of patient caregivers working in a university hospital and to assess whether their daily lives were affected. ( Sakarya Med J, 2018, 8(2): 292-302 ). Materials and Methods This descriptive cross-sectional study was conducted between May and June 2017. Approximately 80.6% (250 people) of 310 patients who have been working at Turgut Özal Medicine Center(TÖTM) were recruited. Participants’ details were collected using the sociodemographic information form, the Oswestry scale, and the quality of life scale, and the obtained data were evaluated using SPSS 22.0 program. Results Among the patient caregivers, 82.8% were males, and 58.4% of the working group consisted of high school graduates. While the research group was married with 3 in 4; in 3 ‘s 2 monthly income was ?1500 TL. Of the study participants, 39.6% of them served in the service and 33.6% were working in the intensive care unit. The median (min–max) Oswestry scale (ODI) scores of the general group were 12 (0–66), which indicated that mild levels of back pain affected the daily life of the patient caregivers. The impact of back pain on the daily life of the participants was mild (0–20) in 72%, intermediate (20–40) in 22.4%, and serious in 5.2%. In terms of sex, the median (min–max) Oswestry scale scores were 12 (0–66) for males and 16 (0–52) for females, indicating that the disability caused due to low back pain was signifi cantly higher in females than in males (p < 0.05). No signifi cant difference was observed between males and females in terms of vitality, physical function, pain, emotional role restriction, and mental health based on the evaluation of the subparameters of the quality of life index (p > 0.05). The median score for general health status was 60 in males and 50 in females. The median score for physical role restriction was 75 in males and 50 in females. Regarding social function, males had a signifi cantly higher median score of 62.5 than the score of 50 among females (p < 0.05). Conclusion Lumbar pain has a negative effect on the quality of life and work effi ciency of employees. Both individual factors and workplace environmental factors are infl uential in this situation.Öğe İlimiz üst vericezaevi erkek tutuklularında kemik mineral yoğunluğu ölçümü(Türk Osteoporoz Dergisi, 2012) Bakan, Betül; Sucaklı, Mustafa Haki; Özer, Ali; Kalender, Ali Murat; Özkan, FuatÖz: Amaç: Kapalı cezaevinde kalan tutukluların kapalı ortamda ve sedanter yaşamaları sebebiyle osteoporoz gelişimi açısından artmış risk grubunda olup olmadıklarını araştırmak. Normal popülasyona göre düşük kemik mineral yoğunluğu (KMY) değerleri saptanması halinde koruyucu önlemler yönünden tutukluları ve sorumluları bilgilendirmek. Gereç ve Yöntemler: İlimiz E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda kalan 45 yaş üstü 66 erkek tutuklu ve kontrol grubu olarak cezaevinde kalmayan 45 yaş üstü 66 erkek gönüllü çalışmaya dahil edildi. Bütün katılımcıların yaş, meslek, cezaevinde kalma süresi, alışkanlıkları, beslenmeleri, egzersiz yapıp-yapmadıkları, hastalıkları ve kullandıkları ilaçlar sorgulanarak kaydedildi. KMY değerleri falangial radyografik absorbsiyometri (Alara MetriScan®) aleti ile ölçüldü. Bulgular: Çalışma grubunda falangial KMY 0,341±0,030 gr/cm2, kontrol grubunda 0,346±0,029 gr/cm2 olarak ölçülüp (p=0,968), çalışma grubunun falangial KMY değerleri kontrol grubundan daha düşük olarak bulundu. Sonuç: Kapalı cezaevinde kalan tutukluların falangial KMY değerleri kontrol grubundan daha düşük olup, cezaevinde kalma süresi ile falangial KMY değerleri arasında negatif korelasyon olduğu saptandı. Fakat grupların falangial KMY değerleri arasındaki fark istatistiksel olarak anlamlı bulunmadı.Öğe [İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Asistan Doktorların İletişim Becerileri, Empatik Eğilimleri ve Etkileyen Faktörler](2015) Bozkır, Çiğdem; Tekin, Çiğdem; Mete, Burak; Nacar, Erkay; Özer, AliAbstract:Bu araştırma, Malatya İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesinde ihtisas yapan asistan doktorların iletişim becerileri ve empatik eğilim düzeylerini belirlemek amacıyla yapılmış tanımlayıcı tipte bir araştırmadır. Araştırma, 2013 yılı Ekim-Aralık döneminde, Malatya İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesinde ihtisas yapan 261 asistan doktor üzerinde gerçekleştirilmiştir. Çalışmada araştırmacı tarafından geliştirilen, demografik özellikler ile çalışma düzenlerini sorgulayan anket formu ve Balcı (1996) tarafından geliştirilmiş olan iletişim becerileri ölçeği (İBÖ) ve Dökmen tarafından geliştirilen empatik eğilim ölçeği (EEÖ) kullanılmıştır. Veriler, SPSS paket programı kullanılarak analiz edilmiştir. İstatistiksel analizlerde, yapılan Kolmogorov-Smirnov test (K-S) ile normal dağılıma uyan veriler için Student t ve One Way Anova testleri kullanılmış, normal dağılıma uymayan veriler için ise Mann-Whitney U ve Kruskall Wallis testleri kullanılmış ve tüm değerlendirmelerde p<0.05 düzeyi anlamlı kabul edilmiştir. Araştırmaya katılan asistanların %41.8'i kadın, %58.2'si erkektir. Araştırmaya katılan asistan doktorların sosyo demografik özelliklerine göre iletişim becerileri ölçeği ve alt ölçeklerinden aldıkları puanlarda anlamlı bir farklılık bulunmamıştır (p>0.05). Empatik eğilim ölçeğinden alınan puan ortalamaları, temel bilimlerde çalışanlarda; 61.33±5.50, dâhili bilimlerde çalışanlarda; 63.54±7.38, cerrahi bilimlerde çalışanlarda ise 64.00±5.76 olup aradaki farklılık istatiksel olarak anlamlı bulunmamıştır (p> 0.05). Araştırmaya katılan asistan doktorların empatik eğilim ölçeği ve iletişim becerileri ölçeği puanları arasında anlamlı bir korelasyon bulunmuştur (r=0,276; p<0.01). Elde edilen bu değerler sonucunda İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi asistan hekimlerinin iletişim becerileri ve empatik eğilim düzeylerinin "orta düzey" olduğu, temel bilimlerde çalışan hekimlerin çalışma ortam memnuniyetlerinin daha yüksek olduğu saptanmıştırÖğe İnönü Üniversitesi Tıp ve Mühendislik Fakültesi Öğrencilerinin Afet Konusundaki Bilgi, Tutum ve Davranışları(2020) Yiğit, Esra; Boz, Gülseda; Özer, AliAmaç Uluslararası Afet Veritabanı verilerine göre, 2018 yılında dünyada 68 milyondan fazla insanı etkileyen, 11804 ölümle sonuçlanan 315 doğal afet olayı yaşanmıştır. Meydanagelebilecek bir afete karşı hazırlıklı olunarak, afetin doğurabileceği olumsuz sonuçları en aza indirmek mümkündür. Çalışmamızda; Tıp ve Mühendislik fakültelerindeöğrenim gören öğrencilerin afet konusundaki bilgi, tutum ve davranışlarının saptanması amaçlanmıştır.Gereç veYöntemKesitsel tipteki bu çalışmanın evrenini; Tıp ve Mühendislik Fakültelerindeki öğrenciler oluşturmaktadır. Örneklem büyüklüğü; %95 güven aralığında %80 güçle minimum297 olarak hesaplanmıştır. Anket formunda sosyodemografik sorular, bireyin afet konusundaki bilgi, tutum ve davranışlarını ölçen sorular ve Genel Afet Hazırlık İnançÖlçeği (GAHİÖ) yer almaktadır. İstatistiksel analizlerde; Student T Testi, One Way Anova testleri kullanılmıştır.Bulgular Araştırmaya katılan öğrencilerden %52,85’inin afet yaşadığı ve en sık yaşadıkları afet türünün %46,20 oranı ile deprem olduğu görülmüştür. Afet ile ilgili eğitim alanöğrencilerin GAHİÖ puan ortalaması 110,97±12,86, almayanların 106,97±12,43’dir (0,006). Tıp fakültesi öğrencilerinin GAHİÖ puan ortalaması 107,43±11,75,mühendislik ise 109,37±13,31(p=0,194). Öğrencilerin %78,80’i kendilerini olası afetlere karşı hazırlıklı görmüyor olup, %94,30’unun ise hazırda bulundurdukları bir afetçantası yoktur.Sonuç Öğrencilerin afet çantası bulundurma oranlarının bu denli düşük olması öneminin yeteri kadar farkında olmadıklarını göstermektedir. Eğitim alan öğrencilerin bilgi tutumve davranışlarındaki olumlu değişim de göz önünde bulundurulduğunda, öğrencilerin afetle ilgili düzenli aralıklarla eğitim ve tatbikatlarla desteklenmesi uygun olabilir.Öğe İnönü Üniversitesi Tıp ve Spor Bilimleri Fakültelerindeki Öğrencilerin İçme Suyu Tercihleri(2021) Yiğit, Esra; Güngör, Alper; Gökçe, Ayşe; Özer, AliAmaç: İnsanların içme suyu olarak kullandıkları kaynaklar; musluk suyu, ambalajlı su ya da arıtılmış sulardır. Musluk suyuna yönelik sağlık kaygılarının olması ve ambalajlı suyun daha sağlıklı olduğu fikri, ambalajlı su tüketimine verilen önemi arttırmıştır. Bu çalışmanın amacı, İnönü Üniversitesi Tıp ve Spor Bilimleri Fakültelerindeki öğrencilerin içme suyu tercihlerini ve bu tercihlere etki eden faktörleri belirlemektir. Gereç ve Yöntem: Tanımlayıcı tipte kesitsel bir çalışma olan bu çalışmanın evrenini İnönü Üniversitesi Tıp ve Spor Bilimleri Fakültelerinde okuyan 1861 öğrenci oluşturmaktadır. Örneklem büyüklüğü %95 güven aralığında, %80 güçle 256 olarak hesaplanmıştır. Verilerin toplanmasında kullanılan anket formunun birinci bölümü öğrencilerin sosyodemografik özelliklerinden, ikinci bölümü ise öğrencilerin içme suyu tercihleri ile ilgili sorulardan oluşmaktadır. İstatistiksel analizlerde Ki kare testi kullanılmış, tüm değerlendirmelerde p <0.05 düzeyi anlamlı olarak kabul edilmiştir. Bulgular: Öğrencilerin %69.2’si musluk suyunu, %56.9’u ambalajlı suyu içme suyu olarak tercih etmektedir. Tıp fakültesinde okuyan öğrencilerin % 66.7’si pet/ince plastik kullanırken Spor Bilimleri fakültesinde okuyan öğrencilerin %53.3’ü pet/ince plastik kullanmaktadır. Sonuç: Çalışma grubundaki öğrencilerin içme suyu olarak ilk sırada musluk suyunu tercih ettiği görülmüştür. Musluk suyunu tercih etmeme nedeni tat, hijyen, renk/bulanıklık olarak belirtmişlerdir. Bunun yanında çalışma grubundaki öğrencilerin içme suyunun içeriğine ve ambalaj tercihine yeterli önemi vermedikleri görülmüştürÖğe Investigation of demodex SPP on the perinea in women visiting urologyand gynecology policlinics(Healthmed, 2012) Beytur, Leyla; Karaman, Ülkü; Beytur, Ali; Altındağ, Murat; Geçit, İlhan; Özer, Ali; Çolak, CemilÖğe Investigation of Demodex Spp prevalence among managers and workers of health hazard bearing and sanitary establishment(Journal of the Formosan Medical Association, 2012) Özer, Ali; Karaman,Ülkü; Değerli, Serpil; Çolak, Cemil; Karadan, Mesut; Karcı, ErdalBackground/Purpose: Two Demodex species are known to live on people. Demodex folliculorum lives in the openings of hair follicles alone or in groups. D brevis lives in the depths of the sebaceous glands alone. There are different related on the epidemiology of Demodex species have been published. Method: In this study, taking into account that the parasite is transmitted through close contact from person to person, we aimed to evaluate the relation between the presence of Demodex spp with gender and age among the Health hazard bearing and sanitary establishment operators and workers who came for porter examination. Results: For this purpose, 862 male and 215 female patients with a total of 1077 volunteers from the face area of the standard superficial skin biopsy (SSSB) method and studied samples were taken. More than five mites in 1 cm2 density was defined as positive. In investigated samples 37.3% Demodex spp. positivity was detected. Only two were found to be D brevis and the others were D folliculorum. The study revealed statistically significant relationships between the positivity of parasites with the occupational group, age and sex. Conclusion: Since the prevalence of Demodex among healthy individuals without any complaint was found to be 37%, we believe Demodex spp should be investigated in porter examinations of people who have dermatological complaints. Copyright ª 2012, Elsevier Taiwan LLC & Formosan Medical Association. All rights reserved.