Arşiv logosu
  • Türkçe
  • English
  • Giriş
    Yeni kullanıcı mısınız? Kayıt için tıklayın. Şifrenizi mi unuttunuz?
Arşiv logosu
  • Koleksiyonlar
  • Sistem İçeriği
  • Analiz
  • Talep/Soru
  • Türkçe
  • English
  • Giriş
    Yeni kullanıcı mısınız? Kayıt için tıklayın. Şifrenizi mi unuttunuz?
  1. Ana Sayfa
  2. Yazara Göre Listele

Yazar "Özgül, Ülkü" seçeneğine göre listele

Listeleniyor 1 - 20 / 39
Sayfa Başına Sonuç
Sıralama seçenekleri
  • Yükleniyor...
    Küçük Resim
    Öğe
    % 0.5 Ropivakain İle İnterskalen Blok Sonrası Konvülsiyon Ve Solunum Depresyonu (Olgu Sunumu)
    (İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Dergisi, 2005) Köroğlu, Ahmet; Gedik, Ender; Çiçek, Müslüm; Özgül, Ülkü; Ersoy, M. Özcan
    Bu olgu sunumunda %0.5 ropivakain ile yapılan interskalen brakiyal pleksus bloğu (ISB) sonrası konvülsiyon ve solunum depresyonu meydana gelen bir olguyu tartışmayı amaçladık. 35 yaşında, 70 kg ağırlığında, 174 cm boyundaki erkek olgu sağ radiyal sinir onarımı için operasyona alındı. Periferik sinir sitümülatörü kullanılarak 40 mL %0.5 ropivakain ile interskalen blokaj yapıldı. ISB yapıldıktan 3 dk sonra yüz kaslarında klonik kasılmalar ve solunum depresyonu meydana geldi. Konvülsiyon ve hipotansiyon herhangi bir müdahaleye gerek kalmadan kendiliğinden düzeldi, bradikardi görülmedi. Sonuç olarak; ISB işlemi sırasında hasta ile sürekli diyalog halinde olunarak yavaş enjeksiyon yapılmalıdır. Ayrıca, aspirasyon ve test dozu negatif olsa bile lokal anestezik enjeksiyonu sonrası kardiyovasküler ve santral sinir sistemi komplikasyonlarına karşı hazırlıklı olunması gerektiğini düşünüyoruz.
  • Yükleniyor...
    Küçük Resim
    Öğe
    Akut Demir Zehirlenmesi Olgularına Klinik Yaklaşım: Olgu Serisi
    (İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Dergisi, 2014) Erdoğan, Mehmet Ali; Özgül, Ülkü; Aydoğan, Mustafa Said; Kaçmaz, Osman; Gedik, Ender; Toğal, Türkan
    Aim: Although acute iron poisoning is more common in the pediatric age, it may be seen at any age and is an important clinical condition. In this study, we aimed to evaluate the etiological factors and diagnosis and discuss treatment approaches in the acute iron poisoning. Material and Methods: Eight patients who were admitted to the intensive care unit due to acute iron poisoning were analyzed. Data regarding demographic features, cause of poisoning, toxic agents, the route of exposure, a history of previous toxicity, the time between exposure and intensive care unit admission, the owner of the poisoning agent (the patient or someone else), consciousness status on arrival, Glasgow coma score, the length of the intensive care unit stay, the result of laboratory tests, methods of treatment, and outcome were evaluated. Results: All 8 patients were female and the mean age was 22±5,4 years. The most common symptoms were abdominal pain, vomiting and diarrhea. The amount of received elemental iron was 30,25±11,4mg/kg. Nasogastric catheters were inserted and gastric lavages were performed to all the patients in the emergency department. Deferoxamine treatment was not implemented because of serum iron levels were not higher than 500 mg / dL. After observing all patients for two days, one patient was transferred to psychiatric clinic, 7 patients were discharged with full recovery. Conclusions: In potentially fatal acute iron poisoning, serious complications can be avoided with early laboratory and clinical follow-up. The basic supportive therapy with gastric lavage and desferroksamine therapy should be managed on time.
  • Yükleniyor...
    Küçük Resim
    Öğe
    Akut demir zehirlenmesi olgularına klinik yaklaşım: olgu serisi
    (İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Dergisi, 2013) Erdoğan, Mehmet Ali; Özgül, Ülkü; Aydoğan, Mustafa Said; Kaçmaz, Osman; Gedik, Ender; Toğal, Türkan
    Amaç: Akut demir zehirlenmesi çocukluk yaş grubunda daha sık görülse de; her yaşta rastlanabilen önemli bir klinik durumdur. Akut demir zehirlenmesi; gastrointestinal kanama, kardiyovaskuler kollaps, mental durum bozukluğu, karaciğer ve böbrek yetmezliğine neden olabilir. Bu çalışmada, yoğun bakım ünitemizde akut demir zehirlenmesi nedeniyle yatırılan hastaların demografik özellikleri değerlendirildi, tanı ve tedavi yaklaşımlarını tartışıldı. Gereç ve Yöntem: Ocak 2010- Aralık 2011 arasında yoğun bakım ünitemize akut demir zehirlenmesi nedeniyle kabul edilen 8 hasta incelendi. Hastaların yaş, cinsiyet, zehirlenmenin nedeni, alınan ilaç veya ilaçlar, alınma yolu, daha önce zehirlenme öyküsünün varlığı, ilacın alınmasından yoğun bakım yatışına kadar geçen süre, bilinç durumu, Glaskow Koma Skoru, yoğun bakımda kalış süresi, laboratuvar tetkik sonuçları ile uygulanan tedavi yöntemleri değerlendirildi. Bulgular: Akut demir zehirlenmesi nedeniyle yoğun bakımda takip edilen 8 hastanın tamamı kadındı ve yaş ortalaması 22±5,4 yıl idi. Hastaların zehirlenme nedenleri intihar amacıyla yüksek doz ilaç alımıydı. Hastalarda görülen en sık semptom karın ağrısı (n=7), kusma (n=5), diyare (n=4) idi. Alınan elementer demir miktarı ortalama 30,25±11,4mg/kg’dır. Hastaların hiçbirinde biyokimya ve koagülasyon parametrelerinde klinik olarak önemli bir değişiklik olmadı. Tüm hastaların nazogastrik sondaları acil serviste takılmış ve mide lavajları yapılmıştı. Serum demir düzeyi 500 ?g/dL’den yüksek olmadığından desferroksamin tedavisi uygulanmadı. Hastaların gastrointestinal şikayetleri ortalama 4-5 saat sürdü, 2 gün takipleri yapılan hastalardan biri psikiyatri kliniğine devir edilirken 7 hasta taburcu oldu. Sonuç: Ölümcül seyredebilen akut demir zehirlenmesinde erken laboratuar ve klinik takiple ciddi komplikasyonların önüne geçilebilir. Temel destek tedavisi ile barsak irrigasyonu ve desferroksamin tedavisi zamanında yapılmalıdır.
  • Yükleniyor...
    Küçük Resim
    Öğe
    Anesthetic Management of a Patient with Motor-sensory polyneuropathy
    (2016) Erdoğan, Mehmet Ali; Uçar, Muharrem; Özgül, Ülkü; Demiröz Aslan, Duygu; Durmuş, Mahmut
    Abstract: Polinöropati, yaygın aksonal dejenerasyon veya multifokal segmental demiyelinizasyonla seyreden ve genellikle periferik sinirleri tutan nöropatidir. Kas kuvvetsizliği, atrofi, fasikülasyon, solunum kaslarının tutulumuyla solunum yetmezliğine neden olabilir. Polinöropatili hastaların; artmış malign hipertermi riski, solunum kaslarının tutulmasıyla ekstübasyon sonunda gelişebilecek potansiyel hava yolu sorunları, nondepolarizan kas gevşeticilerin uzamış etki süresi ve nöroaksiyel blokların kullanılmasının tartışmalı olması anestezi yönetimini önemli kılmaktadır. Bu sunuda skolyoz nedeniyle posteriyor enstrümantasyon planlanan demiyelinizan ağırlıklı motor-duyu polinöropatili olguya nöromuskuler bloker kullanmadan uyguladığımız genel anestezi yönetimini aktarmayı amaçladık
  • Küçük Resim Yok
    Öğe
    Ankilozan spondilitli bir hastada lateral yaklaşımla spinal anestezi uygulaması: Olgu sunumu
    (İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Dergisi, 2012) Özgül, Ülkü; Yücel, Aytaç; Kayhan, Erdoğan Gülay; Aslan, Abdulvahap; Ersoy, M. Özcan
    Öz: Ankilozan spondilit, kronik, ağrılı, inflamatuar bir seronegatif otoimmün spondiloartropatidir. Anestezistler için ankilozan spondilitte hem hava yolunun yönetimi hem de nöroaksiyel blok uygulamalarında zorluklar olabilir. Total kalça protezi operasyonu geçirecek ankilozan spondilitli hastaya lateral yaklaşımla başarılı spinal anestezi uygulamasını sunmayı amaçladık.
  • Yükleniyor...
    Küçük Resim
    Öğe
    Characteristics and outcomes of adult patients receiving mechanical ventilation due to acute poisoning
    (Türk Yoğun Bakım Dergisi, 2013) Erdoğan, Mehmet Ali; Aydoğan, Mustafa Said; Özgül, Ülkü; Gedik, Ender; Togal, Türkan; Durmuş, Mehmet; Çolak, Cemil; Uçar, Muharrem
    Öz: ÖZET Amaç: Zehirlenme, yoğun bakım ünitelerine (YBÜ) kabulün önemli bir nedenidir ve yoğun bakımda kalış süresini uzatır. Zehirlenme nedeniyle YBÜ ye kabul edilen hastalar mekanik ventilasyona (MV) ihtiyaç duyabilirler. Uzamış MV gereksinimi YBÜ de kalış süresini ve mortaliteyi artırır. Zehirlenme nedeniyle MV uygulanan hastaların özellikleri ve sonuçlarının değerlendirilmesi, klinik yönetimde yararlı olabilir ve hastalar ile ailelerine daha iyi danışmanlık sağlayabilir. Bu geriye dönük çalışmanın amacı zehirlenme nedeniyle YBÜ ye yatırılan hastaların demografik ve etiyolojik özellikleri ile MV ihtiyacı arasındaki ilişkiyi incelemektir. Gereç ve Yöntem: Ocak 2010 - Aralık 2011 tarihleri arasında YBÜ ye kabul edilen 211 değerlendirildi. Yaş, cinsiyet, zehirlenme oluşumu ile YBÜ ye kabulüne kadar geçen süre, zehirlenmenin tipi, maruz kalınan toksik ajanlar, alınma yolu, daha önceki zehirlenme öyküsü, başvurudaki bilinç durumu, YBÜ de kalış süresi, MV ihtiyacı. MV ile ilişkili komplikasyonlar, Glasgow koma skoru ve sonuçları incelendi. Bulgular: Değerlendirilen 211 hastanın 143 ü (%67,8) kadındı. Zehirlenmenin en sık nedeni intihar (%87,7) idi ve oral yol ile (%93,4) gerçekleşmişti. Hastaların en çok maruz kaldığı ajanlar ilaçlardı (%74,4). İlaçlarla oluşan zehirlenmenin en sık nedeni antidepresanlar (trisiklik antidepresanlar dahil) (%38,3) idi. MV ihtiyacı hem cinsiyet (p=0,04), hem de alınma yolu ile anlamlı şekilde ilişkiliydi. MV ihtiyacı zehirlenmenin tipi (p=0,01) ve toksik ajanlar (p<0,001) ile de anlamlı şekilde ilişkiliydi. İlaçlarla zehirlenme ile cinsiyet (p=0,002) ve zehirlenme tipi ile cinsiyet (p=0,006) arasında oldukça güçlü bir ilişki vardı. Sonuç: Bu çalışmada MV ihtiyacı ile cinsiyet, zehirlenmenin tipi, toksik ajanlar, alınma yolu ve YBÜ de kalış süresi arasında anlamlı bir ilişki olduğu gösterildi. MV ihtiyacı ventilatöre bağlı komplikasyonların sıklığı ve daha uzun süre YBÜ de yatışı ile ilişkili olarak kötü prognoza öncülük edebilir.
  • Küçük Resim Yok
    Öğe
    Çocuklarda proseal laringeal maske: 428 olgunun geriye dönük incelenmesi
    (2011) Begeç, Zekine; Erdoğan, M. Ali; Yücel, Aytaç; Özgül, Ülkü; Gülhaş, Nurçin; Ersoy, M. Özcan
    Amaç: ProSeal Laringeal Maske (PLMA) klasik LMA temelinde geliştirilen supraglottik bir hava yolu aracıdır. Bu çalışmada Mayıs 2009 ile Haziran 2011 tarihleri arasında çocuk cerrahisi ameliyatlarında genel anestezi indüksiyonu sonrası PLMA uygulanan 428 pediyatrik hasta, anestezi kayıtları gözden geçirilerek geriye dönük olarak değerlendirildi. Gereç ve Yöntem: Çalışmaya alınan hastaların demografik özellikleri, ASA skorları, cerrahi girişim türü ve anestezi süresi, uygulanan premedikasyon, indüksiyon ajanları, hastaların pozisyonları, yerleştirilen PLMA numarası ve hangi yöntemle yerleştirildiği, girişim sayısı, uygulayıcıların anestezi tecrübeleri ve karşılaşılan komplikasyonlar kaydedildi. Bulgular: Anestezi indüksiyonu 355 hastada intravenöz, 73 hastada inhalasyon ajanlarıyla sağlanmıştır. Hastaların 411’ine birinci denemede, 14’üne ikinci denemede PLMA yerleştirilmiştir. PLMA uygulanan hastaların 342’si supin pozisyonda, 86’sı litotomi pozisyonunda operasyon geçirmiştir. 355 hastada dijital teknik ile PLMA takılırken, 73 hastada introduser kullanılmıştır. PLMA yerleştirildikten sonra 4 hastada laringospazm, üç hastada bronkospazm, bir hastada mide distansiyonu, iki hastada hıçkırık gelişmiştir. İki hasta PLMA yerleştirildikten sonra kusmuştur. PLMA çıkarıldıktan sonra üç hastada laringospazm gelişmiş, iki hastada PLMA’da kan bulaşı tesbit edilmiştir. Sonuç: Çocuklarda, PLMA başarılı yerleştirme oranı yüksek, komplikasyon oranı düşük, klasik LMA’ya göre daha yüksek kaçak basınçlarına izin veren, özefagusu glottisden ayıran etkili bir havayolu aracıdır.
  • Yükleniyor...
    Küçük Resim
    Öğe
    Çocuklarda ProSeal Laringeal Maske: 428 Olgunun Geriye Dönük İncelenmesi
    (İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Dergisi, 2011) Begeç, Zekine; Erdoğan, M. Ali; Yücel, Aytaç; Özgül, Ülkü; Gülhaş, Nurçin; Ersoy, M. Özcan
    ProSeal Laringeal Maske (PLMA) klasik LMA temelinde geliştirilen supraglottik bir hava yolu aracıdır. Bu çalışmada Mayıs 2009 ile Haziran 2011 tarihleri arasında çocuk cerrahisi ameliyatlarında genel anestezi indüksiyonu sonrası PLMA uygulanan 428 pediyatrik hasta, anestezi kayıtları gözden geçirilerek geriye dönük olarak değerlendirildi. Gereç ve Yöntem: Çalışmaya alınan hastaların demografik özellikleri, ASA skorları, cerrahi girişim türü ve anestezi süresi, uygulanan premedikasyon, indüksiyon ajanları, hastaların pozisyonları, yerleştirilen PLMA numarası ve hangi yöntemle yerleştirildiği, girişim sayısı, uygulayıcıların anestezi tecrübeleri ve karşılaşılan komplikasyonlar kaydedildi. Bulgular: Anestezi indüksiyonu 355 hastada intravenöz, 73 hastada inhalasyon ajanlarıyla sağlanmıştır. Hastaların 411’ine birinci denemede, 14’üne ikinci denemede PLMA yerleştirilmiştir. PLMA uygulanan hastaların 342’si supin pozisyonda, 86’sı litotomi pozisyonunda operasyon geçirmiştir. 355 hastada dijital teknik ile PLMA takılırken, 73 hastada introduser kullanılmıştır. PLMA yerleştirildikten sonra 4 hastada laringospazm, üç hastada bronkospazm, bir hastada mide distansiyonu, iki hastada hıçkırık gelişmiştir. İki hasta PLMA yerleştirildikten sonra kusmuştur. PLMA çıkarıldıktan sonra üç hastada laringospazm gelişmiş, iki hastada PLMA’da kan bulaşı tesbit edilmiştir. Sonuç: Çocuklarda, PLMA başarılı yerleştirme oranı yüksek, komplikasyon oranı düşük, klasik LMA’ya göre daha yüksek kaçak basınçlarına izin veren, özefagusu glottisden ayıran etkili bir havayolu aracıdır.
  • Yükleniyor...
    Küçük Resim
    Öğe
    Comparison of propofol and ketamine propofol mixture ketofol on laryngeal tube suction II conditions and hemodynamics a randomized prospective double blind trial
    (Current Therapeutic Research, 2013) Özgül, Ülkü; Begeç, Zekine; Karahan, Kalender; Erdoğan, Mehmet Ali; Aydoğan, Mustafa Said; Çolak, Cemil; Durmuş, Mahmut; Ersoy, Özcan
    Objective: The aim of our study is to compare the effect of ketamine–propofol mixture (ketofol) and propofol on the laryngeal tube-Suction II (LTS II) insertion conditions and hemodynamics. Methods: Eighty American Society of Anesthesiologists class 1 and 2 patients were divided into 2 random groups to receive either 1 mg/kg remifentanil and propofol 2 mg/kg in Group P (n ¼ 40), or 1 mg/kg remifentanil and ketofol (using a 1:1 single syringe mixture of 5 mg/mL ketamine and 5 mg/mL propofol) in Group K (n ¼ 40) before induction of anesthesia. After induction, LTS II was inserted. Heart rate and noninvasive blood pressure were recorded before induction of anesthesia (t0); immediately following induction (t1); immediately after LTS II insertion (t2); and 3 minutes (t3), 5 minutes (t4), and 10 (t5) minutes after LTS II insertion. Conditions of insertion of LTS II were assessed and scored 1 to 3 using 6 variables as follows: mouth opening, swallowing, coughing, head and body movements, laryngospasm, and ease of LTS II insertion by the same experienced anesthesiologist who did not know the agents. LTS II insertion summed score was prepared depending upon these variables. Results: In regard to LTS II insertion summed score, Group K was more favorable than Group P (P o 0.05). Apnea duration was longer in Group P (385.0 seconds [range ¼ 195.0–840.0 seconds]) compared with Group K (325.50 seconds [range ¼ 60.0–840.0 seconds]) but this was not statically significant. The heart rate values were significantly lower at all measurement intervals in both groups compared with the baseline values (P o 0.05). There was no difference in heart rate between Group P and Group K. The mean arterial pressure values were significantly lower at all measurement intervals in Group P compared with baseline values (P o 0.05). In Group K, the mean arterial pressure values were significantly lower at all measurement intervals compared with the baseline values, except t2 (P o 0.05). There was a significant difference between Group P and Group K in terms of mean arterial pressure at t3 (P o 0.05). Conclusions: We found that ketofol provided better insertion summed score for LTS II than propofol, with minimal hemodynamic changes.
  • Yükleniyor...
    Küçük Resim
    Öğe
    Cornelia De lange sondromlu iki olguda anestezi yönetimimiz
    (Anestezi Dergisi, 2012) Özgül, Ülkü; Begeç, Zekine; Yücel, Aytaç; Erdoğan, M. Ali; Bucak, Nizamettin; Ersoy, M. Özcan
    Yıl: 2012Cilt: 20Sayı: 2ISSN: 1300-0578Sayfa Aralığı: 106 - 109 Metin Dili: Türkçe Öz: Cornelia de Lange sendromu mezenkimin hipoplazisine sekonder geliştiği düşünülen gelişme geriliği, mental retardasyon, hirşutizm, kardiyak, gastrointestinal ve kas-iskelet sisteminin majör anomalileri ile dismorfik yüz görüntüsünün eşlik etti¤i nadir görülen bir sendromdur. Cornelia de Lange sendromu tanısı almış hastaların anestezi yönetiminde zor trakeal entübasyon, aspirasyon ve ilaçlara aşırı duyarlılık gibi problemlerle karşılaşılabilir. Biz bu olgu sunusunda Cornelia de Lange sendromunda anestezik yaklaşımı ve literatür bilgilerini gözden geçirmek istedik. Başlık (İngilizce): Anesthetic management of two patients with cornelia De lange syndrome Öz (İngilizce): Cornelia de Lange syndrome is a rarely encountered disorder that is thought to progress secondary to hypoplasia of mesenchyma. Growth and mental retardation, hirsutism, major malformations of cardiac, gastrointestinal, and musculoskeletal systems with dysmorphic facial features are accompanied with this syndrome. Anesthetic management of these patients may encounter problems such as difficult tracheal intubation, aspiration and hypersensitivity to drugs. We want to review the anesthetic management and literature of the Cornelia de Lange Syndrome in this case presentation.
  • Yükleniyor...
    Küçük Resim
    Öğe
    Dexmedetomidine ameliorates TNBS induced colitis by inducing immunomodulator effect
    (Journal of Surgical Research, 2013) Erdoğan Kayhan, Gülay; Gül, Mehmet; Kayhan, Başak; Gedik, Ender; Özgül, Ülkü; Kurtoğlu, Elçin Latıfe; Durmuş, Mahmut; Ersoy, Mehmet Özcan
    Background: Since sedatives are often administered to immune-compromised and critically ill patients, our understanding of immunomodulation by sedation will be critical. Dexmedetomidine, a selective a2-adrenergic receptor agonist, is often used for sedation and analgesia especially in intensive care units. There are conflicting and little data concerning both the effect and the mechanism of dexmedetomidine on immune response. In our study, we aimed to investigate the effect of dexmedetomidine on immune system at two different doses (5 mg.kg 1 and 30 mg.kg 1 ) during inflammatory bowel disease by using an experimental model, which resembles both systemic and local inflammation. Methods: The effect of dexmedetomidine on the course of inflammatory bowel disease was investigated by measuring macroscopic and microscopic parameters. We investigated proinflammatory Th1, Th2, and Th17 cytokine levels in serum samples to analyze systemic immune response. Following this, local immune response was investigated by measuring cytokine levels in the presence of dexmedetomidine in spleen cell culture. Results: Dexmedetomidine administration led to amelioration of all disease associated pathological manifestations. According to our in vitro and in vivo results, dexmedetomidine shows anti-inflammatory effect by increasing IL-4 and IL-10 levels responsible from antiinflammatory response via Th2 pathway. Moreover, we showed for the first time in the study that dexmedetomidine administration reduces IL-23, which is responsible from initiation of inflammatory response via Th17 pathway. Conclusions: Dexmedetomidine can have beneficial effect on preoperative or postoperative inflammatory bowel disease patients in intensive care units by down-regulating inflammatory immune response not only in systemic circulation but also in tissue-specific manner.
  • Yükleniyor...
    Küçük Resim
    Öğe
    The Effect of Dexamethasone in Tramadol Induced Nausea and Vomiting
    (2016) Gülhaş, Nurçin; Şanlı, Mukadder; Aslan, Abdul Vahap; Özgül, Ülkü; Bicakcioğlu, Murat; Durmuş, Mahmut
    Abstract: We aimed to investigate the efficacy of a single dose bolus of dexamethasone on tramadol induced nausea and vomiting in our study. After approval was taken from ethics committee and patients, a total of 60 ASA I-II patients who were planned to undergo total abdominal hysterectomy (TAH) under general anesthesia were included in this study. A patient-controlled analgesia device was explained for the patients with preoperative visit. After the non-premedicated patients were taken in the operation room, the routine monitorization was performed. Induction was provided with 1?g/kg of fentanyl, 2 mg/kg propofol and 0.1 mg/kg vecuronium. 6-8% concentration of desflurane in a mixture of 50% air and 50% O2 was used for maintenance of anesthesia. When the incision was started to be closed, the patients were randomized into two groups by envelope method. 8 mg iv dexamethasone (2 mL) was given for Group D (n=30), iv Saline solution (2 mL) was given for Group K (n=30). After the incision was closed, a loading dose of intravenous tramadol 1 mg/kg was administered in both groups. The patients were taken in the postanesthesia care unit by extubating following the antagonism of muscle relaxant at the end of surgery. The patient-controlled analgesia device was scheduled to be as infusion: no, bolus: 12 mg, lock-out time: 10 min, 24 hour dosing limit: 400 mg. The pain and nausea and vomiting scores, additional analgesic and antiemetic requirements, the total amount of tramadol consumption were recorded at post-operative recovery and postoperative 2, 4, 6, 12 and 24 hours. Although the incidence of nausea and vomiting, and pain scores at 2 and 4 hours were not statistically significant, they were lower in Gorup D compared to Group K (p>0.05). 14 patients in Group K required additional antiemetics and 12 patients in Group D required additional antiemetics (p>0.05). Six patients in Group K required additional analgesics and 4 patients in Group D required additional analgesics. Although the total amount of tramadol consumption was not statistically significant, it was lower in Group D compared to Group K. It was concluded that a single bolus dose of dexamethasone 8 mg has not reduced tramadol induced nausea and vomiting in patients who were planned to undergo TAH
  • Yükleniyor...
    Küçük Resim
    Öğe
    Effect of preoperative iron deficiency in liver transplant recipients on length of intensive care ünit stay
    (Transplantation Proceedings, 2013) Aydoğan, Mustafa Said; Özgül, Ülkü; Erdoğan, Mehmet Ali; Yücel, Aytaç; Toprak, Hüseyin İlksen; Durmuş, Mahmut; Çolak, Cemil
    Liver transplant (LT) recipients often display iron deficiency preoperatively, which significantly increases the quantity of blood that needs to be transfused intraoperatively, A risk factor for a prolonged intensive care unit (ICU) stay. The aim of this retrospective study was to determine whether there was a clinically significant association between iron deficiency and the length of ICU stay, among 153 patients scheduled for OLT from September 2011 to June 2012. Patients were divided into 2 groups according to their baseline iron status: iron- deficient (ID) and non-ID (normal iron profile) cohorts. Iron deficiency was assessed on the basis of several parameters; transferrin saturation as well as serum iron, ferritin, soluble transferrin receptor, and C-reactive protein levels. We retrospectively analyzed the data regarding demographic and clinical features, preoperative laboratory values, intraoperative transfusions, and length of ICU stay. Patient demographic features and preoperative values were similar between the groups. Preoperative iron deficiency, which was diagnosed in 72 patients (58.6%), was associated with a greater intraoperative use of fresh frozen plasma and red blood cell transfusions (P .0001). The median length of ICU stay after LT was longer among the ID versus the non-ID group (5 and 3 days per patient, respectively; P .0001). Therefore, we have suggested that preoperative iron deficiency may be a prognostic factor for the length of ICU stay after LT.
  • Küçük Resim Yok
    Öğe
    Effect of the addition of ketamine to sevoflurane anesthesia on seizure duration in electroconvulsive therapy
    (The Journal of ECT., 2015) Erdil, Feray; Özgül, Ülkü; Çolak, Cemil; Cumurcu, Birgül; Durmus, Mahmut
    Objectives We evaluated the effects of a subanesthetic dose of ketamine, which was administered as an adjunct to sevoflurane, on duration of seizure activity, hemodynamic profile, and recovery times during electroconvulsive therapy in patients with major depression. Methods Patients were randomly allocated to a group receiving either sevoflurane-ketamine (group SK) or sevoflurane-saline (group SS). Sevoflurane was initiated in both groups at 8% for anesthesia induction until loss of consciousness was achieved, at which point it was discontinued. After loss of consciousness, ketamine was administered to the group SK in the form of a 0.5-mg/kg intravenous bolus. Patients in the group SS received saline in the same manner. Mean arterial pressure (MAP) and heart rate were recorded before anesthetic induction (T1); after anesthetic induction (T2); as well as 0, 1, 3, and 10 minutes after the seizure had ended (T3, T4, T5, and T6, respectively). Motor and electroencephalogram seizure durations were recorded. Results Motor and electroencephalogram seizure durations in the group SS were similar to those observed for the group SK. The heart rate increased significantly during T2 to T6 in both group SS and group SK compared with the baseline. The MAP increased in the group SS during the period between T3 and T6 as well as in the group SK during the same period compared with the baseline. The MAP increased more in the group SK, in comparison with the group SS, during T2 (P < 0.05). Conclusions The addition of ketamine at subanesthetic doses, for the purposes of anesthetic induction with sevoflurane, yielded results similar to those in the control group in terms of both seizure duration and hemodynamic stability.
  • Yükleniyor...
    Küçük Resim
    Öğe
    Effect of the addition of ketamine to sevoflurane anesthesia on seizure duration in electroconvulsive therapy
    (The Journal of ECT, 2015) Erdil, Feray; Özgül, Ülkü; Çolak, Cemil; Cumurcu, Hatice Birgül; Durmuş, Mahmut
    Objectives: We evaluated the effects of a subanesthetic dose of ketamine, which was administered as an adjunct to sevoflurane, on duration of seizure activity, hemodynamic profile, and recovery times during electroconvulsive therapy in patients with major depression. Methods: Patients were randomly allocated to a group receiving either sevoflurane-ketamine (group SK) or sevoflurane-saline (group SS). Sevoflurane was initiated in both groups at 8% for anesthesia induction until loss of consciousness was achieved, at which point it was discontinued. After loss of consciousness, ketamine was administered to the group SK in the form of a 0.5-mg/kg intravenous bolus. Patients in the group SS received saline in the same manner. Mean arterial pressure (MAP) and heart rate were recorded before anesthetic induction (T1); after anesthetic induction (T2); as well as 0, 1, 3, and 10 minutes after the seizure had ended (T3, T4, T5, and T6, respectively). Motor and electroencephalogram seizure durations were recorded. Results: Motor and electroencephalogram seizure durations in the group SS were similar to those observed for the group SK. The heart rate increased significantly during T2 to T6 in both group SS and group SK compared with the baseline. The MAP increased in the group SS during the period between T3 and T6 as well as in the group SK during the same period compared with the baseline. The MAP increased more in the group SK, in comparison with the group SS, during T2 (P < 0.05). Conclusions: The addition of ketamine at subanesthetic doses, for the purposes of anesthetic induction with sevoflurane, yielded results similar to those in the control group in terms of both seizure duration and hemodynamic stability.
  • Yükleniyor...
    Küçük Resim
    Öğe
    The effects of sedation with propofol and propofol ketamin combination on postoperative cognitive functionin elderly patients undergoing spinal anesthesia
    (2021) Çolak, Yusuf Ziya; Özgül, Ülkü; Demiröz Aslan, Duygu; Birgül Cumurcu, Hatice; Çolak, Cemil; Durmuş, Mahmut
    Aim: Elderly patients frequently require surgery. Postoperative cognitive dysfunction (POCD) is an adverse event and reduces thepatient’s quality of life. We aimed to compare the effects of sedation applied with propofol or propofol-ketamine (ketofol) combinationon hemodynamics and POCD during spinal anesthesia in elderly patients undergoing urological surgery.Materials and Methods: Study was performed on 60 ASA I-III patients over 65 years of age. Before the operation (standardizedMini Mental Test) sMMT was applied by a blind researcher. The cases were randomly divided into two groups as propofol (Group P,n=30) and ketofol (Group K, n=30). ECG, SpO2 , Bispectral Index (BIS), noninvasive blood pressure (NIBP) was monitored. After spinalanesthesia, group P received propofol 0.5 mg/kg IV bolus and then 1.5 mg/kg/hour infusion. Group K received propofol 0.4 mg/ kg and ketamine 0.1 mg/kg IV bolus and then propofol 1.2 mg/kg/hour and ketamine 0.3 mg/kg/hour infusion. Hemodynamic andrespiratory data were recorded. The sedation level was monitored by RAMSAY sedation score. sMMT was repeated by the researcherwho performed the initial test at postoperative first 24 hours and postoperative 3rd day.Results: Significant decreases were observed for heart rate, SAP, and MAP in both groups compared with baseline values. Nostatistically significant difference was detected between the groups in sMMT values at postoperative 1st and 3rd days. Within group comparisons revealed significant differences between preoperative sMMT and postoperative 1st day sMMT and betweenpostoperative 1st and postoperative 3rd day sMMT (p< 0.001). No difference was detected between preoperative and postoperative3rd day sMMT (p< 0.25). In Group P, there was statistically significantly higher injection pain (p<0.05).Conclusion: In this study we found that the recovery period of the patients was longer and BIS values were higher in group K, but nosignificant difference could be found in hemodynamic and cognitive functions.
  • Yükleniyor...
    Küçük Resim
    Öğe
    Erişkin moyamoya hastasına anestetik yaklaşım: olgu sunumu
    (Gülhane Tıp Dergisi, 2010) Aydoğan, M. Said; Yücel, Aytaç; Özgül, Ülkü; Öztürk, Erdoğan; Konur, Hüseyin; Öztanır, M. Namık; Ersoy, M. Özcan
    Öz: Moyamoya hastalığı ön ve orta serebral arterler ile internal karotid arterler arasındaki sa hada obstrüksiyon veya stenoza bağlı olarak oluşan, etiyolojisi tam olarak bilinmeyen ve anjiyografik olarak tanımlanan bir durumdur. Erişkinlerde hemoraji, çocuklarda iskemi sıklıkla başlangıç semptomlarıdır. Moyamoya hastalığının tedavisinde vasküler frajiliteyi azaltmak için revaskülarizasyon cerrahisi uygulanmaktadır. Cerrahi sıklıkla serebral iskemi veya serebral hemoraji ile komplike olmakta, bu nedenle perioperatif dönemde özellikli bir bakım gerekmektedir. Perioperatif anestezi yönetimindeki hedef beyin oksijen sunumu ve kullanımı arasındaki dengenin sağlanmasıdır. Bu olgu sunumunda, “multiple burr hole” ameliyatı yapılan 22 yaşındaki erkek moyamoya hastasındaki anestezi uygulamasını tartışmayı amaçladık.
  • Yükleniyor...
    Küçük Resim
    Öğe
    Erken gebelik döneminde elektrokonvulsif tedavide anestezi yönetimi
    (Türk Anestezi ve Reanimasyon Dergisi, 2014) Özgül, Ülkü; Erdoğan, Mehmet Ali; Şanlı, Mukadder; Erdil, Feray; Begeç, Zekine; Durmuş, Mahmut
    Öz: Gebelik sırasında şizofreni, bipolar bozukluk gibi majör psikiyatrik durumların yönetimi zordur. Gebelikte ortaya çıkan katatoni, intihar davranışı ve ağır psikoz gibi ilaç tedavisine dirençli, yaşamı tehdit eden ciddi bulgular anne ve bebek sağlığını etkilemektedir. Bu durumlarda elektrokonvulsif tedavi (EKT) farmakolojik tedaviye alternatif bir yöntem olarak düşünülebilir. Bu olguda, major depresyon nedeniyle EKT uygulanan 13 haftalık gebenin anestezi yönetimini sunmayı amaçladık.
  • Yükleniyor...
    Küçük Resim
    Öğe
    Gebelik sırasında akut tip B aort diseksiyonu gelişen olguda sezaryen için anestezi yaklaşımı
    (Türk Anestezi ve Reanimasyon Dergisi, 2011) Erdoğan, Gülay Kayhan; Gülşah, Nurçin; Şahin, Taylan; Özgül, Ülkü; Şanlı, Mukadder; Durmuş, Mahmut; Özcan, Mehmet Ersoy
    Öz: Kırk yaşın altındaki kadınlarda, aort diseksiyonu olgularının %50 si gebelik sırasında, sıklıkla 3. trimesterde ve loğusalık döneminde görülmekedir. Gebelerde aort diseksiyonu, anne ve fetüs için ciddi risk oluşturmaktadır ve mortalite oranları her ikisi için de yüksektir. Tedavide amaç anne ve fetüsün güvenliğini sağlamaktır. Sezaryen için anestezi metodu se tartışmalıdır. Anestezi yönetimindeki öncelikli amacın, kardiyovasküler stikrarın sağlanması ve aort üzerine olabilecek etkilerini azaltmak olduğu bildirilmiştir. Bu makalede 36 yaşında, otuzuncu gebelik haftasında, akut Tip B aort diseksiyonu gelişmiş ve acil sezaryen kararı verilmiş bir hasada perioperatif yaklaşım anlatılmaktadır. Hastada invazif arter basıncı monitörizasyonu eşliğinde nitrogliserin ve esmolol infüzyonlarına rağmen, hemodinamik istikrarın sağlanamaması üzerine sezaryen kararı verilmişir. Sezaryen esnasında yaşanabilecek rüptür ve hemodinamik çöküş riski nedeniyle, Kalp Damar Cerrahisi ekibi ve ameliyathanesi hazır bulundurulmuştur. Yan yatar pozisyonda, L3-4 seviyesinden 5 mg hiperbarik bupivakain+20 mcg fentanil verilerek kombine spinal, epidural anestezi uygulanan hastada, duyu bloğu seviyesinin T4 olması üzerine ameliyata zin verildi ve göbek altı median kesi ile dördüncü dakikada, 1432 g ağırlığında bebek doğurtuldu. Postoperatif dönemde ilaç tedavisi altında takibe alınan hastaya, epidural hasta kontrollü analjezi uygulandı. Akut, Tip B aort diseksiyonu gelişen gebede, spinal düşük dozda lokal anestetik ve opioid kombinasyonunu takiben, yeterli duyu bloğu seviyesinin sağlanamadığı durumlarda ek dozlar yapmaya imkan veren, kombine spinal epidural anestezinin uygun bir seçenek olabileceği kanısındayız.
  • Yükleniyor...
    Küçük Resim
    Öğe
    Laparoskopik Feokromasitoma Cerrahisinde Perioperatif Şiddetli Hipertansiyonun Yönetimi
    (Turkish Journal of Anaesthesiology and Reanimation, 2016) Erdoğan, Mehmet Ali; Uçar, Muharrem; Özkan, Ahmet Selim; Özgül, Ülkü; Durmuş, Mahmut
    Öz: Feokromasitoma, kromafin dokuda türeyen ve katekolamin üre- ten vasküler bir tümördür. Kontrolsüz katekolamin salgılamasına bağlı şiddetli hipertansiyon, miyokard infarktüsü ve aort dissek- siyonu gibi ölümcül kardiyovasküler komplikasyonlar gelişebilir. Katekolaminlerin bu yıkıcı sekresyonu indüksiyon sırasında, pe- rioperatif dönemde ve cerrahi manüplasyonla oluşabileceğinden anestezi yönetiminin her aşaması hayati önem arz etmektedir. Bu sunuda; laparoskopik feokromasitoma rezeksiyonu planlanan ol- gunun preoperatif hazırlığı ile perioperatif şiddetli ve inatçı hiper- tansiyon atağının ? adrenerjik blokaj, ? adrenerjik blokaj, sod- yum nitroprussid ve remifentanil kombinasyonuyla yöneltilmesini sunmak istedik.
  • «
  • 1 (current)
  • 2
  • »

| İnönü Üniversitesi | Kütüphane | Rehber | OAI-PMH |

Bu site Creative Commons Alıntı-Gayri Ticari-Türetilemez 4.0 Uluslararası Lisansı ile korunmaktadır.


İnönü Üniversitesi, Battalgazi, Malatya, TÜRKİYE
İçerikte herhangi bir hata görürseniz lütfen bize bildirin

DSpace 7.6.1, Powered by İdeal DSpace

DSpace yazılımı telif hakkı © 2002-2025 LYRASIS

  • Çerez Ayarları
  • Gizlilik Politikası
  • Son Kullanıcı Sözleşmesi
  • Geri Bildirim