Yazar "Ünüvar, Songül" seçeneğine göre listele
Listeleniyor 1 - 16 / 16
Sayfa Başına Sonuç
Sıralama seçenekleri
Öğe Antidepresanların Biyoakümülasyonuna Bağlı Ekotoksisite Riski: Sistematik Derleme(2022) Ünüvar, Songül; Yüce, Handeİlaçlar, önemli çevresel kirleticiler arasında yer almaktadırlar. Antidepresan ilaçlar, hem yer altı hem de yer üstü sularında sıklıkla rastlanan kontaminantlardır. Antidepresan ilaçların su canlılarında tespit edilmesinin 2 nedeni vardır. Birincisi dünya genelinde yaygın kullanımları, ikincisi ise su canlılarının farklı dokularında birikmeleridir. Bazı balıklar ve yumuşakçalar gibi endemik su hayvanları, dokularında biyolojik olarak farklı antidepresanları biriktirmektedirler. Bu nedenle hedef olmayan birçok organizmayı etkileme potansiyeline sahiptirler. Antidepresanlar, dopamin, norepinefrin ve serotonin gibi nörotransmitterlerle etkileşime girerek santral sinir sistemini doğrudan etkileyen ilaçlardır. Su canlılarında, bu etkilerinin dışında da etkileri gözlenmektedir. Bu ilaçların dünya çapında artan kullanımına bağlı olarak, kentsel sularda, yer altı sularında, nehirlerlerde ve okyanuslarda yaygın tespit edilmektedirler. Ayrıca şu anda mevcut olan atık su arıtma tesisleri, ilaç kalıntılarını uzaklaştıracak şekilde dizayn edilmemiştir. Sulardaki ilaç kontaminasyonu, önümüzdeki yıllarda artacak gibi görünmektedir. Çünkü mevcut koronavirüs hastalığı-2019 pandemisi, dünya çapında genel depresyon ve anksiyeteyi tetikleyerek, antidepresan kullanımını ve dolayısıyla çevrede tespit edilen konsantrasyonlarını artırmıştır. Çevresel ilaç kontaminasyonu, bilimsel belirsizliklerin eşlik ettiği yaygın bir sorundur. Olası çözümler arasında, ilaçları akılcı kullanmak, çevre dostu ilaçlar reçete etmek, biyolojik olarak daha kolay parçalanan farmasötikler tasarlamak, çevre ve sağlık bilimleri arasındaki koordinasyonu ve iş birliğini geliştirmek sayılabilir. Bu derlemede, bazı antidepresanların yer altı ve yer üstü sulardaki kontaminasyonuna bağlı su canlıları üzerindeki biyoakümülasyonundan ve ekotoksikolojik etkilerinden bahsedilmektedir.Öğe Çocuklarda Sık Gözlenen İlaç Dışı Kimyasal Madde Zehirlenmelerinin Değerlendirilmesi(2017) Ünüvar, SongülÖz: Ergen ve yetişkinlerdeki akut zehirlenmeler çoğunlukla kasıtlı veya kazara alımlar ile ilişkilidir. Bir ve beş yaş arasındaki çocuklarda zehirlenmeler yaygın görülmektedir ve olguların çoğu kazara alımlara bağlıdır. Çocukların çoğunda zehirlenmeye bağlı hiçbir klinik belirti gözlenmez veya sadece hafif etkiler gelişebilir. İlaç eliminasyonu esas olarak böbrekler aracılığı ile olur. Çocuklarda mutlak klerens yetişkinlere göre genellikle daha düşüktür, fakat vücut ağırlığına göre hesaplanan klerens daha yüksektir. Çocuklarda daha hızlı eliminasyona bağlı olarak, ilacın plazma yarı ömrü yetişkinlere kıyasla daha kısa olabilir. Eliminasyon yarı-ömrünün daha kısa olması, plazma kararlı durumuna tekrarlanan dozlarda ulaşıldığı anlamına gelir. Çocukluk çağı zehirlenmelerinin önlenmesi önemlidir, çocuk emniyeti olan ambalaj kullanılması ve evsel ürünlerin kontrollü olarak güvenli muhafaza edilmeleri, kazara oluşan çocukluk çağı zehirlenmelerinin önlenmesinin esasını oluşturur. Zehirlenmeler, çocukluk çağında en sık görülen acil tıbbi durumlardan biridir ve epidemiyolojik özellikleri ülkeden ülkeye farklılık göstermektedir. Bu nedenle, sorunu belirlemek için hangi önleyici tedbirlerin alınabileceği konusunda her ülke için özel epidemiyolojik takip gereklidir. Zehirlenmelerde erken farkındalık ve uygun terapötik önlemlerin alınması ölüm oranının düşmesinde etkili görünmektedir. Çocukluk çağındaki ciddi zehirlenmeler konusunda riski tanımak ve azaltmak için başta pediatristler olmak üzere sağlık çalışanlarına yardımcı olacağı düşüncesiyle, çocukluk çağında en önemli ve en sık görülen ilaç dışı kimyasallarla olan zehirlenmeler derlendi.Öğe Dose dependent cytotoxic activity of patulin on neuroblastoma, colon and breast cancer cell line(2021) Türkmen, Neşe Başak; Yüce, Hande; Ozek, Dilan Askin; Aslan, Sumeyye; Yaşar, Şeyma; Ünüvar, SongülAim: Patulin, a mycotoxin, is an organic compound classified as a polypeptide. Patulin, which is generally detected in moldy fruits and their derivatives, has been suggested to have anticancer activity. Some studies have shown that it induces apoptosis in the cell. This study aims to investigate the anticancer activity of patulin in SH-SY5Y (human neuroblastoma cell line), HCT116 (human colon cancer cell line), and MCF-7 (human breast cancer cell line) cell lines. Materials and Methods: SH-SY5Y, HCT116, MCF-7, and L929 (healthy fibroblast) cell lines were used for cytotoxicity experiments. Cells were added in 96-well plates at 5x103 cells per well. Serial dilutions of patulin at a dose of 1, 2.5, 5, 10, 25, 50, and 100 µM were added to the waiting cells in 24 hours incubation. All cell lines were exposed to patulin for 24 and 48 hours. The cytotoxic activity of patulin in cancer and healthy cell lines was determined in vitro by the MTS (3-(4,5-dimethylthiazol-2-yl)-5-(3-carboxymethoxyphenyl)-2- (4-sulphophenyl)-2H-tetrazolium) cell viability test. The results of the toxicity tests were measured spectrophotometrically (450 nm) in ELISA at intervals of 24 hours for 2 days. Results: Patulin caused cytotoxic activity in all cell lines at a concentration of 100 µM. Patulin showed cytotoxic activity at low doses only in the SH-SY5Y cell line. At doses of 25 and 50 µM, HCT116 caused more than 50% death in the cell line, while higher concentrations induced cell death in the MCF-7 cell line. Conclusion: Patulin showed anticancer activity at high concentrations in colon and breast cancer cell lines, and both low and high concentrations in the SH-SY5Y cell line. Patulin may be a new candidate molecule in the treatment of neuroblastoma, colon, and breast cancers, depending on the dose.Öğe Drug-Drug Interaction of Aldehyde Oxidase Inhibitor and Xanthine Oxidase Inhibitor with Favipiravir(2022) Ozek, Dilan Askin; Keskin, Zeliha; Yüce, Hande; Türkmen, Neşe Başak; Aslan, Sumeyye; Ünüvar, SongülAim: Favipiravir is an effective antiviral used in the treatment of COVID-19. It is metabolized by aldehyde oxidase (AO) and xanthine oxidase (XO). This study investigated drug-drug interactions between favipiravir with both AO substrate and XO enzyme inhibitor, allopurinol, and an XO inhibitor, verapamil. Material and Methods: 25 Sprague-Dawley female rats, 250-300 g, were divided into five equal groups. Blood samples were taken from the jugular vein at the end of 0, 15, 30, and 45 minutes, and at the end of the 1st, 2nd, 4th, 6th, and 8th hours after the drugs were administered. The drug-blood concentration was determined in the HPLC-UV device using plasma. The ELISA method measured AO and XO enzyme activities in rat liver tissue. Results: Allopurinol prolonged the time taken for favipiravir to reach Cmax (Tmax), decreased maximum serum concentration (Cmax), elimination half-life (T1/2), area under the curve (AUC), and mean residence time (MRT). Allopurinol significantly reduced clearance per unit time (Cl/f) when co-administered with favipiravir. Verapamil accelerated the elimination of favipiravir, significantly reducing T1/2, MRT, and AUC. On the other hand, Favipiravir decreased the absorption of verapamil and slowed its elimination. Cmax, AUC, and Cl values of verapamil decreased. In addition, T1/2, MRT, and volume of distribution (Vd) increased. Conclusion: In conclusion, the concomitant use of favipiravir with other drugs that affect AO and/or XO enzyme activities may cause changes in the pharmacokinetic profiles of drugs and the levels of enzymes that metabolize drugs.Öğe Eczacı ve Hasta Arasındaki İletişimin Hastaların Gözünden Değerlendirilmesi(2019) Aktay, Göknur; Öztürk, Büşra; Ünüvar, SongülÖz: Amaç: Eczacıların sundukları hizmetlerin hasta gözünden değerlendirilmesidir. Gereç ve Yöntemler: Araştırmanın örneklemini, Malatya’da rastgele seçilmiş yaş aralığı 20-65 yıl olan toplam 100 hasta oluşturmuştur. Hasta-eczacı iletişimini değerlendirmeye yönelik bir anket uygulanmıştır. Veri toplama aracı olarak, araştırmacılar tarafından geliştirilen anket formu ve 4’lü likert ölçeği kullanılmıştır. Verilerin analizi SPSS ver 20 Paket programı kullanılarak, ki-kare testi ile analiz edilmiştir. p<0,05 istatistiksel olarak anlamlı kabul edilmiştir. Bulgular: Çalışma sonuçlarına göre eczacıların büyük çoğunluğunun hastaları ile iletişim kurarken anlaşılır bir dil kullandığı (%82), güler yüzlü ve ilgili olduğu (%89), dürüst ve güvenilir olduğu (%81) bulunmuştur. Hastaların ise büyük kısmının eczacısından memnun olduğu (%91), mahremiyete dikkat ettiği (%88) ve eczacısının hastalar arasında ayrım yapmadığı (%68) gözlenmiştir. Eczacıların hastaya verdikleri bilgileri tekrarlattırması (%17), sözlü iletişimin yanı sıra yazılı kaynaklar da sunması (%51), eczanelerinde bulunma sürelerine özen göstermesi (%46), eczanede hastanın kendini rahat ifade edebileceği bir mekânın bulunması (%47) eczacı-hasta iletişiminde geliştirilmesi gereken faktörler olarak sıralanabilmektedir. Sonuç: Eczacıların hastaları ile kuracakları iletişimde geliştirmesi gereken yönler; ilaçların nasıl kullanılacağını hastalara tekrarlattırması, hastalarına sözlü bilgi vermenin yanı sıra yazılı doküman da sağlaması, hastalar arasında ayrım yapılmadığını hastanın düşünmesinin sağlanması, kadınların yanı sıra erkek hastaların da eczacılarına güvenmeleri ve çekinmeden konuşmalarının sağlanması, eczanede hastaların sorunlarını eczacı ile paylaşabilecekleri uygun bir mekânın bulunması olarak sıralanabilmektedir.Öğe Effects of Captopril on Cell Damage and Liver Damage(2020) Gürsoy, Şule Öner; Ceritli, Murat; Ünüvar, Songül; Aktay, GöknurAbstract: Objective: To evaluate the effects of captopril (CAP), an angiotensin converting enzyme inhibitor (ACEI), on oxidative stress, liver enzymes, cardiovascular damage, and micronucleus (MN) frequency in streptozotocin-induced diabetes mellitus (STZ-DM). Material and Methods: A total of 24 young Sprague-Dawley male rats were divided into three groups as control, STZ, and STZ+CAP. The rats with DM, induced by way of a single dose injection of STZ (45 mg/kg), received CAP 50 mg/L/day for eight weeks. At the end of this period, liver and cardiovascular damage was evaluated from the level of creatine kinase (CK), creatine kinase isoenzyme-MB (CK-MB), alanine aminotransferase (ALT), aspartate aminotransferase (AST), and lactate dehydrogenase (LDH) and the level of lipid peroxidation was evaluated using the thiobarbituric acid reactive substances (TBARS), glutathione (GSH), and total thiol content (T-SH). The MN frequency was also examined. Results: STZ was found to cause significant increases in the TBARS and LDH levels, ALT and AST activity, and MN frequency and a decrease in the GSH levels, while CAP increased T-SH production and decreased LDH activity and MN frequency. However, CAP increased the activities of ALT and AST. Conclusion: Our study results suggest that CAP produces antioxidant effects in rats with STZinduced DM and long-term use of CAP can correct the complications of diabetes at the cellular level, such as cell and tissue damage, as well as causing liver damage. Based on these results, diabetes seems to affect the liver, kidneys, and heart to varying degrees, although the liver is the most extensively affected organ.Öğe Fitoöstrojenler ve Meme Kanseri İlişkisi: Sistematik Derleme(2021) Aşkın Özek, Dilan; Ünüvar, SongülMeme kanseri (MK), dünya çapında kadınlarda en sık görülen kanser türü olup, kansere bağlı ölümlerin 2. nedenidir. Yüksek düzeylerde östrojen ve türevlerine maruz kalmak, MK’nin gelişmesine neden olan ana etkenlerden biridir. MK tedavisinde kullanılan kemoterapi ilaçlarına bağlı gözlenen yan etkiler, ilaçlara karşı direnç gelişmesi ve hastalığın nüks etmesi gibi faktörler tedavi etkinliğini kısıtlamaktadır. Özellikle Evre 4, metastatik MK ile ilgili aydınlatılmamış pek çok nokta bulunmaktadır. Bu nedenle MK’nin önlenmesi ve tedavisiyle ilgili yeni yaklaşımların araştırılmasına ihtiyaç duyulmaktadır. Fitoöstrojenler, bitkilerden elde edilen ikincil metabolitler olarak kabul edilen polifenolik veya steroidal olmayan bileşiklerdir. Bu bileşikler, östrojen ve türevlerine yapısal ve işlevsel olarak benzemektedirler. Fitoöstrojenler, postmenapoz dönemde osteoporoz, sıcak basması ve terleme gibi şikâyetleri hafifletmek amacıyla kullanılmaktadırlar. Ancak fitoöstrojenlerin neden olduğu östrojen benzeri istenmeyen etkilerinden kaçınmak için fitoöstrojenlerin etkilerini ve doğru kullanımını anlamak oldukça önemlidir. Bu derlemede, MK ile en yaygın kullanılan fitoöstrojenler arasındaki ilişkinin kanserli hücre hatları, hayvan deneyleri ve insan çalışmalarıyla değerlendirildiği literatürlere yer verilmiştir.Öğe Güncel Tedavi Yaklaşımlarından Olan Antikor İlaç Konjugatlarında Amatoksin Konjugatlarının Kullanımı: Sistematik Derleme(2022) Ünüvar, Songül; Yüce, HandeGeleneksel kanser kemoterapisinde kullanılan ajanlar düşük terapötik indekse sahiptirler. Bu nedenle monoklonal bir antikor, bağlayıcı bir molekül ve sitotoksik bir ajandan oluşan immünokonjugatlar olan antikor-ilaç konjugatları (AİK) geliştirilmiştir. Tümör hücrelerinde bulunan çeşitli hedef moleküllere yönelik geliştirilmiş olan bu konjugatlar, son yıllarda kanser tedavisinde kullanılmaya başlanmıştır. Kemoterapide uygulanan geleneksel tedavi yöntemlerine kıyasla bu ajanlar, yüksek düzeyde seçiciliğe ve düşük yan etki profiline sahiptirler. Bu özellikleri, standart tedaviler içinde yer almalarını sağlamıştır. Yeni geliştirilen bu konjugatlar ile ilacın doğrudan kanser hücreleri üzerine hedeflenmesi amaçlanmaktadır. Buna bağlı olarak da sistemik toksisitenin azaltılması ve tedavi etkinliğinin artırılması hedeflenmektedir. Son yıllarda farklı sitotoksik ajanlar AİK’lerinde kullanılmışlardır. Sitotoksik ajanlar; tübülin hasarı yapanlar ve DNA hasarı yapanlar olmak üzere 2 ayrı mekanizmaya sahiptirler. Amanitin bazlı AİK’leri ise RNA polimeraz II üzerinde inhibitör etki göstermektedirler. Bu şekilde çok düşük konsantrasyonlarda bile DNA transkripsiyonunu inhibe etmektedirler. Bu konjugatlar, tümör mikro-ortamı ile dinamik etkileşime girerek, terapötik etkinlikte artış sağlarlar. Amanitin bazlı konjugatların geliştirilmesi oldukça yeni bir yaklaşımdır. Amanitin, çoklu ilaç direnci gösteren tümör hücreleri üzerinde düşük konsantrasyonlarda bile yüksek sitotoksik etki gösterir. AİK’lerinin tasarlanması, bireyselleştirilmiş kanser tedavilerinin geliştirilmesine önemli katkı sağlayacaktır. Son yıllarda amanitin toksini, AİK’lerinin yapısında yer alan ajanlardan biridir. Mikrogram düzeylerde bile pek çok tümörün mikro çevresinde sitotoksik etki gösterir. Bu derlemede amatoksin konjugatları ile ilgili güncel bilgilere yer verilmiştir.Öğe Mikotoksinlerin İn Vitro ve İn Vivo Antikanser Aktivitelerinin Değerlendirilmesi(2022) Yüce, Hande; Ünüvar, SongülMikotoksinler, hasat öncesi, hasat sırasında ve/veya hasat sonrası tarımsal ürünleri kontamine eden ve çoğunlukla hayvan ve insanlarda toksisiteye neden olan, mantarlar tarafından salınan ikincil metabolitlerdir. Bu derlemenin amacı, mantar toksinlerinin antikanser aktivitelerinin mekanizmalarını ve yeni antikanser ilaç geliştirilmesindeki önemini açıklamaktır. Gıda, tahıl ve yemlerde yaygın olarak kontaminasyona neden olan mikotoksinler, çeşitli mantar türleri tarafından oluşturulan ikincil metabolitlerdir. Başlıca mikotoksinler trikotesenler, fumonisinler ve zearalenon, patulin; bunların dışında fusarik asit, moniliformin, fusaproliferin, fusariosis, enniatinler ve beauverisin, MT81 olarak bilinmektedir. Mikotoksinlere uzun dönem yüksek dozda maruziyet, ciddi sağlık sorunlarına yol açmaktadır. Ancak mikotoksinlerle ilgili çalışmalarda, uygun dozlarda birçoğunun in vitro antikanser aktivite gösterdiği bulunmuştur. İnsanlarda kanserin gelişimi, çeşitli endojen ve ekzojen uyaranların aracılık ettiği hücresel ve moleküler değişiklikleri ve oksidatif DNA hasarını içeren karmaşık süreçleri kapsar. Kanserin ilerlemesinde ana mekanizmalardan biri olan oksidatif stres ve reaktif oksijen türleri, antikanser ilaç geliştirmede önemli hedefler olarak düşünülmektedir. Birçok mikotoksinin bu mekanizma ile antikanser aktivite gösterdiği bilinmektedir. Patulin, T-2 toksin, beauverisin, zearalenon, MT81, rubratoksin gibi mikotoksinlerin farklı hücre hatlarında antikanser aktiviteleri gösterilmiştir. Hem in vitro hem de in vivo çalışmalar, mikotoksinlerin toksikokinetiğinin, biyoyararlanımının ve etki mekanizmalarının ilgili türlere bağlı olarak değiştiğini göstermiştir, ancak spesifik yanıtları daha iyi anlamak için ek çalışmalara ihtiyaç vardır. Bu derlemede, önemli mikotoksinlere ve bunların yapısal analoglarının in vitro ve in vivo antikanser etkilerinin değerlendirildiği literatür çalışmalarına yer verilmiştir.Öğe Nikotin toksisitesi üzerine seçici siklooksijenaz-2 inhibisyonunun etkisi(İnönü Üniversitesi, 2007) Ünüvar, SongülNikotinin, COX-2 enzimini indükleyerek, oksidatif stresi artırdıgı bilinmektedir. Bu bilgiye dayanarak seçici bir COX-2 inhibitörünün, siklooksijenaz (COX) yolagında serbest radikal olusumunu baskılayabilecegini ve buna baglı olarak nikotin toksisitesinin önlenebilecegini veya azaltılabilecegini düsündük. Bu amaçla, TBARS, GSH ve T-SH ile doku ve serumda çinko ve bakır dagılımları degerlendirildi. Nikotin toksisitesi ve toksisite üzerine seçici COX-2 inhibisyonunun etkisi incelendi. Tüm gruplar kontrol grubuyla karsılastırıldıgında: Kontrol grubuna göre; nikotin grubunun karaciger, akciger, böbrek, beyin ve kalp TBARS düzeylerinde anlamlı ( p<0.001 ) bir artıs bulundu. Kontrol grubuna göre; nikotin grubunun karaciger, akciger, böbrek, beyin ve kalp GSH düzeylerinde anlamlı (p<0.001) bir artıs bulundu. Kontrol grubuna göre; nikotin grubunun karaciger, akciger, böbrek, beyin ve TSH düzeylerinde anlamlı (p<0.001), kalp dokusunda anlamlı olmayan bir artıs bulundu. Kontrol grubuna göre; nikotin grubunun karaciger (p<0.05), akciger (p<0.001) çinko düzeylerinde anlamlı bir artıs, böbrek, beyin ve kalp çinko düzeylerinde anlamlı olmayan (p>0.05) bir artıs bulundu. Kontrol grubuna göre; nikotin grubunun karaciger, böbrek, beyin bakır düzeylerinde anlamlı olmayan bir artıs (p>0.05), akciger (p<0.01) ve kalp (p<0.05) bakır düzeylerinde anlamlı bir artıs bulundu. Kontrol grubuna göre, nikotin grubunun serum çinko düzeylerinde anlamlı bir artıs (p<0.001) bulundu. Nikotin grubuyla nikotin+selekoksib grubu karsılastırıldıgında: Nikotin grubuna göre nikotin+selekoksib grubunun karaciger, akciger, böbrek, beyin ve kalp TBARS düzeylerinde anlamlı (p<0.001) bir azalma bulundu. Nikotin grubuna göre nikotin+selekoksib grubunun karaciger(p<0.01), akciger, böbrek, beyin ve kalp GSH düzeylerinde anlamlı (p<0.001) bir azalma bulundu. Nikotin grubuna göre nikotin+selekoksib grubunun karaciger, böbrek, beyin ve akciger dokularının T-SH düzeylerinde anlamlı (p<0.001) bir azalma bulundu. Kalp dokusunun T-SH düzeylerinde istatistiksel olarak anlamlı olmayan bir azalma bulundu. Nikotin grubuna göre nikotin+selekoksib grubunun karaciger (p<0.01), akciger (p<0.001), böbrek (p<0.01), beyin (p<0.001), kalp (p<0.001) çinko düzeylerinde anlamlı bir azalma bulundu. Nikotin grubuna göre nikotin+selekoksib grubunun karaciger (p<0.05), akciger (p<0.001), böbrek (p<0.01), kalp (p<0.001) bakır düzeylerinde anlamlı bir azalma bulundu. Beyin (p>0.05) bakır düzeylerinde anlamlı olmayan bir azalma bulundu. Nikotin grubuna göre nikotin+selekoksib grubunun serum çinko düzeylerinde anlamlı olmayan bir azalma (p>0.05) bulundu. Anahtar Kelimeler: Nikotin, Siklooksijenaz-2, Lipit peroksidasyon, Antioksidan etki, Eser elementler.Öğe Patulin: Toksisitesi ve bebek beslenmesinde kullanılan ürünlerde olası bulaşma(2011) Şahin, Gönül; Ünüvar, Songül; Baydar, TerkenÖz: Patulin, Penicillium, Aspergillus ve Byssochlamys gibi küf mantarları tarafından üretilen ikincil bir metabolittir. Patulin başlıca meyve ve özellikle elma ve elma bazlı ürünler ve bebek mamaları dahil birçok gıdada bulunabilir. Patulin toksisitesinin şiddeti tüketilen meyve ürünlerinin miktarı ile orantılıdır. Toksik etkilere karşı daha hassas olan bebek ve çocuklarda bu ürünlerin günlük tüketim miktarı bu nedenle önemlidir. Son yıllarda bu konuda yapılan çalışmalar, meyve bazlı ürünlerdeki patulin düzeylerinin günlük öngörülen en yüksek tolere edilebilir alım sınırlarından daha yüksek olduğunu göstermiştir. Bu derlemede patulinin büyük toksik etkileri, bebek mamalarındaki limitler ve patulin oluşumunu önleme yaklaşımları güncel literatür bilgileri ışığında özetlenmiştir.Öğe Physiology of nose-to-brain pathways and current approaches to intranasal treatment(2023) Ünüvar, Songül; Sandal, SuleymanThere are many factors that affect the passage of drugs through the blood-brain barrier and the blood-cerebrospinal fluid barrier. Generally, conventional treatments for many psychiatric disorders and central nervous system diseases drugs are administered parenteral or per os to produce systemic effects. However, an increased dose or extended treatment time is required to achieve effective drug concentrations at the desired site. This significantly increases the risk of systemic toxicity. For this reason, strategies for the direct delivery of drugs to the central nervous system without the need of increasing their dose are being investigated intensively. Drug delivery methods to the central nervous system are divided into three groups non-invasive, invasive and alternative methods. Intranasal drug administration, which is one of the non-invasive methods that increase the solubility and permeability of the drug, prolongs the drug effects, minimizes enzymatic degradation, and increases the bioavailability of the drug, has become the focus of attention of researchers in recent years. The use of experimental animal models in studies to identify intranasal drug administration routes and potential brain targets limits the applicability of these results to humans. In this review, the routes of intranasal drugs to the brain, the properties of drugs that can reach the central nervous system, and drug examples used in clinical trials are discussed.Öğe Protective effect of celecoxib on nicotine toxicity and alterations in trace element levels(Turkish Journal of Pharmaceutical Sciences, 2011) Aktay, Göknur; Ünüvar, SongülÖz: Bu çalışmanın amacı, nikotin maruziyetine bağlı olarak sıçan dokularında bakır (Cu) ve çinko (Zn) gibi eser element düzeyleri ile vücut ve karaciğer ağırlıklarındaki değişimleri incelemek ve bir seçici siklooksijenaz-2 (COX-2) inhibitörü olan selekoksibin koruyucu etkisini tartışmaktır. Çalışmamızda, sıçanlara 7 gün süreyle 1.5 mg/kg (ip) dozda nikotin enjekte ettik ve nikotinin sıçanlarda eser element düzeyleri, vücut ağırlıkları ve karaciğer ağırlıkları üzerindeki etkisini gözlemledik. Nikotin uygulaması vücut ağırlıklarını azalttı. Vücut ağırlıklarındaki değişim gıda alımının azalması ve metabolik değişimlere bağlı olarak enerji tüketiminin artışının sonucu olabilir. Ayrıca, nikotin grubunun karaciğer ağırlıklarını kontrol grubuna göre daha düşük bulduk. Nikotin uygulaması tüm dokularda bakır ve çinko düzeylerini arttırdı. Dokularda Cu ve Zn düzeylerindeki ve serum Zn düzeylerindeki artış nikotin maruziyetine karşı savunma sisteminin uyarılmasına bağlı olabilir. Başlık (İngilizce): Nikotin toksisitesi ve eser element düzeylerindeki değişiklikler üzerinde selekoksibin koruyucu etkisi Öz (İngilizce): The aim of this study was to investigate alterations in trace elements such as Copper (Cu) and Zinc (Zn) levels in rat tissues, body weights and liver weights dependent on nicotine exposure, and discuss the protective effect of celecoxib, a selective cyclooxygenase-2 (COX-2) inhibitor. We injected to rats at 1.5 mg/kg (ip) dose nicotine for 7 days period and observed effect of nicotine on trace element levels, body weights and liver weights of rats. Nicotine treatment reduced body weights. Alterations on body weight may be a consequence of reduced food intake and an increase in the amount of energy consumption due to metabolic changes. In addition we found that weights of the liver in the nicotine group were significantly lower than that in the control group. Nicotine treatment increased copper and zinc levels in all tissues. Increases of tissue Cu and Zn levels and serum Zn levels may depend on stimulation of defence system against nicotine exposureÖğe SARS-CoV-2’ye Bağlı Organ Tutulumlarının Değerlendirilmesi: Geleneksel Derleme(2021) Yüce, Hande; Ünüvar, SongülÖz: Şiddetli akut solunum yolu sendromu-koronavirüs-2 [severe acute respiratory syndrome-coronavirus-2 (SARS-CoV-2)] enfeksiyonu damlacık yoluyla bulaşan bir solunum yolu hastalığı olarak ortaya çıkmasına rağmen, enfekte olan hastalarda solunum yolu dışındaki organlarda da çoklu organ tutulumları gözlenmiştir. Bu durum, SARSCoV-2’nin spike proteinin hücrelere girişi için anjiyotensin dönüştürücü enzim-2 [angiotensin converting enzyme-2 (ACE-2)] reseptörlerini kullanmasıyla ilişkilendirilmiştir. ACE-2 ekspresyonunun; akciğer, kalp, testis, ince bağırsak, tiroid, böbrek ve az miktarda beyinde olduğu bilinmektedir. Bu bilgiye dayanarak araştırmalar, SARS-CoV-2 enfeksiyonunda ACE-2 ekspresyonunun diğer organ ve sistemler üzerindekietkilerine yoğunlaşmıştır. Enfeksiyon sürecinde proinflamatuar yanıtların ve ACE-2 ekspresyonundaki artışın çoklu organ tutulumuna yol açtığı öne sürülmüştür. Ağır hastalardaki çoklu organ tutulumları hastanede kalış süresini uzatmakta ve ölüm oranlarının artmasına sebep olmaktadır. SAR-CoV-2 enfeksiyonuna bağlı gelişen kalp yetersizliği, böbrek yetersizliği, sitokin fırtınası, pıhtılaşma bozuklukları ve organ yetersizlikleri ölümü hızlandırmaktadır. SARS-CoV-2 enfeksiyonunun tedavi stratejileri belirlenirken çoklu organ hasarının altında yatan mekanizmaların bilinmesi, hastalık prognozunun iyileştirilmesi açısından önem taşımaktadır. Bu derlemede SARS-CoV-2 enfeksiyonunun neden olduğu çoklu organ tutulumlarına neden olan mekanizmalar ele alınmıştır.Öğe SARS-CoV-2’ye Bağlı Organ Tutulumlarının Değerlendirilmesi:Geleneksel Derleme(2021) Yüce, Hande; Ünüvar, SongülŞiddetli akut solunum yolu sendromu-koronavirüs-2 [severe acute respiratory syndrome-coronavirus-2 (SARS-CoV-2)] enfeksiyonu damlacık yoluyla bulaşan bir solunum yolu hastalığı olarak ortaya çıkmasına rağmen, enfekte olan hastalarda solunum yolu dışındaki organlarda da çoklu organ tutulumları gözlenmiştir. Bu durum, SARSCoV-2’nin spike proteinin hücrelere girişi için anjiyotensin dönüştürücü enzim-2 [angiotensin converting enzyme-2 (ACE-2)] reseptörlerini kullanmasıyla ilişkilendirilmiştir. ACE-2 ekspresyonunun; akciğer, kalp, testis, ince bağırsak, tiroid, böbrek ve az miktarda beyinde olduğu bilinmektedir. Bu bilgiye dayanarak araştırmalar, SARS-CoV-2 enfeksiyonunda ACE-2 ekspresyonunun diğer organ ve sistemler üzerindekietkilerine yoğunlaşmıştır. Enfeksiyon sürecinde proinflamatuar yanıtların ve ACE-2 ekspresyonundaki artışın çoklu organ tutulumuna yol açtığı öne sürülmüştür. Ağır hastalardaki çoklu organ tutulumları hastanede kalış süresini uzatmakta ve ölüm oranlarının artmasına sebep olmaktadır. SAR-CoV-2 enfeksiyonuna bağlı gelişen kalp yetersizliği, böbrek yetersizliği, sitokin fırtınası, pıhtılaşma bozuklukları ve organ yetersizlikleri ölümü hızlandırmaktadır. SARS-CoV-2 enfeksiyonunun tedavi stratejileri belirlenirken çoklu organ hasarının altında yatan mekanizmaların bilinmesi, hastalık prognozunun iyileştirilmesi açısından önem taşımaktadır. Bu derlemede SARS-CoV-2 enfeksiyonunun neden olduğu çoklu organ tutulumlarına neden olan mekanizmalar ele alınmıştır.Öğe Yaşlılarda çoklu ilaç kullanımının değerlendirilmesi(2019) Ünüvar, Songül; Bayrak, Hacer; Aktay, GöknurÖz: Amaç: Çoklu ilaç kullanımı, polifarmasi olarak ta adlandırılmaktadır. Hastanın aynı anda veya belli aralıklarla, çoğu zaman endikasyon olmadan birden fazla ilacı bir arada kullanmasıdır. Polifarmasi en sık, birden fazla kronik hastalığın bir arada görüldüğü yaşlı hastalarda gözlenmektedir. Yaşlı hastalarda polifarmasiye bağlı en önemli sorun ise ilaç uyuncunun sağlanamamasıdır. Çalışmamızda bir grup yaşlı hastada çoklu ilaç kullanımı sonrasında ilaç uyuncu değerlendirilmiştir. Gereç ve Yöntem: Çalışma 55 yaş üstü, 70 hasta ile yürütülmüştür. Hastalarla yüz yüze görüşülerek çoklu ilaç kullanımları değerlendirilmiştir. Bulgular: İlaç uyuncu ve eğitim düzeyi arasında bir ilişki bulunmamıştır. Kadınların ilaçları doğru kullanım oranı, erkeklerden daha fazla bulunmuştur. Yaşlıların %19'unun alternatif tedavileri tercih ettikleri, geleneksel ve alternatif tedaviyi birlikte uygulayanların ise %22.9 olduğu bulunmuştur. Katılımcıların % 1.4'ünün hekim önerisi dışında ilaç kullandığı bulunmuştur. Sonuç: Yaşlanma süreci, tüm organ sistemlerini etkileyen yapısal ve fonksiyonel değişikliklerle karakterize, homeostatik kapasitenin azalmasına neden olan bir süreçtir. Vücut kompozisyonundaki değişiklikler, hepatik ve böbrek fonksiyonlarını etkileyerek yağda çözünen ilaçların dağılım hacminde artış ve suda çözünen ilaçların klerensinde azalmayla sonuçlanmaktadır. İlaçların plazma yarılanma ömrü genel olarak artmaktadır. Yaşlanmaya bağlı farmakokinetik ve farmakodinamik değişikliklerin terapötik rejimler üzerindeki etkisini iyi anlamak, tedavi etkinliğini artıracaktır.