Yazar "Şahin, İdris" seçeneğine göre listele
Listeleniyor 1 - 15 / 15
Sayfa Başına Sonuç
Sıralama seçenekleri
Öğe Acil servise başvuran hastalarda hipernatremi(Türk Nefroloji Diyaliz ve Transplantasyon Dergisi, 2012) Yücel, Neslihan; Şahin, İdris; Akgün, Feride Sinem; Köz, Süleyman; Berber, İlhami; Özdemir, Muzaffer GalipÖz: GİRİŞ: Acil Servise hipernatremi ile başvuran hastaların semptomlarının, klinik özelliklerinin, hipernatremi yaygınlığının (prevalans) ve sağ-kalım oranlarının belirlenmesi. GEREÇ ve YÖNTEMLER: Ocak 2008-Aralık 2008 tarihleri arasında acil servise başvuran ve serum Na>148 meq/l olan hastalar alındı. BULGULAR: Ocak-Aralık 2008 tarihleri arasında 25.545 hasta başvurdu, 86 olguda hipernatremi saptandı. Acil servise başvuran olgularda hipernatremi yaygınlığı %0.34 saptandı. Olguların yaş ortalaması 69.5±15.2 (20-96, median yaş: 75) yıl ve 51'i erkek (%59) idi. Hipernatremi saptanan olguların %40'ı öldü. Ölen ve yaşayan olgular arasında yaş, cinsiyet ve başvuru anındaki serum Na değeri açısından anlamlı fark görülmedi. Acil Servise başvuru sırasında en sık görülen semptomlar sırası ile bilinç değişikliği, ağızdan alım bozukluğu ve ateş (%90,%81 ve %49) idi. Başvuru anında olguların %70'inde akut böbrek yetmezliği, %58'inde akut enfeksiyon vardı. Hastaların %99'unda (85 olgu) herhangi bir eşlik eden hastalık serebrovasküler hastalık, bunama/Alzheimer, ve hipertansiyon (%37, %34 ve %27) idi. Olgularımızın %72'sinde santral sinir sistemi ile ilgili bir hastalık (trombotik ve hemorajik SVO, Alzheimer, intrakranial kitle, vs.) vardı. Hipernatremiye eşlik eden akut hastalıklar sırası ile üriner enfeksiyon, pnömoni ve akut SVO (%30, %20 ve %11) idi. SONUÇ: Hipernatremi genellikle yaşlı popülasyonda görülen, yüksek mortalite ve morbidite oranları ile seyreden elektrolit bozukluğudur. Hastanemizde Acil Servise başvuran hastalarda hipernatremi sıklığı %0,34 bulundu. Hastaların büyük çoğunluğunda eşlik eden hastalıklar vardır.Öğe Comparison of dialysate and plasma NTproBNP in prediction of clinical outcomes of diabetic and nondiabetic peritoneal dialysis patients(DUSTRI-VERLAG DR KARL FEISTLE, BAHNHOFSTRASSE 9 POSTFACH 49, D-82032 DEISENHOFEN-MUENCHEN, GERMANY, 2018) Koz, Süleyman; Şahin, İdris; Kayataş, Mansur; Koz, Sema TülayBackground: Plasma level of N-terminal pro-brain natriuretic peptide (P-NTproBNP) is a useful marker in prediction of mortality in peritoneal dialysis (PD) patients. However, the predictive value of spent dialysate counterpart (D-NTproBNP) of plasma NTproBNP on mortality and dropout is not known. Materials and methods: Simultaneous P-NTproBNP and D-NTproBNP assays were performed after an overnight dwell in 44 scheduled ambulatory PD patients. Patients were followed for similar to 47 months. Deceased patients or patients who were transferred to hemodialysis were regarded as dropouts. Results: 14 patients (31.8%) dropped out at similar to 4 years (9 deaths and 5 transfers to hemodialysis). Diabetics, males, and patients with higher membrane permeability had higher dropout rates. Patients with P-and D-NTproBNP higher than median values had higher mortality and dropout rates (Kaplan-Meier test, log-rank Test p < 0.05). Odds ratios of D-NTproBNP for death and dropouts were (3.807 (0.907-15.971), p = 0.068) and (2.87 (1.009-8.138) p = 0.048), respectively; odds ratios of P-NTproBNP for death and dropouts were (4.652 (0.914-23.693), p = 0.064) and (2.67 (0.924-7.716), p = 0.07), respectively; in ROC analysis for death, AUC for P-and D-NTproBNP were 0.762 (0.578-0.946, p = 0.016) and 0.765 (0.590-0.940, p = 0.015), respectively. Exclusion of diabetic patients from the analyses resulted in significant changes in the predictive value P-and D-NTproBNP. Although death and dropout rates were still higher in nondiabetic patients with higher NTproBNP levels, the differences between groups lost statistical significance. Conclusion: Both P-NTproBNP and D-NTproBNP are significant predictors of outcomes of interest. Predictive value of NTproBNP might be different in diabetics and non-diabetic CAPD patients.Öğe Diyaliz hastalarında panel reaktif antikor düzeyinin tespiti: iki yöntem ve iki analizin karșılaștırılması(İnönü Üniversitesi Sağlık Bilimleri Dergisi, 2015) Kurtoğlu, Elçin Latife; Şahin, İdris; Taşkapan, Hülya; Yeşilada, Elif; Kayhan, Başakİnsan doku uygunluk antijenleri sınıf-I ve sınıf- II'ye karşı özgül antikorlar (Panel Reaktif Antikor-PRA-) doğum; kan transfüzyonu ve/veya organ transplantasyonu sonrası gelişir. PRA, nakil sonrası graft’in reddinde önemli rol oynamaktadır. Bu nedenle PRA analizi organ bekleyen hastaların takibinde nakil öncesi ve sonrası yapılması zorunlu rutin testlerdendir. PRA testi, tarama ve tanımlama olarak isimlendirilen; iki farklı analiz ile gerçekleştirilmektedir. Tarama PRA varlığının tespitine yönelik kalitatif bir test’tir. Tanımlama ise çoğunlukla donor spesifik antikor tespitinde kullanılan kantitatif bir test’tir. Tanımlama sadece özgül PRA yüzdesini vermekle kalmaz aynı zamanda ölçüm yöntemine de bağlı olarak donor spesifik antikor tespitini de sağlar. PRA ölçümü için kompleman bağımlı sitotoksisite; Enzyme Linked Immunoassay (ELISA), Akım sitometri ve Luminex yöntemleri kullanılmaktadır. Bu çalışmanın amacı, laboratuvarımızda böbrek nakli bekleme listesindeki diyaliz hastaları için yaptığımız rutin PRA analizinde kullanılan ELISA ve Luminex yöntemlerinin tarama ve tanımlama analizlerinde etkinliğini karşılaştırmaktır. Laboratuvarımıza başvuran 154 hastadan yapılan analizlere göre; ELISA ve Luminex PRA tarama sonuçları arasında %85 uyum bulunurken, her iki yöntemle yapılan tanımlama sonuçları arasında ise toplamda %72 uyum saptanmıştır. Aynı yöntemin tarama ve tanımlama sonuçları incelendiğinde; ELISA PRA tarama ve tanımlama sonuçlarının %19 oranında uyumsuzluk gösterdiği belirlenirken, Luminex PRA tarama ve tanımlama sonuçları arasında %2 gibi ELISA sonuçlarına göre daha az bir uyumsuzluk olduğu belirlenmiştir. Sonuç olarak; nakil öncesi rutin PRA analizi için ELISA yöntemi yerine Luminex yönteminin kullanılması; doğru ve hızlı sonuç alınabilmesi bakımından önemlidir.Öğe Effects of renal replacement therapy on fıbromyalgıa syndrome ın patıents wıthchronıc kıdney dısease(CARBONE EDITORE, VIA QUINTINO SELLA, 68, PALERMO, 90139, ITALY, 2018) Şahin, İdris; Bağ, Harika GözükaraIntroduction: Although musculoskeletal disorders are among the major complications of chronic kidney disease (CKD), there are scarce data to investigate fibromyalgia syndrome (FMS) in these patients. We aimed to investigate the prevalence of FMS in the patients with CKD. Material and methods: A total of 289 (119 predialysis (PD), 85 hemodialysis (HD), 85 continuous ambulatory peritoneal dialysis (CAPD)) patients were included. Diagnosis of FMS was based on American College of Rheumatology (ACR) 1990 FMS criteria. Results: Mean age was 52 +/- 16 years (range 18-89 years). One-hundred-sixty-four (56.7%) of them were male. A total of 46 patients (10 male/36 female) (15.9%) were diagnosed FMS. The prevalence of FMS was 28.8% in females and 6.1% in males. Compared to males, females had a significantly higher rate of FMS (p<0.001). The prevalence of FMS was 19.3% in PD group, 17.6% in the CAPD group, and 9.4% in the HD group. Although the frequency of FMS was lower in HD group compared to both the PD and the CAPD groups, the differences were not statistically significant (for HD vs PD, p=0.052; for HD vs CAPD, p=0.113). In PD group, hemoglobin (Hb) levels were significantly higher in patients with FMS than without FMS. Parathormone (PTH) levels were significantly lower in CAPD patients with FMS than without FMS. Although the prevalence of FMS was increased in PD and CAPD patients, this increase did not reach statistical significance. FMS was markedly more prevalent in female patients. While the Hb level was lower in the PD patients with FMS, PTH level was lower in the CAPD patients diagnosed with FMS. Conclusions: Our study demonstrated that the rate of FMS was higher in PD and CAPD patients compared to HD patients, although our results did not reach statistical significance. Among the entire demographic and laboratory parameters, female gender was found to be significant risk factor for development of FMS. Future multicenter studies which have large sample size are clearly needed to determine other factors related to development of FMS in patients with CKD.Öğe Eğitim fakültesi öğretim elemanlarının öğretmen yetiştirmeye ilişkin görüşleri(İnönü Üniversitesi Eğitim Fakültesi, 2015) Şahin, İdris; Beycioğlu, KadirThis study aimed to find out the environment in which prospective teachers were being taught and the quality of prospective teachers. The descriptive study was conducted to reveal faculty members’ views on teacher preparation in Buca Faculty of Education, İzmir, Turkey. The data was gathered through interviews, analyzed using qualitative descriptive techniques. According to the results; one third of the participants were satisfied with the courses and curricula to train qualified teachers, and yet, two third of them were not satisfied with it. Of the twenty one participants, only three thought that the teaching progress worked well, the courses reached their aims; five of them generally agreed the quality of prospective teachers, they expressed that some courses did not actually reach the aims. Most of the participants agreed that prospective teachers did not live the enthusiasm of being a teacher at all or they did up to a limited extent. In addition they affirmed that the faculty itself did not have sufficient classrooms, ateliers, laboratories and libraries, and the Internet facilities provided in the buildings were needed to be fixed up. Last and most importantly the participants speculated that teaching practices were not successful and did not achieve the aim of the teacher development programs.Öğe Geriatrik hemodiyaliz hastalarında diyabet varlığının trombosit indekslerine etkisi(İnönü Üniversitesi Sağlık Bilimleri Dergisi, 2012) Bentli, Recep; Köz, Süleyman; Coşkun, Abdulvahap; Şahin, İdrisÇalışmamızda trombosit indekslerinin diyabetik ve diyabetik olmayan geriatrik hemodiyaliz hastalarında karşılaştırılması amaçlandı. Çalışmaya 42 diyabetik (20 erkek, 22 kadın; ortalama yaş: 71,2±5,5) 55 diyabetik olmayan (30 erkek, 25 kadın ortalama yaş:72,1±4,6) geriatrik hemodiyaliz hastası alındı. Tam kan sayımı için EDTA'lı tüplere 2ml venöz kan örneği alındı ve trombosit indeksleri [Ortalama Trombosit Hacmi (OTH), Trombosit Dağılım Genişliği (TDG)] otomatize kan sayım cihazında çalışıldı. OTH ve TDG anlamlı olarak diyabetik hastalarda diyabetik olmayanlara kıyasla yüksek bulundu (P<0.05). Trombosit indekslerinden OTH ve özellikle TDG diyabetik geriatrik hemodiyaliz hastalarında yüksek olarak saptandı. Daha ileri çalışmalarla trombosit indeksleri ile artmış kardiyovasküler hastalık riski arsındaki ilişki değerlendirilmeli ve tedavi planında bu indeksler göz önünde bulundurulmalıdır.Öğe Hemodiyaliz hastalarında HCV enfeksiyonunun serum lipid profili üzerine etkileri(2010) Şahin, İdris; Eminbeyli, Lokman; Şahin, Hüseyin Avni; Kaba, İsmetÖz: AMAÇ: Hemodiyaliz (HD) hastalarında hepatit C virüs (HCV) enfeksiyonunun serum lipid düzeyleri üzerine etkilerini araştırmak. GEREÇ VE YÖNTEM: Çalışmaya iki aydan uzun süredir HD tedavisi gören 108 hasta dahil edildi. Hastalar HCV pozitif ve negatif omak üzere iki gruba ayrıldı. Her iki grubun serum total kolesterol (TK), trigliserid (TG), yüksek yoğunluklu lipoproteinler (HDL), düşük yoğunluklu lipoprotein (LDL), ve çok düşük yoğunluklu lipoprotein (VLDL) düzeyleri karşılaştırıldı. BULGULAR: Olgularımızın 55'i (%58 E) anti-HCV (-) ve 53'ü (%64 E) anti-HCV(+) idi. Anti- HCV(-) grubun yaş ortalaması 43±16 yıl ve HD süresi 20±16 ay iken anti-HCV(+) grupta bu değerler sırası ile 43±14 yıl ve 50±32 ay idi. Yaş ve cinsiyet yönünden her iki grup benzer iken HCV(+) grupta HD süresi daha uzun idi (p<0,0001). Hastaların TK düzeyleri karşılaştırıldığında anti-HCV(-) grupta 148±42 mg/dl iken anti-HCV(+) grupta 129±27 mg/dl idi. Gruplar arasındaki fark anlamlı idi (p=0,006). Anti-HCV negatif grupta TG düzeyleri 162±64 mg/dl iken anti-HCV pozitif grupta 137±55 mg/dl saptandı. Her iki grup arasındaki fark istatistiksel olarak anlamlı bulundu (p=0,032). Anti-HCV(-) grupta ortalama HDL düzeyleri 36±11mg/dl iken anti-HCV(+) grupta 32±11 mg/dl idi. Her iki grup arasındaki fark istatistiksel olarak anlamlı idi (p=0,036). Her iki grubun hem LDL hem de VLDL düzeyleri arasında istatistiksel olarak anlamlı fark saptanmadı. Çalışmamızda, serum ALT düzeyleri ile serum lipid düzeyleri arasında herhangi bir istatistiksel ilişki saptanmazken; serum AST düzeyleri ile TK, TG ve HDL düzeyleri arasında anlamlı korelasyon saptandı. Serum AST değeri >30 iü/dl ve <30 iü/dl olan hastalar karşılaştırıldığında ortalama serum TK, TG ve VLDL düzeyleri, AST >30 olan grupta istatistiksel olarak anlamlı derecede daha düşük saptandı. SONUÇ: Hemodiyalize giren HCV (+) hastalarda serum TK, TG ve HDL düzeyleri HCV (-) hastalara göre daha düşüktür. Serum AST düzeyleri arttıkça TK, TG ve VLDL düzeyleri azalma eğiliminde idi.Öğe Hipertansiyonu, Renal İnfarktı ve Morgagni Hernisi Olan Marfan Sendromlu Bir Olgu(İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Dergisi, 2009) Karahan, Doğu; Şahin, İdris; Toylak, Erdem; Berber, İlhami; Taşkapan, HülyaMarfan sendromu 15. kromozomda mutasyonlar ile oluşan konnektif dokunun otozomal dominant kalıtım ile geçen bir hastalığıdır. Kardiyovasküler hastalıklar ve diafragmatik hernileri de içeren yumuşak doku herniasyonları Marfan sendromunda görülebilen durumlardır. Olgu: 22 yaşında erkek hasta, hipertansiyonun klinik bulguları ile nefroloji polikliniğine başvurdu. Hastanın değerlendirmesinde Morgagni diyafragmatik herni ve renal infarkt tespit edildi. Hastanın yapılan muayenesinde Marfan sendromunu düşündüren fiziksel görünümüne sahipti. Radyolojik değerlendirmeler sağ konjenital diyafragmatik Morgagni hernisi ve renal infarktı ortaya çıkardı. Sonuç: Marfan sendromunda akselere hipertansiyon varlığında renal infarkt akla gelmelidir. Ayrıca hastalarda diyafragma yüksekliği varsa Morgagni hernisi olabileceği unutulmamalıdır.Öğe HLA A B DRB1 allele and haplotype frequencies and comparison with blood group antigens in dialysis patients in the east anatolia region of Turkey(Transplantation proceedings, 2013) Kayhan, Başak; Kurtoğlu, Elçin Latıfe; Taşkapan, Hülya; Pişkin, Turgut; Şahin, İdris; Otlu, Gonca; Ünal, BülentAim. The first aim of that study was to investigate HLA class I and class II allele and haplotype frequencies in renal dialysis patients who live in East Anatolia in Turkey. Our second aim was to investigate whether there was a relationship between ABO and D blood group antigens and HLA alleles and haplotypes for the study group. Materials and methods. HLA class I and II polymorphisms in 408 renal dialysis patients were studied using sequence-specific primers (SSP) and sequence-specific oligonucleotides (SSO). Blood group antigens were detected by agglutination methods on microplates. Results. A total of 16 HLA-A, 34 HLA-B, and 15 HLA-DRB1 alleles were identified. The most frequent HLA-A alleles were HLA-A*02, HLA-A*24, and HLA-A*11. The most frequent HLA-B alleles were HLA-B*35, HLA-B*51, and HLA-B*44. In case of HLADRB1; HLA-DRB1*11, HLA-DRB1*04, and HLA-DRB1*13 were first 3 alleles with higher frequency, in order. In the combination of those 3 alleles, the most frequent HLAA-B-DRB1 haplotypes were HLA-A*02-B*51-DRB1*11, HLA-A*11-B*35-DRB1*11, A*24-B*35-DRB1*11. The frequency of ABO, D blood group antigens were observed as 0.168 for A Rh(þ), 0.019 for A Rh(), 0.057 for B Rh(þ), 0.013 for B Rh(), 0.123 for O Rh(þ), 0.014 for O Rh(), 0.018 for AB Rh(þ), and 0.001 for AB Rh(). While A Rh(þ) samples with HLA-A*02 and HLA-DRB1*11 had the highest frequencies (0.067 and 0.088, respectively), O Rh(þ) samples with HLA-B*51 had the highest frequency (0.06). Conclusion. According to haplotype frequencies HLA-A*02-B*51-DRB1*11 is also found at higher frequencies in Bulgarian and Armenian populations. In case of HLAassociated diseases, the east Anatolian population could be susceptible to myastenia gravis, Behçet’s disease, and systemic sclerosis due to the high frequencies of HLAA*24, HLA-B*51, and HLA-DRB1*11 respectively. We did not observe a correlation between blood group antigens and HLA alleles or haplotypes in renal dialysis patients.Öğe A kidney transplant centers Initial experiences in eastern Turkey(Transplantation Proceedings, 2012) Pişkin, Turgut; Ünal, Bülent; Koz, Süleyman; Ulutaş, Oğuz; Yağmur, Jülide; Kayhan, Başak; Taşkapan, Hülya; Şahin, İdris; Baysal, TamerObjectives. Kidney transplantation is the best treatment method associated with improved quality of life and better survival for patients with end-stage renal disease. We started performing kidney transplantations in November 2010. We have performed 19 kidney transplantations so far. Fourteen of these were from living donors and five from deceased donors. Here, we present our initial experiences with 14 kidney transplant recipients from living donor kidney transplantations. Materials and methods. All recipients and their donors underwent detailed clinical history and examination. Recipients and their donors were followed in the transplant clinic during hospitalization. Results. The male-to-female ratio was 11:3 in recipients. The mean age of recipients was 27.8 years (range 4 –58 years). The number of the related, emotionally related, and unrelated transplantations were 9, 3, 2, respectively. The mean warm ischemic time was 95.7 seconds (range 52–168 seconds). Urine output started immediately after vascular anastomosis in all. The mean time of discharge from hospital was postoperative day 8 (range 4 –18 days). The mean flow up was 125 days (range 18 –210 days). Graft survival was 100% in this period, but one patient died from sepsis after 56 days. No kidney was lost from rejection, technical causes, infection, or recurrent disease. Conclusion. If transplant centers are as equipped and experienced as ours, kidney transplant programs should be started immediately so that they can reduce the number of the patients in waiting list for kidney transplantation.Öğe Long term functional graft survival results of the 3rd stage single centre living and cadaveric donor transplants(2023) Cengiz, Ayse Nuransoy; Şahin, İdris; Sarı, Merve; Rüstem, Telman; Gökçe, AyseAim: Kidney transplantation is the most optimal end stage renal disease (ESRD) treatment. It is more advantageous treatment regard to both its effect on the patient’s life quality or mortality. The number of patients who underwent or followed after renal transplant is constantly increasing while their survival becomes a topic more frequently. Different centers therefore report different survival rates in the post-transplantation process. In this study, the transplantation progress and the functional graft survival rates of the patients who have received renal transplants and are followed in our center and the factors which influence the survival rates are explored. Materials and Methods: The patients over 18 years old who applied to Inonu University Turgut Ozal Medical Center Nephrology Department Policlinics who received transplants retrospectively analyzed. Results: While the median for the functional graft period of the patients were 60 months, the longest was found to be 240 months. The grafts of our 77% patients are functional, while 3.7% are exitus with functional graft due to various reasons. 5.3% of the patients received HD again, 3% started PD and 1.3% underwent retransplantation. Conclusion: While the number of transplants are increasing day by day in Turkey, studies on the long term functional graft survival results and the patients’ pre- and posttransplant characteristics are limited and there is not much literature data related to Turkey. We aimed to contribute to the literature with our data. Also, the duration of ESRD increases, the lower is the functional graft time significantly. The preferred ESRD treatment should, therefore, be renal transplantation. Renal transplants could be preferred in suitable patients or donors of advanced age, and transplant age spectrum could be extended.Öğe The patient presenting with renal failure due to multiple myeloma associated with celiac disease: Case report(Uluslararası Hematoloji-Onkoloji Dergisi, 2011) Şahin, İdris; Demir, Cengiz; Alay, Murat; Eminbeyli, LokmanAbstract: Çölyak hastalığı (ÇH), oto-immün kökenli, glutene karşı hassasiyet sonucu ince bağırsak mukozasında inflamasyon ve villüs atrofisi sonucu gelişen malabsorbsiyona bağlı olarak intestinal ve ekstraintestinal bulgularla karakterize bir hastalıktır. ÇH malignite ve böbrek yetmezliği gelişimi için önemli bir risk faktörüdür. ÇH olanlarda başta lenfoma ve gastrointestinal sistem tümörleri olmak üzere malignite sıklığı artmıştır. Makalemizde, kronik böbrek yetmezliği (KBY) tanısı ile izlenen, multipl miyeloma tanısı konulan ve ÇH saptanan 65 yaşında erkek hasta sunulmuştur. Olgumuz literatürde bildirilen ÇH’na eşlik eden ilk multipl miyelom olgusudur.Öğe A rare cause of diarrhea in a kidney transplant recipient dipylidium caninum(Transplantation proceedings, 2015) Şahin, İdris; Köz, Süleyman; Atambay, Metin; Kayabaş, Üner; Pişkin, Turgut; Ünal, BülentWe report the first case of dipylidiasis in a kidney transplant recipient. Watery diarrhea due to Dipylidium caninum was observed in a male patient who had been undergone kidney transplantation 2 years before. The patient was successfully treated with niclosamide. D caninum should be considered as an agent of diarrhea in transplant patients.Öğe Üniversite öğrencilerinin eğitimsel amaçlarına ulaşmalarını etkileyen etkenlere ilişkin görüşleri(İnönü Üniversitesi Eğitim Fakültesi, 2010) Şahin, İdris; Zoraloğlu, Yunus Remzi; Şahin Fırat, NeclaBu makale kapsamlı bir araştırmanın bir bölümünü oluşturmaktadır. Bu makalenin temel amacı, üniversite öğrencilerinin eğitimsel amaçlarına ulaşmalarını etkileyen etkenlere ilişkin görüşlerini belirlemektir. Araştırma verileri, 13 devlet üniversitesinde, birinci ve son sınıf öğrencisi toplam 1839 kişiden toplanmıştır. Araştırmada “Üniversite Öğrencilerinin Beklentileri ve Sorunları” adlı ölçek kullanılmıştır. Ölçekte sıralama ve derecelendirmeye dönük maddeler ve açık uçlu sorular yer almaktadır. Bu araştırmada ölçeğin “eğitimsel amaçlara ulaşmayı etkileyen etkenlerin önemi” ve “eğitimsel amaçlara ulaşmayı etkileyen etkenler açısından bölümün Kalitesi”ni ölçen, aynı soru kökünden oluşan yirmi altı maddelik alt ölçekler kullanılmıştır. Bu iki alt ölçeğin Cronbach Alpha Güvenirlik Katsayısı 0,91 iken ölçeğin tümünün Cronbach Alpha Güvenirlik Katsayısı 0,89 bulunmuştur. Araştırma sonuçlarına göre öğrenciler, eğitimsel amaçlara ulaşmadaki etkenlerden “öğretimin Kalitesi”ni en yüksek oranda (%95,2) önemli görmektedir. Öğrencilerin %29,5’i öğretimin kalitesini “az”, “zayıf” ya da “çok zayıf”; %66,9’u “iyi” ya da “mükemmel” görmektedir. Öğrencilerin, öğretimin kalitesini zayıf bulma nedenlerinin başında “öğretim elemanlarının ilgisizliği, coşkusuzluğu” bulunmaktadır.Öğe Yaşlı olguda brusellozun neden olduğu akut böbrek yetmezliği(Türk Geriatri Dergisi, 2011) Şahin, İdris; Şahin, Hüseyin Avni; Eminbeyli, Lokman; Kaba, İsmetÖz: Brusellozda subklinik böbrek tutulumu nadir olmamasına rağmen akut böbrek yetmezliğine nadiren rastlanmaktadır. Makalemizde, daha önce bilinen bir hastalığı olmayan, brusellozun neden olduğu akut böbrek yetmezliği ile kliniğimizde yatan 85 yaşında erkek hasta sunulmuştur. Hastanın 20 gündür başlayan halsizlik, ateş, bulantı-kusma yakınması olmuş. Son 10 gündür de bacaklarda döküntüleri ortaya çıkmış. ‹drar miktarında azalma olmamış. Kliniğimize yatırılan hastaya bruselloz tanısı serolojik testlerle konuldu. Yapılan cilt biyopsisi lökositoklastik vaskülitle uyumlu geldi. Hastaya antibiyotik ve steroid tedavisi başlandı. Serum kreatinin değerleri tedricen düşme eğilimine girdi, döküntüler bir hafta içinde tamamen içinde düzeldi. Yatışının 15. gününde böbrek fonksiyon testleri ve idrar testleri normale döndü. Antibiyotik tedavisi altı haftaya tamamlandı. Endemik bölgelerde, brusellozun nadiren akut böbrek yetmezliğine yol açabileceği unutulmamalıdır.