Yazar "Altunkaya, Mustafa" seçeneğine göre listele
Listeleniyor 1 - 4 / 4
Sayfa Başına Sonuç
Sıralama seçenekleri
Öğe BAZI ŞİÎ KAYNAKLARDA "TASAVVUF"(Turkish Studies (Elektronik), 2016) Altunkaya, MustafaÖz: Tasavvuf tarihinde önemli bir yeri bulunan İran coğrafyası ve Şi'a düşüncesi, günümüz tasavvuf araştırmalarında dikkat çekici, önemli ve kısmen gizemli bir yere sahiptir. Ancak konunun önemine rağmen Türkiye'de bu alanda yapılmış yeteri kadar araştırma bulunmamaktadır. Tasavvuf/İrfân geleneği, Sünni tasavvufu-Şii irfânı gibi ayrımcı tasnifler karşısında, tarihsel koşulların sınırlayıcılığına teslim olmamıştır. Sünni Mevlânâ (ö. 1273)'nın Şiî Şems (ö. 1248) ile olan sıkı diyalogu, bu geleneğin ayrımcı girişimler karşısındaki vahdetçi yaklaşımını yansıtmaktadır. Dolayısıyla gelenek içerisinde, Tasavvuf ve İrfan'ı birbirinden ayrıştıran yargıların analiz edilerek sebeplerinin ortaya çıkarılması ve bilimsel düzlemde konunun vuzuha kavuşturulması önem arzetmektedir. İrfân ve Tasavvuf kavramları, Ehl-i Sünnet ilim ve fikir muhitlerinde müterâdif kavramlar olduğu halde, Şia muhitlerinde kısmen birbirinden farklı telakki edilmektedir. Dört yıl önce Aşinâ adlı uluslararası bilimsel yayın yapan bir İran dergisine gönderdiğimiz tasavvuf alan araştırma makalemizin yayınlanmaması ve "tasavvuf" sözcüğü yerine "irfan" sözcüğünü kullanmamız halinde makaleyi yayınlayacaklarını bildirmiş olmaları, Şi'a nezdindeki menfi tasavvuf anlayışının henüz bile devam ettiğini göstermektedir. Tasavvuf, esasen Sünniliğin tarzı olarak gelişmiştir. Bu nedenle kimi Şii kaynaklar, tasavvufa muhalefet etmiştir. Öyle ki bu muhalefet düşmanlığa kadar varabilmiştir. Tasavvufu eleştiren Şiî yazarlar arasında Cemaleddin Murtazâ er-Râzî (ö. XII), Mukaddes-i Erdebîlî (ö. 1585), Muhammed Tahir Kumî (ö. 1687) ve Muhammed Bâkır el-Meclisî (ö. 1699)'yi sayabiliriz. Hal böyle iken tasavvufu kabul eden Şiî yazarlar da vardır. Bu yazarlardan en önemlisi kuşkusuz Seyyid Haydar Amulî (ö. 1320)'dir. Amulî tasavvufu tasvip etmekte hatta onun Şiilikle aynı olduğunu ispat etmeye çalışmaktadır. Bu itibarla Şii yazar ve düşünürlerin, tasavvuf konusunda iki gruba ayrıldığını söyleyebiliriz. Birinci grup, tasavvuf ve sûfîlere karşı olan hatta onu tekfir eden kimselerden oluşur. İkinci grup ise, genel olarak tasavvufu benimsemekle birlikte onu Şiâ ile aynı gören ve düşüncelerini irfan olarak adlandıranlardır. Şu anda Şii dünyada her iki grubun da nispi olarak dengelenmiş olduğunu söylemek mümkündür. İslam düşünce tarihinin yaşadığı fikrî kriz koşulları dikkate alındığında tasavvuf-irfân kavramlarına yaklaşımın önemi daha belirgin hale gelmektedir. Tasavvuf/irfan kurum ve kavramlarındaki benzerliğe rağmen kimi Şiî kaynaklarında tasavvuf reddedilirken, kimi Sünnî Selefî kaynaklarda ise hem tasavvuf hem de irfan kavramının ret, inkâr ve tenkide uğradığı görülebilmektedir. Bu çalışmada Şiî düşünceye ait ilk dönem bazı kaynaklarda, tasavvufun nasıl ele alındığını görecek, böylece ilk dönem kaynaklarındaki yaklaşım farklılıklarına ışık tutmaya çalışacağız. Sözgelimi tasavvuf aleyhinde kimi kaynaklarda yer alan rivayetlerin uydurma olup olmadığını sorgulayacak, farklı köklerden olmakla birlikte tasavvuf ve irfan kavramlarının hangi anlamlarda kullanıldığını ortaya koymaya çalışacağız. İşte İslam'ın iç arınma ve kişilik eğitiminde kullanılan ortak alanı ifade eden bu kavramların (tasavvuf ve irfan kavramları), zamanla farklılaşmasına neden olan rivayetlerin güvenilirliğini değerlendirmek önem arz etmekte ve bu çalışma, konuya ilişkin mevcut akademik boşluğu doldurmayı amaçlamaktadır.Öğe HORASÂN TASAVVUF EKOLÜ VE ÖZELLİKLERİ(Turkish Studies (Elektronik), 2016) Altunkaya, MustafaÖz: Horasân, öteden beri şüttarî/sükrî tasavvufun gelişmesinde önemli bir muhittir. Horasân'da meşhur bir sûfînin olmadığı bir yerleşim yeri, bir köy neredeyse yoktur. Tasavvufun ünlü simaları, seçkin eserleriyle ve tarikat uygulamalarıyla buradadır. Horasân tasavvufu, Anadolu'nun İslâmlaşmasında da maya rolü oynamıştır. Moğol istilası sonrası Anadolu'ya gelerek inşa sürecinde zihin faaliyetlerine yön veren bu ekole bağlı âlim, ârif, sûfî, edîb ve hekîmler gerek eğitim-vakıf hizmetleriyle gerekse bıraktıkları eserlerle Anadolu'dan Avrupa içlerine kadar ilerleyen sûfî İslâm anlayışının yaygınlaşmasına vesile oldular. İslâm'ın yayılış hareketi Horasân karakteriyle Şark'tan Anadolu'ya yöneldi. Bu yayılış kuşkusuz Ahmed-i Yesevî (ö. 1166), Mevlânâ Celâleddin-i Rûmî (ö. 1273) ve Ali Semerkandî (ö. 1456) gibi öne çıkan şahsiyetler eliyle gerçekleşti. Ekol, entelektüel anlamda Selçuklu medeniyet havzasını besledi. Osmanlının teşekkül sürecini başlattı ve Moğol işgalleri karşısında âlem-i İslâm'ın dağılan muhitini irfânî derinliğiyle yeniden kurdu. Kronolojik olarak İbrahim b. Ethem (ö. 777), Abdullah b. Mübârek (ö. 794), Fudayl b. İyâz (ö. 803), Şakîk-ı Belhî (ö. 809), Şiblî (ö. 861), Bâyezîd-i Bestâmî (ö. 875), Hakim-i Tirmizi (ö. 932), Abdulkerim Kuşeyrî (ö. 986), Ebû Nasr es-Serrâc (ö. 988), Sülemi (ö. 1021), Ebu'l-Hasan Harakani (ö. 1033), Ebû Saîd Ebu'l-Hayr (ö. 1049), İmam Muhammed Gazâlî (ö. 1111) Ebu'l-Mecd Mecdûd b. Âdem es-Senâî (ö. 1140), Hâce Abdullah Ensari (ö. 1185), Azizüddin Nesefi (ö. 1219), Şeyh Necmeddin-i Kübra (ö. 1221), Şeyh Feridüddin-i Attar (ö. 1221), Mevlânâ Celâleddin (ö. 1273), Muhammed Bahaüddin Nakşibendî (ö. 1389), Seyyid Muhammed Nurbahş (ö. 1393), Sainüddin İbn Türke (14.yy), Kasım Envâr (ö. 1434), Hüseyin Harizmî (ö. 1435), Zeyneddin Hafi (ö. 1435), Şeyh Ali b. Yahyâ es-Semerkandî (ö. 1456), Hâce Abdullah Ahrâr (ö. 1490), Abdurrahmân-ı Câmî (ö. 1492) vb. ekol içinde temayüz etmiş Horasân'ın büyükleridir. Horasân tasavvufunun ilk göze çarpan yönü, kuşkusuz İslâm'ın ilk yüzyılından itibaren sahabe ve tabiîn nesli ile tanışmış olmasıdır. Nitekim Horasân bölgesindeki ilk ilmî faaliyetler; Büreyde b. Husayb (ö. 684), Ebû Berze el-Eslemî (ö. 684), Hakem b. Amr el-Gıfârî (ö. 669), Abdurrahman b. Semüre el-Abşemî (ö. 670), Kusem b. Abbas el-Hâşimî (ö. 676), Abdurrahman b. Ya'mer ed-Dîlî (ö. 708) gibi fetihler sırasında bölgeye gelen veya daha sonra oraya yerleşen sahâbîler tarafından başlatılmıştır. Horasân Tasavvuf Ekolü'nün özelliklerini; sema', hângâh âdâbı, ilm-i bâtın, şeyhin belirleyiciliği, cömertlik ve fütüvvet, şiir, Ehl-i Beyt muhabbeti, adâlet ve özgürlükçü tutum ile melâmetilik şeklinde sıralamak mümkündür. Bu ekol; bilimden estetiğe, teknikten sanat ve mimariye, medeniyetin bütün alanlarında kurucu yeteneği ile tanındı. Sûfî zihnin inşasında önemli mutasavvıfları istihdam eden bu okulun sırrını araştırmak gerekir. Bu okulda, Hz. Peygamber'in torunlarının katkısıyla Horasân'da gelişen ve Türkistan'da İslâmlaşmanın hızla yayılmasına vesile olan bir ruh vardır. Bu ruh ile yetişen Horasân Ricali, ayrımcılığın her türlüsünü reddedip insanlığı büyük bir aile olarak gördüler. Böylece Doğu Moğol-Batı Haçlı saldırıları arasında sıkışıp kalan İslâm Medeniyetine yeni bir mecra buldular. Böylece Anadolu Selçuklu Beylikler Dönemi, yüzyılların birikimi olan bu ekolün tasavvuf anlayışı ile şekillenip Osmanlı Medeniyeti'ne evrildi. Tasavvuf tarihinin en önemli kurumsal hareketi olan Horasân Ekolü; fütüvveti, şüttârî tasavvuf anlayışı, sema'ı, melâmetiliği, Hângâh kültürü, edebiyatı, şiiri, şariata bağlılığı ve zulme karşı duruşu ile bin yıllık geçmişinde yeniden ele alınıp araştırılmalı, Türk dünyasındaki belirleyici vasıfları, bilinen-bilinmeyen bütün yönleriyle gün yüzüne çıkarılmalıdır.Öğe Nahvu Sanâdıkı Vakfiyye Zetu Sıfatın İstismariyye / Yatırım Amaçlı Vakıf Fonlarına Doğru(2013) Elani, Usame Abdulmecid; Altunkaya, MustafaÖz: Araştırmacının amacı, bu çalışma üzerinden vakıf sandıkları tecrübesini ve hedeflerini sunmak değildir. Zira bu işi ümmetin çok sayıda bilim insanı zaten yaptılar. Araştırmacı burada vakıf fon- larının yatırıma aktarılmak suretiyle büyütülmesi, böylece bu fonların atıl kalmadan istenilen üstün amacı gerçekleştirmesi ve sürdürülebilir kılınmasının imkanları üzerinde çalışmaktadır. Araştırma amacının gerçekleşmesi için bu çalışma üç bölüme ayrılmıştır. Birinci bölüm, yatırım vakıflarının üstünlükleri ve ilkelerini ele alır. İkinci bölüm, kamuya açık alımlar yoluyla vakıfların finansman yöntemlerini, üçüncü bölüm ise, yatırım fonları tecrübesinin vakıf fonlarına uyarlan- ması ve vakıf yatırım fonlarının oluşturulmasını konu alır. Aynı zamanda çalışma, bu araştırma- nın en belirgin sonuçlarının sunulduğu bir sonuç kısmını da içermektedir.Öğe XIV. Asır irân tasavvuf eğilimleri bağlamında irfânî tasavvufa dair(2014) Altunkaya, MustafaModern sonrası dönemde, tasavvuf/irfân geleneğinin ele alınarak bugünün sosyal ve siyasal hareketlerine etkisini konu alan araştırmalar yeni ve yetersizdir. Günümüzde gelişme eğilimindeki aşırılık (tatarruf) temayülleri karşısında tasavvufun dengeleyen vasat rolünün incelenmesi, ilim çevrelerinde öncelikli konulardan addedilmektedir. İslam maneviyâtının sembol kavramları olarak Tasavvuf/İrfan, daha çok Horasan ekolünün etkisiyle şekillendiği halde, tarihsel süreçte ve tatarrufî saiklerin etkisiyle iki farklı gelenek gibi algılanabilmektedir. Oysa bu kavramlar, Hicrî ikinci yüzyıldan itibaren şekillenmeye başlamış ve Kerbelâ sonrası serhad bölgelere göçe zorlanan Ehlibeyt âlimlerinin etkisinde teorik ve sistematik biçimini almıştır. Bu nedenle ilk mutasavvıfların ortaya çıkışında, selef ve ehlibeyt ulemâsının etkin ve belirleyici olduğu söylenebilir. Nitekim, hemen bütün silsilelerde yeralan Ma’rûf-i Kerhî (ö. 200), İmam Rızâ (ö. 203)’nın öğrencisi ve müridi, Zünnûni Mısrî (ö. 245) ise İmam Cafer-i Sadık (ö. 148)’ın öğrencisi Cabir b. Hayyan (ö. 193)’ın talebesidir. Bu çalışma, İslami eğilimlerin ayrışma potansiyeline dikkat çekip, zühd temelli eğilimlerin gerçekte aynı kökten beslendiklerini, bilimsel yöntemle tespit etmekte ve Tasavvufî İslâm Birliği’nin imkânlarına odaklanmaktadır.