Yazar "Ateş, Fehmi" seçeneğine göre listele
Listeleniyor 1 - 17 / 17
Sayfa Başına Sonuç
Sıralama seçenekleri
Öğe Böbrek transplantasyonu sonrası gelişen kaposi sarkomu: Olgu sunumu(İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Dergisi, 2001) Sarıkaya, A. Metin; Ateş, Fehmi; Varan, H. İbrahim; Süleymanlar, GültekinÖz: Kaposi sarkomu vasküler ve lenfatik endotel hücrelerinden kaynaklanan, nadir görülen bir kanserdir. Görülme sıklığı yoğun immunsupresyon ve öncellikle siklosporin alımı ile artmaktadır. Bu sunumda, posttransplant 16 ayında kaposi sarkomu gelişen, hızlı progresyon gösteren ve pulmoner hemoraji ile kaybedilen bir olgu tartışılmıştır. Başlık (İngilizce): Kaposi sarcoma developing after renal transplantation: A case report Öz (İngilizce): Kaposi sarcoma is a rarely seen cancer orginating from vasculer and lymphatic endothelial cells. Its frequency is increased in patients using immunosupressive drugs, especially with cyclosporine. In this case report, we presented a post-renal transplantation patient who developed Kaposi sarcoma 16 months later. Because the disease was rapidly progressive the patient deceased due to pulmonary hemorrhage.Öğe Congenital oesophageal web in adults with a foreign body: A case report(2009) Seçkin, Yüksel; Karıncaoğlu, Melih; Ateş, Fehmi; Yiğit, İrem PembegülKonjenital ösefagiyal webler nadir görülen durumlardır. Bu lezyonlar sıklıkla özofagusun üst bölümünde görülürler ve genellikle katı gıdaların tüketilmesi sırasında yutma güçlüğüne neden olurlar. Bu olgu sunumunda daha önce semptomları olmayan, acil servise yabancı cisim obstrüksiyonu nedeni ile başvuran bir hasta rapor edildi.Öğe Demir eksiklği anemisinde serum nitrik oksit, malondialdehit ve süperoksit dismutaz düzeylerinin araştırılması(Medical Network Klinik Bilimler ve Doktor, 2002) Mehmet, Nihayet; Ateş, Fehmi; Tevfik, Mehmet; Aydoğdu, İsmetÖz: AMAÇ: Demir eksikliği anemisinde, serbest radikaller ve lipid peroksidasyonu önemli rol oynamaktadır. Bu çalışmada demir eksikliği anemisi olan hastalarda serum nitrik oksit, malondialdehit ve süperoksit dismutaz düzeylerini incelemek amaçlanmıştır. GEREÇ VE YÖNTEM: Bu çalışmada 30 erkek, 35 kadın toplam 65 demir eksikliği anemisi olan hasta incelendi. Kontrol grubu ise tamamen sağlıklı 28 kadın, 27 erkek toplam 55 kişiden oluşturuldu. Kan örneklerinde, serum nitrik oksit (NO), malondialdehit (MDA) ve süperoksit dismutaz (SOD) seviyeleri ölçüldü ve istatistiksel anlamlılık değerleri hesaplandı. BULGULAR: Demir eksikliği anemisi olan hastalar kontrol grubu ile karşılaştırıldığında, serum NO, MDA ve SOD değerlerinde anlamlı bir artış (sırasıyla p<0.002, p<0.001, p<0.001) olduğu görüldü. SONUÇ: Bu veriler sonucunda demir eksikliği anemisi olan hastalarda, serum nitrik oksit, malondialdehit ve süperoksit dismutaz düzeylerinde ki artış gösterilerek, demir eksikliği anemisi gelişimindeki önemi ortaya konmuştur.Öğe Hemodiyaliz ve periton diyalizi uygulanan hastalarda psikiyatrik bozukluklar, algılanan sosyal destek ve yaşam kalitesi düzeylerinin karşılaştırılması(2012) Kaya, Burhanettin; Taşkapan, Hülya; Ateş, Fehmi; Erdoğan, Serap TaycanAmaç: Bu çalışmada PD ve HD uygulanan hastalarda eşlik eden psikiyatrik hastalıkların, algılanan sosyal desteğin ve yaşam kalitesinin karşılaştırılması amaçlanmıştır. Yöntem: Çalışmaya HD uygulanan 40 ve PD uygulanan 40 hasta alınmıştır. Sosyodemografik veriler kaydedilmiş, Hamilton Anksiyete Ölçeği, Hamilton Depresyon Ölçeği, Hastane Anksiyete ve Depresyon Ölçeği, Kısa Form 36, Çok Boyutlu Algılanan Sosyal Destek Ölçeği, PRIME-MD ve Kısa Akıl Muayenesi Ölçeği uygulanmıştır. İstatistiksel değerlendirmede Windows için SPSS 11.5 programı kullanılmıştır. Bulgular: PRIME-MD ölçeğine göre herhangi bir bozukluk ve depresif bozukluk görülme oranları HD grubunda anlamlı düzeyde yüksek bulundu. Hamilton Depresyon ile Hastane Anksiyete Depresyon Ölçeği anksiyete ve depresyon puanları HD hastalarında daha yüksekti. Kısa Form-36 ile belirlenen mental sağlık puanı ortalamaları HD hastalarında PD hastalarına göre istatistiksel olarak anlamlı düzeyde düşüktü. Toplam destek puanları, aile destek puanı ve özel kişi destek puanları PD grubunda daha yüksekti. Kısa Akıl Muayenesi puanlarına bakıldığında dil puanları PD grubunda yüksek bulundu. Sonuç: Özellikle HD uygulanan hastalar, tedavi yönteminin yarattığı zorluklar nedeniyle de psikiyatrik bozukluklar açısından daha yüksek risk altındadırlar. Bu hastalar psikiyatrik hastalıklar açısından daha dikkatle izlenmeli, diyaliz ünitelerine yönelik konsültasyon-liyezon hizmetleri arttırılmalıdır.Öğe Hickman kateteri uygulamasında erken dönem sonuçlarımız(1999) Türköz, Ayda; Toğal, Türkan; Gülcan, Öner; Ateş, Fehmi; Durmuş, Mahmut; Köroğlu, AhmetUzun süreli santral venöz bir yola gereksinim duyulan durumlarda, bu girişim, birçok merkezde genel veya lokal anestezi ile deneyimli cerrahi ekip tarafından gerçekleştirilmektedir. Bu çalışmada hematolojik malignitesi olan 20 olguda perkütan teknikle Hickman/Broviac kateteri takılmasında erken dönem tecrübelerimizi bildirdik. Bu teknikte implantasyon metodu ve karşılaşılan komplikasyonlar belirtildi. Teknik olarak 19 hastada başarı sağlandı (% 95). Hemotoraks ve aritmi insidansı benzerdi (% 5). Ortalama takılma süresi 45 dk idi. Bir hastada kateter ucu yer değiştirdi (% 5). Geç komplikasyon olarak sadece üç hastada kateter enfeksiyonu gelişti (% 15). Hickman kateterinin anestezistler tarafından da cerrah ve radyologlar kadar başarı ile takılabileceğini saptadık. Klinik olarak karşılaştığımız önemli komplikasyonların oranı kabul edilebilir düzeydeydi.Öğe Hickman Kateteri Uygulamasında Erken Dönem Sonuçlarımız(Turgut Özal Tıp Merkezi Dergisi, 1999) Türköz, Ayda; Toğal, Türkan; Gülcan, Öner; Ateş, Fehmi; Durmuş, Mahmut; Köroğlu, AhmetUzun süreli santral venöz bir yola gereksinim duyulan durumlarda, bu girişim, birçok merkezde genel veya lokal anestezi He deneyimli cerrahi ekip tarafından gerçekleştirilmektedir. Bu çalışmada hematolojik malignitesi olan 20 olguda perkütan teknikle Hickman/Broviac kateteri takılmasında erken dönem tecrübelerimizi bildirdik. Bu teknikte impiantasyon metodu ve karşılaşılan komplikasyonlar belirtildi. Teknik olarak 19 hastada başarı sağlandı (% 95). Hemotoraks ve aritmi insidansı benzerdi (% 5). Ortalama takılma süresi 45 dk idi. Bir hastada kateter ucu yer değiştirdi (% 5). Geç komplikasyon olarak sadece üç hastada kateter enfeksiyonu gelişti (% 15). Hickman kateterinin anestezistler tarafından da cerrah ve radyologlar kadar başarı He takılabileceğini saptadık. Klinik olarak karşılaştığımız önemli komplikasyonların oram kabul edilebilir düzeydeydi.Öğe Hypovolemia-related gastric tissue damage in the setting of upper gastrointestinal bleeding(Turkish Journal of Gastroenterology, 2010) Karıncaoğlu, Melih; Seçkin, Yüksel; Ateş, Fehmi; Harputluoğlu, Murat MM; Batçıoğlu, Kadir; Yiğit, İrem Pembegül; Öner, R. İlyas; Hilmioğlu, FatihÖz: Hipovolemik strese bağlı gastrik doku hasarı iyi bilinmesine rağmen, üst gastrointestinal sistem kanamasının oluşturduğu hipovolemik stresin gastrik doku hasarı daha önce değerlendirilmemiştir. Bu çalışmanın amacı üst gastrointestinal sistem kanamasında oluşan gastrik doku hasarını değerlendirmektir. Yöntem: Çalışma için 30 akut üst gastrointestinal kanamalı ve 30 kontrol hastası alındı. Her hastanın hikayesi ve laboratuvar kayıtlarının yanında müracaatları ve 5. günlerinde endoskopileri yapılarak sağlıklı görünen antrumdan biyopsiler alındı. Alınan biyopsi örneklerinde glutatyon peroksidaz, süperoksit dismutaz, katalaz ve malondialdehit düzeyleri çalışıldı. Sonuçlar: Birinci gün 5. güne göre glutatyon peroksidaz, süperoksit dismutaz, katalaz düzeyleri anlamlı düşük ve malondialdehit yüksek bulundu. 1. gün ve 5. gün sonuçları ise kontrol grubuna göre farklıydı (p<0,05). Katalaz ile hemoglobin (r: -0.59) ve hematokrit (r: -0.61) arasında orta derecede korelasyon, malondialdehit ile sistolik kan basıncı (p: 0.58), hematokrit (r: 0.45), ve hemoglobin (r: 0.49) arasında orta derecede korelasyon bulundu. Sonuç: Çalışmamızda gastrik doku oksidatif değişiklikleri hastaların hemodinamisi ile ilişki göstermektedir. Oksidatif stress klinik bir bulgu olmamasına rağmen gastrik doku hasarı göstergesidir ve bazı hastalarda bulunan gastrik erozyonların açıklayıcı bulgusu olabilir.Öğe İnflamatuvar barsak hastalıklarında görülen solunum fonksiyon testi değişiklikleri(İnönü Üniversitesi, 2006) Ateş, FehmiBu çalışmada akciğer hastalığı öyküsü ve semptomu olmayan, akciğer grafilerinde patolojik bulguya rastlanmayan inflamatuvar barsak hastalarında, solunum fonksiyon testi (SFT) değişikliklerinin araştırılması ve bu değişikliklerle inflamatuvar barsak hastalıklarının (İBH) tipinin, aktivitesinin ve aminosalisilat (5-ASA) tedavisinin ilişkisinin belirlenmesi amaçlanmıştır. Gereç ve yöntem: Çalışmaya, İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Gastroenteroloji Kliniği izlemindeki 30'u ülseratif kolit (ÜK), 10'u Crohn hastalığı (CH) olan toplam 40 İBH hastası ve 30 sağlıklı bireyden oluşan kontrol grubu alındı. ÜK ve CH hastaları ile kontrol grubunun yaş ve cinsiyet dağılımları benzerdi. ÜK ve CH hastaları arasında, hastalıklı yaşam süreleri açısından fark saptanmadı. Hastaların tanıları; öykülerine, klinik, endoskopik bulgularına ve endoskopik biyopsi örneklerinin patoloji raporlarına göre konmuştu. ÜK hastalarında hastalık aktivitesi Truelove-Witts Kriterleri ile, CH hastalarında hastalık aktivitesi Crohn hastalığı aktivite indeksi (CHAİ) ile değerlendirildi. Hastalıklarının aktivasyon dönemlerinde çalışmaya alınan ve SFT uygulanan hastalar klinik olarak remisyona girdikten 3 ay sonra tekrar SFT ile değerlendirildi. Bulgular: Aktivasyon dönemlerinde 30 ÜK hastasının 17'sinde (%56) ve 10 CH hastasının 5'inde (%50) en az bir parametrede olmak üzere SFT anormalliği saptandı. Aynı hastaların remisyon dönemlerinde ise 30 ÜK hastasının 5'inde (%17) ve 10 CH hastasının 2'sinde (%20) en az bir parametrede olmak üzere SFT anormalliği bulundu. İBH'nin aktivasyon dönemindeki hastaların FVC, FEV1, RV/TLC, DLCO ve DLCO/VA değerleri aynı hastaların remisyon dönemindeki değerlerine göre anlamlı derecede bozuk bulundu (hepsi için p<0.01). İBH'de görülen SFT anormalliklerinin hastalık türünden (ÜK veya CH) ve 5-ASA tedavisinden (alıyor veya almıyor) etkilenmediği ancak hastalık aktivitesinden (aktif veya remisyonda) anlamlı derecede etkilendiği belirlendi. Sonuç: İBH'de, solunumsal semptom ve akciğer grafisi bulgusu olmadan SFT bozuklukları gelişebilir. İBH'nin aktivasyon döneminde SFT anormalliklerinin şiddet ve sıklıkları artmaktadır. Bu nedenle SFT İBH'nin non invaziv aktivasyon belirleyicilerinden biri olarak kullanılabilir ve latent solunum sistemi hastalıklarına erken tanı konulmasını sağlayabilir.Öğe Kronik hemodiyaliz hastalarında görülen psikiyatrik bozuklukların klinik parametreler ve hasta uyumu ile ilişkiler(İnönü Üniversitesi, 2003) Ateş, FehmiKronik hemodiyaliz hastalarında gerek kronik hastalığın kendisi, gerekse makineye bağımlı kalma zorunluluğu nedeniyle ruhsal bozuklukların sık görüldüğü bilinmektedir. Başta depresyon olmak üzere psikiyatrik bozukluklar hastaların yaşam kalitelerini ve tedaviye uyumlarım olumsuz yönde etkileyerek sağ kalım şanslarını azaltmaktadır. Bu çalışmada, hemodiyaliz hastalarının ruhsal belirtileri, psikiyatrik bozuklukları, psikopatoloji düzeyleri ve yaşam kaliteleri yönünden değerlendirilmesi, bulunacak sonuçların hastaların klinik parametreleri ve tedaviye uyum düzeyleri ile ilişkilerinin araştırılması amaçlanmıştır. Çalışmaya Temmuz-Ekim 2002 tarihleri arasında İnönü Üniversitesi Turgut Özal Tıp Merkezi Hemodiyaliz Ünitesi’nde, son dönem kronik böbrek yetmezliği nedeniyle düzenli olarak hemodiyalize giren 21 erkek, 9 kadından oluşan toplam 30 hasta alınmıştır. Hastaların diyaliz süreleri, serum Cr, BUN, Na, K, P, Ca, İPTH, Total protein, Albumin, Kolesterol, Trigliserid, Hb, Hct, Ferritin, Transferlin, Sedimentasyon, CRP, Fibrinojen, GFR, Kt/V, PCR, PRU, kan basıncı değerleri, vücut kitle indeksleri, interdiyalitik kilo artışı miktarları, diyaliz programlarına, ilaç tedavilerine ve diyetlerine uyum düzeyleri çalışma kapsamına alınmıştır. Hastaların psikiyatrik bozuklukları saptanırken Prime-MD tanı ölçeği, Hamilton depresyon ve anksiyete değerlendirme ölçeği, yaşam kalitesi düzeyleri saptanırken Kısa Form-36 yaşam kalitesi değerlendirme ölçeği kullanılmıştır.Prime-MD ölçeğine göre psikopatolojik tam alan hastaların, ruhsal yönden sağlıklı hastalara göre anlamlı ölçüde fazla miktarda interdiyalitik kilo artışı gösterdikleri saptanmıştır. Psikiyatrik bozuklukluklar ile hastaların diyaliz süreleri, serum Cr, BUN, Na, K, P, Ca, İPTH, Total protein, Albumin, Kolesterol, Trigliserid, Hb, Hct, Ferritin, Transferlin, Sedimentasyon, CRP, Fibrinojen, GFR, Kt/V, PCR, PRU, kan basıncı değerleri, vücut kitle indeksleri arasında ilişki bulunmamıştır.Hemodiyaliz hastalarında morbidité ve mortalité belirleyicilerinden olan interdiyalitik kilo artışı miktarları altta yatan bir psikiyatrik bozukluğa bağlı olabilir. Bu nedenle aşırı interdiyalitik kilo artışı olan hemodiyaliz hastalarının kapsamlı bir psikiyatrik değerlendirmeye alınmaları gerekir.Öğe Kronik hepatit B ve C hastalarında otoantikor görülme sıklığı(Cumhuriyet Tıp Dergisi (ELEKTRONİK), 2009) Seçkin, Yüksel; Karıncaoğlu, Melih; Cömert, Melda; Ateş, Fehmi; Yiğit, İrem Pembegül; Oğuzhan, Yıldırım; Toktaş, HalilÖz: Amaç. Bu çalışmada kronik hepatit B ve C hastalarında otoantikor sıklığının retrospektif olarak araştırılması amaçlandı. Yöntem. Bu çalışmaya Nisan 2007-Ağustos 2008 tarihleri arasında Hepatoloji Polikliniğine başvuran, kronik hepatit C tanısı konulan 30 hasta ve kronik hepatit B tanısı konulan 33 olmak üzere toplam 63 hasta alındı. Kronik hepatit B grubuna HBsAg'si 6 aydan daha uzun süre pozitif olan, serum alanin amino transferaz (ALT) düzeyleri normalin 2 katından daha yüksek olan ve HBV DNA'sı pozitif olan hastalar alındı. Kronik hepatit C grubuna ise anti-HCV ve HCV RNA'sı pozitif olan hastalar alındı. Çalışmaya alınan hastaların hiçbiri daha önce antiviral ilaç ya da interferon-alfa (İNF-alfa) tedavisi almamıştı. Her iki hasta grubunda dosyalarından anti nükleer antikor (ANA), romatoid faktör (RF), anti mitokondrial antikor (AMA), karaciğer-böbrek mikrozomal antikoru (Anti LKM), düz kas antikoru (SMA) ve anti double stranded DNA (anti dsDNA) düzeyleri araştırıldı. Bulgular. Kronik hepatit C grubunda 9(%30) hastada RF pozitif saptanırken, ANA 3(%10) hastada, AMA 2(%6.7) hastada pozitif saptandı. LKM, ASMA, anti dsDNA pozitifliği ise hiçbir olguda saptanmadı. Kronik hepatit B grubunda 8(%24.2 ) hastada RF pozitif saptanırken, 1(%3) hastada ANA pozitif saptandı. AMA, LKM, SMA, anti dsDNA tüm hastalarda negatif saptandı. Sonuçlar. Kronik hepatit B ve C'de otoantikorların sıklığını araştıran tüm çalışmalarda hepatit B virüsü (HBV) ve hepatit C virüsunun (HCV) antikor oluşumunu indüklediği görülmüştür. Antiviral ilaçlar ve interferon kullanımının otoantikor oluşumunu artırdığı da yapılan çalışmalar ile gösterilmiştir. Bu nedenle yeni tanı alan kronik hepatit B ve C hastalarında tedavi öncesi otoantikor bakılması ortaya çıkabilecek otoimmün olaylar ve ekstrahepatik bulgular açısından yararlı olabilir.Öğe Kronik idyopatik trombositopenik purpurada klinik seyir ve tedavi: Turgut Özal Tıp Merkezi deneyimi(2001) Kuku, İrfan; Aydoğdu, İsmet; Kaya, Emin; Ateş, Fehmi; Erkurt, AliÖz: Idyopatik trombositopenik purpura (ITP), akut veya kronik olarak görülebilir. ITP eriskinlerde siklikla kronik bir seyir izler, ITP tedavisinde steroidler ilk seçenektir. Retrospektif olarak yapilan bu çalismada ITP tanisi konan 49 hastanin klinik seyirleri ve tedavi sonuçlari incelenmistir.Öğe Pancreatic pseudocyst development due to organophosphate poisoning(Turkish Journal of Gastroenterology, 2007) Harputluoğlu, M. Murat; Demirel, Ulvi; Alan, Hakan; Ateş, Fehmi; Aladağ, Murat; Karıncaoğlu, Melih; Hilmioğlu, FatihÖz: AAmaç: Akut pankreatit, organofosfat zehirlenmesinin ciddi bir komplikasyonudur. Literaturde organofosfat ile oluşan akut pankreatit sonrası pankreatik psodokist gelişimiyle ilgili yayın bulunmamaktadır. Bu nedenle, organofosfat ile oluşan akut pankreatit sonrası pankreatik psodokist gelişen bir vakayı sunuyoruz. Yöntem: Organofosfat insektisit (DDVP EC 550, diklorvos) alım oykusu olan 17 yaşında bir kadın hasta kolinerjik semptomlarla başvurdu. Başvuruda, serum amilaz ve lipaz duzeyleri yuksekti ve abdominal ultrasonografi incelemesinde odematoz pankreas izlendi. Akut pankreatit icin herhangi bir etyolojik faktor yoktu. Bulgular: Organofosfat ile oluşan akut pankreatit teşhis ettik. Dort hafta sonra, abdominal ultrasonografi ve komputerize tomografide 6 cm capında pankreatik psodokist izlendi. Takip sırasında pankreatik psodokist capı 4 cm’ye geriledi. Sonuç: Sonucta organofosfat zehirlenmesi, akut pankreatit ve komplikasyonlarına yol acabilir. Erken teşhis ve uygun tedavi morbidite ve mortaliteyi azaltabilir.Öğe Perkütan Endoskopik Gastrostomi Uygulanan Olgularda Erken Dönemde Görülen Komplikasyonların Malnütrisyonla İlişkisi Var Mı?(İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Dergisi, 2008) Ateş, Fehmi; Karıncaoğlu, Melih; Aladağ, MuratPerkütan endoskopik gastrostomi (PEG) çeşitli nedenlerle oral yoldan beslenemeyen ancak gastrointestinal fonksiyonları normal olan hastalarda nütrisyon desteği sağlamak için tercih edilen bir yöntemdir. Bu çalışmada, PEG uyguladığımız olguların irdelenmesi, olguların nütrisyonel durumlarıyla erken dönemde görülen PEG komplikasyonları arasındaki ilişkinin araştırılması amaçlanmıştır. Gereç ve yöntem: Çalışmaya; İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Gastroenteroloji Kliniği’nde Ağustos 2003 - Aralık 2007 tarihleri arasında en az 4 hafta süreyle oral beslenemeyeceği öngörülerek PEG uygulanan 128 olgu alınmıştır. İşlem öncesinde olgular malnütrisyon yönünden; beden kitle indeksi (BKİ)<20 kg/m2 olması ve/veya son üç aydaki kilo kaybı>%5 olması kriterleriyle değerlendirilmiştir. İşlem sonrası 30 gün içinde görülen tüm komplikasyonlar kaydedilmiştir. Ayrıca hastaların yaşları, cinsiyetleri, fonksiyonel durumları, antibiyotik tedavileri ve PEG öncesi hastanede kalış süreleri de incelenmiştir. Bulgular: PEG uygulaması öncesi 84 (%65.6) olguda malnütrisyon bulguları saptandı. Malnütrisyonlu olguların bulunduğu grupta, malnütrisyon bulgusu olmayanlara göre anlamlı ölçüde fazla erken komplikasyon görüldü (%41.7’ye %18.2, p< 0.05). En çok görülen erken komplikasyon yara çevresi enfeksiyonu idi. İşlem sonrası 1. ayda mortalite sıklıkları bakımından her iki grup arasında anlamlı fark saptanmadı. Multivariate analiz ile malnütrisyonun ve PEG öncesi 10 günden uzun hastanede yatış süresinin, hastalarda erken komplikasyon riskini artırdığı anlaşıldı (sırasıyla OR:2.74; P=0.04 ve OR:2.70; p=0.04). Sonuç: Malnütrisyon; PEG uygulanan olgularda erken komplikasyonları, altta yatan hastalıklardan ve olguların fonksiyonel durumundan bağımsız olarak artırmaktadır. Bu nedenle oral yoldan beslenemeyen ve uzun süre oral beslenemeyeceği düşünülen olgulara malnütrisyon gelişmeden PEG uygulanmalı ve malnütrisyonlu olgular gelişebilecek komplikasyonlar bakımından daha sıkı izlenmelidir.Öğe Perkütan endoskopik gastrostomi uygulanan olgularda erken dönemde görülen komplikasyonların malnütrisyonla ilişkisi var mı?(2008) Ateş, Fehmi; Karıncaoğlu, Melih; Aladağ, MuratÖz: Giriş ve Amaç: Perkütan endoskopik gastrostomi (PEG) çeşitli nedenlerle oral yoldan beslenemeyen ancak gastrointestinal fonksiyonları normal olan hastalarda nütrisyon desteği sağlamak için tercih edilen bir yöntemdir. Bu çalışmada, PEG uyguladığımız olguların irdelenmesi, olguların nütrisyonel durumlarıyla erken dönemde görülen PEG komplikasyonları arasındaki ilişkinin araştırılması amaçlanmıştır. Gereç ve yöntem: Çalışmaya; İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Gastroenteroloji Kliniği’nde Ağustos 2003 - Aralık 2007 tarihleri arasında en az 4 hafta süreyle oral beslenemeyeceği öngörülerek PEG uygulanan 128 olgu alınmıştır. İşlem öncesinde olgular malnütrisyon yönünden; beden kitle indeksi (BKİ)<20 kg/m2 olması ve/veya son üç aydaki kilo kaybı>%5 olması kriterleriyle değerlendirilmiştir. İşlem sonrası 30 gün içinde görülen tüm komplikasyonlar kaydedilmiştir. Ayrıca hastaların yaşları, cinsiyetleri, fonksiyonel durumları, antibiyotik tedavileri ve PEG öncesi hastanede kalış süreleri de incelenmiştir. Bulgular: PEG uygulaması öncesi 84 (%65.6) olguda malnütrisyon bulguları saptandı. Malnütrisyonlu olguların bulunduğu grupta, malnütrisyon bulgusu olmayanlara göre anlamlı ölçüde fazla erken komplikasyon görüldü (%41.7’ye %18.2, p< 0.05). En çok görülen erken komplikasyon yara çevresi enfeksiyonu idi. İşlem sonrası 1. ayda mortalite sıklıkları bakımından her iki grup arasında anlamlı fark saptanmadı. Multivariate analiz ile malnütrisyonun ve PEG öncesi 10 günden uzun hastanede yatış süresinin, hastalarda erken komplikasyon riskini artırdığı anlaşıldı (sırasıyla OR: 2.74; P=0.04 ve OR: 2.70; p=0.04). Sonuç: Malnütrisyon; PEG uygulanan olgularda erken komplikasyonları, altta yatan hastalıklardan ve olguların fonksiyonel durumundan bağımsız olarak artırmaktadır. Bu nedenle oral yoldan beslenemeyen ve uzun süre oral beslenemeyeceği düşünülen olgulara malnütrisyon gelişmeden PEG uygulanmalı ve malnütrisyonlu olgular gelişebilecek komplikasyonlar bakımından daha sıkı izlenmelidir.Öğe Ultrasonographic and cholangiographic findings in human fasciolasis: A case report(2009) Seçkin, Yüksel; Ateş, Fehmi; Aladağ, Murat; Yiğit, İrem Pembegül; Karıncaoğlu, MelihAbstract: Fasciola Hepatica insanlarda sporadik enfeksiyon yapabilen, daha çok kedi ve koyunlarda enfeksiyona neden olan bir trematod'dur. Biz sağ üst kadran ağrısı ve ateş öyküsü olan 43 yaşında bir kadın olgu tanımladık. Klinik bulgular, laboratuar araştırmaları, ultrasonografik ve kolanjigrafik görüntüleme yöntemleri ile Fasciola tanısı konuldu. Bu olguda klinik durum ile ultrasonografik ve kolanjiografik özellikler tartışıldı.Öğe Varis dışı üst gastrointestinal sistem kanamalı 524 olgunun değerlendirilmesi(2008) Aladağ, Murat; Ateş, Fehmi; Kırıncaoğlu, MelihGiriş ve amaç: Varis dışı üst gastrointestinal sistem kanaması (VDÜGİSK), gastroenteroloji kliniklerinde sık karşılaşılan önemli acillerinden birisidir. Bu çalışmada; VDÜGİSK tanılı olgularımızın etiyolojik faktörlerinin, risk faktörlerinin, tedavilerinin ve mortalitelerinin değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Gereç ve yöntem: İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Gastroenteroloji Kliniği’nde 2003-2007 yılları arasında VDÜGİSK nedeniyle endoskopi yapılarak izlenmiş olan 524 olgu demografik özellikleri, etiyolojileri, risk faktörleri, tedavileri ve mortaliteleri yönünden retrospektif olarak değerlendirilmiştir. Bulgular: Dört yüz dört erkek (%77), 120 kadın (%23), toplam 524 olgunun yaş ortalaması 58.4 (18-92) idi. Olguların 217’sinde (%41) sigara, 36’sınde (%7) alkol, 143’ünde (%27) aspirin 121’inde (%23) nonsteroid antiinflamatuvar ilaç (NSAİİ), 28’inde (%5) antikoagulan ilaç, 5’inde (%1) steroid kullanımı, 269’unda (% 51) yandaş hastalık saptandı. Endoskopi ile en sık saptanan ilk üç kanama nedeni; 245 (%47) olguda duodenum ülseri, 122 (%23) olguda mide ülseri, 37 (%7) olguda eroziv gastrit idi. Olguların 503’ü (%96) medikal ve endoskopik tedaviye, 11’i (%2.1) cerrahi tedaviye yanıt verdi. Toplam olarak 10 olgu (%1.9) kaybedildi. Sonuç: Endoskopik olarak, VDÜGİSK’nin en sık nedeninin duodenal ülser olduğu saptanmıştır. Kanamalı olguların yarısında Aspirin veya NSAİİ kullanımı risk faktörü olarak bulunmaktadır. Kanama erkeklerde ve yaşlılarda daha sık görülmekte, ileri yaş ve yandaş hastalıklar mortaliteyi artırmaktadır.Öğe Varis Dışı Üst Gastrointestinal Sistem Kanamalı 524 Olgunun Değerlendirilmesi(İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Dergisi, 2008) Ateş, Fehmi; Karıncaoğlu, Melih; Aladağ, MuratBackground/aim: Non-variceal upper gastrointestinal system bleedings (NVUGISB) are one of the most frequent emergencies seen in the gastroenterology clinics. In the present study, we aimed to determine the etiologic and risk factors, treatment modalities and mortality rate of NVUGISB cases. Material and methods: 524 cases with NVUGISB referred to İnönü University Medical School, Gastroenterology Department between 2003-2007 years and examined with endoscopy were evaluated retrospectively in terms of demographical characteristics, etiology, risk factors, treatment modalities and mortality. Results: Mean age of 404 male (77%) and 120 female (23%), 524 cases in total was 58.4 (18-92). 217 of the cases (41%) were smoking, 36 (7%) were drinking alcohol, 143 (27%) were using acetyl salicylic acid (ASA), 21 (23%) non-steroidal anti-inflammatory drug (NSAID), 28 (5%) anticoagulant agent, 5 (1%) corticosteroid, and 269 (51%) had co-morbidity. The first three most common causes of bleeding detected by endoscopy were duodenal ulcer (245 (47%)), gastric ulcer 122 (%23) and erosive bulbitis (37 (7%)). 503 (%96) of the cases responded to medical therapy whereas 11 (2.1%) cases required surgical intervention. Only ten patients (1.9%) died. Conclusion: Duodenal ulcer is the most common cause of NVUGISB detected by endoscopy. ASA or NSAID were found as risk factors in half of the bleeding cases. Bleeding is seen in males and elders more commonly and advanced age and co-morbid diseases increase the mortality.