Yazar "Beytur, Ali" seçeneğine göre listele
Listeleniyor 1 - 20 / 93
Sayfa Başına Sonuç
Sıralama seçenekleri
Öğe 46,xx testiküler bozukluğu olan erkek hasta: bir olgu sunumu(İnönü Üniversitesi Sağlık Bilimleri Dergisi, 2015) Kurtoğlu, Elçin Latife; Savacı, Serap; Ekici, Cemal; Yaşar, Emine; Beytur, Ali; Yeşilada, Elif46,XX testiküler bozukluk nadir görülen bir genetik sendromdur. Memelilerde cinsiyet belirleyici bölge Y kromozomunda bulunmaktadır ve erkek fenotipinin gelişiminden sorumlu olan faktörün kodlanmasında büyük rol oynamaktadır. Bu çalışmada infertilite nedeniyle hastanemize başvuran yetişkin erkek hastanın klinik bulguları ile beraber hormonal, moleküler ve sitogenetik analiz sonuçları değerlendirilip sunulmuştur. Yapılan çalışmalar sonucunda 46,XX karyotipine ulaşılmış ve SRY bölgesinin varlığı ile birlikte AZFa (sY84 sY86), AZFb (sY127, sY133, sY134), AZFc (sY157, sY254, sY255) ve AZFd (sY152, Sy153) bölgelerinde delesyon saptanmıştır. Ayrıca, Xp11.1-q11.1, Yp11.31, Yq12 bölgelerine özgü FISH probları kullanılarak yapılan analizde hastanın iki X kromozomunu ve SRY bölgesini taşıdığı belirlenmiştir. Y kromozomunda bulunan SRY geni ve AZF gen bölgeleri, erkek cinsiyeti ve fertilitenin belirlenmesinde birinci derecede rol oynamaktadır. Sonuç olarak, 46,XX karyotipli erkek hastalarda sitogenetikle birlikte moleküler genetik ve moleküler sitogenetik analizlerin yapılması ve bu analizler ışığında genetik danışma verilmesi büyük önem taşımaktadır.Öğe Acute urinary retention in an old male caused by a prostatic urethral polyp(İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Dergisi, 2006) Kılıç, Süleyman; Karadağ, Neşe; Bülent, Altunoluk; Beytur, Ali; Karaca, SüleymanÖz: Akut idrar retansiyonu işemenin ani ortadan kalkması ile karakterize bir ürolojik acildir. Bu yazıda, akut idrar retansiyonunun yaşlı erkeklerde nadir nedenlerinden biri olan prostatik üretral polipe bağlı olarak 58 yaşında bir erkekte gelişen retansiyon durumu sunulmuştur. Bu hastada polip posterior üretral valvlerinkine benzer bir mekanizmayla tam üretral obstrüksiyona neden olmuş ve prostatın ve polipin transüretral rezeksiyonu infravezikal obstrüksiyon semptomlarını tam olarak ve hızlı biçimde düzeltmiştir.Öğe Adölesan varikoselin klinik görünümü ve belirtilerin önemi(2013) Altıntaş, Ramazan; Beytur, Ali; Oğuz, Fatih; Ediz, Caner; Güneş, AliÖz: Amaç: Kliniğimize başvurup adölesan varikosel nedeniyle opere edilen hastaların klinik görünümü ve mevcut şikayetlerin görülme sıklığını değerlendirdik ve hastalık sürecinde bu şikayetlerin önemini belirledik. Gereç ve Yöntemler: 1995 ile 2012 yılları arasında varikosel nedeniyle cerrahi tedavi yapılmış olan 18 yaş altındaki hastaların kayıtlarını geriye dönük inceledik. Bulgular: Varikosel hastalığından dolayı 71 hastaya (ortalama yaş 16.4, 11-18 yaş aralığında) cerrahi müdahale yapıldı. Ağrı şikayeti varikosel cerrahisi yapılan hastaların ana geliş nedeniydi, 46 çocukta (%58.2) sadece ağrı, 14 çocukta (%17.7) sadece kozmetik, 7 çocukta sadece şişlik, 7 çocukta ağrı ve kozmetik, 5 çocukta ağrı ve şişlik şikayeti vardı. Klinik evre aritmetik ortalaması grup 1’de (sadece ağrı) en düşük iken, grup 3’de (sadece şişlik) en yüksekti. (sırasıyla 2.11 ve 2.71) Sonuç: Ağrı şikayeti adölesan yaş grubunda varikosel nedeniyle cerrahi yapılanlarda ana sebepti. Kozmetik ve şişlik şikayetleri olan varikosel hastalarında ortalama klinik evre ağrı şikayeti olan hastalara göre daha yüksekti ve bu ağrı şikayetinin hastaların doktora erken gelmesine neden olduğunu gösterir. Belli bir ağrı şikayeti yokken, ebeveynin bilinçli olması teşhisin erken konulmasında önemli bir payı oluşturur. Ebeveynlerin eğitimi ve bilgilendirilmesiyle, daha iyi sonuçlar elde edilebilir.Öğe Alt üriner yol semptomu nedeniyle cerrahi tedavi uygulanan hastalarda bozulmuş böbrek fonksiyonları(2011) Altunoluk, Bülent; Soylu, Ahmet; Beytur, Ali; Söylemez, Haluk; Baydinç, CanÖz: Amaç: Alt üriner yol semptomu nedeniyle cerrahi tedavi uygulanan hastalarda böbrek fonksiyonlarındaki bozulma oranını ve bunun hasta yaşı, semptom ciddiyeti ve eşlik eden hastalıklarla ilişkisini belirlemeyi amaçladık. Gereç ve yöntem: Polikliniğimize 01/06/2001-31/03/2005 tarihleri arasında alt üriner sistem semptomları ile başvuran ve ameliyat edilen 369 hastanın kayıtları retrospektif olarak incelendi ve muayene bulguları ile laboratuvar sonuçları kaydedildi. Bulgular: Operasyon öncesi serum kreatinin değeri ?1.4 mg/dL olan hasta sayısı 315 (%85.4), >1.4 mg/dL olanların sayısı ise 54 (%14.6) idi. Kreatinin değeri ?1.4 mg/ dL olanların yaş ortalamaları 68.64±8.24 iken, kreatinin değeri >1.4 mg/dL olanların yaş ortalamaları 72.56±7.96 olarak bulundu (p<0.05). İlerleyen yaş ile serum kreatinin değerinin arttığı, böbrek fonksiyon bozukluğunun semptom skorundaki artış ile arttığı, hipertansiyon ve diyabet gibi kronik hastalıkların varlığında böbrek yetmezliği oranlarının 2.5 kat arttığı (%25.5’e karşılık %10.9) saptandı. İşeme sonrası rezidü idrar ile böbrek fonksiyon bozukluğu arasında ilişki saptanmadı. Ayrıca renal dilatasyonun serum kreatinin seviyesi yüksekliğine eşlik ettiği kaydedildi. Sonuç: Alt üriner yol semptomu olan hastalarda böbrek yetmezliğinin erken tanısı ve tedavisi için ilk başvuru anında böbrek fonksiyonlarını gösteren serum kreatinin seviyesine mutlaka bakılmalıdır.Öğe Ameliorating effects of quercetin and chrysin on 2,3,7,8-tetrachlorodibenzo-p-dioxin-induced nephrotoxicity in rats(Sage Publications Inc, 2012) Ciftci, Osman; Ozdemir, Ilknur; Vardi, Nigar; Beytur, Ali; Oguz, FatihThe aim of this study is to investigate the beneficial effects of the quercetin (Q) and chrysin (CH) against nephrotoxicity induced by 2,3,7,8-tetrachlorodibenzo-p-dioxin (TCDD), a persistent environmental contaminant, in rats. Rats were divided randomly into six equal groups. TCDD, Q and CH were administered by gavages dissolved in corn oil at the doses of 2 mu g/kg/week, 20 mg/kg/day and 50 mg/kg/day, respectively. The kidney samples were taken from all rats on day 60 for the determination of thiobarbituric acid reactive substances (TBARS), glutathione (GSH), catalase (CAT), glutathione peroxidase (GPx) and superoxide dismutase (SOD) levels by spectrophotometric method. The results indicated that TCDD significantly induced lipid peroxidation and reduced antioxidant activities in rats. In contrast, Q and CH significantly prevented toxic effects of TCDD via increased GSH, CAT, GPx and SOD levels but decreased formation of TBARS. Also, it was determined that exposure to TCDD leads to significant histological damage in kidney tissue, and these effects can be eliminated with Q and CH treatment. In conclusion, the current study showed that exposure to TCDD can exert nephrotoxicity in rats. When Q and CH were given together with TCDD, they prevented nephrotoxic effects of TCDD. Their preventive effect lends more support to the role of oxidative and histological damage in the overall toxicity of TCDD.Öğe Asprosin Takes a Protective Role in Mice Established Experimental Acute Kidney(Wiley, 2023) Korkmaz, Engin; Keskin, Tuba; Yildiz, Azibe; Tekin, Cigdem; Tekin, Suat; Beytur, Ali[Abstract Not Available]Öğe ASSESSMENT OF FEMALE PATIENTS PRESENTING WITH URINARY INCONTINENCE(Mary Ann Liebert, Inc, 2012) Altintas, Ramazan; Oguz, Fatih; Beytur, Ali; Kati, Bulent; Gunes, Ali[Abstract Not Available]Öğe Assessment of urinary incontinence in the women in Eastern Turkey(International Urogynecology Journal, 2013) Altıntaş, Ramazan; Beytur, Ali; Oğuz, Fatih; Taşdemir, Cemal; Katı, Bülent; Çimen, Serhan; Çolak, Cemil; Güneş, AliIntroduction and hypothesis The aims of the present study were to determine the types of UI among women visiting the urology department, to identify the potential risk factors associated with each type of UI, and to identify healthcare-seeking behaviors of affected women in our region. Methods The data of 617 community-dwelling women, who were at least 18 years of age or older and who presented with a complaint of UI ongoing over a year, and those without UI, who were admitted for any other reason, from June 2010 to April 2012, were evaluated. Results Mean age was 51.29 years (range 18–110 years); median parity was 3.54 (range 0–11) and 88.2 % of the women were married. Mean BMI was 28.01 kg/m2 . Very few women (18.5 %) accepted UI as a disease and searched for medical help by themselves; however, the remaining women (81.5 %) were brought or directed for evaluation by someone else. Stress UI was reported by 43 women (10.5 %), urge UI and mixed UI were noted by 153 (37.5 %) and 212 (52 %) women respectively. Conclusions The most frequent type of UI was mixed UI in our region. Age, BMI, multiparity, and hypertension were identified to have a different importance for each type of UI, but diabetes mellitus, birth trauma, gynecological surgery, lumbar disc hernia (LDH), and multiple sclerosis (MS) were the other important related factors. However, a small number of patients accepted UI as a disease and searched for therapy This reveals that the public should be informed in detail about female UI in developing countries.Öğe Assessment of urinary incontinence in the women in eastern Turkey(International Urogynecology Journal, 2013) Altıntaş, Ramazan; Beytur, Ali; Oğuz, Fatih; Taşdemir, Cemal; Güneş, AliIntroduction and hypothesis The aims of the present study were to determine the types of UI among women visiting the urology department, to identify the potential risk factors associated with each type of UI, and to identify healthcare-seeking behaviors of affected women in our region. Methods The data of 617 community-dwelling women, who were at least 18 years of age or older and who presented with a complaint of UI ongoing over a year, and those without UI, who were admitted for any other reason, from June 2010 to April 2012, were evaluated. Results Mean age was 51.29 years (range 18–110 years); median parity was 3.54 (range 0–11) and 88.2 % of the women were married. Mean BMI was 28.01 kg/m2 . Very few women (18.5 %) accepted UI as a disease and searched for medical help by themselves; however, the remaining women (81.5 %) were brought or directed for evaluation by someone else. Stress UI was reported by 43 women (10.5 %), urge UI and mixed UI were noted by 153 (37.5 %) and 212 (52 %) women respectively. Conclusions The most frequent type of UI was mixed UI in our region. Age, BMI, multiparity, and hypertension were identified to have a different importance for each type of UI, but diabetes mellitus, birth trauma, gynecological surgery, lumbar disc hernia (LDH), and multiple sclerosis (MS) were the other important related factors. However, a small number of patients accepted UI as a disease and searched for therapy. This reveals that the public should be informed in detail about female UI in developing countries.Öğe Assessment of urinary incontinence in the women in Eastern Turkey(Springer London Ltd, 2013) Altintas, Ramazan; Beytur, Ali; Oguz, Fatih; Tasdemir, Cemal; Kati, Bulent; Cimen, Serhan; Colak, CemilThe aims of the present study were to determine the types of UI among women visiting the urology department, to identify the potential risk factors associated with each type of UI, and to identify healthcare-seeking behaviors of affected women in our region. The data of 617 community-dwelling women, who were at least 18 years of age or older and who presented with a complaint of UI ongoing over a year, and those without UI, who were admitted for any other reason, from June 2010 to April 2012, were evaluated. Mean age was 51.29 years (range 18-110 years); median parity was 3.54 (range 0-11) and 88.2 % of the women were married. Mean BMI was 28.01 kg/m(2). Very few women (18.5 %) accepted UI as a disease and searched for medical help by themselves; however, the remaining women (81.5 %) were brought or directed for evaluation by someone else. Stress UI was reported by 43 women (10.5 %), urge UI and mixed UI were noted by 153 (37.5 %) and 212 (52 %) women respectively. The most frequent type of UI was mixed UI in our region. Age, BMI, multiparity, and hypertension were identified to have a different importance for each type of UI, but diabetes mellitus, birth trauma, gynecological surgery, lumbar disc hernia (LDH), and multiple sclerosis (MS) were the other important related factors. However, a small number of patients accepted UI as a disease and searched for therapy. This reveals that the public should be informed in detail about female UI in developing countries.Öğe Basit böbrek kistlerinin ultrasonografi eşliğinde perkütan aspirasyonu ve alkol uygulaması(İnönü Üniversitesi Sağlık Bilimleri, 2012) Beytur, Ali; Geçit, İlhan; Söylemez, Haluk; Oğuz, Fatih; Karaca, Süleyman; Güneş, Ali; Altıntaş, RamazanBöbreğin basit kistleri sık rastlanılan bir patolojidir. Bu çalışmada, semptomatik basit böbrek kistlerinin perkütan aspirasyon tedavisinin sonuçları incelendi. Tüm hastalara ilk teşhis ultrasonografi ile yapıldı. Ardından bilgisayarlı tomografi ile kistlerin yerleşimi, boyutu ve natürü kesinleştirildi. Flank pozisyonda lokal anestezi altında, 18 G metal iğne ile ultrasonografi eşliğinde kistler boşaltıldı. Kist sıvısı boşaltıldıktan sonra boşaltılan sıvının %15'i kadar saf alkol enjekte edildi. Yapılan işlemler esnasında herhangi bir komplikasyon oluşmadı. Kist sıvısında biyokimyasal ve sitolojik inceleme yapıldı. Çalışma kapsamındaki hastalar 1 yıl sonra ultrasonografi ile kontrol edildi. Toplam 128 hasta değerlendirildi. (77 erkek, 51 kadın). Ortalama yaş 52.3 yıl (37 - 71) olarak hesaplandı. Kistlerin ortalama çapı 8.3 cm (4.8 - 11.3). Kist sıvısından yapılan analizlerde herhangi bir patoloji tespit edilmedi. 1 yıl sonraki kontrollerde, 27 hastada (% 21.1) tekrar ağrı yapan kist oluştuğu görüldü. Basit böbrek kistlerinin perkütan aspirasyonu ve alkol ile tedavisi güvenli, başarılı ve minimal invaziv bir yöntemdir.Öğe Beneficial Effects of Montelukast against Cisplatin-Induced Acute Renal Damage in Rats(Taylor & Francis Ltd, 2012) Beytur, Ali; Kose, Evren; Sarihan, Mehmet Ediz; Sapmaz, Hilal Irmak; Dogan, Zumrut; Cetin, Asli; Vardi, NigarObjective: In this study, the therapeutic and protective effects of montelukast against cisplatin (CP)-induced acute renal damage were investigated. Materials and Methods: Thirty-five female rats were divided into five groups as follows: (1) control, (2) montelukast (10 mg/kg daily for 10 days per-oral (p.o.), (3) CP (single dose 7 mg/kg intraperitoneally (i.p.)), (4) CP + montelukast (10 mg/kg daily for 10 days p.o., after 3 days of the injection of CP), (5) montelukast (10 mg/kg daily for 10 days p.o.) + CP (single dose 7 mg/kg i.p., after the last dose of montelukast). At the end of the experiment, malondialdehyde (MDA), a lipid peroxidation product, myeloperoxidase (MPO), and reduced glutathione (GSH) levels were determined in the renal tissue. Also, blood urea nitrogen (BUN) and creatinine (Cr) levels were assayed from the trunk blood samples. Results: CP treatment caused a significant elevation of MDA, MPO, BUN, and Cr levels when compared with the control group. Also, GSH levels were found to be reduced due to the CP treatment. Montelukast administration after CP injection ameliorated all of these parameters. Our histopathological findings (marked swelling of epithelial cells, tubular dilatation, tubular desquamation, and loss of brush border in the kidney) were consistent with the biochemical results. Conclusion: Montelukast treatment after CP injection exerted therapeutic effects against CP-induced acute kidney damage.Öğe Böbrek alt kaliks infundibulum çapının eswl başarısına etkisi(İnönü Üniversitesi Sağlık Bilimleri Dergisi, 2013) Köse, Evren; Oğuz, Fatih; Beytur, AliBöbrek alt pol yapısından dolayı alt kaliks taşlarının tedavisi diğer kalisiel yapılara göre daha az başarılıdır. Kaliks boşluğu ile renal pelvis arasındaki anatomik bölüm olan infundibulum, kırılan taşların kaliks dışına atılmasını etkileyen faktörlerden birisidir. Böbrek taşlarının tedavisinde, vücut dışından şok dalgalarıyla taş kırma işlemi günümüzde yaygın bir şekilde kullanılmaktadır. Bu çalışmada, alt pol kaliks taşlarına şok dalga tedavisi uygulanan hastaların verileri incelenerek infundibulum çapının başarıya etkisi araştırıldı. Hastalar, infundibulum çapları 5 mm ve altı ile 5 mm üstü olmak üzere iki gruba ayrıldı. Sonuç olarak, benzer taş özelliğine sahip hastalar göz önüne alındığında, infundibulum çapı 5 milimetreden büyük olanlarda taş kırma işleminin daha başarılı olduğu görüldü.Öğe Böbrek toplayıcı tübül kanseri: Olgu sunumu(Fırat Tıp Dergisi, 2011) Oğuz, Fatih; Güneş, Ali; Beytur, Ali; Söylemez, Haluk; Katı, Bülent; Şamdancı, EmineÖz: Böbrek hücreli kanserler içerisinde; toplayıcı tübül (Bellini) kanserleri, oldukça ender görülür. Bu yazıda, kliniğimize 6 aydır süren sol lomber ağrı ve 1 kez hematüri yakınması ile başvuran 60 yaşında hasta sunulmaktadır. Abdominal ultrasonografı, bilgisayarlı tomografi (BT) ve intravenöz piyelografıde; sol böbrek pelvisi düzeyini dolduran 4x8,5 cm ebatlarında, lobüle kontürlü, solid kitle gözlendi. Hastaya sol transperitoneal radikal nefrektomi uygulandı. Histopatolojik inceleme; Toplayıcı tübül (Bellini) kanserinin, papiller tübüler tipi olduğunu ortaya koydu. İmmünhistokimyasal incelemede; sitokeratin-7 (CK-7), CEA, HMWCK ile immünreaktivite belirlendi. Hastanın kontrollerinde, lokal nüks ve akciğer metastazı saptandı. Toplayıcı tübül kanserleri, son derece ender ve tanısı zor konan tümörlerdir ve prognozu oldukça kötü seyretmektedir.Öğe Buscke-Löwenstein tümörü (dev kondiloma akuminata) cerrahi tedavisi: Olgu sunumu(Yeni Üroloji Dergisi, 2013) Oğuz, Fatih; Altıntaş, Ramazan; Akdemir, Ender; Beytur, Ali; Taşdemir, Cemal; Güneş, AliÖz: Buschke Löwenstein tümörü olarak ta bilinen dev kondiloma akuminata özellikle genital ve perianal bölgeyi tutan seksüel geçişli nadir bir hastalıktır. Human papilloma virüsünün (HPV) bu hastalığın gelişimindeki rolü gösterilmiştir. Buschke-Löwenstein tümörü kondüloma akuminatanın farklı varyantıdır. Benign histopatolojisine rağmen sık tekrarlaması ve lokal agresif seyirli olmasıyla karakterizedir. Çok çeşitli tedavi seçeneklerinin kullanılmasına rağmen, yanıt çoğunla düşük ve nüks oranları yüksektir. Bu olgu sunumunda 58 yaşında erkek hastada saptanılan ve cerrahi olarak tedavi edilen dev kondiloma akumunatalı olgu sunuldu.Öz: Buschke Löwenstein tümörü olarak ta bilinen dev kondiloma akuminata özellikle genital ve perianal bölgeyi tutan seksüel geçişli nadir bir hastalıktır. Human papilloma virüsünün (HPV) bu hastalığın gelişimindeki rolü gösterilmiştir. Buschke-Löwenstein tümörü kondüloma akuminatanın farklı varyantıdır. Benign histopatolojisine rağmen sık tekrarlaması ve lokal agresif seyirli olmasıyla karakterizedir. Çok çeşitli tedavi seçeneklerinin kullanılmasına rağmen, yanıt çoğunla düşük ve nüks oranları yüksektir. Bu olgu sunumunda 58 yaşında erkek hastada saptanılan ve cerrahi olarak tedavi edilen dev kondiloma akumunatalı olgu sunuldu.Öğe Çocukluk Çağı Üriner Sistem Taş Hastalığında “Extracorporeal Shockwave Lithotripsy” (ESWL)’nin Etkinliği ve Güvenilirliği: Klinik Deneyimlerimiz(İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Dergisi, 2014) Altıntaş, Ramazan; Taşdemir, Cemal; Oğuz, Fatih; Beytur, Ali; Çimen, Serhan; Güneş, AliAmaç: Beden dışı şok dalgaları ile taş kırma (ESWL) tedavisi, erişkin hastalarda olduğu gibi çocuk yaş grubunda da son yıllarda sıkça uygulanan bir tedavi yöntemidir. Bu çalışmada kliniğimizde böbrek ve üreter taşları nedeniyle ESWL uygulanan çocuklarda tedavi sonuçlarını ve komplikasyonları retrospektif olarak değerlendirdik. Gereç ve Yöntemler: Bu çalışmada Ocak 1998 ve Şubat 2013 arasında böbrek ve üreter taşlarının tedavisi için Stonelith PCK V-5 Lithotriptor cihazı kullanılarak ESWL uygulanan 282 pediatrik hastanın verileri değerlendirmeye alındı. ESWL işlemi supin pozisyonunda ve 20-45 dakikalık seanslar şeklinde yapıdı. Her ESWL seansında en az 2000 en fazla 3500 şok dalgası, 13 kV’dan başlayıp gereken hastalarda en fazla 17 kV olacak şekilde artırılarak uygulandı. Bulgular: Yüzbeş kız ve 177 erkek hastanın ortalama yaşı 10,41 (1-17) yıl idi. Ortalama taş yükü 1,3 cm2 (0,5-5 cm2) (böbrek taşları için 1,58 cm2, üreter taşları için 1,02 cm2) olup toplam 392 seans ESWL uygulandı. İki yüz dört hastada fentanil ve/veya ketamin ile sedoanaljezi gerekti. Tam taşsızlık oranı % 82,2 olarak bulundu. Seksen yedi hastada hematüri, 62 hastada da deri ekimozları minor komplikasyon olarak görüldü. Kalan taşların tedavisi için ek girişim olarak 14 hastaya üreterorenoskopi ve 19 hastaya da perkütan nefrolitotomi uygulandı. Sonuç: ESWL çocuk yaş grubundaki üriner sistem taş hastalığı tedavisinde düşük morbidite, minimal anestezi ile ayaktan günübirlik uygulanabilirliği ve yüksek taşsızlık oranı ile sıkça kullanılan bir tedavi yöntemidir.Öğe Çocukluk çağı üriner sistem taş hastalığında “extracorporeal shockwave lithotripsy” (eswl)’nin etkinliği ve güvenilirliği: klinik deneyimlerimiz(İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Dergisi, 2014) Altıntaş, Ramazan; Taşdemir, Cemal; Oğuz, Fatih; Beytur, Ali; Çimen, Serhan; Güneş, AliAmaç: Beden dışı şok dalgaları ile taş kırma (ESWL) tedavisi, erişkin hastalarda olduğu gibi çocuk yaş grubunda da son yıllarda sıkça uygulanan bir tedavi yöntemidir. Bu çalışmada kliniğimizde böbrek ve üreter taşları nedeniyle ESWL uygulanan çocuklarda tedavi sonuçlarını ve komplikasyonları retrospektif olarak değerlendirdik. Gereç ve Yöntemler: Bu çalışmada Ocak 1998 ve Şubat 2013 arasında böbrek ve üreter taşlarının tedavisi için Stonelith PCK V-5 Lithotriptor cihazı kullanılarak ESWL uygulanan 282 pediatrik hastanın verileri değerlendirmeye alındı. ESWL işlemi supin pozisyonunda ve 20-45 dakikalık seanslar şeklinde yapıdı. Her ESWL seansında en az 2000 en fazla 3500 şok dalgası, 13 kV’dan başlayıp gereken hastalarda en fazla 17 kV olacak şekilde artırılarak uygulandı. Bulgular: Yüzbeş kız ve 177 erkek hastanın ortalama yaşı 10,41 (1-17) yıl idi. Ortalama taş yükü 1,3 cm2 (0,5-5 cm2) (böbrek taşları için 1,58 cm2, üreter taşları için 1,02 cm2) olup toplam 392 seans ESWL uygulandı. İki yüz dört hastada fentanil ve/veya ketamin ile sedoanaljezi gerekti. Tam taşsızlık oranı % 82,2 olarak bulundu. Seksen yedi hastada hematüri, 62 hastada da deri ekimozları minor komplikasyon olarak görüldü. Kalan taşların tedavisi için ek girişim olarak 14 hastaya üreterorenoskopi ve 19 hastaya da perkütan nefrolitotomi uygulandı. Sonuç: ESWL çocuk yaş grubundaki üriner sistem taş hastalığı tedavisinde düşük morbidite, minimal anestezi ile ayaktan günübirlik uygulanabilirliği ve yüksek taşsızlık oranı ile sıkça kullanılan bir tedavi yöntemidir.Öğe Comparison of Changes in Body Image of Patients with Renal Calculi Treated by Pyelolithotomy or Percutaneous Nephrolithotomy(Kuwait Medical Assoc, 2012) Aglamis, Erdogan; Ceylan, Cavit; Altinova, Serkan; Serefoglu, Ege Can; Beytur, AliObjective: To compare changes in body image of patients who had pyelolithotomy (PYL) or percutaneous nephrolithotomy (PNL) for kidney stones Design: Prospective, descriptive study Setting: Elazig Education and Research Hospital, Turkey Subjects: A total of 69 patients, who had PNL or PYL done for renal stones, were evaluated, prospectively. Interventions: Patients were divided into two groups: PNL (39 patients) and PYL (30 patients). Body dismorphic disorder scale (BDDS) was used to measure body image changes of these patients before, one and six months after the operation. The patients were questioned and their answers were noted. BDDS score was calculated according to the answers. Main Outcome Measures: Mean BDDS scores between the two groups were statistically compared by t-test method Results: The difference of mean BDDS scores between two groups before the operation, and six months after the operation was not statistically significant (p > 0.4 and p > 0.4 respectively). However, mean BDDS scores one month after the operation were significantly higher in PYL group and perception of body image was worse (p = 0.01). Conclusion: In early postoperative period, perception of change in body image was significantly worse in the PYL group. However, in late postoperative period, there were no significant differences between the two groups of patients. For these reasons, we consider that the changes in body image should not be a determining factor for selecting the surgical approach.Öğe Comparison of Reproductive Toxicity Caused by Cisplatin and Novel Platinum-N-Heterocyclic Carbene Complex in Male Rats(Wiley, 2011) Ciftci, Osman; Beytur, Ali; Cakir, Oguz; Gurbuz, Nevin; Vardi, NigarCisplatin and other platinum complexes are important chemotherapeutic agents and useful in the treatment for several cancers such as prostate, ovarian and testis. However, severe side effects including reproductive toxicity of cisplatin and other platinum complex cause limitations in their clinical usage. In this context, we aimed to compare the damage in testis caused by cisplatin and a novel platinum-N-heterocyclic carbene complex (Pt-NHC). To this end, 35 Sprague-Dawley rats were divided randomly into five equal groups (n = 7 in each group). Cisplatin and Pt-NHC were intraperitoneally administered as a single dose of 5 mg/kg or 10 mg/kg, and the rats were then killed 10 days after this treatment. The testicular tissues and serum samples were taken from all rats for the determination of reproductive toxicity. The results showed that cisplatin and Pt-NHC caused toxicity on the reproductive system via increased oxidative and histological damage, decreased serum testosterone levels and negatively altered sperm characteristics in a dose-dependent manner (p < 0.05). At the same dose levels, cisplatin generally caused lower toxicity on the reproductive system compared with Pt-NHC. In conclusion, these results suggest that Pt-NHC has more toxic effects on the male reproductive system than cisplatin, and in terms of clinical usage, Pt-NHC may be unsafe compared with cisplatin.Öğe Comparison of Venous Blood Gas Levels Between Pampiniform Plexus and Brachial Vein in Patients With Varicocele(Aves Yayincilik, Ibrahim Kara, 2010) Beytur, Ali; Soylu, Ahmet; Ugras, Yahya Murat; Gunes, Ali; Baydinc, Yasar CanObjectives: In this study, we aimed to determine whether there were some changes in the oxygenation and metabolism of testis tissue in patients with varicocele by comparing blood gas levels in dilated pampiniform plexus and brachial vein. Patients and Methods: Venous blood samples of 52 patients (mean age 24.4 +/- 7 years; range 17 to 49 years) who underwent varicocelectomy were taken from most dilated vein of the pampiniform plexus and simultaneously from brachial vein during varicocelectomy. In these samples, pH, lactate, SO(2), pO(2), pCO(2), HCO(3) values were measured and their means were compared. Results: While there were no significant differences between the pH, pO(2) and SO(2) levels of venous samples from brachial vein and pampiniform plexus, lactate level was significantly higher, pCO(2) and HCO(3) levels were significantly lower. Despite these significant differences, mean values measured were within normal laboratory ranges. Conclusion: Although the results of this study showed that varicocele caused statistically significant decreases in the rate of oxygen consumption and metabolism level in the testis tissue compared with the peripheral tissues, values obtained from the venous sample of pampiniform plexus were normal. Therefore, diminished oxygen consumption and decreased metabolism can not explain the negative effects of varicocele on testis tissue. This topic remains to be elucidated in later studies.