Yazar "Gürsoy, Nafia Canan" seçeneğine göre listele
Listeleniyor 1 - 11 / 11
Sayfa Başına Sonuç
Sıralama seçenekleri
Öğe Cinsel Yolla Bulaşan Çeşitli Patojenlerin İnfertil Çiftlerdeki Prevalansı ve İn Vitro Fertilizasyon Başarısı Üzerine Etkisi(2019) Gürsoy, Nafia Canan; Tuncay, Görkem; Karaer, Abdullah; Tecellioğlu, Ayşe Nihan; Yiğit, Hande; Yakupoğulları, Yusuf; Otlu, BarışÖz: Giriş: Cinsel yolla bulaşan infeksiyonlar kadın ve erkek genital sisteminde oluşturduğu doku hasarı ve fonksiyon kayıpları ile infertilite, ektopik gebelik ve abortus gibi sorunlara neden olabilmektedir. İnfertilite etyopatogenezinde bakteriyel ajanların rolü iyi bilinmesine karşılık, cinsel ilişki ile bulaşabilen bazı viral etkenlerin infertilite ile olan ilişkileri göreceli olarak daha az bilinmektedir. Bu çalışmada in vitro fertilizasyon (IVF) programına alınan infertil hastalarda sitomegalovirüs (CMV), insan papillomavirüs (HPV), herpes simpleks virüs (HSV 1 ve HSV 2), insan immünyetmezlik virüsü (HIV), hepatit B virüsü (HBV), hepatit C virüsü (HCV) ve Chlamydia trachomatis sıklığının araştırılması amaçlanmıştır. Materyal ve Metod: Yaklaşık bir yıllık sürede 149 infertil çiftten semen ve servikal örnekler alındı ve polimeraz zincir reaksiyonu (PCR) yöntemiyle etkenlerin varlığı araştırıldı. Bu etkenlerin IVF tedavi başarısı üzerine etkisi değerlendirildi. Bulgular: Toplam 149 IVF tedavisine alınan infertil çiftin %8.1 (12/149)’inin CMV ile infekte olduğu görülmüş, sperm örneklerinde %2 (3/149), servikal örneklerde ise %6 (9/149) oranında CMV-DNA pozitifliği saptanmıştır. Çiftlerin her ikisinde birlikte CMV infeksiyonuna rastlanmamıştır. Çiftlerin %9.4 (14/149)’ünde HPV infeksiyonu olduğu görülmüş ve bunların sperm örneklerinde %5.4 (8/149), servikal örneklerde ise %7.4 (11/149) oranında HPV-DNA varlığı gösterilmiştir. Sperm örneklerindeki onkojenik yüksek riskli HPV (HR HPV) genotip oranı %37.5 (3/8), en sık saptanan genotipler sırayla HPV 18, 35 ve 39 iken, servikal örneklerdeki HR HPV genotip oranı %63.6 (7/11), en sık saptanan genotipler ise HPV 35, 16, 18, 45 ve 53 olarak bulunmuştur. Çiftlerin her ikisinde birden %3.4 (5/149) oranında HPV-DNA pozitifliği bulunurken, HPV genotipleri için çiftler arası uyum %40 (2/5) olarak saptanmıştır. HPV veya CMV pozitifliğinin erkeklerde sperm parametreleri, IVF tedavisi ile elde edilen oosit, embriyo sayısı ve gebelik ve canlı doğum parametreleri üzerinde istatistiksel olarak anlamlı bir etkisi olmadığı görülmüştür. Çiftlere ait sperm ve servikal örneklerin hiçbirinde C. trachomatis, HSV-1/2, HBV, HCV ve HIV tespit edilmemiştir. Sonuç: İnfertil hastalarda olası etkenlerin araştırıldığı daha kapsamlı çalışmalara gereksinim vardır. Bu konudaki epidemiyolojik veri eksiğinin giderilmesi için de öncelikle IVF kliniklerine başvuran hastalar gibi ulaşılması daha kolay hasta gruplarına ve özellikle ülkemizde endemik olarak görülen bakteriyel/viral etkenlere öncelik tanınması yararlı olacaktır.Öğe Evaluation of the Carbapenem Inactivation Method for Detection of Carbapenemase Producing Gram Negative Bacteria in Comparison with the RAPIDEC CARBA NP(Microbial Drug Resistance, 2016) Aktaş, Elif; Malkoçoğlu, Gülşah; Otlu, Barış; Çopur Çiçek, Ayşegül; Külah, Canan; Cömert, Füsun; Sandallı, Cemal; Gürsoy, Nafia Canan; Erdemir, Duygu; Bulut, Mehmet EminTimely detection of carbapenemases by both phenotypic and genotypic methods is essential for developing strategies to control the spread of infections by carbapenem-resistant isolates and related morbidity and mortality. The aim of this study was to compare the performance of a commercial kit, the RAPIDEC® CARBA NP, and an in-house technique, the carbapenem inactivation method (CIM), against a panel of 136 carbapenemase- and noncarbapenemase-producing Enterobacteriaceae, Acinetobacter baumannii, and Pseudomonas aeruginosa isolates. RAPIDEC CARBA NP displayed 99% sensitivity and 100% specificity, whereas the sensitivity and specificity were 78% and 100% for the CIM test, respectively. A slight modification of the CIM test, a prolonged incubation time of 4 hours instead of two, increased the sensitivity of the test to 90% by diminishing false negativity particularly for A. baumannii. In conclusion, both tests possess a high performance and are practical for the detection of carbapenemases. Although RAPIDEC CARBA NP is a more rapid and reliable method, the CIM test may represent a useful tool for microbiology laboratories due to its simplicity and availability at any laboratory with low cost.Öğe Femoral Hemodiyaliz Kateteri ile İlişkili Globicatella sanguinis Bakteremisi: Tür Düzeyinde Tanımlamada Karşılaşılan Sorunlar(2017) Aktaş, Elif; Gürsoy, Nafia Canan; Koç, Yener; Hamidi, Aziz Ahmad; Bulut, Emin; Erdemir, Duygu; Otlu, BarışÖz: Bu olguda diyabetik nefropati tanısıyla kronik hemodiyaliz programına alınan 43 yaşında kadın hastada saptanan Globicatella sanguinis'e bağlı kateterle ilişkili bakteremi olgusu sunulmuştur. Fırsatçı ve nadir bir patojen olan Globicatella cinsinin laboratuvar tanısında kullanılan yöntemler irdelenmiştir. Mayıs 2016 tarihinde hastanın bir set periferik kan kültürü ve eş zamanlı olarak kateter kültürü alınmıştır. Üreyen bakterinin tanımlanması için biyokimyasal testler, Phoenix (BectonDickinson, ABD) ve MicroScan (BeckmanCoulter, ABD) otomatik identifikasyon sistemleri, matriks aracılı lazer desorpsiyon/iyonizasyonuçuş zamanlı kütle spektrometresi (MALDI-TOF MS) temelli Microflex MS (Bruker, Daltonics, Almanya) ve VITEK MS (database v2.0) (bioMérieux, Fransa) sistemleri kullanılmıştır. Etkene özgül p8FPL 5'-AGT TTG ATC ATG GCT CAG-3' ve p806R 5'-GGA CTA CCA GGG TAT CTA AT-3' primerleriyle kısmi 16S rDNA dizi analizi yapılmıştır. Vankomisin, eritromisin, imipenem, sefotaksim ve benzipenisilin için minimum inhibitör konsantrasyonu (MİK) agar gradient yöntemiyle belirlenmiştir. Hastanın kan ve kateter kültürlerinde aynı koloni üremesi tespit edilmiştir. Kanlı besiyerlerinde bir gecelik inkübasyon sonrası gözlenen alfa-hemolitik, katalaz-negatif koloniler, Gram boyama ile gram-pozitif zincir yapan koklar şeklinde görülmüştür. İzolat, Şişli Hamidiye Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesinde; Bruker MS sistemi ile G.sulfidifaciens (skor değeri > 2), Phoenix otomatik identifikasyon sistemi ile G.sanguinis olarak tanımlanmıştır. İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesinde; Microscan otomatize sistemiyle tanımlama yapılamamış, VITEK MS ile izolat %99.9 G.sanguinis ve %98.3 G.sulfidifaciens olarak isimlendirilmiştir. 16S rDNA dizi analiziyle izolat %100 Globicatella sanguinis (GenBank accessionno. KJ680157.1) olarak tanımlanmıştır. MİK değerleri vankomisin için 0.38 µg/ml, eritromisin için 1.5 µg/ml, imipenem için 0.38 µg/ml, sefotaksim için > 32 µg/ml ve benzipenisilin için 64 µg/ml olarak belirlenmiştir. Hastada katetere bağlı kan dolaşımı enfeksiyonu olarak düşünüldüğü için, tedaviye vankomisin 1 x 1 g IV/72 saat olarak 10 güne kadar devam edilmiştir. Hastanın kontrollerinde ateş ve üreme olmamıştır. G.sanguinis, sıklıkla karşılaşılan patojenler içerisinde yer almadığından ve laboratuvar tanısında karşılaşılan güçlükler nedeniyle belki de gözden kaçabilmekte veya yanlış tanımlanabilmektedir. BD Phoenix veritabanında G.sulfidifaciens, Bruker MS veritabanında G.sanguinis ve MicroScan veritabanında Globicatella cinsinin mevcut olmadığı görülmüştür. Son yıllarda gelişen tıbbi uygulamalar ve immün sistemi baskılanmış hasta popülasyonundaki artış nedeniyle nadir bakteri türleri daha da sık görülecektir. Klinik mikrobiyoloji laboratuvarlarının, hem klasik mikrobiyolojik yöntemlerle hem de moleküler yöntemlerle tanı gücünün artırılması, ticari identifikasyon sistemi geliştiren şirketlerin patojen spektrumunu genişleterek veritabanlarını yenilemeleri bu tür etkenlerle oluşabilecek ciddi enfeksiyonların önlenmesi açısından önem taşımaktadır.Öğe Genişlemiş Spektrumlu Beta-Laktamaz (GSBL) Üreten Escherichia coli ve Klebsiella pneumoniae Suşlarının GSBL Genlerinin Araştırılması(Flora İnfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Dergisi, 2018) Bektaş, Abdullah; Güdücüoğlu, Hüseyin; Gürsoy, Nafia Canan; Berktaş, Mustafa; Gültepe, Bilge Sümbül; Parlak, Mehmet; Otlu, Barış; Tekerekoğlu, Mehmet SaitÖz: Giriş: Genişlemiş spektrumlu beta-laktamaz (GSBL) üreten Enterobacteriaceae üyeleri tüm dünyada önemli bir sağlık sorunudur. Bu çalışmada yaklaşık dört yıllık süre içinde izole edilen Escherichia coli ve Klebsiella pneumoniae suşlarında GSBL direnç genlerinin saptanması amaçlanmıştır. Materyal ve Metod: Ocak 2008-Ekim 2012 tarihleri arasında çeşitli klinik örneklerden izole edilen ve GSBL ürettiği saptanan 100 E. coli ve 100 K. pneumoniae suşu bu çalışmaya alınmıştır. Suşların tanımlanması klasik bakteriyolojik yöntemler ve BD Phoenix (Becton Dickinson, ABD) otomatize tanımlama cihazı kullanılarak yapılmıştır. Suşların CTX-M, TEM, SHV, VEB, GES, PER ve OXA beta-laktamaz genleri polimeraz zincir reaksiyonu (PCR) ile araştırılmıştır. Bulgular: K. pneumoniae suşlarının beta-laktamaz genleri sırasıyla; CTX-M %99, SHV %91, TEM %71, OXA-10 grup %10 ve OXA-2 grup %5 oranında bulunmuştur. E. coli suşlarında CTX-M %92, TEM %70, SHV %21 ve OXA-2 grup %3 oranında bulunmuştur. E. coli suşlarında GSBL direnç geni saptanan 98 suşta yalnız CTX-M %25.5 (25/98); sadece TEM pozitif olanlar %2 (2/98) ve sadece SHV pozitif olanlar %2 (2/98) olarak saptanmıştır. K. pneumoniae suşlarında ESBL direnç geni saptanan 100 suşta yalnız CTX-M %3 (3/100) oranında bulunmuştur. Diğer direnç genlerinin tek başına bulunduğu herhangi bir suş saptanmamıştır. Çalışmamızda taradığımız GES, VEB ve PER türü beta-laktamaz genleri ise hiçbir suşta saptanmıştır. Sonuç: Çalışmamızda, GSBL üreten suşlarda CTX-M yüksek oranda bulunmuştur. Bunun olası nedeninin CTX-M türü genlerin gösterdiği hızlı yayılım özelliği olduğu düşünülmüştür. GSBL genlerinin tanımlanması direnç epidemiyolojisinin ortaya konulması, uygun tedavi stratejilerinin geliştirilmesi ve önleyici tedbirlerin doğru planlanması açısından önemlidir.Öğe Kan kültürlerinden izole edilen staphylococcus aureus suşlarının antibiyotiklere direnç durumlarının değerlendirilmesi(2009) Gürsoy, Nafia Canan; Ersoy, Yasemin; Günal, Selami; Kuzucu, ÇiğdemÖz: Üç yıllık süre içerisinde (2005-2007) yatan hastaların kan kültürlerinden izole edilen 62 Staphylococcus aureus suşunun çeşitli antibiyotiklere duyarlılıkları araştırılmış ve metisilin dirençli suşların, hastaların klinik ve demografik verileri ile ilişkileri değerlendirilmiştir. Altmış iki izolatın 20’si (% 32) metisiline dirençli (MRSA), 42’si (% 68) metisiline duyarlı (MSSA) olarak tanımlanmıştır. MRSA suşlarının siprofloksasin, klindamisin, eritromisin, gentamisin, rifampisin ve tetrasikline karşı direnç oranları MSSA suşlarına göre anlamlı derecede yüksek bulunmuştur (p<0.05). Yoğun bakımda yatan, invaziv girişim yapılan, altta yatan hastalığı olan, oral dışı yolla beslenen ve idrar sondası olan hastalarda MRSA bakteriyemi oranları MSSA’dan daha yüksek bulunmuştur (p<0.05).Öğe Klinik Örneklerde Mycobacterium tuberculosis'in Saptanması ve Rifampin Direncinin Tespitinde Xpert MTB/RIF Testinin Tanısal Performansının Değerlendirilmesi(2016) Gürsoy, Nafia Canan; Yakupoğulları, Yusuf; Tekerekoğlu, Mehmet Sıtkı; Otlu, BarışÖz: Aktif tüberküloz (TB) olgularının hızlı ve doğru olarak saptanması, TB kontrol programının en önemli hedefl erinden biridir. Bu amaçla, etkenin izolasyonu, tiplendirilmesi ve ilaç direncinin belirlenmesi için her geçen gün yeni yöntemler geliştirilmektedir. Son yıllarda üretilmiş olan Xpert MTB/RIF (CepheidGeneXpert® System, ABD) testi; direkt klinik örnekten Mycobacterium tuberculosis kompleksi ve suşun rifampin (RIF) direncini birkaç saat içinde saptayan, gerçek zamanlı polimeraz zincir reaksiyonu temelli bir yöntemdir. Ancak testin özellikle akciğer-dışı örnekler ve balgam dışındaki akciğer örneklerindeki performansı hakkında halen yeterli veri bulunmamaktadır. Bu çalışmada, Xpert MTB/RIF testinin akciğer ve akciğer-dışı klinik örneklerde M. tuberculosis'i saptamadaki duyarlılık, özgüllük, pozitif ve negatif tahmin değerlerinin araştırılması ve izolatların RIF direncini belirlemesindeki performansı araştırılmıştır. Çalışmaya, Temmuz 2013-Aralık 2014 tarihleri arasında laboratuvarımıza gönderilen 1141 (%52.8) akciğer ve 1019 (%47.2) akciğer-dışı olmak üzere toplam 2160 klinik örnek dahil edilmiştir. Değerlendirilen örneklerden 67'si (%3.1) mikroskopi (aside dirençli boyama; ARB), 116'sı (%5.4) kültür ve 98'i (%4.5) Xpert MTB/RIF testi ile pozitif bulunmuştur. Kültür sonuçları referans olarak alındığında; Xpert MTB/RIF testinin duyarlılık ve özgüllüğü tüm örneklerde sırasıyla %73.3 ve %99.3; akciğer örneklerinde %77.5 ve %99.5; akciğer-dışı örneklerde ise %63.9 ve %99.2 olarak saptanmıştır. ARB pozitif örneklerde Xpert MTB/RIF testinin duyarlılığı %100, özgüllüğü %66.7; ARB negatif olanlarda ise sırasıyla %40.4 ve %99.4 olarak belirlenmiştir. Çalışmaya alınan tüm örnekler içinde yalnızca üç örnekte Xpert MTB/RIF testi ile RIF direnci saptanmış ve bu sonuçlar fenotipik olarak da doğrulanmıştır (%100 uyum). Mikobakteriyel kültür sonuçlarına göre Xpert MTB/RIF testinin pozitif ve negatif öngörü değerleri, incelenen tüm örnekler için sırasıyla %86.7 ve %98.5; akciğer örnekleri için %92.5 ve %98.3; akciğer dışı örnekler için ise %74.2 ve %98.7 olarak bulunmuştur. Çalışmamızda elde edilen sonuçlara göre, Xpert MTB/RIF testinin akciğer-dışı örneklerde duyarlılığının orta düzeylerde olduğu saptanmış olup; özellikle basil yükünün az olduğu ARB negatif örneklerde testin duyarlılığının düştüğü görülmüştür. Buna karşın Xpert MTB/RIF testinin tüm örneklerde etkene özgüllüğü son derece yüksek bulunmuştur. Çalışmamızda az sayıda örnekte rifampine dirençli suş saptanmış olmakla birlikte, Xpert MTB/RIF testi tüm dirençli ve duyarlı suşları ayırt edebilmiştir. Ayrıca laboratuvarımızda, M. tuberculosis'in tespiti ve RIF direncinin belirlenmesi kültür ile ortalama 20.96 günü bulurken, Xpert MTB/RIF testi ile bu süre birkaç saate düşmektedir. Testin kullanım kolaylılığı, hızlı olması ve minimum güvenlik önlemleri gerektirmesi nedeniyle, kültür yöntemi ile doğrulanmak şartıyla, Xpert MTB/RIF testinin, akciğer-dışı örneklerde de tüberkülozun hızlı tanısına katkı sağlayabileceği kanısına varılmıştırÖğe Ozon ve Negatif İyon Uygulamasının Çeşitli Bakteriler Üzerine Etkilerinin İncelenmesi ve Hastane Atık Suları Dezenfeksiyonunda Kullanımının Değerlendirilmesi(Flora İnfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Dergisi, 2018) Gürsoy, Nafia Canan; Özerol, İbrahim HalilÖz: Giriş: Son yıllarda antibiyotiklere dirençli mikroorganizmaların neden olduğu hastane ve/veya toplum kaynaklı infeksiyonlarda artış görülmektedir. Bu infeksiyonların önlenmesi veya azaltılmasında hastane atık sularının dezenfeksiyonunda kullanılabilecek güvenilir, etkili dezenfeksiyon yöntemlerine ihtiyaç duyulmaktadır. Çalışmamızda; hastane infeksiyonu etkeni olarak tanımlanmış çoğul dirençli Escherichia coli, Klebsiella pneumoniae, Pseudomonas aeruginosa, Acinetobacter baumannii ve Staphylococcus aureus izolatlarının ozon gazı ve/veya negatif iyona duyarlılıkları araştırılmış ve bu dezenfeksiyon yöntemlerinin hastanemiz atık su sisteminde kullanımı değerlendirilmiştir. Materyal ve Metod: Hastanemiz infeksiyon kontrol komitesince hastane infeksiyonu etkeni olarak tanımlanmış, çoğul dirençli klinik izolatlar çalışmaya dahil edilmiştir. İzolatlardan 1.5 x 108 cfu/mL konsantrasyonunda bakteri süspansiyonu hazırlanmış ve daha sonra 1.5 x 102 cfu/mL’ye kadar seri dilüsyonları yapılmıştır. Ozon oluşturma kapasitesi 10.5 mg/saat ve 6.6 mg/saat konsantrasyonunda iki farklı ozon jeneratörü ve 3.3 milyon/cm3 negatif iyon çıktısına sahip negatif iyonizer kullanılmıştır. Toplamda yedi farklı bakteri konsantrasyonu üzerinde; değişik sürelerde ozon ve/veya negatif iyon uygulaması yapılarak, bakteri sayısında gözlenen değişiklikler kaydedilmiştir. Ozonun agar plak yüzeyindeki bakteriler üzerine etkinliğinin yanı sıra, sulu ortamdaki etkinliği de incelenmiş ve son olarak hastanemiz atık su arıtım sisteminin giriş ve çıkış noktalarından alınan su örneklerine ozon uygulamasıyla, atık su arıtım sistemindeki dezenfeksiyon etkinliği değerlendirilmiştir. Bulgular: Çalışmaya alınan tüm bakteri türlerinin ozon gazına son derece duyarlı olduğu ve kısa maruziyet sürelerinde üremelerinin inhibe olduğu belirlenmiştir. Fakat özellikle yüksek bakteri konsantrasyonlarında ozon gazının yüksek konsantrasyonlarına ve/veya sürekli olarak ozon uygulamasına ihtiyaç duyulabileceği görülmüştür. Ayrıca ozonun sudaki etkinliğinin çok daha yüksek olduğu görülmüştür. Negatif iyonun yüksek bakteri konsantrasyonlarında etkili olmadığı, dolayısıyla patojen yükü yüksek olan atık su sistemlerinin dezenfeksiyonunda kullanımının yararlı olmayacağı görülmüştür. Sonuç: Hastane atık su sistemleri dezenfeksiyonunda ozon gazı kullanımının etkili ve güvenilir olacağı kanısına varılmıştır. Başlık (İngilizce): The Effects of Negative Ions and Ozone on Various Bacteria and The Evaluation of Their Use in Hospital Wastewater Disinfection Öz (İngilizce): Introduction: In recent years, there has been an increase in hospital and/or community-acquired infections caused by antibiotic-resistant microorganisms. To prevent or to reduce these infections, reliable, effective disinfection methods are needed to be used in disinfecting the hospital wastewater. In this study, the sensitivity of multidrug resistant strains of Escherichia coli, Klebsiella pneumoniae, Pseudomonas aeruginosa, Acinetobacter baumannii and Staphylococcus aureus bacteria, which are often encountered as hospital infection agents to ozone gas and/or negative ions, is investigated, and the use of these disinfection methods in our hospital’s waste water systems is evaluated. Materials and Methods: Our study included multidrug resistant clinical isolates identified by our hospital infection control committee as agents of hospital-acquired infection. Bacterial suspensions were prepared from the isolates at a concentration of 1.5 x 108 cfu/mL and serial dilutions were then made to 1.5 x 102 cfu/mL. Two different ozone generators with an ozone generating capacity at concentrations of 10.5 mg/h and 6.6 mg/h and a negative ionizer with a negative ion output of 3.3 million/cm3 were used. For a total of seven different bacterial concentrations, ozone and/or negative ion application was performed at different application times, and the changes observed in the number of bacteria were recorded. The effectiveness of the ozone on the agar plate surface and in the aqueous medium were examined, and finally, the disinfection efficiency on the waste water treatment system was evaluated by applying ozone to the water samples taken from the entrance and exit points of the hospital wastewater treatment system. Results: It was determined that all bacterial species studied were highly susceptible to ozone gas, and their growth was inhibited in a short exposure time. However, it was observed that high concentrations of ozone gas and/or continuous ozone application might be required, especially at high bacterial concentrations. It was also found that the activity of ozone in the aqueous environment was much higher. It was observed that the negative ions were ineffective at high bacterial concentrations and therefore the use of this method in the disinfection of wastewater systems with high pathogen load was not beneficial. Conclusion: It is concluded that the use of ozone gas in the disinfection of hospital wastewater systems is effective and reliable.Öğe The positivity rates of a novel test in the patients with suspected clostridioides difficile associated diarrhea(2020) Gürsoy, Nafia Canan; Gezer, YakupAbstract: Aim: To evaluate the positivity rates of Clostridioides difficile infection (CDI) in the stool samples with a novel test and clinical features of positive cases. Material and Methods: The frequency of C. difficile in a total of 654 stool samples were examined with the BD Max Cdiff Test (Becton Dickinson, USA) between January 2014 and June 2019, and the clinical/demographic characteristics of the positive cases were evaluated in a university hospital. Results: A total 56 (8.56%) samples belonging to 49 cases aged 3-84 year were determined as positive for CDI among total 654 stool samples. Forty-one (89.1%) out of 46 positive cases whose clinical reports were available had a history of hospitalization in the last three months with an average 14.9 days, and 39 patients (84.7%) received antimicrobial treatment in the last three months for an average 12.2 days. It was observed that 40 (86.9%) out of 46 positive cases had at least one underlying chronic disease; and 38 (82.6%) patients used anti-acid agents. Conclusion: In this study, although the risk factors similar to those reported in the international literature were also found for our patients, the incidence of CDI was found to be lower than that reported worldwide. In this context, it is required that the patients in the risk group for CDI must be identified well, and correct and fast methods should be used for diagnosing the infection.Öğe Providencia rettgeri’de OXA-48 ve NDM-1 Karbapenemaz Genlerinin Birlikte Üretimi: İlk Bildirim(2018) Ersoy, Yasemin; Tekerekoğlu, Mehmet Sait; Otlu, Barış; Bayındır, Yaşar; Yakupoğulları, Yusuf; Duman, Yücel; Gürsoy, Nafia CananÖz: Ülkemiz, OXA-48 benzeri karbapenemaz üreten Klebsiella ve Escherichia coli için endemik bir bölge olarak kabul edilmektedir. Son yıllarda Enterobacteriaceae türleri arasında bu direncin yayıldığı veya diğer karbapenemazlarla birlikte ortaya çıktığı görülmektedir. Bu çalışmada, OXA-48 ve NDM-1 karbapenemazları birlikte üreten iki Providencia rettgeri izolatı bildirilmektedir. Nisan 2017 tarihinde, hastanemizin yanık ünitesinde yatarak tedavi gören 68 yaşında kadın hastanın idrar kültüründe ve Kasım 2017 tarihinde aynı ünitede yatan 35 yaşında erkek hastanın enfekte yanık yarasında kolistin ve tigesiklin dışında tüm antibiyotiklere dirençli olan P.rettgeri izole edilmiştir. İzolatların imipenem ve meropenem minimum inhibitör konsantrasyonları (MİK) ? 32 ?g/ml; kolistin ve tigesiklin MİK düzeyleri ise sırasıyla 1 ve 0.5 ?g/ ml olarak belirlenmiştir. Multipleks polimeraz zincir reaksiyonu (PCR) yöntemi ile her iki izolatın blaOXA-48 ve blaNDM-1 karbapenemaz ve blaTEM genişlemiş spektrumlu beta-laktamaz genleri taşıdığı saptanmış ve DNA dizileme yöntemi sonrası TEM tipi beta-laktamaz geninin blaTEM-1 olduğu tespit edilmiştir. “Pulsed field gel electrophoresis (PFGE)” analizi sonucunda aynı birimde, yaklaşık yedi aylık bir zaman aralığı ile farklı hastalardan elde edilen bu iki P.rettgeri izolatının aynı genotipte olduğu görülmüştür. Hastaların tıbbi öyküleri ve çevre kültürlerinin geriye doğru analizi sonrasında, P.rettgeri suşunun iki hasta arasında bulaşını açıklayabilecek bilgiye ulaşılamamıştır. Hastaneye ait enfeksiyon kontrol önlemlerinin güçlendirilmesi sonrasında son olgunun tanımlanmasından günümüze üç aydan fazla bir süre içinde çevre kültürlerinde ve klinik örneklerde yeni bir P.rettgeri izolasyonu saptanmamıştır. Bu çalışmada, günümüze kadar sadece üç Enterobacteriaceae türünde bildirilmiş olan OXA-48 ve NDM-1 karbapenemaz birlikteliğinin horizontal olarak diğer türlere de yayıldığı ve klonal yayılımla hastanelerde büyüyebilecek bir sorun olma potansiyeli gösterdiği vurgulanmıştır. Moleküler epidemiyolojik yöntemlerin etkili kullanımı, bu tür nadir ancak tedavisi sorunlu olabilecek patojenlerin hastanede yayılımını aydınlatabilecek dinamiklerinin saptanması için önemli bilgiler sağlayacaktır.Öğe The research of clonal relationship among Aeromonas strains isolated from human, animal and drinking water by PFGE(2013) Durmaz, Rıza; Berktaş, Mustafa; Gürsoy, Nafia Canan; Körkoca, HanifiAeromonaslar insanlarda çeşitli enfeksiyonlara neden olmakta, içme suları ile insanlara bulaşabilmekte ve hayvanlardaki varlığı, insanlar için potansiyel risk olarak değerlendirilmektedir. Bu çalışmayla pulsed-field gel electrophoresis (PFGE) ile diyareli insanlardan (14 suş), sağlıklı gıda işçilerinden (2 suş), hayvanlardan (24 suş) ve içme sularından (12 suş) izole edilen 52 Aeromonas suşu arasındaki klonal ilişkinin araştırılması amaçlandı. Bir diyareli insan izolatı ve bir sığır izolatı arasında klonal ilişki tespit edildi. İnsan ve su izolatları arasında klonal ilişki tespit edilmedi. İki balık izolatı arasında (A. caviae ve A. sobria) ayırtedilemez PFGE paterni tespit edildi. Sonuç olarak, klonal ilişkili suşlar tespit edilmesine rağmen baskın bir klon tespit edilmedi. Özellikle hayvanların, insan Aeromonas infeksiyonları yönünden epidemiyolojik önemini aydınlatmaya, ayrıca çevresel izolatların identifikasyonuna yönelik kapsamlı çalışmalara ihtiyaç olduğu görüldü.Öğe Tedavi Başarısızlığı Olan Kronik HBV Hastalarında Nükleoz(t)id Direnç Mutasyonları(2019) Gürsoy, Nafia Canan; Otlu, Barış; Yakupoğulları, Yusuf; Yener, Özkan; Bayındır, Yaşar; Harputluoğlu, Murat; Tekerekoğlu, Mehmet SaitÖz: Amaç: Hepatit B enfeksiyonu aslında tedavi edilebilir bir hastalık değildir ve amaç yalnızca viralreplikasyonun baskılanması olup, bu nedenle de çoğu kez yaşam boyu tedavi gerektirir. Uzun süreliantiviral tedavi beraberinde dirençli mutant virüslerin ortaya çıkışına neden olmaktadır. Nüleoz(t)idanaloglarının ana hedef bölgesi olan revers transkriptaz gen bölgesindeki mutasyonlar tedavidekien büyük sorundur. Bu çalışmada, kronik hepatit B tedavi başarısızlığı gösteren hastalardakinükleoz(t)id direnç mutasyonlarının restrospektif olarak değerlendirilmesi amaçlanmıştır.Yöntem: Bu çalışmada, 2006-2018 yılları arasında, İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi çeşitli kliniklerinde takip edilen ve tedavi başarısızlığı gösteren, toplam 120 kronik hepatit B hastasına ait HBVilaç direnci sonuçları retrospektif olarak değerlendirilmiştir. İlaç direncinin belirlenmesinde, ticariters hibridizasyon temelli testler ve pirosekanslama yöntemi kullanılmıştır.Bulgular: Çalışmaya dâhil edilen 120 hastanın yaklaşık %52’sinde tekli ve %48’inde çoklu bazmutasyonu belirlenmiştir. Çoğunluğu lamivudin/telbivudin direncinden sorumlu olmak üzere,rtA181T/V ve rtN236T gibi adefovir direncine neden olan çeşitli primer mutasyonların yanı sırartL180M, rtL80V/I ve rtV173L gibi kompensatuvar mutasyonlar da saptanmıştır. Tekli baz mutasyonlarından en sık rtM204V/I (%34.16) ve çoklu baz mutasyonları içerisinde ise en sık rtM204V/I+rtL180M (%18.33) görülmüştür.Sonuç: HBV direnç mutasyonlarının uzun süreli ve kalıcı olarak izlenmesi gerekmektedir. Özellikletedavi başarısızlığı gibi direnç düşünüldüğü durumlarda daha geniş çaplı mutasyon analizlerininyapılması ve tedavi rejimlerinin bu mutasyonların varlığına bağlı olarak sürekli güncellenmesigerekmektedir.