Yazar "Karadağ, Neşe" seçeneğine göre listele
Listeleniyor 1 - 20 / 54
Sayfa Başına Sonuç
Sıralama seçenekleri
Öğe Acute acalculous cholecystitis induced by aortic dissection Report of a case(Ulusal Travma ve Acil Cerrahi Dergisi-Turkish Journal of Trauma & Emergency Surgery, 2010) Söğütlü, Gökhan; Işık, Burak; Yılmaz, Mehmet; Karadağ, Neşe; Hoca, Onur; Ölmez, Aydemir; Cinpolat, ÖzgürAcute acalculous cholecystitis (AAC), inflammation of the gallbladder without evidence of calculi, comprises approximately 10% of all cases of acute cholecystitis. Although the mechanism of AAC has not yet been sufficiently clarified, the most commonly postulated theories regarding its pathogenesis are bile stasis, sepsis and ischemia. We present a case of AAC associated with ischemia of the gallbladder caused by aortic dissection Bakey type III.Öğe Acute urinary retention in an old male caused by a prostatic urethral polyp(İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Dergisi, 2006) Kılıç, Süleyman; Karadağ, Neşe; Bülent, Altunoluk; Beytur, Ali; Karaca, SüleymanÖz: Akut idrar retansiyonu işemenin ani ortadan kalkması ile karakterize bir ürolojik acildir. Bu yazıda, akut idrar retansiyonunun yaşlı erkeklerde nadir nedenlerinden biri olan prostatik üretral polipe bağlı olarak 58 yaşında bir erkekte gelişen retansiyon durumu sunulmuştur. Bu hastada polip posterior üretral valvlerinkine benzer bir mekanizmayla tam üretral obstrüksiyona neden olmuş ve prostatın ve polipin transüretral rezeksiyonu infravezikal obstrüksiyon semptomlarını tam olarak ve hızlı biçimde düzeltmiştir.Öğe Akut Kolesistitlerde Laparoskopik Kolesistektominin Yeri(İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Dergisi, 2001) Söğütlü, Gökhan; Ara, Cengiz; Yılmaz, Sezai; Kırımlıoğlu, Hale; Karadağ, Neşe; Lezzan KeskinAkut kolesistitin laparoskopik kolesistektomi ile tedavisinde konversiyon için belirleyici faktörleri ortaya koymayı amaçladık. Gereç ve Yöntem: Ocak 1997-Aralık 2000 tarihleri arasında akut taşlı kolesistit nedeniyle ameliyat edilen 28 olgu incelemeye tabi tutuldu. Olguların 19’u kadın 9’u erkek olup en genç hasta 28 ve en yaşlı hasta ise 75 yaşında olmak üzere ortalama yaş 53.5 ±13.7 idi.Beyaz küre, yaş, cinsiyet, alkalen fosfataz ve akut kolesistitin şidetine göre konversiyon oranları karşılaştırıldı. Bulgular: 28 hastanın 10’unda konversiyon (açık kolesistektomi) gerçekleşti (%35.7). Beyaz küre yüksekliği (>18000/uL) ve kolesistitin şiddeti konversiyon için anlamlı olarak bulundu (sırayla p=0.011 ve p=0.0007). Erkek cinsiyet, hastanın yaşının 60’ın üzerinde olması ve alkalen fosfataz yüksekliğinin, konversiyonla ilişkisi ortaya konulamadı (sırayla p=0.677, p=0.432 ve p=0.601). Hiçbir hastada postoperatif major komp likasyon gözlenmezken uzamış ateş ve yara enfeksiyonu gibi minor komplikasyonlar konversiyon grubunda laparoskopi grubuna göre daha fazla gözlendi. Konversiyon grubunda, hastanede kalış ve operasyon süresi anlamlı olarak daha uzundu (Sırayla; p<0.001 ve p=0.021). Sonuç: Akut kolesistitli hastaların coğunda laparaskopik girişimin güvenle yapılabileceği görüşündeyiz. Ancak, hasta seçimi üzerinde durulması gereken konudur ve beyaz küre yüksekliği (>18.000 u/L) ve kolesititin şiddeti konversiyonla ilişkilidir.Öğe Ancient schwannoma of the parotid gland a case report and review of the literature(JCraniomaxillofac Surg, 2006) Bayındır, Tuba; Kalcıoğlu, Mahmut Tayyar; Kızılay, Ahmet; Karadağ, Neşe; Akarçay, MustafaSchwannomas are encapsulated benign tumours arising from nerve sheath cells, of which ancient schwannoma is one of five variants. Since the first description, only a few ancient schwannomas have been reported in different locations in the head and neck region. In the parotid gland, this tumour is very rare. In this report, a 41- year-old female patient with an ancient schwannoma of the parotid gland is presented and the data of this patient compared with other (comparable) cases described in the literature.Öğe Appendiceal enterobius vermicularis infestation in adults(Internatıonal surgery, 2007) Işık, Burak; Yılmaz, Sezai; Yılmaz, Mehmet; Karadağ, Neşe; Kahraman, Latif; Söğütlü, Gökhan; Kırımlıoğlu, VedatThe objective of this study is to evaluate the incidence of Enterobius vermicularis in the appendices of the adult population and a possible relationship between E. vermicularis and acute appendicitis. E. vermicularis was identified in 18 (2%) of 890 patients. Six hundred sixty-five operations were performed for presumptive diagnosis of acute appendicitis, and E. vermicularis was found in 12 (2%) patients. The histopathological examination revealed acute inflammatory cells in four cases (33%). Three of these four specimens included luminal ova and one E. vermicularis. Histopathological examination of six cases revealed E. vermicularis in 225 incidental appendectomies with no evidence of either acute or chronic inflammatory cells. This study suggests a relationship between the presence of E. vermicularis ova and acute inflammation, but the presence of the pinworm in the lumen of the appendix is coincidental. On the other hand E. vermicularis in the appendix lumen can cause symptoms of acute appendicitis.Öğe Aspleni sendromu ve kompleks konjenital kalp hastalığına sahip prematüre olguda acil anestezik yaklaşım(Türk Anestezi ve Reanimasyon Dergisi, 2003) Çiçek, Müslüm; Köroğlu, Ahmet; Toğal, Türkan; Özpolat, Sakine; Ersoy, M. Özcan; Karadağ, NeşeÖz: Aspleni sendromu ve kompleks konjenital kalp hastalığına sahip prematüre olgu acil laparatomiye alındı. Fentanil, artrakuryum ve sevofluran ile genel anestezi indüksiyonu sonrası bupivakain ile tek doz kaudal anestezi uygulandı. Ameliyat sırasında herhangi bir komplikasyon olmadı. Olgu ekstübe edilmedi ve pediyatrik cerrahi yoğun bakım ünitesine alındı. Ameliyat sonrası 4. günde kalp yetmezliği ve sepsis nedeniyle olgu kaybedildi. Başlık (İngilizce): Emergent anesthesia management of a premature case with asplenia syndrome and complex congenital heart disease Öz (İngilizce): A premature case with asplenia syndrome and complex congenital heart disease underwent an urgent laparotomy. After general anesthesia induction with fentanyl, atracurium and sevoflurane, single shot caudal anesthesia with bupivacaine was performed. There was no complication during the operation. The case was not extubated and transported to paediatric intensive care unit. He died at the postoperative fourth day because of heart failure and sepsis.Öğe Bir Yenidoğanda Kistik Nöroblastoma: Olgu Sunumu(İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Dergisi, 2008) Uğuralp, Sema; Sığırcı, Ahmet; Karadağ, NeşeYirmisekiz haftalık kız fetüste antenatal ultrasonografide (US) 2.5x1.8 cm çaplı abdominal kistik kitle saptandı. Postnatal yapılan US de kistik kitlenin sağ adrenal bölgede olduğu görüldü. Abdominal kompüterize tomografide hipodens, sağ böbreği aşağı iten kalın duvarlı kist mevcuttu. Ameliyatta kitlenin sağ adrenal glandda olduğu görüldü ve sağ adrenalektomi yapıldı. Histolojik olarak kitle az diferensiye nöroblastoma olarak değerlendirildi. Suprarenal kistik kitlelerin ayırıcı tanısında kistik nöroblastoma (CNB) düşünülmelidir. US de karakteristik olarak kalın duvarlı kistik kitlesi olan bir yenidoğanda kitlenin malign olabilme ihtimaline karşı çıkarılmasını öneriyoruz.Öğe Body mass index is associated with immunohistochemical nuclear phosphatase and tensin homolog deleted on chromosome 10 (PTEN) expression in stage IB-IC endometrioid endometrial carcinoma(Journal of the Turkish-German Gynecological Association, 2007) Meydanlı, Mutlu; Karadağ, Neşe; Köse, Faruk; Tulunay, Gökhan; Özfuttu, AhmetÖz: Amaç: Sporadik Evre IB-IC endometrioid endometriyum kanser olgularında nükleer kromozom 10 üstünde fosfataz ve tensin homologu silinmesi (PTEN: phosphatase and tensin homolog deleted on chromosome 10) ekspresyonu ile klinikopatolojik özellikler arasındaki ilişkiyi araştırmak. Materyal ve Metot: Komplet cerrahi evreleme işlemine tabi tutulan 65 Evre IB-IC endometrioid endometriyum kanser olgusu üzerinde retrospektif olarak çalışıldı. Hasta yaşı, vücut kitle indeksi, tümor gradı, immünohistokimyasal nükleer PTEN ekspresyonu ve klinik sonuç incelendi. Medyan izlem süresi 49 ayd› (8-78 ay). Sonuçlar: İmmünohistokimyasal çalışma sonucunda olguların 20’sinde (%30.8) nükleer PTEN ekspresyonu pozitif olarak bulundu. Olguların 36’sında (%55.4) nükleer PTEN ekspresyonu azalmışken 9 olguda (%13.8) tamamen kayıptı. Boyanma durumu değerlendirildiğinde 45 olguda (%69.2) nükleer PTEN ekspresyonunun negatif olduğu bulundu. İzlem sürecinde 65 olgudan 5’inde (%7.7) klinik nüks saptandı. Nükleer PTEN ekspresyonunun pozitif bulunduğu olgulardaki 5 yıllık hastalıksız sağkalım, nükleer PTEN ekspresyonunun negatif bulunduğu hastalardaki 5 yıllık hastalıksız sağkalımdan farklılık göstermiyordu (%75.2’ye karşın %91.3, p=0.728 [log-rank test]). Nükleer PTEN ekspresyonu pozitif bulunan olguların ortalama vücut kitle indeksinin nükleer PTEN ekspresyonu negatif bulunan olguların ortalama vücut kitle indeksinden belirgin şekilde daha büyük olduğu saptandı (32.5±6.5’e karşın 28.5±5.0, p=0.009). Tartışma: Kayıp/azalmış nükleer PTEN ekspresyonu, Evre IB-IC endometrioid endometriyum kanserinde sık rastlanılan bir bulgudur. İmmünohistokimyasal nükleer PTEN ekspresyonunu etkileyen tek klinikopatolojik değişken, vücut kitle indeksidir. Başlık (İngilizce): Evre IB-IC endometrioid endometriyum kanserinde vücut kitle indeksi immünohistokimyasal nükleer PTEN ekspresyonuyla ilişkilidir Öz (İngilizce): Objective: To examine the relationship between clinicopathologic features and nuclear phosphatase and tensin homolog deleted on chromosome 10 (PTEN) expression in a homogeneous group of Stage IB-IC sporadic endometrioid endometrial cancer (EEC) patients. Materials and Methods: This study was conducted on 65 consecutive EEC patients with FIGO Stage IB-IC disease who underwent initial complete surgical staging. Age, body mass index (BMI), tumor grade, immunohistochemical nuclear PTEN expression and clinical outcome were examined. The median follow-up period was 49 months (range, 8 to 78 months). Results: Immunohistochemical staining revealed positive nuclear PTEN expression in 20 cases (30.8%). Nuclear PTEN was found out to be reduced in 36 cases (55.4%), whereas it was completely lost in nine cases (13.8%). After evaluating the staining status, 45 cases (69.2%) were judged as “negative” for nuclear PTEN expression. During the follow-up period, clinical recurrence of disease was documented in five of 65 women (7.7%). The 5-year disease free survival rate for patients with positive nuclear PTEN expression was similar to that for patients with negative nuclear PTEN expression (75.2% vs. 91.3%, respectively; p=0.728 [log-rank test]). The mean body mass index (BMI) of positive nuclear PTEN expressing cases was significantly greater than that of patients with negative nuclear PTEN expression (32.5±6.5 vs. 28.5±5.0, respectively; p=0.009). Discussion: Lost/reduced nuclear PTEN expression was frequent in FIGO Stage IB/IC EEC. BMI is the only clinicopathologic variable affecting immunohistochemical nuclear PTEN expressionÖğe Bronşektazi zemininde gelişen multiple tümörlet ve karsinoid tümör(Journal of Clinical and Experimental Investigations, 2012) Erbey, Ahmet; Karadağ, Neşe; Ulutaş, Hakkı; Kuzucu, Akın; Soysal, ÖmerÖz: Pulmoner tümörlet, multifokal nöroendokrin hücre proliferasyonudur ve pulmoner karsinoidler için prekürsör lezyon olarak kabul edilir. Bu çalışmada, 52 yaşında bronşektazi nedeniyle sol alt lobektomi ve lingulektomi yapılan bir hasta tartışıldı. Cerrahi spesmenin histopatolojik değerlendirmesinde bronşektatik zeminde multiple tümörlet ve karsinoid tümör saptandı. Başlık (İngilizce): Multifocal tumorlets and a carcinoid tumor associated with bronchiectasis Öz (İngilizce): Pulmonary tumorlet is multifocal neuroendocrine cell proliferation believed to be precursor lesion to pulmonary carcinoids. A 52-year-woman underwent a left lower lobectomy and lingulectomy for bronchiectasis. Histopathologically, multiple tumorlets and a carcinoid tumor were detected in the surgical specimen.Öğe Büllöz lezyonların eşlik ettiği idiyopatik Sweet Sendromu: Olgu sunumu(2004) Akı, Tuba; Seyhan, Eşrefoğlu Muammer; Karıncaoğlu, Yelda; Kalaycı, Bülent; Karadağ, Neşe; Özcan, HamdiSweet sendromu(SS) ağrılı eritematöz plaklar, ateş, artralji, periferik lökositoz, üst dermişte ödem ve yoğun nötrofil infıltrasyonu ile karakterime nadir görülen bit dermatozdur. Sendrom, üst solunum yolu enfeksiyonlan, hematolojik maligniteler, ilaç hipersensitivitesi, sarkoidoz, otoimmün hastalıldar ile birlikte görülebildiği gibi idiyopatik de olabilir. Burada büllöz lejyonlarla seyreden, fakat bu tabloya malignitenin eşlik etmediği idiyopatik bir SS olgusu sunulmakta ve SS tanısı tartışılmaktadır.Öğe Büllöz Lezyonların Eşlik Ettiği İdiyopatik Sweet Sendromu: Olgu Tartışması(İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Dergisi, 2004) Akı, Tuba; Karıncaoğlu, Yelda; Özcan, Hamdi; Seyhan, Muammer Eşrefoğlu; Kalaycı, Bülent; Karadağ, NeşeSweet sendromu(SS) ağrılı eritematöz plaklar, ateş, artralji, periferik lökositoz, üst dermiste ödem ve yoğun nötrofil infiltrasyonu ile karakterize nadir görülen bir dermatozdur. Sendrom, üst solunum yolu enfeksiyonları, hematolojik maligniteler, ilaç hipersensitivitesi, sarkoidoz, otoimmün hastalıklar ile birlikte görülebildiği gibi idiyopatik de olabilir. Burada büllöz lezyonlarla seyreden, fakat bu tabloya malignitenin eşlik etmediği idiyopatik bir SS olgusu sunulmakta ve SS tanısı tartışılmaktadır.Öğe Carcinoma erysipeloides from breast cancer mimicking as radiodermatitis: Report of a case(Meme Sağlığı Dergisi, 2009) Söğütlü, Gökhan; Aydın, Cemalettin; Karadağ, Neşe; Ölmez, Aydemir; Özgör, Dinçer; Deniz, SümerÖz: Erizipel karsinom, visseral kanserlerin nadir bir metastazıdır. Lenfatik blokaj sonucu erizipel benzeri bir görünüm oluşmaktadır Bu da erizipel ve diğer inflamatuar lenfödem durumlarıyla karışabilmektedir. Biz bu olgu sunumunda, lokal ileri meme kanseri nedeniyle mastektomi yapılmış ve sonrasında erizipel karsinom gelişmiş bir kadın hastayı sunmayı amaçladık. Lezyon, klinik olarak radyasyon dermatitini andırmakta idi.Öğe Cerebriforn giant congenital nevus in a newborn prenatally showed scalp edema(2003) Gökdeniz, Remzi; Karadağ, Neşe; Hasçalık, Şeyma; Çelik, ÖnderKonjenital melanositik nevus, özelleşmiş nevus hücrelerinden oluşan ve yenidoğan infantların %1-2'sinde saptanan bir lezyondur. Konjenital nevuslar 1.5 cm'in üzerinde olup kazanılmış nevuslardan daha büyük bir çapa sahiptirler. Yirmi cm ve üzerindeki olgular dev konjenital melanositik nevus olarak adlandırılır. Konjenital nevusun özel bir formu olan serebriform konjenital nevus, saçlı deriyi tamamen kaplayan, renkli ve beyin giruslarını taklit eden bir yapıya sahiptir. Olgu 27 yaşında takipsiz, eyleminin başlaması üzerine polikliniğimize müracat etti. Yapılan USG'sinde skalp ödem dışında bir özellik saptanmadı, ve bu bulgu prenatal olarak yorumlanamadı. Sezaryen esnasında saçlı deriyi tamamen kaplayan ve girus benzeri kıvrımlar içeren lezyon saptandı. Lezyondan alınan biopsi serebriform nevus olarak rapor edildi. Literatür incelendiğinde serebriform nevusun prenatal tanısı ile ilgili bir bilgiye rastlanılmadı. Olgu prenatal tanısı ve doğum sonrası tedavisindeki yaklaşımın özellik arzetmesi nedeni ile sunuldu.Öğe A comparison of cytological and parasitological methods in the diagnosis of Trichomonas vaginalis(Türkiye Parazitoloji Dergisi, 2008) Karaman, Ülkü; Karadağ, Neşe; Atambay, Metin; Kaya, Arserim Neval Berrin; Daldal, Nilgün ÜlfetÖz: İnsanlarda ürogenital sistem enfeksiyonlarına neden olan Trichomonas vaginalis (T. vaginalis) semptomatik ve asemptomatik seyreder. T. vaginalis'in tanısı, kadınlarda vagen arka forniksinden alınan örnegin; direkt mikroskobi, Giemsa boyama ve kültür yöntemleri ile incelenmesi sonucu konulur. Ayrıca serolojik yöntemlerden de yararlanılır. Sitolojik tanıda ise serviks ağzından alınan semear, Papanicolaou (PAPS) boyası ile incelenir. Sunulan çalışma sitolojik ve parazitolojik tanıda kullanılan yöntemlerin etkinliğinin karşılaştırılması amacıyla yapılmıştır. İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Araştırma Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Polikliniğine altı yıllık bir zaman sürecinde gelen 506 kadın hastanın vagen arka forniksinden alınan örnekler parazitoloji laboratuvarında, serviks ağzından alınan örnekler ise sitoloji laboratuvarında incelenmiştir. Parazitoloji laboratuvarına gelen örneklerin%4,6'sında T. vaginalis bulunmuş fakat sitolojiye gelen örneklerin ancak %0,9'unda bu parazite rastlanılmıştır. Yapılan istatistiki değerlendirmede anlamlı bir fark (P<0.05) bulunmuştur. Sonuç olarak T. vaginalis'in tanısında parazitolojik yöntemlerin sitolojik yöntemlere oranla daha hassas olduğu belirlenmiştir. Başlık (İngilizce): Trichomonas vaginalis'in tanısında sitolojik ve parazitolojik yöntemlerin karşılaştırılması Öz (İngilizce): Trichomonas vaginalis (T. vaginalis), which causes urogenital system infections in humans, develops symptomatically and asymptomatically. T. vaginalis in females is diagnosed using direct microscopy, Giemsa staining, and cultivation methods for examination of samples derived from the vaginal posterior fornix. Serologic methods can also be employed. In cytological diagnosis, the ectocervical smear is examined using the Papanicolaou (PAPS) stain. The aim of the present study was to compare the efficacy of the methods used in cytological and parasitological diagnosis. For this purpose, 506 female patients who visited the Obstetrics and Gynecology policlinic of the Academic Hospital of the Faculty of Medicine, Inönü University during a course of six years were involved in this study. The samples derived from the vaginal posterior fornix were examined in the parasitology laboratory, while the ectocervical samples were examined in the cytology laboratory. T. vaginalis was detected in 4.6% of the samples examined in parasitology laboratory, while parasites were found in only 0.9% of the samples taken to the cytology laboratory. The statistical analysis revealed a significant difference (P<0.05). It was concluded that parasitological methods are more sensitive than cytological methods in the diagnosis of T. vaginalis.Öğe Cystic neuroblastoma in a newborn A case report(Turgut Özal Tıp Merkezi Dergisi, 2008) Uğuralp, Sema; Sığırcı, Ahmet; Karadağ, NeşeAn abdominal cystic mass with a 2.5x1.8 cm diameter was diagnosed in a 28 week- gestation female fetus using antenatal ultrasonography (US). Postnatal US confirmed a cystic mass in the right adrenal region. The abdominal computed tomography revealed a hypodense, thick walled cyst which pushed the right kidney to the lower side. Intraoperatively, the mass appeared to be within the right adrenal gland, and a right adrenalectomy was performed. Histology confirmed a poorly differentiated neuroblastoma. Cystic neuroblastoma (CNB) should be considered in the differential diagnosis of suprarenal cystic masses. It can be suggested that any cystic adrenal mass with characteristic US sign (thick wall) in a neonate must be removed since there is a probability of malignancy.Öğe Cystic neuroblastoma in a newborn: A case report(2008) Uğuralp, Sema; Sığırcı, Ahmet; Karadağ, NeşeYirmisekiz haftalık kız fetüste antenatal ultrasonografide (US) 2.5x1.8 cm çaplı abdominal kistik kitle saptandı. Postnatal yapılan US de kistik kitlenin sağ adrenal bölgede olduğu görüldü. Abdominal kompüterize tomografide hipodens, sağ böbreği aşağı iten kalın duvarlı kist mevcuttu. Ameliyatta kitlenin sağ adrenal glandda olduğu görüldü ve sağ adrenalektomi yapıldı. Histolojik olarak kitle az diferensiye nöroblastoma olarak değerlendirildi. Suprarenal kistik kitlelerin ayırıcı tanısında kistik nöroblastoma (CNB) düşünülmelidir. US de karakteristik olarak kalın duvarlı kistik kitlesi olan bir yenidoğanda kitlenin malign olabilme ihtimaline karşı çıkarılmasını öneriyoruz.Öğe The effects of different fluid resuscitations in the acute phase of combined traumatic brain injury and hemorrhagic shock in an experimental rat model(2021) Pepele, Mustafa Safa; Yücel, Neslihan; Öztanır, Mustafa Namık; Karadağ, Neşe; Takmaz, Ali Alper; Ozyalin, FatmaIt was aimed to investigate the utility of different fluid replacement therapies in the acute phase of a combined experimental traumatic brain injury and hemorrhagic shock model in terms of biochemical, hemostatic and pathological changes in the brain. 48 rats were divided up into 6 groups (n=8). Control group (S) rats were subjected to sham experimental hemorrhagic shock after which they underwent a sham operation, while trauma group (T) rats were subjected to hemorrhagic shock and subsequent head trauma with no treatment. Among the rats subjected to hemorrhagic shock and subsequent head trauma, those given 3% NaCl after this were named as HS group; those given HyperHeas [7.2% NaCl / 6% poly (O-2-Hydroxyethyl) starch] were named as HyperHS group; those given 0.9% NaCl were determined as NS group and those given ringer lactate as RL group. 24-hours later, the fluids’ effects were evaluated. The brain fluid content and INR levels were significantly higher in all the experimental groups when set against those in the NS group (p ranged <0.01 to <0.001). aPTT was significantly longer in the T and HS groups than in that seen in the NS group (p<0.001 for each). Rats in the HS and RL groups showed significantly more bleeding than those in the NS group (p<0.05). Of the treatment groups, the HyperHS group had more brain edema when compared to the NS and RL groups (p<0.05). The proportion of red neuron and necrosis was partially decreased in the treatment groups, with no significant difference determined between the HS, HyperHS, NS and RL groups (p>0.05). In conclusion, study findings support the safely use of normal saline and Ringer lactate solutions in prompt fluid resuscitation where both traumatic brain injury and hemorrhagic shock have occurred, based on the overall advantages pertaining to each critical prognostic parameter.Öğe The effects of Gingko biloba extract on acetic acid induced colitis in rats(Turk J Gastroenterol, 2006) Harputluoğlu, Muhsin Murat Muhip; Demirel, Ulvi; Yücel, Neslihan; Karadağ, Neşe; Temel, İsmail; Fırat, Serpil; Ara, Cengiz; Aladağ, MuratBackground/aims: Gingko biloba is an antioxidant substance which has antagonistic activity on platelet-activating factor. We aimed to investigate the antioxidant effect and the histopathologic changes caused by Gingko biloba on acetic acid-induced colitis. Methods: Totally 22 rats were divided into three groups. Group 1 (n=7) served as the control group. Group 2 (n=7) and Group 3 (n=8) were given 2 ml/day of 4% acetic acid by intracolonic instillation for three days. Gingko biloba (100 mg/kg) was then given only to Group 3 intraperitoneally for three days. Oxidative stress was assessed by determinate tissue and serum malondialdehyde (MDA) levels, and colonic damage was assessed by histologic examination. Results: Depth of necrosis, extent of necrosis, degree of inflammation, extent of inflammation, fibrosis and total histologic scores in Group 2 were significantly higher than in the control group (p<0.05). The same parameters were lower in Group 3 versus Group 2, but the difference was not significant. Tissue and serum MDA levels in Group 2 were significantly higher than Group 1 (p<0.01 and 0.05, respectively). Again, the same parameters in Group 3 were lower than in Group 2, but the difference was not significant statistically. Conclusions: Gingko biloba did not significantly affect histopathological and oxidative stress parameters in experimental colitis.Öğe The effects of Gingko biloba extract on acetic acidinduced colitis in rats(Turkish Journal of Gastroenterology, 2006) Harputluoglu, Murat M.; Demirel, Ulvi; Yücel, Neslihan; Karadağ, Neşe; Temel, İsmail; Fırat, Serpil; Aladağ, Murat; Karıncaoğlu, Melih; Hilmoğlu, FatihÖz: Amaç: Gingko biloba platelet aktivatör faktör antagonistik etkiye sahip antioksidan bir maddedir. Biz ratlarda asetik asit ile oluşturulmuş kolitte Gingko biloba'nın antioksidan ve histo-patolojik etkilerini araştırmayı amaçladık. Yöntem: Toplam 22 rat üç gruba ayrıldı. Grup 1 (n-7) kontrol grubuydu. Grup 2 (n=7) ve grup 3 (n=8)'e 3 gün kolon içerisine rektal yoldan 2 mi I gün %4 asetik asit verildi. Grup 3'e eş zamalı 3 gün 100 mglkg intraperitoneal şekilde Gingko biloba verildi. Oksidatif stres doku ve serumda malondialdehit düzeylerinin ölçülmesiyle, kolon hasarı ise histopatolojik incelemeyle değerlendirildi. Bulgular: Grup 2'de nekroz derinliği, nekroz yaygınlığı, infla-masyon derecesi, infalamsyon yaygınlığı, fibrozis ve total histolojik skorlar kontrol grubundan anlamlı yüksekti (p<0.05). Aynı parametreler grup 3'de grup 2'den daha düşüktü ancak fark anlamlı değildi. Grup 2'de doku ve serum malondialdehit düzeyleri grup l'den anlamlı yüksekti (p<0.05). Aynı parametreler grup 3 de grup 2'den daha düşüktü ancak fark istatistiksel olarak anlamsızdı. Sonuç: Gingko biloba deneysel kolitte histopatolojik ve oksidatif stres parametrelerini anlamlı etkilemedi.Öğe Effects of resveratrol on skeletal muscle in ischemia-reperfusion injury(Ulusal Travma ve Acil Cerrahi Dergisi, 2007) Elmalı, Nurzat; Esenkaya, İrfan; Karadağ, Neşe; Taş, Ferhat; Elmalı, NevzatÖz: AMAÇ: Üzümde ve kırmızı şarapta bulunan polifenol yapıdaki resveratrol’ün çeşitli dokularda serbest radikal temizleyicisi ve antioksidan özelliklere sahip olduğu önceki çalışmalarda gösterilmiştir. Bu yazıda sıçanların arka ekstremitelerinde oluşturulan iskemi reperfüzyon (I/R) yaralanmasında resveratrol’ün kas dokusundaki etkileri araştırıldı. GEREÇ-YÖNTEM: Yirmi dört adet Sprague-Dawley cinsi sıçanın sağ arka ekstremitelerine turnikenin uygulanması ile arteryel kan dolaşımı 4 saat süreyle durduruldu. Dördüncü saatin sonunda turnike serbestleştirilerek sıçanlar her biri 6 adetten oluşan 4 gruba ayrıldı. Ekstremitenin grup 1’de 4 saat, grup 2’de 8 saat süreyle yeniden perfüzyonuna izin verildi. Tedavi gruplarına (grup 1 ve grup 2) %0,5 etil alkol içinde 10 mg/kg resveratrol intraperitoneal (i.p.) uygulandı. Aynı sürelerle reperfüzyonuna izin verilen kontrol gruplarına (grup 3 ve grup 4) ise sadece %0,5 etil alkol i.p. uygulandı. Histolojik değerlendirme için gastroknemius kası ve malondialdehit (MDA) seviyelerinin ölçümü için tibialis anterior kası çıkarıldı. BULGULAR: Resveratrol ile tedavi edilen gruplarda kas dokusunda polimorf çekirdekli lökosit infiltrasyonu, ödem, kas liflerinin boyutlarında değişiklik ve segmental nekroz kontrollerle karşılaştırıldığında belirgin azalmıştı (p<0.05). MDA seviyeleri de aynı şekilde tedavi grubunda düşüktü (p<0.05). SONUÇ: Bu sonuçlar resveratrolün güçlü antioksidan etkisi ile iskelet kasını I/R yaralanmasına karşı koruyabileceğini düşündürmektedir. Başlık (İngilizce): İskemi reperfüzyon yaralanmasında resveratrol’ün iskelet kası üzerine etkileri Öz (İngilizce): BACKGROUND: Resveratrol, a polyphenol found in grape and red wine, was previously shown to have free radical scavenging and antioxidant properties in various tissues. In this study, the effects of resveratrol were investigated in muscle tissue concerning the ischemia reperfusion (I/R) injury of rat hindlimb. METHODS: Arterial circulation of right hindlimbs of 24 Sprague-Dawley rats was ceased by a tourniquet applied for four hours (h). The tourniquet was released at the end of 4th hours and rats were divided into four groups of six rats. Then, extremity was reperfused for 4h in group I and for 8h in group II. Resveratrol in 0.5% ethyl alcohol was administered with a dose of 10 mg/kg in the treatment groups (group I and group II) intraperitoneally. Only 0.5% ethyl alcohol were administered in the control groups (group III and group IV) intraperitoneally. Gastrocnemius muscle was used for histological assessments and the anterior tibial muscle was used for measurement of malondialdehyde (MDA) levels. RESULTS: MN infiltration, edema, changes in diameters of muscle fibers and segmental necrosis were less prominent in rats treated with resveratrol compared with control groups (p<0.05). The MDA levels was significantly lower in treatment groups (p<0.05). CONCLUSION: The results suggest that resveratrol may protect the skeletal muscles against I/R injury with its potent antioxidant properties.
- «
- 1 (current)
- 2
- 3
- »