Yazar "Karaman, Ülkü" seçeneğine göre listele
Listeleniyor 1 - 20 / 94
Sayfa Başına Sonuç
Sıralama seçenekleri
Öğe Adenosine deaminase level in the serum of the patients Toxoplasma gondiiseropositive and Giardia intestinalis(African Journal of Microbiology Research, 2009) Karaman, Ülkü; Beytur, Leyla; Kıran, Tuba; Çolak, CemilAdenosine deaminase (ADA) is an aminohydrolase making adenosine, deoksiadenozini inozin, and deocsiniozine deaminise irreversibly and plays role in the catabolism of purine nucleotids. Toxoplasma gondii is a zoonoses intracellular parasite that causes infection in animals and humans. This parasite encompasses enzymes that produce free radicals such as superoxide and hydrogen peroxide. In addition, Giardia intestinalis is another parasite that causes irritations in mucosa, over mucus discharge, aggravating former inflammations, and various absorption defects. In the present study, it has been aimed to compare ADA levels between T. gondii seropositive (IgG seropositive but symptomless patients), G. intestinalis positive patients, and control group. Thus, ADA levels between 32 patients being T. gondii seropositive and 29 controls and between 50 patients’ G. intestinalis positive and 40 controls have been evaluated. The results were analyzed using independent samples t-test at the level of p < 0.05. According to this, in the statistical comparison between the parameters of patient and control groups, a meaningful decrease could be determined in ADA levels. This situation can be commented in the way that toxoplasmosis infection being inactive does not necessarily cause an increase in T lymphocytes. In addition, this decrease can be due to increasing oxidative stress in parasitic infections. Adenosine deaminase level in the serum of the patients Toxoplasma gondii seropositive and Giardia intestinalis (PDF Download Available). Available from: https://www.researchgate.net/publication/228360278_Adenosine_deaminase_level_in_the_serum_of_the_patients_Toxoplasma_gondii_seropositive_and_Giardia_intestinalis [accessed Jan 16 2018].Öğe Adenosine deaminase level in the serum of the patients Toxoplasma gondiiseropositive and Giardia intestinalis(Afrıcan journal of mıcrobıology research, 2009) Karaman, Ülkü; Beytur, Leyla; Kıran, Tuğba Raika; Çolak, CemilAdenosine deaminase (ADA) is an aminohydrolase making adenosine, deoksiadenozini inozin, and deocsiniozine deaminise irreversibly and plays role in the catabolism of purine nucleotids. Toxoplasma gondii is a zoonoses intracellular parasite that causes infection in animals and humans. This parasite encompasses enzymes that produce free radicals such as superoxide and hydrogen peroxide. In addition, Giardia intestinalis is another parasite that causes irritations in mucosa, over mucus discharge, aggravating former inflammations, and various absorption defects. In the present study, it has been aimed to compare ADA levels between T. gondii seropositive (IgG seropositive but symptomless patients), G. intestinalis positive patients, and control group. Thus, ADA levels between 32 patients being T. gondii seropositive and 29 controls and between 50 patients’ G. intestinalis positive and 40 controls have been evaluated. The results were analyzed using independent samples t-test at the level of p < 0.05. According to this, in the statistical comparison between the parameters of patient and control groups, a meaningful decrease could be determined in ADA levels. This situation can be commented in the way that toxoplasmosis infection being inactive does not necessarily cause an increase in T lymphocytes. In addition, this decrease can be due to increasing oxidative stress in parasitic infections.Öğe Akşemseddin İşitme Engelliler İlköğretim Okulu öğrencilerinde bağırsak parazitleri ve baş biti görülme sıklığı(2007) Atambay, Metin; Karaman, Ömer; Karaman, Ülkü; Aycan, Özlem; Yoloğlu, Saim; Daldal, NilgünÖz: Parazit hastalıkları, büyüme ve gelişmenin en önemli dönemlerinde olan çocukları etkilemektedir. Çocuklarda malnutrisyon, malabsorbsiyon, zihinsel ve sosyal uyum bozukluğu gibi önemli rahatsızlıklara neden olabilmektedir. Ülkemizde de bağırsak parazitleri önemli bir sağlık sorunu olup, çocukların toplu yaşadığı kreş, anaokulu ve diğer okullarda daha sık görülmektedir. Araştırmada işitme engelliler ilköğretim okulu öğrencilerinde paraziter etkenlerin yaygınlığının belirlenmesi ve tedavisi amaçlanmıştır. İşitme engelli öğrencilerden 2003-2004 öğretim yılında 117 dışkı ve selofanlı lam yöntemiyle perianal bölge materyali alınarak incelenmiş, ayrıca öğrencilerde baş biti erişkini ve yumurtaları aranmıştır. Çalışmada 53 (%45,3) bağırsak paraziti ve 6 (%5,1) baş biti gözlenmiştir. Hastaların tedavileri yapılmış ve korunma yolları hakkında bilgi verilmiştir. Altı ay sonra tekrar aynı öğrenciler kontrol edilmiş 24 (%20,5) bağırsak paraziti ve 2 (%1,7) baş biti gözlenmiştir. Sonuç olarak paraziter hastalıklarda anlamlı bir düşüş gözlenmiştir (bağımlı örneklerde ki-kare testi P<0.05). Bu nedenle okullarda bağırsak paraziti ve baş biti açısından sağlık taramalarının yapılması ve tedavi ile eğitime önem verilmesi gerektiği kanısına varılmıştır.Öğe Akut ve kronik ürtikerli hastalarda microsporidia pozitiflik oranı(2011) Karaman, Ülkü; Şener, Serpil; Çalık, Sinan; Şaşmaz, SezaiÖz: Microsporidia türleri, genellikle immün sistemi baskılanmış hastalarda ciddi ishal etkeni olmakla birlikte, immün sistemi normal kişilerde de enfeksiyon oluşturabilmektedir. İnsanlarda günlük aktiviteyi ve yaşam kalitesini olumsuz yönde etkileyen bir dermatolojik hastalık olan ürtiker etiyolojisinde ise ilaçlar, enfeksiyonlar, gıda ve gıda katkı maddeleri, psikojenik faktörler, otoimmün endokrin ve malign hastalıklar gibi birçok faktör rol oynamaktadır. Akut ürtikerli hastalarda sıklıkla etiyolojik neden saptanırken, kronik ürtikerli olguların büyük kısmında etiyoloji belirlenememektedir. Parazit enfeksiyonların ürtiker etiyolojisindeki yeri konusunda yapılan çalışmalarda, ürtikerle ilişkisi olduğu bildirilen protozoonların başında Giardia intestinalis ve Blastocystis hominis gelmektedir. Ancak Microsporidia ile ürtiker arasındaki ilişkiyi araştıran çalışmalara ulaşılabildiği kadarıyla rastlanmamıştır. Bu çalışmada, dermatoloji kliniklerinde akut ve kronik ürtiker tanısı alan hastaların dışkı örneklerinde Microsporidia sporlarının varlığının araştırılması ve pozitiflik oranının saptanması amaçlanmıştır. Çalışmaya akut/kronik ürtiker tanılı 132 olgu (76’sı kadın) ile herhangi bir dermatolojik şikayeti olmayan sağlıklı 36 bireyden (14’ü kadın) alınan toplam 168 dışkı örneği dahil edilmiştir. Örnekler, modifiye trikrom ve kalkoflor boyama yöntemleri ile incelenmiş ve her iki yöntemle de Microsporidia görülen örnekler pozitif olarak değerlendirilmiştir. Çalışmada 132 hastanın 26 (%19.7)’sında ve 36 kontrolün 1 (%2.8)’inde Microsporidia sporlarının varlığı saptanmış ve toplam pozitiflik oranı %16 (27/168) olarak belirlenmiştir. Akut/kronik ürtikerli hastalarda Microsporidia pozitiflik oranı kontrollere göre istatistiksel olarak anlamlı düzeyde yüksek bulunmuştur (p= 0.028; p< 0.05). Çalışmamızda ayrıca, parazit varlığının yaş ve cinsiyet ile istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki göstermediği belirlenmiştir (sırasıyla; p= 0.27 ve p= 0.99; p> 0.05). Sonuç olarak nedeni belirlenemeyen ürtikerli hastaların dışkı örneklerinde rutin olarak bu parazitin aranmasının uygun olacağı, düşünülmüş ve bulgularımızın Microsporidia ile akut/kronik ürtiker arasında olası bir ilişkiyi düşündürmesine karşın, bu durumun ileri çalışmalarla desteklenmesi gerektiği kanısına varılmıştır.Öğe Alerjik deri testi ile ev tozu akarı arasındaki ilişki(2006) Atambay, Metin; Aycan, Özlem; Yoloğlu, Saim; Karaman, Ülkü; Daldal, NilgünÖz: 1960 yılından beri ev tozu akarlarının allerji ile ilişkileri ve bunların solunum yolu ile ilgili hastalıklara neden olduğu bilinmektedir. Ev tozu akarları çok çeşitli olup tıbbi önemi ve morfolojik özellikleri itibarıyla en iyi bilinenleri Dermatophagoides pteronyssinus (Trouessart, 1897) ve Dermatophagoides farinae (Hughes, 1961)'dir. Allerjik hastalıklarda akarların rolünün belirlenmesi için deri testleri kullanılmaktadır. Bu testlerde, D. pteronyssinus ve D. farinae'ye ait antijenler kullanılmaktadır. Hastaların deri testi sonuçlarının ev tozlarındaki akarların varlığıyla uyumlu olup olmadığının belirlenmesi amacıyla allerjik hastalık tanısı almış (allerjik rinit ve allerjik astım tanısı ) ve deri testi uygulanmış 49 hastanın evinden ev tozu alınarak tozda akar varlığı araştırılmış ve 23 (%46,3) evde ev tozu akarları saptanmıştır. Deri testi pozitif olan 30 hastanın 15 (%50)'inin, deri testi negatif olan 19 hastanın ise 8 (%42)'inin evlerinde akar saptanmıştır. Deri testi negatif ve pozitif olanlar arasında ev tozunda akar varlığı açısından anlamlı bir fark saptanamamıştır. (P›0,005). Sonuç olarak allerjik yakınmaları olan kişilerin deri desti negatif olsa da evlerinde akar aranması gerektiği düşünülmüştür.Öğe Çeşitli hasta ve yaş guruplarında Demodex sp.görulme sıklığı(Türkiye Parazitoloji Dergisi, 2007) Aycan, Özlem M.; Otlu, Harika; Karaman, Ülkü; Daldal, Nilgün; Atambay, MetinÖz: Demodex folliculorum ve Demodex brevis insanda özelikle yüz bölgesindeki kıl foliküllerinde, kıl diplerinde ve derinin yağ bezlerinde yerleşen bir akardır. Çalışmada, Demodex sp’nin çeşitli alerjik deri hastalıkları , yaş ve cinsiyete göre görülme oranının belirlenmesi amaçlandı. İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Parazitoloji Anabilim Dalı’na Demodex sp. aranması için gelen 117 rosacealı, 29 akne vulgarisli ve 51 diğer alerjik şikayetliler olmak üzere toplam 197 hasta Standart Yüzeyel Deri Biyopsisi (SYDB)Yöntemi ile incelendi. 197 hastanın 97 (%49,23)’sinde akar pozitif saptandı. İstatistik incelemede cinsiyete göre anlamlı bir fark saptanmazken, rosacea’da pozitiflik ve 20 yaşın altındakilerde negatiflik anlamlı derecede yüksek bulundu (p‹0,005). Sonuç olarak; çeşitli alerjik deri hastalıklarında, özellikle rosacealı hastaların 20 yaşın üstünde olmaları halinde Demodex sp. infestasyonu araştırılmasının gerekli ve önemli olacağı kanısına varılmıştır.Öğe Çocuk Yuvası ve Yetiştirme Kurumundaki Çocuklarda Bağırsak Parazitleri Yaygınlığının İncelenmesi(İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Dergisi, 2007) Daldal, Nilgün; Karaman, Ülkü; Aycan, Özlem Makbule; Çolak, Cemil; Miman, Özlem; Çelik, Tuncay; Atambay, MetinÇalışmada Malatya ili Çocuk Yuvası ve Yetiştirme Kurumundaki çocuklarda bağırsak parazitlerinin yaygınlığının araştırılması, 2000 yılında yapılan tarama ile karşılaştırılarak parazit görülme oranında değişikliğin oluşup oluşmadığının saptanması ve parazitlerden korunma yolları ile ilgili personele ve çocuklara bilgi verilmesi amaçlanmıştır. Araştırmada 0-18 yaş arası 227 çocuktan selofanlı lam yöntemiyle perianal bölge materyali ve dışkı örneği alınmış 84’ünde (%37.0) parazit bulunmuştur. Çalışma sonucunda, 2000 ile 2007 yılları karşılaştırıldığında, parazitoz oranında anlamlı bir düşüş belirlenmiştir (p<0,05). Parazitin görülmesi ile cinsiyet arasında anlamlı bir ilişki saptanmamıştır (p>0,05). Yaş grupları arasında yapılan değerlendirmede ise anlamlı bir ilişki gözlenmiştir (p<0,05). Ayrıca parazit görülme yüzdesinde (%55.0), 7-12 yaş grubu arasında da artış belirlenmiştir. Sonuç olarak ikinci taramada bağırsak parazitlerinin görülme oranının anlamlı olarak düşmesine karşın günümüzde halen bir sağlık sorunu olarak önemini koruduğu belirlenmiştir.Öğe A comparison of cytological and parasitological methods in the diagnosis of Trichomonas vaginalis(Türkiye Parazitoloji Dergisi, 2008) Karaman, Ülkü; Karadağ, Neşe; Atambay, Metin; Kaya, Arserim Neval Berrin; Daldal, Nilgün ÜlfetÖz: İnsanlarda ürogenital sistem enfeksiyonlarına neden olan Trichomonas vaginalis (T. vaginalis) semptomatik ve asemptomatik seyreder. T. vaginalis'in tanısı, kadınlarda vagen arka forniksinden alınan örnegin; direkt mikroskobi, Giemsa boyama ve kültür yöntemleri ile incelenmesi sonucu konulur. Ayrıca serolojik yöntemlerden de yararlanılır. Sitolojik tanıda ise serviks ağzından alınan semear, Papanicolaou (PAPS) boyası ile incelenir. Sunulan çalışma sitolojik ve parazitolojik tanıda kullanılan yöntemlerin etkinliğinin karşılaştırılması amacıyla yapılmıştır. İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Araştırma Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Polikliniğine altı yıllık bir zaman sürecinde gelen 506 kadın hastanın vagen arka forniksinden alınan örnekler parazitoloji laboratuvarında, serviks ağzından alınan örnekler ise sitoloji laboratuvarında incelenmiştir. Parazitoloji laboratuvarına gelen örneklerin%4,6'sında T. vaginalis bulunmuş fakat sitolojiye gelen örneklerin ancak %0,9'unda bu parazite rastlanılmıştır. Yapılan istatistiki değerlendirmede anlamlı bir fark (P<0.05) bulunmuştur. Sonuç olarak T. vaginalis'in tanısında parazitolojik yöntemlerin sitolojik yöntemlere oranla daha hassas olduğu belirlenmiştir. Başlık (İngilizce): Trichomonas vaginalis'in tanısında sitolojik ve parazitolojik yöntemlerin karşılaştırılması Öz (İngilizce): Trichomonas vaginalis (T. vaginalis), which causes urogenital system infections in humans, develops symptomatically and asymptomatically. T. vaginalis in females is diagnosed using direct microscopy, Giemsa staining, and cultivation methods for examination of samples derived from the vaginal posterior fornix. Serologic methods can also be employed. In cytological diagnosis, the ectocervical smear is examined using the Papanicolaou (PAPS) stain. The aim of the present study was to compare the efficacy of the methods used in cytological and parasitological diagnosis. For this purpose, 506 female patients who visited the Obstetrics and Gynecology policlinic of the Academic Hospital of the Faculty of Medicine, Inönü University during a course of six years were involved in this study. The samples derived from the vaginal posterior fornix were examined in the parasitology laboratory, while the ectocervical samples were examined in the cytology laboratory. T. vaginalis was detected in 4.6% of the samples examined in parasitology laboratory, while parasites were found in only 0.9% of the samples taken to the cytology laboratory. The statistical analysis revealed a significant difference (P<0.05). It was concluded that parasitological methods are more sensitive than cytological methods in the diagnosis of T. vaginalis.Öğe Comparison of malondialdehyde, nitric oxide, adenosine deaminase and glutathione levels in patients with Entamoeba coli, Enterobius vermicularis, Giardia intestinalis, Demodex spp. positive, hydatid cyst and Toxoplasma gondii serum positive(2019) Kıran, Tuğba Raika; Karaman, Ülkü; Kaşko Arıcı, Yeliz; Yıldız, SevgiAbstract: Aim: In this study we aimed to compare glutathione (GSH), adenosine deaminase(ADA), nitric oxide (NO) and malondialdehyde (MDA) values between the patients with and without different parasitic infections. Material and Methods: MDA, NO, ADA and GSH levels were studied in the serums of the patients group with T. gondii and cyst hydatid seropositivity and E. vermicularis and E. coli positive and the control group, while ADA levels alone were studied in G. intestinalis and Demodex spp. Results: There was a statistically significant difference between the groups in terms of the amounts of ADA, GSH, MDA, and NO according to results of the variance analysis (p<0.001). Conclusion: Given the change in the levels of GSH and ADA activities and MDA and NO levels observed in patients with parasitic infection, over production of active neutrophils, macrophages, reactive oxygen radicals and reactive nitrogen species may be an indicator of accelerated oxidative stress and lipid peroxidation in these patients. Increased serum ADA activity in the group infected by E. coli might be resulted from fight of the immune system with parasites. Low serum ADA activity in the other parasitic infection groups may be explained by suppression of lymphocyte proliferation by macrophages that were activated by sporozoite antigens in the late period of the infection. Accordingly, determination of the levels of MDA, NO, ADA and GSH may be important in treatment follow up and control of parasitic infections.Öğe Demodex sayısının çeşitli değişkenlere göre tanımlanmasında sıfır ağırlıklı ve hurdle regresyon modellerinin incelenmesi(İstatistik Araştırma Dergisi, 2012) Çolak, Cemil; Pamukçu, Esra; Çalık, Sinan; Karaman, ÜlküBu çalışmada, demodex sayısının çeşitli değişkenlere göre tanımlanmasında sıfır ağırlıklı regresyon modelleri ile hurdle regresyon modellerinin incelenmesi ve uyum ölçütleri kullanılarak, portör muayenesi için gelenlerden elde edilen bilgiler ile demodex sayısının yaşa, cinsiyete ve mesleğe göre etkilerinin tanımlanmasında en iyi sonuçları verecek modelin belirlenmesi amaçlanmıştır. Çalışmadaki veriler, Haziran 2007-Haziran 2009 tarihleri arasında Malatya Halk Sağlığı laboratuarına portör bakısı için gelen 156 kişiyi kapsamaktadır. Demodex sayısı cevap değişkeni; hastaların yaşı, cinsiyeti ve mesleği açıklayıcı değişkenler olarak belirlenmiştir. İstatistiksel analizde R 2.11.1 yazılım programı kullanılmıştır. Cevap değişkeni olarak ele alınan demodex sayısının %62.8’i sıfır değerli olduğu için sıfır ağırlıklı ve hurdle regresyon modelleri kullanılmıştır. Uygulama sonucunda modellerin birbirlerine göre üstünlüklerini belirlemede kullanılan AIC değerleri ZIP için 731.18, ZAP için 731.49, ZINB için 531.73 ve ZANB için 531.11 olarak elde edilmiştir. En düşük AIC değerine sahip olan model, ZANB olarak elde edilmiştir. Sıfır ağırlıklı ve hurdle regresyon modellerinde, sıfır değerlerinin önemli bir etkiye sahip olup olmadığı test edilmektedir. Eğer sıfır değerlerinin etkisi önemli değilse, bu durumda sıfır ağırlıklı regresyon modelleri ve hurdle regresyon modellerinin sonuçları ile Poisson regresyonu ve negatif binomiyal regresyon analiz sonuçları benzer olacaklardır. Bu çalışmada veri setinde var olan sıfır değerlerinin önemli bir etkiye sahip oldukları belirlenmiştir. Anahtar Sözcükler: Demodex, Hurdle modeller, Sıfır ağırlıklı regresyon modelleri Demodex Sayısının Çeşitli Değişkenlere Göre Tanımlanmasında Sıfır Ağırlıklı ve Hurdle Regresyon Modellerinin İncelenmesi (PDF Download Available). Available from: https://www.researchgate.net/publication/259779324_Demodex_Sayisinin_Cesitli_Degiskenlere_Gore_Tanimlanmasinda_Sifir_Agirlikli_ve_Hurdle_Regresyon_Modellerinin_Incelenmesi [accessed Jan 08 2018].Öğe Demodex sayısının çeşitli değişkenlere göre tanımlanmasında sıfır ağırlıklı ve Hurdle regresyon modellerinin incelenmesi(İstatistik Araştırma Dergisi, 2012) Pamukçu, Esra; Çolak, Cemil; Çalık, Sinan; Karaman, ÜlküÖğe Derinin Enfeksiyoz ve Benign Durumlarında Histopatolojik Yöntemle Demodex spp. Araştırılması(İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Dergisi, 2008) Karaman, Ülkü; Şener, Serpil; Çelik, Tuncay; Atambay, Metin; Aydın, Engin; Daldal, NilgünDemodex türlerinin insandan insana yakın temasla bulaşarak rosacea, akne vulgaris, perioral dermatit, seboreik dermatit, mikropapüler-kaşıntılı dermatit ve blefarit patogenezinde rol oynadığı bildirilmiştir. Deodex’in tanısında genellikle selofanlı lam, deri kazıntısı, punch biyopsisi ve standart yüzeyel deri biyopsisi (SYDB) yöntemleri kullanılmaktadır. Parazitin patojenitesinin saptanabilmesi için cm2’deki akar yoğunluğu önem taşımaktadır. Çalışmada neoplasma dışı çeşitli ön tanılarla yapılan biyopsilerin histopatolojik incelemelerinde Demodex spp.’nin varlığının belirlenmesi amaçlanmıştır. Bu amaçla histopatolojik incelemesi yapılmış ve demodex görülmemiş 95 biyopsi örneği Hematoksilen- Eosin (HE) yöntemiyle boyanarak demodex pozitifliği açısından değerlendirilmiş ve 41’inde (%43.2) parazite rastlanmıştır. Histopatolojik inceleme için yapılan ön hazırlık aşamalarının ve boyama işlemlerinin demodexlerin görülmesini engellemediği ancak parazit yoğunluğunun SYDB ile belirlenmesi gerektiği sonucuna varılmıştır.Öğe Enterobius vermicularis ile enfekte hastalarda rnalondialdehid, glutatyon ve nitrik oksit düzeyleri(Mikrobiyoloji Bülteni, 2010) Kıran, Tuğba Raika; Karaman, Ülkü; Çolak, Cemil; Karabulut, Aysun Bay; Daldal, NilgünÖz: Başlık (İngilizce): Malondialdehyde, glutathione and nitric oxide levels in patients vvith Enterobius vermicularis infection Öz (İngilizce): The aim of this study was to investigate the levels of malondialdehyde (MDA) and nitric oxide (NO) which are indicators of oxidative stress and also the level of glutathione (GSH) which is an antioxidant molecule, in patients with Enterobius vermicularis infection. A total of 41 patients (mean age: 36.4 years; 31 were male) and 40 healthy controls (mean age: 40.2 years; 28 were male) were included to the study. None of the patients and controls have had history of hormone/steroid drug use, smoking and alcoholism. The mean level of GSH in patient and control groups were found 1.17 ± 0.02 nmol/l and 2.49 ± 0.10 gmol/l; MDA 26.97 ± 2.06 Timol/I and 19.47 ± 2.25 rimol/l; NO 20.74 ± 0.60 umol/dl and 17.83 ± 0.50 umol/dl, respectively. The mean GSH level in patient group was statistically significantly lower (p< 0.05) than controls, while the mean MDA and NO levels were statistically significantly higher (p< 0.05). These results indicated that the consumption of GSH was increased due to the severity of oxidative stress in patients infected with E.vermicularis. Detailed experimental and clinical studies are required to enlighten the relation of GSH in the pathogenesis of E.vermicularis infection. Since oxidative stress is increased during enterobiosis, the use of antioxidant agents (e.g. vitamins C and E) for the supportive treatment deserves evaluation.Öğe Eozinofili hastalarda kistik ekinokokkozis seroprevalansı(Türkiye Parazitoloji Dergisi, 2002) Atambay, Metin; Aycan, Özlem M.; Karaman, Ülkü; Daldal, NilgünÖz: İnsan vücudunda çeşitli organlarda larva halinin yerleşmesiyle parazitlik yapan Echinococcus granulosus'un yaptığı kistik ekinokokkozisde sessiz geçen invazyon döneminde, paraziter enfeksiyonlarda yükselebilen kan elemanlarından eozinofillerin oranının arttığı ancak enfeksiyon geliştiğinde eozinofilinin düştüğü ve kistin açılması halinde hiper eozinofıli görüleceği bildirilmektedir. Bu çalışmada eozinofili düzeyi ile hidatik kist için spesifik antikor düzeyi arasındaki ilişkinin araştırılması amaçlanmıştır. Malatya ili Devlet Hastanesi ve İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Araştırma Hastanesi hematoloji polikliniğine başvuran kistik ekinokokkozis tanısı veya ön tanısı almamış ve eozinofilisi %10-80 arasında değişen toplam 103 hastanın serumları indirekt Hemaglutinasyon tekniği (IHA) ile çalışılıp eozinofili oranlarının %10-16 arasında değişen 16'sında (%15.5) kistik ekinokokkozis IHA pozitif bulunmuştur. Kistik ekinokokkozis tanılı hastaların takibinde eozinofili düzeylerinin kullanılabileceği, eozinofilinin çok yüksek seviyelerde olmaması durumunda da, hastaların hidatik kist yönünden araştırılmasının uygun olacağı sonucuna varılmıştır. Başlık (İngilizce): Seroprevalence of cystic echinococcosis in patients with Eosinophilia Öz (İngilizce): Echinococcus granulosus occurs in various organs of the human body in the larval forms and causes a parasitic disease known as cystic echinococcosis. It has been reported that eosinophilia, during parasitic infections, reaches a high level during the silent invasion period but the level falls with the development of the cyst. Then, the level of eosinophilia rises again after the rupture of the cyst. The aim of this study was to investigate the relationship between the levels of eosinophilia and antibodies in cystic echinococcosis. The sera of 103 patients, who were admitted to the Malatya State Hospital and the haematology clinic of the Research Hospital, Faculty of Medicine, inönü University with levels of eosinophilia that ranged from 10-80%. These patients had not been given a diagnosis of hydatid cyst. Their sera were analyzed using indirect haemaglutination (IHA). Of the 103 sera, 16 (15.5%) were found to be cystic echinococcosis positive. It was concluded that eosinophilic levels may be beneficial in determination of the prognosis of patients with cystic echinococcosis and that patients with a moderate eosinophilic levels should also be examined with respect to the hydatid cystÖğe Epidemiology of Intestinal Parasites in Pediatric Patients: Example of Ordu Province(2021) Ertürk, Emine Yurdakul; Karaman, Ülkü; Arıcı, Yeliz; Çolak, Cemil; Yolalan, Gamze; Top, ŞerminObjective: In this study, the aim was to investigate theincidence of intestinal parasites in children, demographicfeatures related to parasite positivity, life style featuresand accompanying symptoms.Materials and Methods: Fecal samples from 342 children (49.1% girls, 50.9% boys) attending with differentsymptoms were investigated with native, lugol, trichrome,acid fast, sedimentation and cellophane anal band methodsfor parasite diagnosis.Results: All cases, 29% were preschool age of 1-5 years,45.6% were 6-10 years and 25.4% were 11-18 years old.The incidence of intestinal parasites was 51.2% with themost commonly observed parasites identified as Cryptosporidium spp. (41.1%), Blastocystis spp. (40.6%), andEnterobius vermicularis (21.1%). Settlement area wasdetermined to be a lifestyle feature significant for parasitepositivity (p<0.05).Conclusion: It was concluded that intestinal parasiteswere common among children in Ordu province, due tothe detection of intestinal parasites (51.2%) in more thanhalf of the children constituting the sample in the study. Inline with this, educations should be organized about thetransmission of parasites to children and ways of protection against transmission. Also, regular health check-upsof children must be done.Öğe The epidemiology of microsporidias in humans malatya sample(Turk J Med Sci 2009; 39 (2): 281-288., 2009) Karaman, Ülkü; Daldal, Nilgün; Atambay, Metin; Çolak, CemilAim: Microsporidias, first isolated and defined in 1857, are obligate intracellular parasites observed in animal groups and especially invertebrates. Generally homosexual patients and patients who are HIV positive and immune suppressed constitute the participants of international studies about the epidemiology of microsporidias. No previous studies about the prevalence of the parasite in Turkey have been found in the literature. This study aimed to determine the epidemiology of microsporidias in and around Malatya. Materials and Methods: Feces samples (n: 2665) from patients who presented at İnönü University Medical Faculty policlinics in 2006 with some digestive system complaints and were referred to the Parasitology Department were analyzed. The samples were analyzed using modified trichrome (MTS), Acid-Fast-Trichrome, Calcofluor, and Giemsa staining. Results: In all 226 samples (8.5%) were positive. There was a statistically significant relationship between lack of appetite, general body pruritus, immune suppression + cancer, dyspnea, and ulcerative colitis. Conclusions: It is important to check feces samples for Microsporidium spp. parasites regularly for cases including unexplained diarrhea, stomachache, lack of appetite, general pruritus, immune suppression + cancer, asthma, and ulcerative colitis, since Microsporidium spp. is not a commonly known parasite in Turkey.Öğe The epidemiology of microsporidias in humans Malatya sample(Turkısh journal of medıcal scıences, 2009) Karaman, Ülkü; Daldal, Nilgün; Atambay, Metin; Çolak, CemilAim: Microsporidias, first isolated and defined in 1857, are obligate intracellular parasites observed in animal groups and especially invertebrates. Generally homosexual patients and patients who are HIV positive and immune suppressed constitute the participants of international studies about the epidemiology of microsporidias. No previous studies about the prevalence of the parasite in Turkey have been found in the literature. This study aimed to determine the epidemiology of microsporidias in and around Malatya. Materials and Methods: Feces samples (n: 2665) from patients who presented at İnönü University Medical Faculty policlinics in 2006 with some digestive system complaints and were referred to the Parasitology Department were analyzed. The samples were analyzed using modified trichrome (MTS), Acid-Fast-Trichrome, Calcofluor, and Giemsa staining. Results: In all 226 samples (8.5%) were positive. There was a statistically significant relationship between lack of appetite, general body pruritus, immune suppression + cancer, dyspnea, and ulcerative colitis. Conclusions: It is important to check feces samples for Microsporidium spp. parasites regularly for cases including unexplained diarrhea, stomachache, lack of appetite, general pruritus, immune suppression + cancer, asthma, and ulcerative colitis, since Microsporidium spp. is not a commonly known parasite in Turkey.Öğe Farklı serumların Trichomonas vaginalis'in CPLM besiyerinde üreme süresine ve yoğunluğuna etkisi(Türkiye Parazitoloji Dergisi, 2002) Atambay, Metin; Karaman, Ülkü; Aycan, Özlem M.Öz: T. vaginalis, insanın ürogenital sisteminde yaşayan, kamçılı bir protozoondur. T. vaginalis'in ürogenital sistemde parazitliğine Trichomoniosis denir. T. vaginalis fagositoz veya osmoz yolu ile lökositler, diğer vücut hücreleri, bakteriler ve vaginanın glikojeni ile beslenir. Hafif asit ortamda (PH 5,8), anaeorobik şartlarda ve 35- 37 ?C de ürer. Boyuna ikiye bölünerek çoğalır. Trichomoniosis'in kesin tanısı ancak etkenin görülmesi ile konulmaktadır. Enfekte kadınların %10-50'si asemptomatiktir. Klinik bulgulara göre kadında veya erkekte, idrar ve üreme yollarının çeşitli hastalıkları ile karışabilir. Direk mikroskobik bakı ve kültür yöntemlerinin birlikte kullanılması duyarlılığı %98'lere kadar arttırmaktadır. T. vaginalis'te kullanılan kültür yöntemleri; CPLM (cycteine- peptone- liver- maltose) CPLM, Modifıye CPLM, VF Buyyonu, Diamond TPS-1 (Trypticase-pepton-serum) besiyerleridir. Çalışmada CPLM besiyerinde insan, at, koyun serumları kullanılarak, besiyerinde T. vaginalis'in üreme süreleri ve yoğunlukları karşılaştırılmıştır. İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Turgut Özal Tıp Merkezi Kadın Doğum Polikliniğine gelen kadınlardan alınan vaginal akıntı örneklerinden izole edilen ve Parazitoloji Anabilim Dalında sürekli pasajlarla canlılığı sürdürülen T.vaginalis suşu kullanılmış olup çalışma sonucunda, insan serumu kullanıldığında üremenin at ve koyun serumuna göre daha fazla yoğunlukta ve yaşam süresinin ise daha uzun süreli olduğu gözlenmiştir. CPLM besiyerinde insan serumu kullanımının daha ekonomik ve uygun olacağı saptanmıştır. Başlık (İngilizce): The influence of different sera on the reproduction and concentration of Trichomonas vaginalis in the CPLM media Öz (İngilizce): T. vaginalis is a flagellated protozoon living in the urogenital system of human and is the cause of trichomoniasis. T. vaginalis feeds on leukocytes, other body cells and bacteria by phagocytosis and vaginal glycogen by osmosis. Under weak acidic (pH 5.8) and anaerobic conditions, they reproduce at a temperature of 35-37 ?C. Reproduction occurs by lengthwise division. The exact diagnosis of trichomoniasis can be made only by seeing the organisms. From 10-50% of infected women are asymptomatic. The clinical picture in women and men may be confused with various diseases of the urogenital system. Direct microscopic examination and culturing may increase the sensitivity up to 98% if used together. The culture media used for T. vaginalis are CPLM, modified CPLM, VF broth, and Diamond TPS1 culture, hi this study, the length of the reproduction periods in CPLM medium containing human, horse or sheep sera were compared. T. vaginalis strains that were isolated from patients in the gynecology and obstetrics department of the Turgut Özal Medical Centre, Medical Faculty, Inonu University. These strains that had been kept alive by continuous passages by the parasitology department were used. Reproduction in human serum shows a higher rate and longer life compared to that in sheep or horse sera. It was found that the use of human serum in CPLM media is more economical and suitable. 1 ATIFÖğe Gebelerde toksoplazma enfeksiyonunun seropozitiflik ve serokonversiyon oranları(Mikrobiyoloji Bülteni, 2012) Doğan, Keziban; Kafkaslı, Ayşe; Karaman, Ülkü; Atambay, Metin; Karaoğlu, Leyla; Çolak, CemilÖz: oxoplasma gondii sağlıklı erişkinlerde sıklıkla asemptomatik seyrederken, gebelikte ve immünyetmezliği olan kişilerde ciddi enfeksiyonlara neden olabilir. Bu çalışmada, gebeler ile yenidoğan kordon kanında T.gondii seropozitiflik ve serokonversiyon oranlarının araştırılması ve elde edilen bulguların, yaşam tarzı ve beslenme ile ilişkisinin belirlenmesi amaçlanmıştır. Gözlemsel-kesitsel olarak planlanan çalışmaya, İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Anabilim Dalına başvuran 312 gebe kadın (ortalama yaş: 28.1 ± 5.2 yıl) dahil edilmiş; gebe ve yenidoğanların serum örneklerinde T.gondii IgG ve IgM antikorları ticari ELISA ve indirekt immünfloresans (BioTek; ABD) yöntemleriyle araştırılmıştır. Her üç trimestırda 153, iki ve üçüncü trimestırda 58 ve üçüncü trimestırda 101 gebe çalışmaya katılmış ve doğumlarından hemen sonra kordon kanı örnekleri alınarak 312 yenidoğan taranmıştır. Çalışmada gebelerde antitoksoplazma IgG pozitiflik oranı %37.5 (117/312) olarak bulunmuş, takipli gebelerde serokonver-siyon tespit edilmemiş ve antitoksoplazma IgM tüm gebelerde negatif olarak saptanmıştır. Ayrıca, tüm yenidoğanların kord kanında da antitoksoplazma IgM negatif bulunmuş, IgG pozitifliği ise %33.3 (104/312) oranında tespit edilmiştir. Gebelere olası bulaşma yollarıyla ilgili uygulanan anket sonuçlarına göre, antitoksoplazma IgG seropozitifliği ile çiğ et tüketimi (p< 0.001) ve toprak ile uğraşma (p< 0.005) parametreleri arasında istatistiksel olarak anlamlı ilişkili bulunmuştur. Sonuç olarak, gebelerde rutin toksoplazma antikor testlerinin yapılarak seronegatif olgulara parazitten korunma yollarıyla ilgili eğitimlerin verilmesi; maliyetin düşürülmesi için ise gebelerin daha önce yapılmış testlerinin düzenli kayıt altına alınması ve periyodik olarak tekrarlanacak testlerde sadece IgM sınıfı antikorların aranması önerileri sunul- muştur.Öğe Glutathione and malondialdehyde levels in patients with hydatid cyst(Saudi medical journal, 2008) Atambay, Metin; Karaman, Ülkü; Kıran, Tuğba Raika; Çolak, Cemil; Bay Karabulut, Aysun; Çelik, Tuncay; Daldal, Nilgün