Yazar "Karaman, Fikret" seçeneğine göre listele
Listeleniyor 1 - 10 / 10
Sayfa Başına Sonuç
Sıralama seçenekleri
Öğe Bid'at ve Hurafelerin Ortaya Çıkış Sebepleri(2020) Yıldırım, Leyla; Karaman, FikretÖz Bid’at; dinin aslından olmadığı halde inanç ve ibadet alanında sonradan icat edilen inanış ve davranışları ifade etmektedir. Hurafe ise, bazı insanlar tarafından ortaya atılan, kendisinden uğur veya uğursuzluk, zarar ya da yarar geleceğine inanılan eylem ve davranışlar şeklinde tanımlanmıştır. Bid’at ve hurafelerin ortaya çıkış sebepleri dini etmen ve kültürel etmen başlığı altında irdelenmiştir. Dini etmenler ilahi dinlerden gelenler ve ilahi olmayan dinlerden gelen bid’at ve hurafeler başlığı altında sunulmuştur. Kültürel etmenlerden kaynaklanan bid’at ve hurafelerde, eşyanın mahiyetini ve doğa kanunlarını bilmemek, geleceği bilmek arzusu, korku ve hurafelerle ilgili yayınlar ve reklamlar etkili olmuştur.Öğe DİNİ DEĞERLERİN İLETİŞİMİNDE ÜSLUP VE GÜZEL KONUŞMANIN ETKİSİ(2022) Karaman, FikretEşyanın isimleriyle tanımlanması. ilk insan Hz. Âdem ile başlamıştır. Önce varlıkların isimleri Hz. Âdem’e öğretilmiş, sonra da mahiyetleri ve ne işe yaradıkları açıklanmıştır. Örneğin; yazmak için kalem, dikmek için iğnenin işlevi öğretilmiştir. Söz konusu isimler; zamanla birçok milletin dili halinde şekillenmiştir. Nitekim Allah ilahi emirleri bildirmek üzere her millete, kendi dilleriyle konuşan peygamberler göndermiştir. Bu kutlu elçiler davet ve tebliğ görevlerini sadece Allah rızası için yapmışlardır. Geçimlerini de aynı şekilde kimseye yük olmadan kendi elleriyle temin etmişlerdir. Peygamberler vefatlarında ilmi miras bıraktıkları için, dini değerleri anlatma görevi, alimlere geçmiştir. Bu bağlamda hızlı bir değişim ve dönüşümün etkili olduğu günümüzde, Allah’ın elçilerinden kalan bu mirası, doğru bir iletişim ve güzel üslupla paylaşmaya her zamankinden daha fazla ihtiyaç duyulmaktadır.Öğe Eğitimde bilimsel bir belge: İcâzetnâme ve içeriği(İnönü üniversitesi ilahiyat fakültesi, 2018) Karaman, FikretEğitim tarihinde, icazetname geleneğinin önemli bir yeri vardır. Sivil ve özel kişiler nezdinde yapılan eğitim, çeşitli değerlerle ödüllendirilmiştir. Bu ödüllerin en pratik yöntemi icazetname ve şahadetname şeklinde düzenlenen belgelerdir. Söz konusu belgeler, dersi veren bilgin ve üstat tarafından özenle hazırlanarak içeriği zengin bilgilerle süslenmektedir. Genelde el yazısıyla hazırlanmaktadır. İcazetname hangi bilim alanında hazırlanmışsa o ilimde geriye doğru Hz. Peygamberin dönemine kadar uzanan bir zincirle bütün âlimler, dua ve hayırla anılmaktadır. Bu arada her fırsatta ilim öğrenmenin faziletine de vurgu yapılmaktadır. İcazetnameyi almaya hak kazanan adaylara da nasihat, övgü, moral ve başarasıyla ilgili övgülerde bulunulmaktadır.Öğe Kur’an’ın insanlararası iletişim ve ilişkilere verdiği değer(2014) Karaman, FikretKur’an’da belirtildiği üzere Allah varlıkların isimlerini önce Hz. Âdem’e öğretmiş ve bu amaçla ona sahifelerden oluşan bir kitap indirmiştir. Benzeri kitaplar daha sonraki peygamberlere de gönderilmiştir. Bu itibarla ilk bilgi iletişimi Allah ile O’nun elçileri arasında gerçekleşmiştir. Çünkü ilahi dinlerin mensupları bu kitapların Allah tarafından gönderildiğini kabul etmişlerdir. Bir bakıma toplumun bugün sahip olduğu ilim ve medeniyetin temeli ilahi kitaplara ve onları ümmetlerine ulaştıran peygamberlere dayanmaktadır. Zira peygamberler doğru ve güvenilir kimselerdir. Hz. Muhammed (sav)’e nazil olan Kur’an ilahi ve evrensel bir kitaptır. O, insana özel bir değer vermiştir. Evrenin ve içindekilerin onun emrine verildiğini bildirmiştir. Bu durumda insan sorumluluğu gereği önce Allah ile sonra gönderdiği ilahi mesajlarla iletişim ve ilişkilerini düzenlemek durumundadır. Buradan alacağı güç ve ilham ile çevresiyle daha kolay iletişim sağlayacaktır. İletişim dilinde barış ve huzura ulaşmak için gerekli ön adımların samimiyet, sevgi, saygı ve iyi niyet gibi ilkelerden oluştuğu göz ardı edilmemelidir.Öğe MAM MÂTÜRÎDÎ’YE GÖRE, HAYATIN AKI?INDA AKIL VE VAHYİN ROLÜ(2019) Karaman, FikretÖz: Mâverâünnehir, Orta Asya’da Özbekistan sınırları içinde bulunan, geçmişten günümüze kadar bilim, medeniyet ve kültürel yönden birikimi olan bir coğrafyadır. Halkın Müslüman olmasından sonra Ebu Hanife’nin öğrencileri tarafından bölgede tevhid inancına dayalı bir ilmi zemin oluşturulmuştur: İmam Mâtürîdî, bu havzada “Ehl-i Sünnet” kelamının iki büyük ekolünden biri olan “Mâtürîdîyye” mezhebinin öncüsü olarak aynı çizgiyi sürdürmüştür. Bu araştırmada; “İmam Mâtürîdî’ye Göre Hayatın Akışında Akıl ve Vahyin Rolü” ana başlığı altında iki üst başlıktan oluşmaktadır. Birinci başlığın altında, Mâverâünnehir bölgesinin ilim ve kültür havzası, İmam Mâtürîdî’nin ilmi şahsiyeti, akıl, nakil ve duyu gibi bilgi kaynaklarına yer verilmiştir. İkinci başlığın altında ise karşılaşılan zorlukları aşmak, toplumun huzur ve mutluluğuna katkıda bulunmak amacıyla hayatın akışını kolaylaştıracak bazı ilkeler tartışılmıştır. Bu ilkeler şu alt başlıklardan oluşmuştur: Allah’ın Varlığı ve Birliği, İlim Tahsil Etmek, Allah’a Kulluk Etmek, Adalet ve Eşitlik, Kendisinin Dışındaki İnsan Gruplarına iyilik Yapmak, Çalışmak ve Üretmek, Söz ve Sözleşmelere Bağlı Kalmak, İşleri Ehline vermek, Dürüst Davranmak ve İnsanın Daima Allah’a Muhtaç olması gibi konulardır.Öğe Organ Nakli ve Dini Boyutu Üzerine Bir Değerlendirme(İnönü Üniversitesi İlahiyat Fakültesi, 2019) Karaman, FikretÖz: Sağlık konusu, tarih boyunca toplumların gündemdeki yerini korumuştur. İnsanlar hastalıklardan korunmak ve daha kaliteli bir hayat yaşamak için her türlü özveride bulunmuşlardır. Elbette ölümsüz bir dünya mümkün değildir. Fakat daha sağlıklı, temiz ve insan yaratılışına uygun bir hayat tarzına talip olmak hereksin hakkıdır. Bu nedenle milletlerin, savunma sistemleriyle birlikte en çok yatırım yaptıkları alanlardan biri sağlıktır. Bu doğru bir karardır. İstenen de bunun artarak devam etmesidir. Tarihte çocuklar başta olmak üzere bulaşıcı hastalıklardan ölenleri unutmak mümkün değildir. Bunlara açlık ve savaşların kayıplarını da ilave etmek gerekir. Bütün bunlar birlikte değerlendirildiğinde insanoğlu var oldukça sağlık konusuna olan ihtiyaç da devam edecektir. Bugün gelinen noktada ölüm çeşitleri daha da artmıştır. Trafik kazaları, iş kazaları, doğal gıda maddelerinin eksikliği, çevre kirliliği ve kimyevi maddeler hastalık çeşitlerini daha da arttırmıştır. Doğal olarak hastalık çeşitlerin artmasıyla orantılı olarak tedavi yöntemlerinin de değişmesi ve gelişmesi gerekir. Bu bağlamda ihtiyaç duyulan tedavi yöntemlerden biri de organ naklidir. 20. Asrın sonlarına doğru, modern tıp ile birlikte gündeme gelen organ nakli, insanlar için bir umut kapısı olmuştur. Kanaatimce bu umut kapısının şüphe ve tartışmalardan uzak dini, tıbbi ve ahlaki prensipler çerçevesinde özenle açık tutulmaya devam edilmesi gerekir. Anahtar Kelimeler: Tıp, Din, Ahlak, Organ, Hastalık, ÖlümÖğe Osmanlı devletinde vakıf sistemi ve sosyal gücü(2015) Karaman, FikretVakıf, İslam inancı, kültürü ve medeniyetinin en eski kurumlarından biridir. Kur’an ve Hadislerde sosyal yardımlaşmaya dikkat çekilmiştir. Bu nedenle İslam bilginleri iyilikte yardımlaşmanın öneminden dolayı hareketle meşruiyetine birçok delil göstermişlerdir. Böylece dünyada, “gök kubbe altında hoş bir seda bırakma” düşüncesi vakıf anlayışıyla gerçekleşmiştir. Osmanlı fethettiği yerleri, vakıflarla imar etmiştir. Bu itibarla vakıf hizmetleri hem fetih hareketini kolaylaştırmış hem yerli halkın sosyal hayatını iyileştirmiştir. Servet vakıf modeliyle vücudun damarlarında dolaşan kan gibi mobil hale gelmiştir. Bu sivil iradeyle; dini, kültürel, eğitim, ticari, sosyal ve askeri alanda vakıf eserleri meydana gelmiştir. Vakıflar üzerinden din, dil, ırk ayırımı yapılmamıştır. Ötekinin inancına, mezhebine kültürüne hoşgörüyle yaklaşılmıştır. Nitekim kayıtlardan anlaşıldığı üzere 1856 yılında Osmanlı nüfusu 36 milyondur. Şayet ayrılıkçı bir politika izlenmiş olsaydı 3-5 asır boyunca yönetilen halkın Müslüman olması beklenirdi. Oysaki o tarihte, imparatorluk sınırlarındaki 36 milyon nüfusun, sadece 20 milyonu ( % 58) Müslüman’dır. Geriye kalan 16 milyonu, ( % 42 ) gayri Müslim’dir.Öğe Osmanlı devletinin balkanlardaki mirası(İnönü üniversitesi ilahiyat fakültesi, 2018) Karaman, FikretAraştırmamız, Balkan yarımadasında bulunan ülkeleri kapsamaktadır. Bu stratejik coğrafya, 13. asra kadar Romalıların yönetiminde kalmıştır. Daha sonra yarımada üzerinde, Batı Avrupa, Rusya ve Osmanlı Devletinin ilgisi artmıştır. Bu arada Osmanlı, 1360 yılında Balkanlara ilk adımını atmış ve ilerleyerek, 500 yıl burada kalmayı başarmıştır. Ancak 19. asrın sonuna doğru Rusların bölgeye girmesiyle Balkanlar savaşı çıkmış ve devamında, birinci dünya savaşının etkisiyle geriye çekilme süreci başlamıştır. Osmanlı devletinin resmi dini İslam’dır. Fakat din konusunda yerli halka baskı yapılmamıştır. Herkes dinini serbestçe tercih etmiştir. Bu hoşgörü sonucunda bazı yerlerde Cami, Kilise ve Havralar aynı meydanı paylaşmışlardır. Genel kanunlara bağlı kalmak şartıyla herkes, din ve vicdan özgürlüğü bakımından tam bir serbestlik içinde yaşamıştır. Osmanlı devleti, yayınladığı emirlerde halkın mal, ırz, namus, din ve ibadetini güvence altına almıştır. Bu itibarla, “Gök kubbe altında birlikte yaşama” düşüncesini benimsemiştir.Öğe Tenasuh veya reenkarnasyon üzerine bir değerlendirme(İnönü üniversitesi ilahiyat fakültesi, 2017) Karaman, FikretReenkarnasyon (reincarnation) Fransızca bir kavramdır. Yeniden bedelenme manasına gelmektedir. Bu sözcüğün Arapça dilindeki karşılığı ise “tenasuh” olarak ifade edilmiştir. İncarnation ise, yine bedenlenme anlamında, Hz. İsa (a.s.) için kullanılmaktadır. İlahi ruhun onda tecelli etmesi ve ulûhiyetin, Hz. İsa (a.s.) da ortaya çıkmasıdır. Bu kelimenin Türkçe karşılığı da ruh göçü (tenasüh) anlamına gelmektedir. Bu tanımlara göre, reenkarnasyon inancı, ölümden sonra ruhun yeniden insan vücuduna tekrar gelmesi ve yeniden bir bedende yaşamaya başlamasıdır. Reenkarnasyon kavramının ilk kez 19. Yüzyılın başlarında ortaya çıkmıştır. İslam dini ruhun, sürekli beden değiştirip tekâmül sürecini tamamladığı şeklindeki inanılan reenkarnasyon inancını kabul etmemiştir.Öğe TEVEKKÜL, KADER BAĞLAMINDA DEPREM VE SORUMLULUK BİLİNCİ(2020) Karaman, FikretÖz: Deprem, tarih boyunca insanlığın gündeminde var olmuştur. Nerede, ne zaman ve hangi şiddetle gerçekleşeceği bilinmeyen bu felaketin özelliği, can ve mal kaybına yol açmasıdır. Bu nedenle ekonomik gücü zayıf olan ve önlem alamayan toplumlar depremden daha çok etkilenmektedirler. Önlem almadan deprem ve kazaları zorunlu bir kader anlayışıyla yorumlamak veya ilahi bir ceza olarak algılamak doğru değildir. Aksine evrende var olan her şey belli bir ölçü ve düzen içinde yaratılmıştır. Deprem de bu ölçü ve yasalar kapsamında, yer içindeki fay kırıkları üzerinde biriken enerjinin boşalmasıyla meydana gelmektedir. İslâm dini insanı; bütün doğal afet ve kazalara karşı, tevekkül, irade, kader, akıl ve bilimin ön gördüğü şekilde kapsamlı biçimde sorumlu tutmuştur. Buna göre; çağın gelişen teknik araç ve gereçleri dikkate alınarak muhtemel doğal afetlere, trafik ve iş kazalarına yönelik önlem alınması dinî ve insani bir görevdir. Nitekim Japonya ve kalkınmış ülkelerin söz konusu olaylarla ilgili aldıkları tedbirler başarılı olmuştur. Bu vesile ile alana katkı sunmak amacıyla “Tevekkül, Kader Bağlamında Deprem ve Sorumluluk Bilinci” başlığı altında elinizdeki bu çalışmanın yapılması uygun görülmüştür.