Yazar "Kaya, Yaşar" seçeneğine göre listele
Listeleniyor 1 - 8 / 8
Sayfa Başına Sonuç
Sıralama seçenekleri
Öğe ÇOCUK CİNSEL İSTİSMARI VE TOPLUMSAL RİSK FAKTÖRLERİ(2021) Çetintaş, Ahmet; Ersoy, Ersan; Kaya, Yaşar; Aksüt, YelizÖz:Çocuk cinsel istismarı, bireysel mağduriyetlere ve travmalara yol açmasının yanındaönemli toplumsal sorunlara da neden olan fakat açığa çıkarılmak istenmeyen bir konudur.Bu çalışmanın amacı, çocuk cinsel istismarına neden olan toplumsal risk faktörlerinianaliz etmek ve istismar sonucu cinsel damgalanma ile yaşanan mağduriyet döngüsününsonuçlarını tespit etmektir. Çalışmanın verilerine, 2015- 2019 yılları arasında Malatya’daadli kurumlar tarafından Çocuk İzlem Merkezi’ne yönlendirilen, cinsel istismara uğramış18 yaş altındaki toplam 678 çocuğa ait adlî vaka dosyaları incelenerek ulaşılmıştır.Dosyalar, İçerik Analizi kullanılarak incelenmiştir. Araştırma sonucunda, çocuk cinselistismar vakalarında aile içerisindeki ihmalkâr ve ilgisiz ebeveyn davranışlarının, sevgive şefkat eksikliğinin, aile içi şiddetin, ekonomik sıkıntıların, ailedeki bireylerin alkol veuyuşturucu kullanmalarının etkili olduğu görülmüştür. Ayrıca cinsel istismar vakalarının aile mahremiyetine zarar verilme endişesinden dolayı gizlendiği, burada mağdurların veailelerinin damgalanma endişelerinin rol oynadığı tespit edilmiştir. Yine cinselistismarların saklı kalmasında toplumda kadını merkeze alan ve kadın üzerindentanımlanan namus anlayışının, erkeğin önemli ve değerli olduğuna ve kadını potansiyelsuçlu olarak kabul eden kalıp yargıların ve cinsiyet eşitsizliğinin etkili olduğubelirlenmiştir.Öğe “DİJİTAL YERLİ ÖĞRENCİLER”İN “DEĞERLİ” KAVRAMINA YÖNELİK ALGILARI VE “KÖK DEĞERLER” AÇISINDAN ANALİZİ(2022) Tulum, Arzu Bozdağ; Kaya, YaşarBu çalışmada, “dijital yerli” öğrencilerin değerli kavramına yönelik algılarının ne olduğunun ve bu algılarının kök değerler ile uyumlu olup olmadığının incelenmesi amaçlanmaktadır Araştırma Malatya ilinde ikamet eden ve dijital yerli niteliği taşıyan toplam 204 öğrenci ile yürütülmüştür. Araştırma, karma araştırma yöntemi ile gerçekleştirilmiştir. Nicel yöntem olarak anket kullanılırken, nitel yöntemlerden fenomenoloji deseni kullanılmıştır. Ankette öğrencilerin, cinsiyet, yaş, aile gelir düzeyi gibi değişkenlerin yer aldığı demografik bilgi formu ve ayrıca “Size göre değerli olarak ifade edilebilecek beş şey nedir?” sorusu yer almaktadır. Anketten elde edilen veriler SPSS 25 kullanılarak değerlendirilmiştir. “Size göre değerli olarak ifade edilebilecek beş şey nedir?” sorusuna verilen cevapların analizinde ise içerik analizi yürütülmüş ve taşıdığı anlam özelliklerine göre kod ve kategoriler oluşturulmuştur. Katılımcıların “değerli” kavramına dair 63 farklı zihinsel imge ürettikleri ve bu zihinsel imgelerin 8 kategori altında toplandığı görülmüştür. Katılımcıların değerli olarak ifade ettikleri çağrışımların kök değerler olarak ifade edilen değerler ile kısmen örtüştüğü görülmüştür.Öğe DOĞU VE GÜNEYDOĞU ANADOLU BÖLGESİNDE YAŞAMDAN BEKLENTİLERDE 12 YILLIK ZAMAN DİLİMİNDE DEĞİŞİM(2021) Kaya, Yaşar; İnce, Lara Utku; Ünal, SüheylaÖz: Beklenti yaşamdaki öncelikleri belirleyerek bireyin davranışlarını yönlendirir. Zaman içerisinde değişen sosyal yapı, “iyi yaşam” anlayışıyla birlikte beklentileri de yeniden şekillendirir. İçsel bir yaşam değerine sahip olan ölüm, yaşama anlam katan, yaşamı düzenleyen bir olgu olarak önem taşır. Ölüme yüklenen anlamlarla birlikte yaşamdan beklentiler de değişir. Yaşamdan beklentiler, gelecek için öngörülerdir ve yaşamımızın her alanını etkiler. Yaşamdaki önceliklerin değişimi, ihtiyaçlara, değerlere, yaşam tarzına yansımaktadı. Bu çalışmada Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgesinde yaşayan bireylerin yaşamdan beklentilerini ve bu beklentileri etkileyen sosyodemografik değişkenleri 12 yıl arayla araştırmak suretiyle zaman içerisindeki değişimini belirlemek amaçlandı. Değerlerdeki değişimin cinsiyet, yaş, eğitim, medeni durum gibi sosyodemografik değişkenlerden nasıl etkilendiği araştırıldı. Çalışmanın ilk kısmı 2008 yılı Mayıs-Haziran ayları arasında basit rastlantısal örneklemle seçilen 690 gönüllü denekle yüz-yüze anket uygulamasıyla gerçekleştirilmiştir. Aynı anket formu 2020 Haziran-Temmuz ayları arasında “Kovid 19 salgını sürecinde ölüm korkusu ve benlik saygısı ilişkisi” konulu bir çalışmanın bir bölümü olarak ölümü belirginleştirici etki oluşturmak için kullanıldı. Çalışmamızın sonuçları toplumumuzdaki değişme sürecinin uyumcu nitelikte olduğunu düşündürmektedir. Birçok bireysel ve toplumsal değerin önemini korumaya devam ettiği, önem sıralamasında bazı değişikliklerin olduğu dikkati çekmektedir. 12 yıldaki toplumsal değişim, genişleyen yaşam fırsatlarıyla birlikte bireylerin yaşamdan beklentilerini değiştirmiş görünmektedir. İnsanın gelişimi kuramına göre genişleyen yaşam fırsatları, bireyi daha fazla özgürleştirici ve kendisini ifade edici değerlerin seçimine yönlendirir. Maslow’un ihtiyaçlar hiyerarşisindeki fiziksel ihtiyaçlar ve güvenlik ihtiyacı gibi daha temel ihtiyaçlar yanısıra “kendini gerçekleştirme”ye karşılık gelen beklentilerde artış olması toplumdaki değişim sürecinin sahip olunan olanaklarla paralel geliştiğini düşündürmektedir.Öğe GENÇ YETİŞKİNLİKTE SOSYAL AĞ HİYERARŞİSİ: SOSYAL ATOM TEORİSİ BAĞLAMINDA MALATYA, TÜRKİYE, ÜNİVERSİTE ÖĞRENCİLERİ ÖRNEKLEMİ ÜZERİNDEN BİR ARAŞTIRMA(Sosyoloji Konferansları, 2014) Kaya, Yaşar; Ünal, Süheyla; Özdemir, Serdal; Erenkuş, ZehraÖz: Kültürel ve psikolojik faktörlerin genç yetişkinlikte bağlanma hiyerarşisi üzerine etkilerini ortaya koymayı amaçlayan bu çalışma, Malatya evreninde 20-24 yaşlar arasındaki 296 öğrenci örnekleminde gerçekleştirilmiştir. Ben çekirdeğine en yakın dairede yer alanlar sırasıyla %76,4 oranla anne, %43,6 oranla baba, %36,5 oranla kardeş, %20,9 oranla arkadaştır. Sevgilisi olanlar içinde %31,9 ü sevgiliyi ilk halkaya yerleştirmiştir. Genç kızların kaçınma düzeyleri erkeklere oranla istatistiksel olarak anlamlı derecede daha yüksektir ( 2 ? =21,083 p=0,000). Çocuklukta ailenin parçalanmış aile olması kaygı düzeyini istatistiksel açıdan anlamlı düzeyde arttırmaktadır ( 2 ? =10,078 p=0,002). Kaçınma düzeyi yüksek olanlarda, sevgilinin bulunduğu çember değeri ve sosyal atomdaki arkadaş sayısı anlamlı ölçüde daha düşüktür. Kaçınma düzeyinin yüksekliği, birinci çemberdeki kişi sayısının azalması ile sonuçlanmakta, ilk çembere arkadaşın alınmasını ve sevgili edinmeyi önemli derecede azaltmaktadır. Sosyal Atom Hacmi ve bağlanmada kaçınma sevgilisi olmayı etkileyen değişkenlerdir. Başlık (İngilizce): THE SOCIAL NETWORK HIERARCHY IN YOUNG ADULTHOOD: A RESEARCH TROUGH UNIVERSITY STUDENTS SAMPLES IN MALATYA, TURKEY WITHIN THE CONTEXT OF SOCIAL ATOM THEORY Öz (İngilizce): This study, carried out in Malatya province among 296 student samples aged between 20-24, aims to reveal the effects of psychological and cultural factors on attachment hierarchy in young adulthood. The persons placed closest to the Me nucleus are the mother (76.4%), father (43.6%), sibling (36.5%) and friend (20.9%) respectively. Among those with a romantic partner, 31.9% place the romantic partner in the first circle. The avoidance levels of young females are statistically significantly higher than young males ( 2 χ =21.083 p=0.000). A separated family during childhood statistically significantly increase the attachment anxiety level ( 2 χ =10.078 p=0.002). The circle value the romantic partner is placed in and the numbers of friends in the social atom are significantly smaller in subjects with a high avoidance level. Increased attachment avoidance levels result in decreased number of persons in the first circle, thus, reducing significantly both placing friends in the first circle and having a romantic partner. The Social Atom Volume and avoidance of attachment, as our study demonstrate, are factors that influence having a romantic partnerÖğe MODERNLEŞME SÜRECİNDE DİN VE DİNDE YENİ EĞİLİMLER(2020) Kaygusuz, İbrahim; Özkul, Metin; Kaya, Yaşarİnsanlık tarihinde yeni bir kültürel durum ve bilinç düzeyine karşılık gelen modernleşme olgusu aydınlanma, endüstrileşme ve küreselleşme süreçleri ile yaygın bir yaşam biçimine erişmiştir. Geleneksel ilişki biçimlerini ve inanç sistemlerini etkileyen modernleşme aile, hukuk, ekonomi ve siyaset başta olmak üzere bütün kurumları doğrudan etkilemiştir. Modernleşme, dinin tarihsel gücünü ve tekelci konumunu ortadan kaldırmıştır. Böylece geleneksel toplumun dinle iç içe olan muhafazakâr özelliği değişime uğramış, insan kutsallığından arındırılmış ve düşünce sekülerleşmiştir. Modernleşmenin yansımaları olan sekülerleşme, çoğulculuk ve bireyselleşme olguları geleneksel, kurumsal dinin yerine öznelleşen bir din anlayışını ikame etmiştir. Modern dünyanın belirsizlikleri ve anlam krizleri bu bağlamda dine karşı yeni bir yönelişi beraberinde getirmiştir. Yeni Dini Hareketler ve New Age akımları bu yönelişin somutlaştığı alanlar olmuştur. Batı dünyasında birçok insanı inanç ve davranış düzeyinde etkileyen Yeni Dinî Hareketler, modern dönemin yeni şartlarına uyum ve uyumsuzluğun tepkisel tezahürleri olarak kendine yaşam alanı bulmaktadır. Yeni Dinî Hareketler dini inancın yanında, bilimsel düşünce, zihin, ruh ve beden sağlığı, tıbbi tedavi, tüketim vb. alanları içeren bir yapıya sahiptir. Kültürleri ve inançları dönüştüren modernleşme olgusu zamanla İslam toplumlarını da etkileyerek cemaat karakterini dönüştürmüştür. Bu çalışma, modernleşmenin dini oluşumlara yönelik etkilerini; sekülerleşme, çoğulculuk ve bireyselleşme kavramlarıyla ifade edilen olgular çerçevesinde analiz etmeyiamaçlamıştır.Öğe Psikotik bir hastalık durumunu açıklama ve çare arama davranışında cinsiyetin rolü(Anadolu Psikiyatri Dergisi, 2006) Kaya, Yaşar; Ünal, SüheylaÖz: Amaç: Bu çalışmada psikotik bir hastanın cinsiyetinin hastalığının algılanmasına, hastalığının yüklendiği nedenlere ve çözüm önerilerine etkisi araştırıldı. Yöntem: Yüz yetmiş iki denek ile yapılan bu kesitsel araştırmada olgu senaryosu yöntemi kullanıldı. Tek bir psikotik hastalık senaryosu, erkek ve kadın deneklere erkek veya kadın hasta şeklinde sunuldu; deneklere hastalık senaryosuna ilişkin açık uçlu sorular yöneltildi. Deneklerin sosyodemografik verileri tanımlayıcı istatistik yöntemleri ile değerlendirildi. Örneklemin toplamında sorulara verilen yanıtların oranı hesaplandı. Senaryodaki hastanın cinsiyeti bağlamında, deneklerin belirtileri algılaması, tabloyu neye yükledikleri ve önerdikleri çareler arasında anlamlı bir ilişki olup olmadığı ki kare testi ile araştırıldı. Bulgular: Deneklerin yanıtları toplu olarak değerlendirildiğinde eğitim düzeyi (11 yıldan çok) ve gelir düzeyi (600 YTL/ay’dan çok) yüksek olanlar senaryodaki kişinin durumunu daha çok yaşantısal sorunlara yüklemişlerdi (p=0.03). Erkek deneklerin %31.4’ü senaryodaki kişinin durumunu hasta, %68.6’sı psikolojik sorunlu şeklinde yanıtlarken; kadın denekler için bu oranlar sırasıyla %41.9 ve %58.1 idi. Her iki denek grubu da, her iki cinsiyetteki olgu için daha yüksek düzeyde “psikolojik sorunlu” yanıtı vermişti. Senaryoda sunulan olgu için sorun kaynağı, hem erkek hem de kadın denekler tarafından kadın olgu için evlilik ve kişiler arası ilişkiler (p=0.00) olarak gösterilmişken, erkekler için iş/ekonomik sorunlar (p=0.00) gösterilmişti. Sonuç: Bu bulgular Malatya örneğinde Türk toplumunun psikotik hastalığı tanımlamasında, hastalık tablosunu bir nedenle ilintilendirmesinde ve çare önermesinde hasta cinsiyetine bir değişken olarak önem verdiğini göstermektedir. Başlık (İngilizce): The role of gender in psychotic illness perception and help-seeking behavior Öz (İngilizce): Objective: The aim of this study was to investigate the role of gender in psychotic illness perception, causal attributions and suggested treatment options. Methods: Case scenario method was used in this cross-sectional study of 172 subjects. A single psychotic illness scenario was presented to male and female subjects as male and female patients, and open-ended questions were asked regarding the illness scenario. Sociodemographic data of subjects were evaluated with descriptive statistical methods. The percentages of responses to questions in the sample were calculated. Chi-square test was utilized to investigate the presence or absence of a statistical significance between subjects’ perceptions of signs, causal attributions and suggested treatment options to the patients on the basis of gender. Results: The condition of the person in the scenario was attributed rather to the life problems by subjects with higher education (>11 years) and income (>600 NTL/month) levels (p=0.03) when both male and female subjects were evaluated together. While the male subjects described the condition of the person in the scenario as “sick” (31.4%) and “having psychological problems” (68.6%), these percentages were 41.9% and 58.1%, respectively, in female subjects. Both of the subject groups described both male and female persons in the scenario mostly as “having psychological problems”. The source of problem in the scenario was attributed, both by male and female subjects, to marriage and interpersonal relationships (p=0.00) for female case, and work/economic problems (p=0.00) for male case. Conclusion: Our findings suggest that Turkish population in Malatya sample considers the patient gender as an important variable in psychotic illness definition, causal attributions and suggesting treatment options.Öğe Religious Community as a Social Solidarity Group(2020) Kaya, Yaşar; Kaygusuz, İbrahim; Özkul, MetinThe word society symbolizes a large reality as a conceptualization tool. This reality which is notlived fully and homogenously by most of its members in daily life was depicted as if it is lived in classicalsociology. For example, from a Durkheim point of view, the typical structural features of the society andsociological facts compose of elements which are formed without the influence of individual but affect themsimilarly. Modern sociology emphasizes that the analysis field of sociology must be reduced from the macrolevel to the micro-level since daily life becomes concrete within social groups. However, structural features ofmodern society, for instance, formal institutional entities, both diversify the social groups as they could reachthe individuals who have similar needs by being organized socially and with this diversification, commitmentsto the groups become superficial based on pragmatic relationships. However, it is another fact that in terms ofthese entities, societies are in a state of inequality. Individuals who live in a society that couldn’t organize itsformal institutional entities in the context of prevalence/inclusion basis at the macro level accept continuouslybeing in these entities to eliminate their feelings of ontological insecurity. This study sees the religion,accordingly beliefs, as a field which could rehabilitate feeling of ontological insecurity both individually andas a group. Religions, with reference to being a phenomenon that has individual and social functions, on onehand, responses the psychological and spiritual needs of individuals, on the other hand, it causes severalgroupings at the social level. Moreover, this grouping phenomenon caused by religion and known as a religiousgroup or religious community could be discussed as entities that individuals choose for the social needs whichthey cannot eliminate through formal institutions. Especially, in societies that couldn’t complete itsmodernization and couldn’t institutionalized sufficiently individuals, in order to meet their social needs, tendsto join various alternative entities. The reason behind these tendencies is analyzed by considering the sourcesthat exist in the literature.Öğe Sağlık personelinin beyin ölümü ve organ bağışıyla ilgili inanç ve tutumları(2010) Ünal, Süheyla; Elyas, Zeynep; Kaya, Yaşar; Özcan, CemalÖz: Sağlık çalışanlarının beyin ölümü ve organ nakli ile ilgili inanç ve tutumlarını belirlemek ve bu inançlar için etken olabilen sosyodemografık değişkenleri tanımlamaktır. Yöntem: Bu kesitsel çalışma 299 tıp personeli arasında anket yöntemi ile gerçekleştirilmiştir. Bulgular: Sağlık personeli arasında; "ölüm anı" sorgulandığında, yardımcı personel ve hemşireler genellikle kardiyopulmoner fonksiyonun durmasını işaret ederken, tıp öğrencileri ve doktorlar beyin ölümünü cevaplamışlardır. Kadınlar "gerçek ölümü" kardiyopulmoner ölüm olarak tanımlarken, erkekler beyin ölümünü öncelemektedir (p<0.01). Tıp öğrencileri ve doktorlar diğer sağlık personeline nazaran gerçek ölüm olarak çoğunlukla beyin ölümünü kabul etmektedirler. Beyin fonksiyonlarının durmasını dönüşü olmayan yol kabul edenler kendi ya da akrabalarının organlarını bağışlamaya onay vermekte (p= 0.006), beyin ölümünü gerçek ölüm olarak nitelendirenlerin %82,3'ü aynı zamanda sağlık kurumlarında ötenazi uygulamasını olumlamaktadır. Sonuç: Eğitim seviyesi arttıkça sağlık kurumlarında ötenazi uygulamasına olumlu yaklaşılmakta, beyin ölümü halinde müdahaleden kaçınılması tercihi artmaktadır. Organ nakli tutumunda eğitim seviyesinde artışın olumlu etkisi dikkate alındığında sağlık personelinin bu konudaki eğitimi önem kazanmaktadır.