Yazar "Kelleş, Mehmet" seçeneğine göre listele
Listeleniyor 1 - 10 / 10
Sayfa Başına Sonuç
Sıralama seçenekleri
Öğe Ankaferd kanama durdurucu'nun epistaksis kontrolü üzerindeki etkisinin değerlendirilmesi(İnönü Üniversitesi, 2010) Kelleş, MehmetBu tek-kör çalışmada; ABS'nin kanama durdurucu etkisinin tavşanlarda oluşturulan deneysel epistaksis modelinde değerlendirilmesi ve biyopsi materyallerinin histopatolojik incelenmesi ile de dokuda oluşabilecek değişikliklerin saptanması amaçlanmıştır. Materyal ve Metod: Toplam 28 tane Yeni Zellanda tavşanı her biri 7 tavşandan oluşmak üzere ABS grubu, JF grubu, AL grubu ve serum fizyolojik (SF) grubu olmak üzere 4 gruba ayrıldı. Her tavşanın burun sağ pasaj septum ön bölümüne yaklaşık 1 cm'lik mukoza insizyonu yapılıp kanama sağlandı. Daha sonra 0.5 cc Ankaferd Blood Stopper (ABS) emdirilmiş 1x1 cm'lik pamuklar, 0.5 cc 0.0125 mg/ml adrenalin + 20 mg/ml lidokain (AL) AL emdirilmiş 1x1 cm'lik pamuklar, 0.5 cc SF emdirilmiş 1x1 cm lik pamuklar ve 1x1 cm'lik jelatin foam (JF) kanama bölgesine uygulandı. Kanama durma süreleri kayıt edildi. Kanama durduktan 10 dakika sonra insizyon bölgesini içine alacak 0.5 cm'lik biyopsiler histopatolojik incelemeye gönderildi. Bulgular: Tavşanlardaki kanama durma süreleri kayıt edildi. ABS, AL, JF ve SF'in kanama durma süreleri sırası ile; 38,57±5,53, 102,85±11,06, 111,42±15,64 ve 227,14±17,14 saniye olarak kayıt edildi. İkili gruplar arasında yapılan istatiksel analizler sonucunda; AL grubunun kanama durma süreleri ile JF uygulanan grubun kanama durma süreleri arasında anlamlı farklılık bulunmazken (p>0,05), diğer tüm ikili karşılaştırmalarda istatistiksel olarak anlamlı farklılıklar saptandı (p<0,05) Hematoksilen-eozin (HE) ve Fosfotungusitik asit hematoksilen (PTAH) boyamalar sonucunda elde edilen sonuçlara göre; Kesi dudakları arasında SF, JF ve AL gruplarında minimal fibrin saptanırken ABS grubunda ise HE kesitlerde görülen koyu eosinofilik maddenin fibrin olmadığı saptandı. Sonuç: Kanama durdurucu olarak etkinliği gösterilen ABS, burun kanamasında uygulanan bazı lokal ajanlara göre daha kısa sürede etki göstermektedir. Kesi alanında elde edilen histopatolojik bulgular da etkisini protein ağ (network) formasyonu oluşturmak gibi farklı bir yoldan gerçekleştirdiği yönündeki tezleri desteklemektedir. Bu konuda ileri çalışmalara ihtiyaç vardır.Öğe Bipolar Koter ve Klasik Yöntemle Yapılan Tonsilektomi Sonrası Kanama(İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Dergisi, 2010) Kelleş, Mehmet; Akarçay, Mustafa; Fırat, Yezdan; Kızılay, Ahmet2005-2009 yılları arasında kliniğimizde bipolar koter ve klasik diseksiyon yöntemiyle yapılan tonsilektomi sonrası kanama sonuçları karşılaştırıldı. Gereç ve Yöntem: 2005-2009 yılları arasında tonsilektomi yapılan 514 olgunun dosya kayıtları araştırılarak bipolar koter ve klasik diseksiyon sonrası postoperatif tonsil kanaması nedeniyle hastaneye başvuranlar incelendi. İki grup arasında postoperatif kanama günü, kanama sıklığı, preoperatif ve postoperatif kanama sonrası kan değerleri ve kanama kontrolü için yapılan girişimler karşılaştırıldı. Bulgular: Tonsilektomi yapılan 514 olgunun 196’sı bipolar koter; 318’i klasik diseksiyon yöntemi kullanılarak ameliyat edildi. Toplam 22 olguda tonsilektomi sonrası kanama ile karşılaşıldı ve girişim yapıldı. Kanama nedeniyle hastaneye başvuran hasta sayısı 514 olgunun tümünde 22 (%4.2), bipolar koterle ameliyat edilen 196 olguda 8 (%4.1), klasik yöntemle ameliyat edilen 318 olguda ise 14 (%4.4) bulundu. Olguların 6’sında tonsilektomi diyetine uyulmadığı; sert, katı gıda alımı sonrası kanamanın oluştuğu saptandı. Diğer olgularda kanamaya sebep olacak belirgin bir etken bulunamadı. Kanama olgularının 8’inin kanaması KBB servisinde, 14’ünün kanaması ameliyathanede müdahale ile durduruldu. Bu hastalara öncelikle buzlu su ile gargara ve adrenalin+lidokainli spanç ile baskı uygulandı. Kanamanın durmadığı hastalarda genel anestezi altında koterizasyon, cerrahi bağlama veya iki plika arasına Surgicell® yerleştirilip her iki plikanın sütürasyonu uygulandı. Hiçbir hastada karotid arter dallarından herhangi birini bağlama ihtiyacı duyulmadı. Üç hastaya taze donmuş plazma, 2 hastaya eritrosit süspansiyonu verildi. Sonuç: Tonsilektomi yapılan hastalarda iki teknik arasında postoperatif kanama açısından fark olmadığı saptandı.Öğe Dentinogenic ghost cell tumour of mandible: Case report(2012) Kelleş, Mehmet; Kızılay, Ahmet; Aydın, Nasuhi EnginAbstract: Altı aydır gingivada kitlesi olan 67 yaşındaki erkek hasta aspirasyon sitolojisi ve eksizyonel biyopsi ile değerlendirildi. Sitolojik bulgularda benign odontojenik keratositleri anımsatan dejenere benign epitelyal hücreler görüldü. Fakat eksizyonel biyopsi, dentinojenik ghost hücreli tümör özelliklerinden olan aberant keratinizasyon, ghost hücreleri ve displastik dentin görülen odontejenik epitel açısından oldukça belirgindi. Malignite belirtisi yoktu. Kitlenin lokal rezeksiyonundan sonraki 6 aylık dönemde herhangi bir komplikasyon veya rekürrens izlenmedi.Öğe The effect of dexpanthenol on ototoxicity Induced by cisplatin(Clin Exp Otorhinolaryngol., 2016) Toplu, Yüksel; Sapmaz, Emrah; Parlakpınar, Hakan; Kelleş, Mehmet; Kalcıoğlu, Mahmut Tayyar; Tanbek, Kevser; Kızılay, AhmetObjectives. This study was aimed to investigate the protective effects of dexpanthenol (Dxp) on against cisplatin-induced ototoxicity. Methods. To examine this effect, distortion product otoacoustic emissions (DPOAEs) measurements and serum levels of oxidative and antioxidant status (including malondialdehyde, superoxide dismutase, catalase, glutathione, glutathione peroxidase, total oxidant status, total antioxidant status, and oxidative stress index) were evaluated. Thirty-two adult female Wistar albino rats were randomly divided into 4 equal groups; control (K), cisplatin (C), cisplatin plus Dxp (CD), and Dxp (D). In all groups DPOAEs measurements, between 996 and 10,078 Hz as DPOAEs and input/output functions, were performed on days 0, 1th, 5th, and 12th. Prior to death, the last DPOAEs measurements and blood samples were taken. Results. In the C group, statistically significant differences were detected at all frequencies between 0 and 5 days and 0 and 12 days measurements (P<0.05). Serum level of oxidant and antioxidant status were detected statistically significantly changed in this group versus K group (P<0.05). Contrary to the C group, in the CD group hearing ability was seen largely preserved at many frequencies and serum levels of all biochemical parameters were shifted toward normal values, similar to the K group. No significant differences were detected in the either D or K group’s measurements. Conclusion. According to these results, Dxp may prevent cisplatin-induced ototoxicity.Öğe Epistaksisin nadir görülen bulgusu: Bilateral hemotimpanum ve timpan membran perforasyonu(KBB-Forum, 2008) Fırat, Yezdan; Kızılay, Ahmet; Akarçay, Mustafa; Kelleş, MehmetÖz: Epistaksisin anterior nazal tampon ile tedavisi sonrasında hemotimpanum, otoraji ve oftalmoraji gelişebildiği bilinmektedir. Epistaksis sırasında herhangi bir müdahale olmaksızın spontan hemotimpanum ve timpan membran perforasyonu gelişmesi ise çok nadir izlenen bir komplikasyondur. Bu yazıda 27 yaşında erkek hastada, epistaksis sonrası izlenen bilateral spontan hemotimpanum ve timpan membran perforasyonu sunulmuştur (Video 1). Nazal tampon sonrası gelişmesi beklenen bu komplikasyonun spontan bir şekilde gerçekleşmesi, hastaların epistaksis sırasında yanlış manevralar ile kanamayı durdurması ile olabileceği gibi, altta yatan hematolojik patolojiler nedeniyle de olabilmektedir. Başlık (İngilizce): An anusual sign of epistaxis: Bilateral hemotympanum and tympanic membrane perforation Öz (İngilizce): In hemotympanum, otorrhagia and ophtalmorrhagia could be seen after nasal tamponade. Though it is very uncommon, in epistaxis, hemotympanum and perforation of tympanic membrane may be seen spontaneously. In this case we reported a 27-year-old male with bilateral spontaneous hemotympanum and tympanic membrane perforation due to epistaxis ( Video 1 ). Although nasal packing is accused from hemotympanum and otorrhagia, in treated epistaxis cases, patient's false maneuver to cessation of hemorrhage or additional pathologies of homeostasis can be responsible from those complications.Öğe Erişkin ve Çocuklarda Rinosinüzit(İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Dergisi, 2010) Akarçay, Mustafa; Fırat, Z. Yezdan; Kelleş, MehmetRinosinüzit tüm dünyada sık görülen ve sağlık harcamalarında önemli yeri olan bir hastalıktır. Akut rinosinüzit sıklıkla viraldir ve tedavisi semptomatik yapılmalıdır. Tanı klinik ve radyolojik bulgulara göre konulur. Şikayetleri onuncu günden sonraya uzayan hastalarda bakteriyel enfeksiyon düşünülmelidir. Bakteriyel ajanı belirlemede en değerli yöntem sinüs ponksiyonu ile kültür alınmasıdır. Cerrahi tedavi komplikasyona giden akut veya medikal tedaviye yanıt vermeyen kronik vakalarda tercih edilmelidir. Teşhis ve tedavide yapılan yanlışlıklar gereksiz antibiyotik kullanımına yol açmaktadır.Öğe Lokal heparinoidlerin rinoplasti sonrası ödem ve ekimozun önlenmesindeki etkinliği(Kulak Burun Boğaz İhtisas Dergisi, 2010) Kelleş, Mehmet; Erdem, Tamer; Fırat, Yezdan; Kalcıoğlu, M. Tayyar; Akarçay, Mustafa; Selimoğlu, Erol; Yoloğlu, SaimÖz: Amaç: Bu çalışmada lokal olarak uygulanan heparinoidlerin, rinoplasti sonrası gelişen periorbital ödem ve ekimozun önlenmesindeki etkinliği araştırıldı. Hastalar ve Yöntemler: İki taraflı randomize osteotomi uygulanan 20 hastanın (12 erkek, 8 kadın; ort. yaş 23.3 yıl; dağılım 19-34 yıl) tek gözüne lokal heparinoid krem, karşı gözüne ise herhangi bir uygulama yapmaksızın ameliyat sonrası bakım yapıldı. Bir buçuk santimetre kadar lokal heparinoid dokuz gün süreyle günde bir kez göz çevresine uygulandı. Hastaların karşı gözleri kontrol grubu olarak kullanıldı. Ek olarak tüm hastalara ameliyattan 30 dakika önce ve 24 saat sonra, deksametazon 8 mg i.v olarak uygulandı. Ameliyat sonrası 1, 3, 5. ve 9. günlerde çekilen her bir hastanın fotoğrafları iki uzman gözlemci tarafından çift kör şekilde değerlendirildi. Ödem ve ekimoz skalalarına uygun olarak skorlama yapıldı. Bulgular: Ödem ve ekimoz açısından lokal heparinoid tedavisi uygulanan ve uygulanmayan gözler arasında istatistiksel olarak fark bulunmadı. Sonuç: Bu hastaların hiçbirinde ilaca aşırı duyarlılık gelişmedi. Skorlar incelendiğinde lokal olarak kullanılan heparinoidin, rinoplasti sonrası periorbital ödem ve ekimozun önlenmesinde herhangi bir etkinliği olmadığı tespit edildi (p>0.05).Öğe Maxillary sinüs mucocele presenting with proptosis a case report(Medicine Science, 2016) Kelleş, Mehmet; Toplu, Yüksel; Bozoğlu, Mehmet; Demirel, Soner; Karataş, Erkan; Kızılay, AhmetMucocele is a benign, cystic lesion of the paranasal sinus which grows slowly and becomes symptomatic after a long time. As its size increases the lesion expands out of the sinus. We reported a 16-year-old patient who presented with complaints such as left periorbital pain, shifting in the left eye and proptosis. Mucocele is most commonly seen in the frontal and ethmoid sinuses, while it is rare in the maxillary and sphenoid sinuses. We presented a case of maxillary sinüs mucocele with orbital complaints.Öğe Metastatic renal cell carcinoma to the condyle of the mandible(J Craniofac Surg, 2012) Kelleş, Mehmet; Akarçay, Mustafa; Kızılay, Ahmet; Şamdancı, EmineA 59-year-old woman who had left nephrectomy because of renal cell carcinoma (RCC) 3 years ago referred with trismus and a mass on her left temporomandibular joint. Computed tomography scan revealed an expanding lytic lesion on the left condyle of the mandible. Incisional biopsy was carried out. Histopathologic diagnosis was metastatic clear cell variant of RCC. Metastasis of RCC to the condyle of the mandible has not been reported yet. In this study, we presented a case of RCC metastasis to the condyle of the mandible.Öğe Peripheral facial paralysis during the COVID-19 pandemic(2022) Aydın, Şükrü; Fırat Koca, Çiğdem; Çelik, Turgut; Kelleş, Mehmet; Yaşar, ŞeymaThe mechanism surrounding idiopathic peripheral facial nerve paralysis remains unclear, though viral infections and even immunizations have been suspected of its origin. Thus, the relationship between COVID-19 and facial paralysis should be studied. With this research, we aimed to investigate the characteristics of facial paralysis during the COVID-19 illness as well as the relationship between facial paralysis and COVID-19, the length of time needed for recovery, concurrence with COVID-19 infection, and whether facial paralysis is a late complication or initial symptom of the disease. Forty-five patients thought to have had idiopathic peripheral facial paralysis were included in the study. Pure tone audiometry, COVID-19 PCR tests, and contrast-enhanced ear MRIs were performed on all participants. A standard prednisolone treatment protocol was followed. Participants were monitored for one month; we recorded whether they had COVID-19 previously, initially, or contracted it within the one-month testing period. At the same time, facial paralysis recovery rates were recorded and used in statistical analyses. PCR test at initial admission was reported as positive for COVID-19 in only one participant (2.2%). We discovered an improvement delay regarding facial paralysis in participants who had had COVID-19 previously (p<0.001). Prednisolone therapy used for peripheral facial paralysis did not pose an additional risk for COVID-19. Having had COVID-19 previously may cause delayed recovery of peripheral facial paralysis. Peripheral facial paralysis may be both a late manifestation as well as an early symptom of COVID-19.