Yazar "Kubat, Mehmet" seçeneğine göre listele
Listeleniyor 1 - 20 / 20
Sayfa Başına Sonuç
Sıralama seçenekleri
Öğe BİR AKSİYON ADAMI OLARAK ABDULLAH AZZÂM VE CİHÂDÎ- SELEFÎ PERSPEKTİF(2021) Çakmak, Fevzi; Kubat, MehmetErken dönem dinî inanç ve uygulamaları esas alan bakış açısı veya erken dönem dinî söylem demek olan Selefiyye, tarihsel süreç içinde farklı formlara evrilmiş ve farklı isimlerle anılmıştır. Buna göre sahâbe, tâbiîn ve tebe-i tâbiînin inanç ve uygulamada benimsediği yolu sürdü- renler için Selef-i Sâlîhîn kavramı kul- lanılırken; modern zamanlarda daha çok Selefîliğin aşırı bir tezâhürü olarak görülen Vehhâbîlik bünyesinde ortaya çıkan akımların ortak adı ise Neo- Selefîlik’tir. Neo-Selefî iki akımdan biri başlangıçtaki militer özelliğini zaman- la kaybederek Suûdi Arabistan’ın resmî ideolojisi haline gelen Suûdî Selefîlik iken diğeri Cihâdî Selefîlik’tir. Muhammed b. Suûd tarafından kuru- lan ve Suûdi Arabistan’ın devletleşme sürecinde önemli bir rol oynayan İh- vân teşkilatının lağvedilmesinden sonra bir süre pasivize olan ancak 1979’da Cüheymân el-Uteybî’nin liderliğinde gerçekleştirilen Kâbe baskınıyla yeniden aktif hale gelenhareket ile Afganistan’ın Sovyet işgalinden kurtarılmasına yaptığı ka- tkılarıyla tanınan Filistinli akade- misyen Abdullah Azzâm’ın aynı kaynaklardan beslenen hareketi, Cihâ- dî Selefî oluşumlar olarak nitelen- dirilebilir. Bu makalede öncelikle ha- yatının erken bir döneminde İhvân-ı Müslimîn saflarına katılarak Filistin direnişinin içinde yer alan, ardından Afgan direnişine katılarak faaliyetleri ve cihâd hakkında kaleme eserler aracılıyla Cihâdî Selefîliğin teşekkül sürecinde krıtik bir rol oynayan Azzâm’ın hayat öyküsünden bahse- dilecek, ardından geliştirilip sistem- leştirdiği Cihâdî Selefî perspektif tasvir ve analiz edilmeye çalışılacaktırÖğe Çağdaş Nusayrî Şeyhlerinin Eserlerinde Tanrı Tasavvuru ve Hz. Ali Algısı(2024) Yoldaş, Mehmet Hanifi; Kubat, MehmetNusayrîlerin dini önderleri, Nusayrîliğin İslâm dairesi içerisinde bulunduğunu ve gerçek İslâm’ın kendileri tarafından temsil edilmekte olduğunu iddia etmektedirler. Bu iddiaya mukabil hem mutedil Şiî fırka tarihçileri hem de Ehl-i sünnete mensup İslâm mezhepleri tarihçileri Nusayrîliği Şîa’nın gulât fırkalarından saymakta ve İslâm dairesi dışında kabul etmektedirler. Bu durum yazılan eserlere de yansımıştır. Nusayrî inanç ve ibadet esasları hakkında muhalifleri tarafından yazılanlarla Nusayrî şeyhlerinin teliflerinde dile getirilen görüşler arasında ciddi farklılıklar mevcuttur. Ülkemizde yaşayan Nusayrî şeyhleri özellikle 1990’lı yılların başından itibaren mezhepleriyle ilgili eserler yazmaya başladılar. Bu eserlerde kendi inanç esaslarını ortaya koymaya, yeni yetişen nesiller üzerinde etkili olmaya ve onlara kendi mezheplerini anlatmaya gayret ettiler. Çünkü şehirleşmenin ve modernleşmenin beraberinde getirdiği olumsuz etkiler, kapalı toplum yapısı gösteren Nusayrîler üzerinde de görülmeye başladı. Nusayrî müellifler, bu olumsuzlukların önüne geçme ve Nusayrî inançlarını yeni kuşaklara aktarma adına yayınlara ağırlık verdiler. Nusayrî şeyhlerine ait bu eserleri incelediğimizde Nusayrîler, kendi inançlarının hep yanlış ve iftiralar içerecek şekilde anlatıldığını söylemektedirler. Bu eserlerin müellifleri, Nusayrî itikadının İslâm’ın kendisi olduğunu, inanç esaslarıyla, ibadetleriyle İslâm’ı yaşadıklarını belirtirler. Ayrıca İslâm mezhepleri tarihçileri tarafından anlatılan Nusayrî inanç ve itikadının kendileriyle alakasının olmadığını, Hz. Muhammed’i peygamber, Kur’an-ı Kerim’i de kutsal kitapları olarak kabul ettiklerini ifade etmektedirler. Nusayrîler, Allah inançlarının İhlâs sûresinde anlatıldığı gibi olduğunu söylerler. Bununla birlikte hulûl inancını da kesin bir dille reddederler. Nusayrîlere göre Allah’ın yaratılan bir varlığın bedenine hulûl edeceği inancına inanmak dalalete sapmak demektir. Hz. Ali’nin kendileri tarafından ilah olarak kabul edildiği görüşü tamamen kendilerine atılmış bir iftiradır. Bu görüşe kaynaklık eden Kitâbü’l-Mecmû?’da geçen Hz. Ali’nin ulûhiyeti ile ilgili kısımlar sonradan düşmanları tarafından eklenmiştir. Onlara göre Hz. Ali; sahip olduğu özellikleri, faziletleri, ilmi ve olağanüstü halleri ile evliyalık derecesi yüksek bir konumda bulunmaktadır. Allah’ın kudreti çoğu kez Hz. Ali’de tecelli etmiştir. Ancak bu tecelli hallerinin hulûl inancıyla kesinlikle bir alakası bulunmamaktadır. Bâtınî ilme sahip olan Hz. Ali, Hz. Muhammed ile aynı nurdan yaratılmıştır. Hz. Peygamber’in birçok övgüsüne mazhar olmuş ve kendisinden sonra Müslümanların halifesi olarak vasi ilan edilmiştir. Hz. Peygamber’in Hz. Ali’ye verdiği konum ve değerden daha üstün bir değer vermediklerini özellikle ifade eden Nusayrî şeyhleri; Hz. Ali ile ilgili düşüncelerinin bu çerçevede olduğunu eserlerinde özellikle vurgularlar. Bu ifadeleri göz önünde bulundurarak Nusayrî şeyhlerinin düşünce ve kanaatlerinin incelenmesi ile teliflerinde akideye dair konuları ele alma usul ve yöntemlerin ortaya konulması bu mezhebin tanınmasına ve anlaşılabilmesine önemli katkılarda bulunacağına inanmaktayız. İslâm mezhepleri tarihçilerinin çalışmalarında objektif davranması bu ilmi disiplinin en başta gelen ilkelerinden biridir. Bu hakikat ışığında biz bu çalışmada Nusayrîler hakkında söylenenlerden, yazılanlardan ve iddia edilenlerden öte Nusayrî şeyhlerinin inançlarının temelini oluşturan tanrı tasavvurlarını mercek altına almaya gayret ettik. Bu konudaki düşünce ve fikirlerinin anlaşılırlığına katkıda bulunma adına Nusayrî şeyhlerinin Hz. Ali algısını da detaylı olarak tetkik ettik. Bu çalışmada temel gayemiz çağdaş Nusayrî inanç önderlerinin tanrı tasavvurları ile Hz. Ali algısını kendi görüşleri ekseninde ortaya koymaktır.Öğe el-Esmâ ve’l-Ahkâm Görüşleri Bağlamında İbâdiyye-Mu‘tezile Etkileşimi(2022) Yoldaş, Mehmet; Kubat, MehmetHz. Ali’nin hilafet yıllarında yaşanan fitne olayları, fırkalaşma hareketleri-nin başlamasına neden oldu. Bu dö-nemdeki toplumsal-siyasal olayların sonucu çeşitli konular farklı mahfil-lerde tartışılıyordu. Tartışılan konu-lardan “iman-kebire” ilişkisi günde-min en önemli konusuydu. Bu tartış-maların hararetle yapıldığı yerlerin başında Basra gelmekteydi. Basra’da etkin olan gruplar içerisinde İbâdiyye önemli bir konuma sahipti. Aynı şe-kilde Mu‘tezile’nin de ilim çevrele-rinde hatırı sayılır bir ağırlığı bulun-maktaydı. Her iki mezhebin görüşleri incelendiğinde bazı konularda benzer düşüncelerin varlığı söz konusudur. Bir yandan bedevî kökenli İbâdiyye, diğer yandan entelektüel yönü ağır basan mevâlî kökenli Mu‘tezile ara-sında etkileşimin olacağını düşün-mek mümkün görünmemekle bera-ber eserlerde zikredilen fikri yakınlık örnekleri, bu iki mezhep arasında bir fikri etkileşimin varlığını akla getir-mektedir. Makalemizde “el-esmâ ve’l-ahkâm” görüşleri bağlamında her iki mezhep arasında özellikle teşekkül dönemlerini dikkate alarak fikirlerin benzerliğini tespit etmeye ve arala-rında var olduğunu düşündüğümüz etkileşimi ortaya koymaya gayret edeceğiz.Öğe El-Malatî ve İslâm mezhepleri tarihindeki yeri(İnönü Üniversitesi İlahiyat Fakültesi, 2010) Kubat, MehmetMalatya’da doğan, çocukluğunu ve ilk tahsil yıllarını Malatya’da geçiren, daha sonra Trablus, Halep, Harran, Antakya ve Rakka gibi dönemin önde gelen ilim merkezlerinde tahsil gören Ebu’l-Hüseyin el-Malatî, IV. (X.) yüzyılda yaşamış erken dönem İslâm âlimlerinin en ünlülerinden biridir. O, sahabe asrına oldukça yakın, vahiy dilini bilmenin yanında onu yorumlamak için gerekli yardımcı ilimlere vâkıf, İslâmî her tür bilgiyle donanmış, kapasiteli ve ihatalı bir düşünürdür. Malatî’nin; Tefsîr, Hadis, Fıkıh, Kelâm ve Arap Dili ve Belagatı gibi temel İslâmî ilimler alanında engin bilgisi ve geniş kültürüyle dikkatleri üzerine çekmeyi başarmış olmakla birlikte, daha çok İslâm Mezhepleri Tarihi alanında kaleme aldığı et-Tenbîh adlı eseriyle şöhret bulduğu ve bu eserde fırkaların itikadî görüşlerine dair yaptığı özgün yorumlarıyla öne çıktığı bir gerçektir. İslâm inanç ekollerinin doğuşu ve itikâdî görüşleri üzerine kaleme alınan en kadîm eserlerden biri sayılan bu önemli ça-lışma, selefî düşünceyi benimsemiş âlimler arasında Müslümanların yetmiş üç fırkaya ayrılacağı anlayışıyla te’lif edilmiş ilk eserdir. Makalât geleneği sahasında ise el-Eş’arî’nin Makalâtu’l-İslâmiyyîn adlı kitabından sonra İslâm dünyasında Sünnî düşünceyle yazılan ikinci eser olma özelliğine sahiptir. Malatî’nin et-Tenbîh’te aktardığı özgün fikirler, erken dönem İslâm düşünce yapısını anlayıp analiz etmemize katkıda bulunmaktadır.Öğe HADİS EDEBİYATINDA MEZHEPLERE YAKLAŞIM FARKLILIKLAR(2021) Çetinkaya, Mehmet; Kubat, MehmetHadisler Hz. Peygamber’e atfedilen söz, fiil ve takrirlerdir. Mezhep ise terim olarak dini anlama ve yorumlamada kendine has yaklaşıma sahip düşünce bütünü ve bu yaklaşıma göre oluşan ekolleşme olarak tanımlanmıştır. Mezhepler Hz. Peygamber’in vefatından çok sonra çeşitli görüş ayrılıkları neticesinde ümmette/Müslüman toplumda ortaya çıkan gruplardır. Hz. Peygamber döneminde mezhep olmamasına rağmen mezheplerle ilgili hadisler sahih, sünen ve diğer klasik tarih ve mezhep kitaplarında rivayet edilmiştir. Bu tür hadislerin rivayet edilmesinde birçok faktör olmakla birlikte mezhep taassubu en önemli sebeplerdendir. Bu çalışmada Ehl-i sünnet, Hâricîler, Kaderiyye/ Mu‘tezile, Mürcie, Şîa, Cehmiyye’yle ilgili hadis rivayetleri Mezhepler Tarihî açısından ele alınmış, keza mezhep faktörünün mezhepleri hedef alan hadis rivayetlerine etkisi incelenmiştiÖğe HAKİKATİN TÜMÜNÜ TEKELİNDE GÖRMEK YA DA MEZHEBİ DİN EDİNMEK(2019) Kubat, MehmetÖz: İtikadî-siyasî mezheplerin, fikirlerini Kur’ân ve Sünnet’e onaylatma gereği duydukları ve duruşlarını tahkim etmek için nassları görüşlerinin yardımına çalıştıkları bir gerçektir. Mezhebin kendi yorumunu nasslara dayandırması, Kur’ân ve Sünnet’e onaylatması tabiî bir hâdisedir. Ancak problem teşkil eden husus, mezhebin kendi yorumunu “mutlak hakikat” kabul edilip hakikatin tümünün kendi tekelinde olduğunu savunmaya başlaması ve böylece mezhebî yorumu din yerine ikame ederek kendi dışındaki bütün mezhepleri “din dışı” ilan etmesi ve İslâm dairesinin dışına çıkarmaya çalışmasıdır. Nassları kendi mezhebi görüşleri doğrultusunda yorumlayan ve yaptıkları yorumu “mutlak hakikat” kabul eden mezheplerin başında Hâricîler, Şîa ve Mu’tezile gelmektedir. Bu mezhepler kadar aşırı dozda olmasa da Ehl-i Sünnet mensuplarının da zaman zaman kendi mezhebî yorumlarını hakikatin yegâne ölçüsü ilan ettikleri dikkatlerden kaçmamaktadır. Her ne kadar Sünnî âlimler, teoride Ehl-i kıbleden saydıkları mezhep mensuplarını Müslüman kabul etmiş ve onları İslâm dairesinin dışına çıkarmayıp kardeş saymış olsalar da pratikte tersi bir tutum takınmışlardır. Ehl-i Sünnet’in, diğer mezhepleri “ehl-bid’at” veya “ehl-i dalâlet” gibi tanımlamalarla kategorize ettiği, sapkın ilan ederek tekfir ettiği ve böylece İslâm dairesinin dışına çıkardığı birçok örnek gösterilebilir. Bu makalede kendi yorum biçimlerini hakikatin tek ölçüsü kabul edip din yerine ikame eden mezheplerin görüşlerinden örnekler aktarılacak ve bu tutumun negatif yönlerine işaret edilecektir.Öğe Hâricî Düşüncede Ilımlılaşma Çabaları ve İbâdiyye’nin Günümüze Kadar Varlığını Devam Ettirmesi Üzerine(2023) Yoldaş, Mehmet; Kubat, Mehmetİslâm Tarihinde ilk ayrılık hareketi olarak kabul edilen Hâricîler, ortaya çıktıkları ilk zamanlar bütünlüklerini korumuşlardır. Ancak zamanla kendi içlerinde oluşan farklı düşünceler, mezhepleşme sürecine girdikleri dönemde bir taraftan da fırkalara ayrılmalarını neden oldu. Hariciler, yaşanılan bu iftirak sonucu birbirinde farklı düşüncelere sahip fırkalar olarak varlıklarını sürdürmüşlerdir. Aslında Abdullah b. Zübeyr’e yardım ettikleri tarihten önce de kendi içlerinde farklı düşüncelerin varlığını savunan kişiler bulunmaktaydı. Bu durum beraberinde bir bölünme getirmedi. Belki de kendilerine yönelik olan devlet baskısı ve gittikçe artan şiddet hali, Muhakkime mensubu insanların derin görüş ayrılıklarına savrulmalarına neden oldu. Bir tarafta itidalli davranmayı ve sahip oldukları görüşlerin daha çok insan tarafından kabul edilmesi için davet metoduna önem verenlerin varlığı ile öte tarafta karşılaştıkları devlet şiddetinden dolayı hurûcu zorunlu görenlerin varlığı, Hâricî hareketin fırkalara ayrılması sürecini hızlandırdı. Emevîler döneminde süreklilik arz eden Hâricî isyanları, toplumda infial hali oluşturdu. Ayrıca iman-kebire konuları bağlamında sahip oldukları düşünceler de toplumda kendilerine karşı kızgınlığın artmasına ve nefret duyulmasına sebebiyet verdi. Emevî yönetimine karşı yapılan hurûc girişimlerinin genel olarak başarısızlıkla sonuçlanması ve özellikle öncü kadrolarının yapılan savaşlarda öldürülmesi, sertlik yanlısı olarak kabul edilen Hâricî fırkaların güç kaybetmesini hızlandırdı. Bununla birlikte toplumda Hâricîlere karşı oluşan tepkisel tutumlar kendilerine yeni insanların katılımını engelledi. Zaman içerisinde müntesiplerinin azalması, Hâricîlerin tarih sahnesinden silinme sürecini hızlandırdı. Buna karşılık İbâdiyye, düşünce ve görüşlerinde itidalli davranmasıyla temeyyüz etmiştir. İbâdîler, toplumda kutuplaşmaya neden olacak tutumlardan uzak durmanın gayretiyle öğrenci yetiştirmek ve görüşlerinin toplumun her kesimine ulaşmasının uğraşı içerisinde oldular. Uzak beldelerde davet çalışmalarının başarılı olması ve kurdukları devlet(ler) sayesinde İbâdî düşünce, varlığını devam ettirme imkânına ulaşmıştır. Buna ilaveten ilmî çalışmalar, yetişen âlim şahsiyetler ile mezhebin görüşlerinin anlatıldığı teliflerin ortaya konması da İbâdiyye’nin günümüze ulaşmasında etkili olan faktörler arasındadır. Ezârika, Necedât ve diğer Hâricî fırkaların ömürlerinin kısa olmasına ve günümüze ulaşamamalarına mukabil İbâdiyye, Hâricî düşüncenin itidalleşmesinin somut örneği olarak dile getirilmiştir. Makalemizde Hâricî düşüncede ılımlılaşma çabaları ve İbâdiyye’nin günümüze kadar varlığını devam ettirmesi konusunu ele aldık. Bu konuyu incelerken İbâdiyye’yi Hâricî fırkalardan varsayarak hareket ettik. Hâricî düşüncenin tarih sahnesine çıkışı üzerinde kısaca durduktan sonra Hâricî fırkaların belli başlı görüşlerindeki itidal arayışlarını ortaya koymaya gayret gösterdik. Şiddet ve sertlik yanlısı olarak kabul edilen Ezârika ve diğer Hâricî fırkalar ile mutedil görüşlere sahip İbâdiyye’yi kabul ettikleri belli başlı görüşleri çerçevesinde mukayese ettik. Amacımız, İbâdiyye’nin günümüze kadar varlığını devam ettirmesinde belirleyici olan temel hususları fikirlerin karşılaştırılması noktasında değerlendirmeye tabi tutmaktır. Böylelikle Hâricî düşüncede itidal arayışını ve İbâdîyye’nin günümüze kadar varlığını devam ettirmesinde belirleyici olan etmenlerin tespitini yapmış olduk.Öğe İBN HAZM’IN İTİKÂDÎ MEZHEPLERİ TENKİT METODU(2020) Yekta, Abdullah; Kubat, MehmetZâhirî mezhebinin en büyük temsilcisi olan İbn Hazm, İslâm dünyasında ortaya çıkan itikadîmezhepleri ayrıntılı biçimde inceleyip görüşlerini eleştiren önemli âlimlerden biridir. Kendisini Sünnîolarak tanıtan, Ehl-i Sünnet’i de “ashabın izinden gidenler” diye tanımlayan İbn Hazm, benimsediğizâhirî anlayışla kelâmcıları ve itikadî mezhepleri ciddi bir eleştiriye tabi tutmuştur. Ona görekelâmcılar, Kur’ân ve Sünnet’in yanı sıra mantık ve felsefe de bilmedikleri için itikadî esaslarıkanıtlama ve savunmada yetersiz kalmışlar, duyular ötesini duyulur âlemle mukayeseye dayanan birakıl yürütme tarzını benimsedikleri için de yöntem açısından hata etmişlerdir. Ayrıca o, Allah’aatfedilen sıfatlar Kur’ân ve hadislerde kullanılmadığı için bu sıfatları Allah’a atfetmenin O’numahlûkâta benzetmek olacağını iddia ederek kelâmcıları ve onların mensubu bulunduğu itikadîmezhepleri kıyasıya eleştirmiştir. İbn Hazm, eleştirilerini nasların zâhirî anlamı, Allah’ın kendisiyleinsanlara hitap ettiği dil, cisim ve arazların tabi olduğu felsefî ve mantıkî kurallara göre yapmıştır. Bumakalede karşılaştırmalı bir yöntem kullanılarak önce kısa ve öz biçimde İtikâdî Mezhepler Tarihimüelliflerinin fırkaları eleştiri biçimi aktarılmış, daha sonra da İbn Hazm’ın mezhepleri hangi ölçütleregöre tenkit ettiği tespit edilmeye, böylece onun mezhepleri eleştiri ve tenkit yöntemi tespit edilmeyeçalışılmıştır.Öğe İran’da Vehhâbîlik Konulu Akademik Yayınlar Bibliyografyası: Medreselerin Üçüncü Seviye Seminer Risaleleri ve Mezûniyet Risaleleri ile Üniversitelerin Dinî İlimler Programlarının Yük-sek Lisans ve Doktora Tezleri(2023) Doğrusözlü, Zekeriya; Kubat, MehmetŞiî mezhebi ile Selefî akım arasındaki çatışmanın öteden beri devam ettiği bilinmektedir. Genellikle “Şiî-Sünnî” çatışması şeklinde lanse edilen bu mücadele, aslında “Şiî-Hilâli” olarak olarak adlandırılan ve birçok ülkeye dağılmış olan Şiî nüfusu bünyesine dahil etme amacı güden İran ile ülkesinde önemli oranda Şiî nüfusu barındırdırdığı için bu mezhep mensuplarını kendisi için tehdit olarak algılayan Suudi Arabistan arasındaki çatışmanın günümüzdeki bir devamıdır. “Şiî-Sünnî mücadelesi” şeklinde ele alınan bu mücadelenin aslında “Şiî-Vehhâbî çatışması” şeklinde ele alınması daha doğrudur. Son yıllarda Suudi Arabistan’da Şiilik üzerine, İran’da ise Vehhâbîlik konusunda yapılan yayınların sayısının önemli ölçüde arttığı gözlenmektedir. Bu yayınların tümünü ele almak çalışmanın kapsamını aşacağından biz bu makalede yalnızca İran’da geleneksel ve modern dinî ilimler alanında Vehhâbîlik üzerine yapılan yayınları aktaracağız. Öncelikle belirtmek gerekir ki, İran’da Vehhâbilik üzerine yapılan yayınların çokluğu, bu konuda yapılacak bilimsel araştırmalardaki kaynak taramalarını bir hayli zorlaştımaktadır. Bu durum konuya dair biyografik çalışmaların yapılmasını zorunlu hale getirmektedir. Bu nedenle biz bu makalede öncelikle akademik araştırmalarda bibliyografik çalışmaların önemine değindik, daha sonra da kaynakların konulara göre sistemli bir şekilde bir araya getirilmesinin söz konusu eserlere kolayca ulaşılmasını sağladığına, bunun da bilgi paylaşımının etkinleşmesini kolaylaştırdığına işaret ettik. İslam Mezhepleri Tarihi alanında yapılan bibliyografik çalışmaları örnek alarak yaptığımız bu çalışmada İran’da sayısı yüzleri bulan Vehhâbîlik konulu çalışmaların künyelerinin bir araya getirilmesini amaçladık.Öğe İslâm düşüncesinde aklın vahiy karşısındaki konumu(Milel ve Nihal İnanç, Kültür ve Mitoloji Araştırmaları Dergisi, 2011) Kubat, MehmetÖz: Müslüman âlimler tarih boyunca din açısından insan aklının gücünü ve sınırlarını tartışmıştır. Temel tartışma konularından birisi, iyiyi kötüden ve doğruyu yanlıştan ayrın bir yetenek olarak aklın tek başına kişiyi kur-tuluşa ulaştıran bir faktör olup olmadığıdır. Diğeri ise aklın bütün varlığın esası olan hakikati tek başına ne derece kavrayabileceğidir. Nihayet, akıl ile vahiy arasındaki sınır çizgisinin neresi olduğudur. İslâm düşüncesinde insanı diğer canlılardan ayıran bir özellik, onu sorumlu kılan temyîz gücü ve düşünme/anlama melekesi olarak kabul edilen akıl; tarifi, mahiyeti ve çeşitleri açısından oldukça tartışılmıştır. Bununla birlikte akıl, nakil, nass, vahiy veya din ile ilişkisi açısından da inceleme konusu yapılmıştır. Bu makalede İslâm düşüncesinin en köklü problemlerinden biri sayılan aklın nakil karşısındaki konumu ele alınacaktır. Metinde öncelikle İslâm filozofları ve kelâmcıların akla dair görüşleri aktarılacaktır. Ardından Kur’an’ın konuya ilişkin öğretisi tespit edilmeye çalışılacaktır.Öğe İSLÂM MEZHEPLERİ TARİHİ ÖĞRETİMİ AÇISINDAN İMAM-HATİP LİSESİ MÜFREDATININ DEĞERLENDİRİLMESİ(2019) Kubat, Mehmetİlahiyat ve İslâmî İlimler Fakültelerine öğrenci, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın çeşitli kurumlarında istihdam edilmek üzere kalifiye eleman yetiştiren ortaöğretim kurumlarımızdan başında İmam-Hatip Liseleri gelmektedir. Ne var ki İmam-Hatip Lisesi öğrencilerinin, resmi öğretim programlarıyla çeşitli dinî konularda bilgi dünyaları şekillendirilirken, mezhepler konusunda istenen bilgi ve donanımda yetiştirilemedikleri bir gerçektir. Bunun temel nedenlerinden biri İmam-Hatip Lisesi müfredatında doğrudan İslâm Mezhepleri Tarihi dersinin yer almaması ve konuyla ilgili diğer derslerde de mezhep mefhumunun yeterince öğretilememesidir. Tabiat boşluk kabul etmez; bu alandaki boşluğun çoğunlukla informal alanda faaliyet gösteren ve dini istismar eden çevreler tarafından doldurulduğu müşahede edilmektedir. Sonuçta İmam-Hatipli öğrenciler, zorunlu olarak kendilerini bir mezhebin taraftarı yahut dinî bir grubun doğrudan içinde bulmakta ve mensubu bulunduğu mezhebi din olarak algılayan, diğerlerini ise din dışı görüp ötekileştiren yanlış bir zihniyete sahip olabilmektedir. Oysa gerçekte mezhep din değil, dinin yorumu sonucu doğan beşerî bir formdur. Bu nedenle İmam-Hatip Lisesi müfredatında İslâm Mezhepleri Tarihi dersinin ihdas edilmesi, bu disipline ait öğretim programı ve yöntemin günümüz şartları içinde yeniden değerlendirilmesi ve geliştirilmesi, derslerde mezheplere dair objektif kriterlere bağlı kalınarak yazılmış ders kitapların okutulması, ayrıca mezheplerin ele alındığı konu başlıklarının öğrencilerin güncel dinî hâdiseleri anlamlandırması ve kavramasına yardımcı olacak nitelikte yeniden dizayn edilmesi zorunludur. Bu makalede, İslâm Mezhepleri Tarihi öğretimi açısından içinde mezhep konularının ilk olarak yer aldığı 1963’ten günümüze İmam-Hatip Lisesi müfredatı değerlendirilecek, ilgili müfredatın yeniden düzenlenmesinin yolları tartışılacak, bu bağlamda İmam-Hatip Liselerinin program geliştirme çalışmalarına yeni bilgi ve bakış açısı sunma cihetiyle katkı sağlanmaya çalışılacaktır.Öğe İslâmî Öğretide Kerâmet(Milel ve Nihal İnanç, Kültür ve Mitoloji Araştırmaları Dergisi, 2013) Kubat, MehmetÖz: İslâm düşüncesinde âdetullah veya sünnetullah kavramıyla ifade edilen Allah ın evrende geçerli kıldığı ve mükemmel kâinat nizâmını üzerine ikame ettiği bir takım değişmez yasalarının varlığı kabul edilir. Ancak İslâm da insanın sebep-sonuç ilişkisine şartlanıp zamanla onu tanrı yerine ikâme etmesinin önüne geçmek ve tabiatta görülen düzenli işleyişin salt etki-tepki mekânizması içinde kendi kendine bir süreklilik ve tekrarlayış olmadığı, gerçekte bu düzen ve intizamı kuran ve işletenin Allah olduğu hikmetine mebni olarak, bu yasaların geçici olarak durdurulması suretiyle irhâs, mûcize ve istidrâc gibi bazı hârikulâde olayların vuku bulduğu da kabul edilir. İslâmî literatürde hârikulâde olay, sorumluluğunun bilincinde, zühd ve takvâ sahibi, istikamet üzere bulunan velî bir mü min elinde zuhur ederse, bu hâdise kerâmet kavramıyla karşılanmıştır. Kaynaklarda kerâmetin birçok türünden bahsedilmiş olsa da, bu makalede önce kelâm bilginlerinin konuya dair görüşleri aktarılmış, daha sonra Kur ân ın kerâmete dair öğretisi tespit edilmeye çalışılmıştır.Öğe İSLAM’DA İTİKADİ MEZHEPLERİN TASNİF USULLERİ VE İBN HAZM(2020) Yekta, Abdullah; Kubat, MehmetÖz: İslam’da İtikâdî mezheplerin tasnifi ve hangisinin doğru yolda olduğu konusu Hicrî üçüncü asırdan beri bir problem olarak devam edegelmiştir. Bu problemi, Hz. Peygamber’den aktarılan 73 fırka hadisiyle çözmeye çalışanlar olduğu gibi her dönemde var olan mezhepleri olduğu hal üzere tasnif edenler de olmuştur. 73 fırka hadisinde geçen 73 sayısını hakikat anlamında kabul eden müellifler olduğu gibi bu rakamı çokluktan kinaye olarak kabul edenler de olmuştur. Bu alimlerden İbn Hazm, mezhepleri diğer mak?lât müelliflerinden farklı olarak Ehl-i sünnet’e yakınlık ve uzaklıklarına göre tasnifte bulunmuş ve diğer mezheplere karşı Ehl-i sünnet itikadını savunmuştur. İbn Hazm’ın geliştirdiği bu metodun araştırmacılarımızın pek dikkatini çekmediği kanaatindeyiz. Bu araştırmamızda dikkatlerden kaçan bu hususun anlaşılması için diğer mak?lât müellifleri tasnifleriyle İbn Hazm’ın tasnifini karşılaştırma yoluna gittik. Makalemiz, İbn Hazm’ın bu problemi nasıl çözdüğünü konu edinmektedir.Öğe İtikadî mezheplerin imâmet tasavvuru(İnönü Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2018) Kubat, Mehmetİslâm’ın ilk döneminden bugüne Müslümanlar arasında ortaya çıkan en önemli problem imâmet konusunda baş gösteren anlaşmazlıktır. İslâm tarihi boyunca üzerinde en çok ihtilâfın meydana geldiği, etrafında en çok tartışmanın yaşandığı ve uğruna en çok kavga ve savaşın yapıldığı mesele de şüphesiz imâmet meselesidir Bu sorun Şîa, Havâric ve Mürcie başta olmak üzere hemen bütün itikadî mezheplerin fikir, anlayış ve duruşlarını şekillendirmiştir. Bu makalede önce imâmet ve hilâfet kavramlarının anlam alanını üzerinde durulacak, ardından da ilk teşekkül eden Hâvâric, Şîa ve Mürcie fırkalarının imâmet nazariyesi özetlenecek ve en sonunda da Ehl-i Sünnet’in Selefiyye, Eş’arîyye ve Mâturidîyye ekollerinin imâmet görüşü aktarılacaktır. Anahtar Kelimeler: İmâmet, hilâfet, Kureyşîlik, nass ile tayin, seçim.Öğe Kelâmî açıdan Kur'an'ın mûcizeliği meselesi(2013) Kubat, Mehmetİslâmî öğretide Allahın evreni yaratıp devam ettirmek ve toplum hayatını düzenlemek üzere geçerli kıldığı bir takım yasalarının varlığı kabul edilir. Adına Âdetullah veya Sünnetullah denilen bu kanunlarla Allahın yarat- ma ve yönetmesinde öteden beri süregelen ve değişmeyen bazı uygulama- larının bulunduğu vurgulanır. Yüce Allah, hikmeti gereği, bütün kâinat nizâmını bu kanunlar üzerine kurmuştur. Ancak İslâm düşüncesinde, bu yasaların geçici olarak durdurulması suretiyle bazı hârikulâde olayların vuku bulduğu da kabul edilmiştir. İslâmî literatürde hârikulâde olay, pey- gamberliğini ispat amacıyla ve hasımlarına benzerini ortaya koymaya güç yetiremeyeceklerine dair meydan okuyarak bir elçi elinden sadır olursa buna mûcize denilmiştir. Bu makalede hârikulâde bir hadise olan mûcize kavramı hakkında önce kelâm bilginlerinin görüşleri aktarılacak, daha sonra da mesele Kuran açısından irdelenecektir.Öğe Kelâmî açıdan Kuranın mûcizeliği meselesi(İslami İlimler Dergisi, 2013) Kubat, MehmetÖz:İslâmî öğretide Allah ın evreni yaratıp devam ettirmek ve toplum hayatını düzenlemek üzere geçerli kıldığı bir takım yasalarının varlığı kabul edilir. Adına Âdetullah veya Sünnetullah denilen bu kanunlarla Allah ın yarat- ma ve yönetmesinde öteden beri süregelen ve değişmeyen bazı uygulama- larının bulunduğu vurgulanır. Yüce Allah, hikmeti gereği, bütün kâinat nizâmını bu kanunlar üzerine kurmuştur. Ancak İslâm düşüncesinde, bu yasaların geçici olarak durdurulması suretiyle bazı hârikulâde olayların vuku bulduğu da kabul edilmiştir. İslâmî literatürde hârikulâde olay, pey- gamberliğini ispat amacıyla ve hasımlarına benzerini ortaya koymaya güç yetiremeyeceklerine dair meydan okuyarak bir elçi elinden sadır olursa buna mûcize denilmiştir. Bu makalede hârikulâde bir hadise olan mûcize kavramı hakkında önce kelâm bilginlerinin görüşleri aktarılacak, daha sonra da mesele Kur an açısından irdelenecektir.Öğe Mezheplerin Ana İhtilâf Konularından Biri Olarak Kabir Azâbı(2020) Kubat, MehmetÖz Akıl yürütme veya beş duyu vasıtasıyla bilinemeyip yalnızca vahiy yoluyla sâbit olan gaybî konulardan biri de kabir azâbıdır. Kabir azâbı konusunda bazı âyetlerin işareti ve çeşitli hadislerin de beyanları söz konusudur. Bu âyet ve hadisler itikadî mezhepler tarafından farklı yorumlanarak farklı sonuçlara ulaşılmıştır. Ehl-i Sünnet âlimleri, Fir’avun ve ona uyanların sabah akşam ateşe arz edildiğini, kıyamet gününde ise azâbın en şiddetlisine çarptırılacaklarını, münâfıkların iki defa azap gördükten sonra ayrıca büyük bir azâba da mâruz bırakılacağını, kâfirlere cehennemdeki büyük azaptan önce yakın bir azâbın da tattırılacağını bildiren âyetler ile Hz. Peygamber’in kabirde azap gören bazı kimselerin sesini işittiğine, kabir azâbından Allah’a sığındığına, cenaze namazını kıldırdığı ölüyü kabir azâbından koruması için Allah’a dua ettiğine dair birçok hadisin kabir azâbının varlığına açık delil olduğunu kabul etmişlerdir. Öte yandan Cehmiyye ve Râfızâ’nın kâhir ekseriyyeti, Mu’tezile’den ise bazı âlimler, hesap ve mizandan önce görülecek azâbı akla aykırı bularak, kabir azâbına delâlet ettiği söylenen âyetlerin işaretini reddetmiş ve âhâd haber oldukları gerekçesiyle hadislerin beyanını da kabul etmemişlerdir. Günümüz İslâm dünyasında bu iki farklı görüşün de izdüşümleri mesabesinde olan oluşumlar bulunmaktadır. Bu çalışmada öncelikle itikadî fırkaların kabir azâbına dair argümanları aktarılacak, daha sonra da yapılan bu yorumlardan hangisinin gerçeğe daha yakın olduğu tespit edilmeye çalışılacaktır.Öğe MİHNE VE MEZHEPSEL ETKİLERİ(2024) Çetinkaya, Mehmet; Kubat, Mehmetİlahi kelâmın hâdis ya da kadîm olduğu sorunu mezhepler arasında görüş ayrılıklarına neden olan temel meselelerden biridir. Bu konu etrafında alevlenen Halku’l-Kur’ân tartışmaları Hicri II. yüzyılın ortalarından itibaren baş göstermiş ve İslâm düşüncesini derinden etkilemiştir. Bu tartışmalar sonucunda meydana gelen cepheleşme ile beraber kendi fikri yapısını karşıtlık üzerinden inşa etme süreci ortaya çıkmış, konuyla ilgili hadisler uydurulmuş, reddiye kabilinden eserler kaleme alınmış ve hadis edebiyatına etkisi oldukça kapsamlı olmuştur. Selef ve Ehl-i hadis alimleri bu konuda Mu‘tezile ve Cehmiyye gibi mezheplerle şiddetli bir mücadeleye girişmiştir. Bu süreçte Ehl-i hadis’in dinden saydığı bazı hadis rivâyetlerini Mu‘tezile, Cehmiyye ve Ehl-i re'y’in reddetmesi, mezhepler arasındaki gerilimi arttırmıştır. Bu gerilim, siyasetin de müdahalesiyle ayrı bir boyut kazanmış ve bunun sonucunda meşhur Mihne hadisesi meydana gelmiştir. Halku’l-Kur’ân cepheleşmesiyle birlikte cereyan eden Mihne hadisesine benzer etki ve özellikte İslâm düşünce tarihinde ikinci bir olay yoktur. Mihne döneminde Mu‘tezile’nin benimsediği “Kur’ân mahlûktur” inancı Halife Me’mûn, Mu’tasım ve Vâsık döneminde Abbasîlerin resmi politikası olarak benimsenmiştir. Bu dönemde “Kur’ân mahlûk değildir” söyleminde ısrar edenler sorgulanmış, işkence görmüş, zindanlara atılmış ve çeşitli cezalara maruz kalmışlardır. Siyasetin de müdahil olduğu, farklı zümre ve grupların başat rol oynadığı Mihne hadisesinin dışa yansımalarında mezhepsel faktörlerin etkili olduğu görülmektedir. İslâm düşüncesinde bir evrilme veya bir kırılmanın yaşandığı Mihne ve sonrası dönem zümresel etkinin yoğun olarak yaşandığı bir dönemdir. İslâm düşüncesini siyasi, sosyal, epistemolojik, ilmi ve mezhepsel anlamda etkilemiştir. Bu makalede Halku’l-Kur’ân tartışmalarının ve Mihne olayının muhtemel sebeplerinin neler olduğu ele alınmış, Mihne hadisesi ve Halku'l-Kur’ân tartışmalarında mezhep faktörünün etkileri araştırılmış ve bu etkilerin görüldüğü Mihne sonrası dönem mercek altına alınmıştır.Öğe Selefiyye ile neo-selefîliğin kesişen ve ayrışan yönleri(İnönü Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2017) Kubat, MehmetSelefiyye, ilk dönem İslâm toplumunda Hz. peygamber (s.a.v.) ve sahabe tarafından oluşturulan İslâm’ı anlama, algılama ve açıklama geleneğini aynen muhafaza etmeyi amaçlayan dini anlayışı temsil eder. Rasûlullah (s.a.v.) ile ashabının akaitte takip ettikleri yolu doğrudan izleyen Selefiyye’nin ayırıcı özelliği, itikadî hususlarda nassların zâhirî ve ilk anlamları dışında kalan şahsî rey ve aklî istidlallerin kullanılmasını reddedip bilgi kaynağı olarak yalnızca Kitap ve Sünnet’i kabul etmeleridir. Modern zamanlarda kendilerini Selefiyye’ye nispet ederek ortaya çıkan Neo-Selefîk ise, belli bir mezhep, meşrep veya grup ismi olmaktan ziyade, uçlarda dolaşan bir din dilini benimseyerek dışlamacı, suçlayıcı, itham edici, tekfîr edici ve sorun üretici bütün şiddet taraftarı dinî akımların ortak şemsiye adıdır. Modern dünyada “Selefî” nitelemesiyle ünlenen grupların neredeyse tümünün, aklı dışlayıp nassları literal okuma, erken dönem uygulamaları sahiplenip diğer bütün fikirleri bid’at görme ve ana kaynaklara dönme ortak paydası dışında, geleneksel Selefiyye ile aralarında belirgin bir benzerlik bulunmamaktadır. Bu makalede geleneksel Selefiyye düşüncesiyle ile Neo-Selefî bakış arasında kesişen ve ayrışan hususlar tespit edilmeye çalışılacaktır. Anahtar Kavramlar: Selefiyye, Selef-i Sâlihîn, Neo-Selefilik, şiddet, tekfîr.Öğe Tevhid Esası Ekseninde İbâdiyye-Mu‘tezile Etkileşimi(2022) Yoldaş, Mehmet Hanifi; Kubat, MehmetMüslümanların ilk kez karşılaştığı siyasî ve toplumsal olaylar ile bu olayların neticesinde yaşanan iç savaşların sonuçları fırkalaşma hareketlerine sebebiyet verdi. İslâm toplumu içerisinde ilk fırkalaşma hareketi daha sonra Hâricîler (Muhakkime-i Ûlâ) olarak isimlendirilecek olan kitlenin Hz. Ali’nin taraftarları arasından ayrılması ile meydana geldi. Hâricîlerin bu ayrılıkları sonrasında yaşanan olaylar Müslümanların belleğinde derin izler bıraktı. Hâricî hareketi de çok geçmeden kendi arasında fırkalara bölündü. Bu fırkalardan biri de İbâdiyye’dir. İbâdiyye genel anlamda günümüze kadar varlığını devam ettiren tek Hâricî fırka olarak kabul edilir. İbâdiyye, Basra’da meskûn halde bulunan kaade denilen topluluğun fikirlerinin zamanla ekolleşmesi ile vücuda gelen bir mezheptir. Yine Müslümanlar arasında özellikle “iman-kebîre” konuları etrafında başlayan tartışmaların neticesi olarak da meydana gelen bir diğer fırkalaşma hareketi de Mu‘tezile’dir. Basra şehrinde teşekkül eden ve İslâm toplumunun düşünce yapısı üzerinde derin izler bırakan Mu‘tezile her ne kadar bir mezhep olarak varlığını devam ettirememişse de fikirleri, söylemleri ve kullandıkları metodolojik yöntemleriyle hem kendi dönemlerinde hem de daha sonraki zamanlarda birçok kişiyi, ekolü ve mezhebi etkilemiştir. Mu‘tezile, İslâm toplumu içerisinde yaşanmış toplumsal olayların ve bu olayların beraberinde getirdiği tartışmaların neticesinde ortaya çıkmış siyasî ve itikadî bir mezheptir.Tevhid, İslâm dininin en temel esasıdır. Tevhid, tüm itikadî İslâm mezheplerinin üzerinde önemle durdukları ilkelerin başında gelmektedir. “La ilahe illallah” yani Allah’tan başka ilah yoktur cümlesi tevhidi anlatmaktadır.İslâm itikadî mezheplerin tamamı tevhid ilkesinin usûlü’d-dinin (dinin asılları) ilk esası olduğu hususunda aynı kanaattedirler. Tevhid ilkesinin özünü oluşturan konu ise sıfatlar meselesidir. Halku’l-Kur’an ve ru’yetullah ise sıfatlar konusu ile ilgili ortaya konan fikirler çerçevesinde ele alınan meselelerdendir. Bu konularda görüşlerini karşılaştırmalı olarak incelediğimiz İbâdiyye ve Mu‘tezile mezhepleri Allah Teâlâ’nın her şeyi yaratan olduğunda ve vahdaniyetinde diğer mezheplerle aynı görüştedirler. Her iki mezhep de tevhid konusunun alt başlıkları olarak da ifade edebileceğimiz ‘sıfatlar, halku’l-Kur’an ve ru’yetullah’ konularında diğer İslâm mezheplerinin ve özellikle Müslümanların ekseriyetinin çatısı altında bulunduğu Ehl-i Sünnet’in görüşlerinden oldukça farklı fikirler ortaya koymuşlardır. Mu‘tezile’nin usûl-i hamse diye ilkeleştirdiği esasların ilki tevhid esasıdır. Bu esas aynı şekilde İbâdiyye’nin de usûl konularının en başta gelenidir. İbâdiyye ve Mu‘tezile’nin bu konu hakkında görüşleri incelendiğinde benzer bakış açılarının varlığı dikkat çekmektedir. Makalemizde itikadî mezheplerin usûl konularının ilki olan tevhid esası ile bu konunun alt başlıklarından kabul edilen Allah’ın sıfatları, ru’yetullah ve halku’l-Kur’an konuları ekseninde İbâdiyye’nin ve Mu‘tezile’nin fikirlerini karşılaştırmalı olarak ele alacağız. Tevhid konusuyla ilgili meselelerde her iki mezhep arasında fikirlerin benzerliğini ortaya koymaya çalışacağız.Bununla birlikte İbâdiyye ve Mu‘tezile arasında var olduğuna kanaat getirdiğimiz etkileşimi ve etkileşimin yönünü ifade etmeye gayret göstereceğiz.