Yazar "Taşkapan, Hülya" seçeneğine göre listele
Listeleniyor 1 - 20 / 21
Sayfa Başına Sonuç
Sıralama seçenekleri
Öğe Acute renal failure caused by blunt trauma in a kidney transplant recipient(Medicine Science | International Medical Journal, 2016) Ünal, Bülent; Kayabaş, Üner; Taşkapan, Hülya; Pişkin, Turgut; Baysal, Tamer; Kayhan, BaşakInjuries in renal graft are mostly caused by blunt trauma to the abdomen in any time after transplantation. The response to a trauma depends on the balance between inflammatory and antiinflammatory mediators. Trauma associated renal failure can be confused with acute humoral/cellular rejection in an allograft recipient. Delay in diagnosis and appropriate treatment can cause loss of graft in those patients. A 27-year-old male patient underwent renal transplantation because of unidentified end-stage renal failure. He was admitted to emergency department with abdominal pain on graft region, hematuria and oliguria. He informed that he fell down on his bottom from tabouret in the bath before onset of the complaints. After observing hematoma in renal pelvis of the transplanted kidney by urinary ultrasonography, an ureteral double J stent was applied. The serum creatinine level continuously increased, anuria was observed and creatinine level rose to 7.9 mg/dL. The patient was treated with pulsed doses of methylprednisolone, anti-thymocyte globulin because of acute allograft rejection with preliminary diagnosis. But both radiological findings of renal allograft and the performed immunological tests excluded the diagnosis of renal acute allograft rejection and confirmed the renal kidney failure due to post-traumatic blood clots in the renal pelvis and ureter of the allograft. Then he was discharged with functional graft through applied medical interventions.The application of basic immunophenotyping protocols together with clinical assessment may help to distinguish rejection from the other situations in renal transplant recipient with acute renal failure following blunt trauma.Öğe Arteriyovenöz fistüllü hemodiyaliz hastasının yaşam kalitesinde multidisipliner yaklaşımın önemi(Türk Göğüs Kalp Damar Cerrahisi Dergisi, 2006) Alat, İlker; Akpınar, Mehmet Beşir; Bahçeci, Funda; Taşkapan, Hülya; Kutlu, Ramazan; Saraç, Kaya; Battaloğlu, Bektaş; Nisanoğlu, VedatÖz: Arteriyovenöz fistüllerin, uzun dönem başarısını etkileyen faktörler beş olguda hemodiyaliz amaçlı olarak incelendi. Arteriyovenöz fistüllerin oluşturulmasında kalp ve damar cerrahı için "dolaşım yeterliliğinin tespiti" önemlidir. Hastanın ameliyata girmeden önce geçirdiği aşamalar da ameliyatın stratejisini değiştirecektir. Ameliyattan sonraki dönemde fistülün başarısına etki eden en önemli faktör ise hemodiyaliz personelinin eğitimidir. Kalp ve damar cerrahının fistülde başarı elde edebilmesinde en büyük yardımcıları aynı zamanda invaziv radyologlardır. Arteriyovenöz fistül cerrahisinin hastaya bir hayat sunduğu unutulmamalıdır. Bu konuda başarılı olmada multidisipliner yaklaşımın önemi vurgulandı.Öğe Chronic renal failure in a patient due to gluteal compartment syndrome after a nephrectomy operation(2013) Ulutaş, Özlem; Taşkapan, Hülya; Doğan, Ali; Vural, AskiAbstract: Gluteal kompartman sendromu genellikle travma dışı nedenlere bağlı olan ve böbrek yetmezliği ile sonuçlanabilen nadir rabdomiyoliz sebeplerinden biridir. Madde bağımlılığı, alkol intoksikasyonu, antihiperlipidemik ilaç kullanımı gibi travma dışı nedenlerin yanında, uzamış ameliyatlarda hastanın sürekli aynı pozisyonda olması da önemli bir nedendir. Erkek cinsiyet, diyabet, hipertansiyon hikayesi ve obezite gluteal kompartman sendromuna bağlı böbrek yetmezliği gelişimi için risk faktörleridir. Biz bu vaka takdiminde 56 yaşında diyabet ve hipertansiyon öyküsü olan ve nefrektomi yapılan hastada gelişen gluteal kompartman sendromu ve kronik böbrek yetmezliğini anlattık. Ayrıca gluteal kompartman sendromu tanısının erken konulması ve önleyici tedbirlerin alınmasının, gelişebilecek morbiditeyi azaltacağının altını çizmek istedik.Öğe Diyaliz hastalarında panel reaktif antikor düzeyinin tespiti: iki yöntem ve iki analizin karșılaștırılması(İnönü Üniversitesi Sağlık Bilimleri Dergisi, 2015) Kurtoğlu, Elçin Latife; Şahin, İdris; Taşkapan, Hülya; Yeşilada, Elif; Kayhan, Başakİnsan doku uygunluk antijenleri sınıf-I ve sınıf- II'ye karşı özgül antikorlar (Panel Reaktif Antikor-PRA-) doğum; kan transfüzyonu ve/veya organ transplantasyonu sonrası gelişir. PRA, nakil sonrası graft’in reddinde önemli rol oynamaktadır. Bu nedenle PRA analizi organ bekleyen hastaların takibinde nakil öncesi ve sonrası yapılması zorunlu rutin testlerdendir. PRA testi, tarama ve tanımlama olarak isimlendirilen; iki farklı analiz ile gerçekleştirilmektedir. Tarama PRA varlığının tespitine yönelik kalitatif bir test’tir. Tanımlama ise çoğunlukla donor spesifik antikor tespitinde kullanılan kantitatif bir test’tir. Tanımlama sadece özgül PRA yüzdesini vermekle kalmaz aynı zamanda ölçüm yöntemine de bağlı olarak donor spesifik antikor tespitini de sağlar. PRA ölçümü için kompleman bağımlı sitotoksisite; Enzyme Linked Immunoassay (ELISA), Akım sitometri ve Luminex yöntemleri kullanılmaktadır. Bu çalışmanın amacı, laboratuvarımızda böbrek nakli bekleme listesindeki diyaliz hastaları için yaptığımız rutin PRA analizinde kullanılan ELISA ve Luminex yöntemlerinin tarama ve tanımlama analizlerinde etkinliğini karşılaştırmaktır. Laboratuvarımıza başvuran 154 hastadan yapılan analizlere göre; ELISA ve Luminex PRA tarama sonuçları arasında %85 uyum bulunurken, her iki yöntemle yapılan tanımlama sonuçları arasında ise toplamda %72 uyum saptanmıştır. Aynı yöntemin tarama ve tanımlama sonuçları incelendiğinde; ELISA PRA tarama ve tanımlama sonuçlarının %19 oranında uyumsuzluk gösterdiği belirlenirken, Luminex PRA tarama ve tanımlama sonuçları arasında %2 gibi ELISA sonuçlarına göre daha az bir uyumsuzluk olduğu belirlenmiştir. Sonuç olarak; nakil öncesi rutin PRA analizi için ELISA yöntemi yerine Luminex yönteminin kullanılması; doğru ve hızlı sonuç alınabilmesi bakımından önemlidir.Öğe End stage renal failure and radial artery tortusity: Two uncommon manifestations in Bardet-Biedl Syndrome(İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Dergisi, 2005) Serbest, Tekeş Selda; Şahin, İbrahim; Taşkapan, Hülya; Keskin, Lezzan; Kaya, EminÖz: Bardet-Biedl Sendromu (BBS) retinitis pigmentosa, obezite, polidaktili, brakidaktili, hipogonadizm ve mental retardasyon ile karakterize otozomal resesesif geçiş gösteren bir hastalıktır. Renal tutulum sık görülür ve daha çok hafif yapısal ve fonksiyonel bozukluklar şeklindedir. Ancak son dönem böbrek yetmezliği çok nadir görülür. Daha da önemlisi radial arter tortusitesi bildirilmemiştir. Yirmi yaşındaki BBS'li bayan hasta bulantı, kasılma ve kas krampları ile acil servise başvurdu. Hastanın ilk değerlendirilmesinde ciddi hipokalsemi (Ca: 3.6 mg/dl) ve üremi tespit edildi. Kalsiyum replasman tedavisi başlandı ve hasta Endokrinoloji bölümüne yatırıldı. Yapılan ileri tetkiklerinde retinopati, brakidaktili, konuşma bozukluğu ve glikoz tolerans bozukluğu gibi klasik bulgularının yanında son dönem böbrek yetmezliği ve radial arter tortusitesi mevcuttu. Hastanın sonuçları hipokalseminin böbrek yetmezliğine bağlı olarak geliştiğini işaret etmekte idi.Fistülizasyon operasyonu iki kez yapılmasına rağmen başarısız oldu. Yapılan Doppler ultrasonunda radial arterde yetmezlik ve tortusite saptandı. Bundan dolayı sürekli ambulatuar peritoneal dializ tedavisi başlandı ve hasta tedaviyi iyi tolere etti.Öğe Etodolac induced acute interstitial nephritis and autoimmune hemolytic anemia(2016) Berktas, Haci Bayram; Yiğit, İrem Pembegül; Taşkapan, Hülya; Akpolat, NusretAbstract: In spite of the widespread use of non-steroidal anti-inflammatory drugs (NSAIDs) such as etodolac, induction of drug-dependent antibodies that cause hemolytic anemia and acute tubulointerstitiel nephritis are rarely reported. Currently, there is no way of identifying individuals who are at risk to develop this kind of complications. In patients who present with acute immune hemolysis and acute renal failure, it is important that a careful history of medication be obtained, potential sensitizing medications be identified. In this article we describe a patient with acute autoimmune hem olytic anemia and acute renal failure related with etodolacÖğe Evaluation of risk factors for arteriovenous fistula failure in patients undergoing hemodialysis(Erciyes Med J, 2016) Sarı, Funda; Taşkapan, Hülya; Sığırcı, Ahmet; Akpınar, BeşirObjective: The aim of the present study is to evaluate the relationship between demographic characteristics, hematological and biochemical parameters, and elements of the coagulation system that may predispose a person to thrombosis or to anatomical and functional parameters in Doppler ultrasonography scanning and the maturation and adequacy of arteriovenous fistulas. Materials and Methods: Overall, 36 patients who underwent a native arteriovenous fistula operation were included. Biochemical parameters, hematological parameters, the coagulation system, and a Doppler ultrasonography evaluation were performed before an arteriovenous fistula operation on day 1 after the fistula operation and at the time point when the arteriovenous fistula became dysfunctional. Results: A thrombus occurred between 1 and 73 days (mean: 28.4±26.1) in 10 patients. It was found that the female gender (p<0.001), presence of thrill (p=0.014), quality of vein (p<0.001), peak systolic velocity and end-diastolic velocity of the radial artery at the snuffbox region on day 1 after the operation (p=0.035 and p=0.049, respectively), and the cephalic vein diameter in the Brescia–Cimino region (p=0.011) were associated with thrombosis formation. No relation was found among blood pressure, fistula region, quality of artery, spasm of artery and vein, hematologic and biochemical parameters, coagulation parameters, active protein C resistance, anti-cardiolipin antibody, D-dimer, C-reactive protein, or erythrocyte sedimentation rate and thrombosis formation (p>0.05). Conclusion: Thrombosis occurs at a relatively early period in approximately a quarter of arteriovenous fistulas. Female gender, quality of vein, and the absence of thrill in the post-operative period are important factors in thrombosis formation.Öğe Hemodiyaliz ve periton diyalizi uygulanan hastalarda psikiyatrik bozukluklar, algılanan sosyal destek ve yaşam kalitesi düzeylerinin karşılaştırılması(2012) Kaya, Burhanettin; Taşkapan, Hülya; Ateş, Fehmi; Erdoğan, Serap TaycanAmaç: Bu çalışmada PD ve HD uygulanan hastalarda eşlik eden psikiyatrik hastalıkların, algılanan sosyal desteğin ve yaşam kalitesinin karşılaştırılması amaçlanmıştır. Yöntem: Çalışmaya HD uygulanan 40 ve PD uygulanan 40 hasta alınmıştır. Sosyodemografik veriler kaydedilmiş, Hamilton Anksiyete Ölçeği, Hamilton Depresyon Ölçeği, Hastane Anksiyete ve Depresyon Ölçeği, Kısa Form 36, Çok Boyutlu Algılanan Sosyal Destek Ölçeği, PRIME-MD ve Kısa Akıl Muayenesi Ölçeği uygulanmıştır. İstatistiksel değerlendirmede Windows için SPSS 11.5 programı kullanılmıştır. Bulgular: PRIME-MD ölçeğine göre herhangi bir bozukluk ve depresif bozukluk görülme oranları HD grubunda anlamlı düzeyde yüksek bulundu. Hamilton Depresyon ile Hastane Anksiyete Depresyon Ölçeği anksiyete ve depresyon puanları HD hastalarında daha yüksekti. Kısa Form-36 ile belirlenen mental sağlık puanı ortalamaları HD hastalarında PD hastalarına göre istatistiksel olarak anlamlı düzeyde düşüktü. Toplam destek puanları, aile destek puanı ve özel kişi destek puanları PD grubunda daha yüksekti. Kısa Akıl Muayenesi puanlarına bakıldığında dil puanları PD grubunda yüksek bulundu. Sonuç: Özellikle HD uygulanan hastalar, tedavi yönteminin yarattığı zorluklar nedeniyle de psikiyatrik bozukluklar açısından daha yüksek risk altındadırlar. Bu hastalar psikiyatrik hastalıklar açısından daha dikkatle izlenmeli, diyaliz ünitelerine yönelik konsültasyon-liyezon hizmetleri arttırılmalıdır.Öğe Heparin-induced thrombocytopenia as a cause of deep venous thrombosis: Effectiveness of fondaparinux in dialysis patients(2010) Taşkapan, Hülya; Karahan, Doğu; Kuku, İrfan; Koç, SAbstract: Altmış üç yaşındaki, evre 5 kronik böbrek hastası bir kadın hasta ciddi halsizlik, bulantı, kusma yakınması ile başvurdu. Hemodiyaliz için sağ femoral vene kateter yerleştirildi. Takip eden 2 hemodiyaliz seansında düşük molekül ağırlıklı heparin uygulandı. Kateter yerleştirilmesinin 4. gününde sağ bacakta şişme oldu. Katetere bağlı akut derin ven trombozu düşünüldüğü için standart heparin başlanıldı. Heparin infüzyonunun ilk gününde, trombosit sayısı 23 x103/mm3 e düştü. Hastanın kayıtları yeniden gözden geçirildiğinde düşük molekül ağırlıklı heparin kullanımından sonra trombosit sayısının 119 x103/mm3'ten 80 x103/mm3'e düşmüş olduğu; ancak fark edilmediği anlaşıldı. Heparin kesildi ve alternatif olarak Heparin Fondaparinux, aktive faktör X ün bir sentetik selektif inhibitörü, 2,5 mg günaşırı subkutan olarak verildi ve periton diyalizine başlanıldı. Hasta 20 gün sonra varfarin ile taburcu edildi. Otuz ikinci günde yapılan venöz doppler sağ ana derin ve yüzeyel femoral vende tromboz saptamadı. Derin ven trombozu heparin ile ilişkili tip II trombositopeni ile birlikte trombotik olaylara yatkınlık sağlayan hemodiyaliz kateterlerinde dolayı oluşan lokalize vasküler hasarı ile ilişkili görünüyor. Sonuç olarak heparin ile ilişkili trombositopeni derin ven trombozuna neden olabilir ve trombosit sayısı azalan diyaliz hastalarında göz ardı edilmemelidir. Fondaparinux trombozu temizlemede etkindir.Öğe Hipertansiyonu, Renal İnfarktı ve Morgagni Hernisi Olan Marfan Sendromlu Bir Olgu(İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Dergisi, 2009) Karahan, Doğu; Şahin, İdris; Toylak, Erdem; Berber, İlhami; Taşkapan, HülyaMarfan sendromu 15. kromozomda mutasyonlar ile oluşan konnektif dokunun otozomal dominant kalıtım ile geçen bir hastalığıdır. Kardiyovasküler hastalıklar ve diafragmatik hernileri de içeren yumuşak doku herniasyonları Marfan sendromunda görülebilen durumlardır. Olgu: 22 yaşında erkek hasta, hipertansiyonun klinik bulguları ile nefroloji polikliniğine başvurdu. Hastanın değerlendirmesinde Morgagni diyafragmatik herni ve renal infarkt tespit edildi. Hastanın yapılan muayenesinde Marfan sendromunu düşündüren fiziksel görünümüne sahipti. Radyolojik değerlendirmeler sağ konjenital diyafragmatik Morgagni hernisi ve renal infarktı ortaya çıkardı. Sonuç: Marfan sendromunda akselere hipertansiyon varlığında renal infarkt akla gelmelidir. Ayrıca hastalarda diyafragma yüksekliği varsa Morgagni hernisi olabileceği unutulmamalıdır.Öğe HLA A B DRB1 allele and haplotype frequencies and comparison with blood group antigens in dialysis patients in the east anatolia region of Turkey(Transplantation proceedings, 2013) Kayhan, Başak; Kurtoğlu, Elçin Latıfe; Taşkapan, Hülya; Pişkin, Turgut; Şahin, İdris; Otlu, Gonca; Ünal, BülentAim. The first aim of that study was to investigate HLA class I and class II allele and haplotype frequencies in renal dialysis patients who live in East Anatolia in Turkey. Our second aim was to investigate whether there was a relationship between ABO and D blood group antigens and HLA alleles and haplotypes for the study group. Materials and methods. HLA class I and II polymorphisms in 408 renal dialysis patients were studied using sequence-specific primers (SSP) and sequence-specific oligonucleotides (SSO). Blood group antigens were detected by agglutination methods on microplates. Results. A total of 16 HLA-A, 34 HLA-B, and 15 HLA-DRB1 alleles were identified. The most frequent HLA-A alleles were HLA-A*02, HLA-A*24, and HLA-A*11. The most frequent HLA-B alleles were HLA-B*35, HLA-B*51, and HLA-B*44. In case of HLADRB1; HLA-DRB1*11, HLA-DRB1*04, and HLA-DRB1*13 were first 3 alleles with higher frequency, in order. In the combination of those 3 alleles, the most frequent HLAA-B-DRB1 haplotypes were HLA-A*02-B*51-DRB1*11, HLA-A*11-B*35-DRB1*11, A*24-B*35-DRB1*11. The frequency of ABO, D blood group antigens were observed as 0.168 for A Rh(þ), 0.019 for A Rh(), 0.057 for B Rh(þ), 0.013 for B Rh(), 0.123 for O Rh(þ), 0.014 for O Rh(), 0.018 for AB Rh(þ), and 0.001 for AB Rh(). While A Rh(þ) samples with HLA-A*02 and HLA-DRB1*11 had the highest frequencies (0.067 and 0.088, respectively), O Rh(þ) samples with HLA-B*51 had the highest frequency (0.06). Conclusion. According to haplotype frequencies HLA-A*02-B*51-DRB1*11 is also found at higher frequencies in Bulgarian and Armenian populations. In case of HLAassociated diseases, the east Anatolian population could be susceptible to myastenia gravis, Behçet’s disease, and systemic sclerosis due to the high frequencies of HLAA*24, HLA-B*51, and HLA-DRB1*11 respectively. We did not observe a correlation between blood group antigens and HLA alleles or haplotypes in renal dialysis patients.Öğe Identifying the determinants of microalbuminuria in obese patients in primary care units the effects of blood pressure random plasma glucose and other risk factors(Journal of Endocrinological Investigation, 2016) Özdemir, Zeynep; Pehlivan, Erkan; Taşkapan, Hülya; Güneş, Gülsün; Çolak, CemilObjective The objective of this study is to evaluate the demographic characteristics, blood pressure and blood glucose and the other related factors that affect the microalbuminuria levels in the obese patients aged 40 and above who applied to the primary care for medical evaluation. Materials and methods The population of the research, which was a cross-sectional type, comprised obese patients aged 40 and above who had applied to the community health centers in the center of Malatya. A total of 422 obese patients consisting of 116 males and 306 females were included in the research. The anthropometric measurements of the participants were determined, their blood pressures and their random blood glucoses were evaluated, as well. A microalbuminuria measurement was performed in the urine samples taken from the patients using “Nycocard Reader II” device. Findings The incidence of microalbuminuria in patients was found as 31.5 %, whereas the incidence of macroalbuminuria was 6.6 %. The incidence of microalbuminuria in female patients was 32.7 %, while it was 28.4 % in male patients; on the other hand, the incidence of macroalbuminuria in female patients was found as 6.8 %, whereas this percentage was determined as 7.8 in male patients (p > 0.05). The probability of the incidence of microalbuminuria increased 2.8 times more in those with the diastolic blood pressure of 90 mmHg and above when compared to those without it (GA: 1.79–4.56), whereas the incidence increased 3.2 times more in those with the random blood glucose of 200 mg/l and above (GA: 1.32– 7.84) (p < 0.001). In our study, among the variables predicting the microalbuminuria in obese patients; the cutoff values of the diastolic and systolic blood pressures, the waist circumference were found as >85 mmHg; >130 mmHg; >141 mg/ dl, respectively, in male patients and found as >85 mmHg, >114 cm, and 109 cm, respectively, in female patients. The sensitivity and specificity of the tests indicating the cutoff values showed significance (p < 0.05). There was no statistically significant relevance between the microalbumin levels of the obese patients via the anthropometric criteria, except for their waist circumference (p > 0.05). Result In this study, the blood pressure and blood glucose levels of the patients along with their waist circumference that indicated a central obesity were specified as the determinants of microalbuminuria. While the obese patients are being evaluated in terms of proteinuria, the cutoff values of these variables can be taken into consideration.Öğe Identifying the determinants of microalbuminuria in obese patients in primary care units the effects of blood pressure random plasma glucose and other risk factors(Journal of Endocrinological Investigation, 2016) Pehlivan, Erkan; Özen, G.; Taşkapan, Hülya; Güneş, Gülsen; Şahin, İbrahim; Çolak, CemilObjective The objective of this study is to evaluate the demographic characteristics, blood pressure and blood glucose and the other related factors that affect the microalbuminuria levels in the obese patients aged 40 and above who applied to the primary care for medical evaluation. Materials and methods The population of the research, which was a cross-sectional type, comprised obese patients aged 40 and above who had applied to the community health centers in the center of Malatya. A total of 422 obese patients consisting of 116 males and 306 females were included in the research. The anthropometric measurements of the participants were determined, their blood pressures and their random blood glucoses were evaluated, as well. A microalbuminuria measurement was performed in the urine samples taken from the patients using “Nycocard Reader II” device. Findings The incidence of microalbuminuria in patients was found as 31.5 %, whereas the incidence of macroalbuminuria was 6.6 %. The incidence of microalbuminuria in female patients was 32.7 %, while it was 28.4 % in male patients; on the other hand, the incidence of macroalbuminuria in female patients was found as 6.8 %, whereas this percentage was determined as 7.8 in male patients (p > 0.05). The probability of the incidence of microalbuminuria increased 2.8 times more in those with the diastolic blood pressure of 90 mmHg and above when compared to those without it (GA: 1.79–4.56), whereas the incidence increased 3.2 times more in those with the random blood glucose of 200 mg/l and above (GA: 1.32– 7.84) (p < 0.001). In our study, among the variables predicting the microalbuminuria in obese patients; the cutoff values of the diastolic and systolic blood pressures, the waist circumference were found as >85 mmHg; >130 mmHg; >141 mg/ dl, respectively, in male patients and found as >85 mmHg, >114 cm, and 109 cm, respectively, in female patients. The sensitivity and specificity of the tests indicating the cutoff values showed significance (p < 0.05). There was no statistically significant relevance between the microalbumin levels of the obese patients via the anthropometric criteria, except for their waist circumference (p > 0.05). Result In this study, the blood pressure and blood glucose levels of the patients along with their waist circumference that indicated a central obesity were specified as the determinants of microalbuminuria. While the obese patients are being evaluated in terms of proteinuria, the cutoff values of these variables can be taken into consideration.Öğe A kidney transplant centers Initial experiences in eastern Turkey(Transplantation Proceedings, 2012) Pişkin, Turgut; Ünal, Bülent; Koz, Süleyman; Ulutaş, Oğuz; Yağmur, Jülide; Kayhan, Başak; Taşkapan, Hülya; Şahin, İdris; Baysal, TamerObjectives. Kidney transplantation is the best treatment method associated with improved quality of life and better survival for patients with end-stage renal disease. We started performing kidney transplantations in November 2010. We have performed 19 kidney transplantations so far. Fourteen of these were from living donors and five from deceased donors. Here, we present our initial experiences with 14 kidney transplant recipients from living donor kidney transplantations. Materials and methods. All recipients and their donors underwent detailed clinical history and examination. Recipients and their donors were followed in the transplant clinic during hospitalization. Results. The male-to-female ratio was 11:3 in recipients. The mean age of recipients was 27.8 years (range 4 –58 years). The number of the related, emotionally related, and unrelated transplantations were 9, 3, 2, respectively. The mean warm ischemic time was 95.7 seconds (range 52–168 seconds). Urine output started immediately after vascular anastomosis in all. The mean time of discharge from hospital was postoperative day 8 (range 4 –18 days). The mean flow up was 125 days (range 18 –210 days). Graft survival was 100% in this period, but one patient died from sepsis after 56 days. No kidney was lost from rejection, technical causes, infection, or recurrent disease. Conclusion. If transplant centers are as equipped and experienced as ours, kidney transplant programs should be started immediately so that they can reduce the number of the patients in waiting list for kidney transplantation.Öğe Son Dönem Böbrek Yetmezliği ve Radial Arter Tortusitesi: Bardet-Biedl Sendromunun Nadir Görülen İki Bulgusu(İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Dergisi, 2005) Serbest, Selda Tekeş; Şahin, İbrahim; Taşkapan, Hülya; Keskin, Lezzan; Kaya, EminBardet-Biedl Sendromu (BBS) retinitis pigmentosa, obezite, polidaktili, brakidaktili, hipogonadizm ve mental retardasyon ile karakterize otozomal resesesif geçiş gösteren bir hastalıktır. Renal tutulum sık görülür ve daha çok hafif yapısal ve fonksiyonel bozukluklar şeklindedir. Ancak son dönem böbrek yetmezliği çok nadir görülür. Daha da önemlisi radial arter tortusitesi bildirilmemiştir. Yirmi yaşındaki BBS’li bayan hasta bulantı, kasılma ve kas krampları ile acil servise başvurdu. Hastanın ilk değerlendirilmesinde ciddi hipokalsemi (Ca: 3.6 mg/dl) ve üremi tespit edildi. Kalsiyum replasman tedavisi başlandı ve hasta Endokrinoloji bölümüne yatırıldı. Yapılan ileri tetkiklerinde retinopati, brakidaktili, konuşma bozukluğu ve glikoz tolerans bozukluğu gibi klasik bulgularının yanında son dönem böbrek yetmezliği ve radial arter tortusitesi mevcuttu. Hastanın sonuçları hipokalseminin böbrek yetmezliğine bağlı olarak geliştiğini işaret etmekte idi. Fistülizasyon operasyonu iki kez yapılmasına rağmen başarısız oldu. Yapılan Doppler ultrasonunda radial arterde yetmezlik ve tortusite saptandı. Bundan dolayı sürekli ambulatuar peritoneal dializ tedavisi başlandı ve hasta tedaviyi iyi tolere etti.Öğe Systemic lupus erythematosus associated gastrointestinal system vasculopathy in a patient with lupus nephropathy(Türk Nefroloji Diyaliz ve Transplantasyon Dergisi, 2011) Ulutaş, Özkan; Cömert, Melda; Taşkapan, Hülya; Baysal, Tamer; Gündüz, Ercan; Koz, Süleyman; Pişkin, TurgutÖz: Sistemik lupus eritematosus (SLE) hastalarında gastrointestinal sistem (GİS) semptomları sıktır. SLE' ye bağlı GİS vaskülopatisi daha önce literatürde az bildirilmiş nadir bir klinik durumdur fakat kortikosteroidler ve diğer immünosüpresiflerle doğru tedavinin verilmesi ve gereksiz cerrahi uygulamalardan kaçınılması açısından akılda tutulması gerekir. Burada SLE tanısıyla Nefroloji Bölümünde takip edilen ve akut batın semptomlarıyla başvuran 33 yaşındaki hastanın GİS vaskülopati tanısı konulduktan sonra yüksek doz kortikosteroid ve siklofosfamidle tedavisi anlatılmaktadır.Öğe Takayasu ve dev hücreli (temporal) arterit: Saklı kalmış gerçekler(Anadolu Kardiyoloji Dergisi, 2004) Alat, İlker; Bahçeci, Funda; Taşkapan, Hülya; Saraç, KayaYıl: 2004Cilt: 4Sayı: 4ISSN: 1302-8723Sayfa Aralığı: 351 - 353 Metin Dili: Türkçe Öz: Başlık ( ): Takayasu and giant cell (temporal) arteritis: the concealed realities Öz ( ):Öğe Thioredoxin reductase activity, serum IL6, HsCRP and NT-proBNP levels in patients on dialysis(2016) Demir, Meltem; Taskapan, Mehmet Cagatay; Taşkapan, Hülya; Özyalın, Fatma; Doğan, AliAmaç: Sitokinler natriüretik petid sekresyonunda direk uyarıcı etkiye sahiptir. N terminal probeyin tip natriüretik peptid diyaliz hatalarının mortalitesinde önemli bir biyobelirteçtir. Bu çalışmanın amacı peritonel diyaliz(PD) ve hemodiyaliz(HD) hastalarında; tiyoredoksin redüktaz aktivitesi ile NT-proBNP, IL6 ve yüksek duyarlıklı C reaktif protein seviyelerini (HsCRP)karşılaştırmak ve aralarındaki ilişkiyi araştırmaktır. Gereç ve Yöntemler: Yaş ve cinsiyet değişkenlerine gore 30 HD, 30 PD ve 20 kontrol sağlıklı denek gruplara ayrılarak HsCRP, serum IL6, NT-proBNP seviyeleri ile tiyoredoksin redüktaz aktivitesi ölçüldü. Sonuç: HsCRP, serum IL6, NT-proBNP seviyeleri HD ve PD hastalarında kontrol grubuna kıyasla istatiksel olarak anlamlı derecede yüksek bulundu (p<0,05). HsCRP, IL6, and NTproBNP düzeyleri bakımından HD ve PD grupları arasında anlamlı fark bulunamamışken (p>0,05), tiyoredoksin redüktaz aktivitesi 3 grupta da fark göstermedi. Ayrıca tiyoredoksin redüktaz aktivitesi çalışmadaki hiçbir parametre ile korelasyon göstermedi. HsCRP; BMI(r:0.275, p:0.034), IL6 (r:0.633, p:0.000), NT proBNP (r:0.277, p:0.032) ile pozitif korelasyon gösterirken, serum albumin konsantrasyonu ile negative korelasyon (r:-0.425, p:0.001) gösterdi. Serum IL6 seviyeleri HsCRP (r:0.633, p:0.000) ve BMI (r:0.775, p:0.034) ile pozitif, albumin ile negative (r:-0.342, p:0.007) korelasyon gösterdi. Serum NT-proBNP seviyeleri ise serum albumini ile negatif; yaş (r:0.315, p:0.002), HsCRP (r:0.277, p:0.032), sistolik (r:0.421, p:0.001) ve ortalama kan basıncı ile (r:0.311, p:0.015) ise pozitif korelasyon gösterdi.Öğe Thioredoxin reductase activity, serum IL6, HsCRP and NT-proBNP levels in patients on dialysis(Turgut Özal Tıp Merkezi Dergisi, 2016) Demir, Meltem; Taşkapan, Mehmet Çagatay; Taşkapan, Hülya; Özyalın, Fatma; Doğan, AliAbstract Aim: Cytokines have a direct stimulating effect on natriuretic peptide secretion. N-terminal probrain type natriuretic peptide (NT-proBNP) is a valuable biomarker for mortality in dialysis patients. The aim of this study was to compare thioredoxin reductase, NT-proBNP, IL6 levels and high sensitive C reactive protein (HsCRP) in peritoneal dialysis (PD), and hemodialysis (HD) patients and investigate relationship among these parameters. Material and Methods: In age and sex matched 30 HD patients, in 30 PD patients and 20 healthy controls, HsCRP, thioredoxin reductase, serum IL6, and NT-proBNP levels were measured. Results: HsCRP, IL6 and NT-proBNP levels in HD and PD patients were significantly higher than in controls (p<0.05). There was no difference according to HsCRP, IL6, and NT-proBNP between HD and PD patients (p>0.05). Thioredoxin reductase was not different in 3 groups (p>0.05). Thioredoxin reductase was not correlated with any studiedparameters. HsCRP levels were positively correlated with BMI (r:0.275, p:0.034), IL6 (r:0.633, p:0.000), and NT-proBNP (r:0.277, p:0.032), and negatively correlated with serum albumin levels (r:-0.425, p:0.001). Serum IL6 levels were positively correlated with HsCRP (r:0. 633 p:0.000), BMI (r:0.775, p:0.034) and negatively correlated with albumin (r:-0.342, p:0.007). Serum NT-proBNP levels were negatively correlated with serum albumin (r:-0.385, p:0.002), and positively correlated with age (r:0.315, p:0.002), HsCRP (r:0.277, p:0.032), systolic (r:0.421, p:0.001) and mean blood pressure (r:0.311, p:0.015). In multiple regression analyses the predictors of HsCRP were IL6 (β:0.677, p:0.000), the predictor of serum IL6 was HsCRP (β:0.677, p:0.000). The predictors of serum NT-proBNP levels were serum albumin (β:-0.416, p:0.000) and mean blood pressure (β:0.414, p:0.000). Conclusion: NT-proBNP levels are not related with IL6 levels and thioredoxin reductase in patients on dialysis. Keywords: IL6; Thioredoxin Reductase; NT-Probnp, HscrpÖğe Vitamin D and pro-inflammatory cytokine IFN-? and the anti-inflammatory cytokines IL-4 and IL-10 in peritoneal dialysis patients(2017) Orman, İbrahim; Taşkapan, Hülya; Taşkapan, Mehmet Çağatay; Özyalın, Fatma; Kuku, İrfanAbstract: Several clinical trials in patients with chronic disease have found that active vitamin D usage lowers pro-inflammatory cytokines. The aim of this study was evaluate whether supplementation of cholecalciferol in peritoneal dialysis patients with vitamin D deficiency would lead any chance in the pro-inflammatory cytokine IFN-? and the anti-inflammatory cytokines IL-4 and IL-10, and pentraxin 3 and peripheral blood mononuclear cell subpopulations (CD3, CD4, CD8, CD45)and CD4/CD8 ratio. We analyzed fasting blood samples from 31 continuous peritoneal dialysis patients (15 males, 16 females, mean age 48,6±14,8 yrs) for serum 25-hydroxyvitamin D [25(OH)D)] and specific plasma cytokine concentrations (interferon-gamma [IFN-?], interleukin [IL]-4, and IL-10), pentraxine 3, CD3, CD4, CD8 and CD45 before and after cholecalciferol replacement. Before and after cholecalciferol replacement mean 25 (OH) level was 6,1±2,1 ng/dL and 39,7±10,9 ng/dL respectively (p<0,05). There was no difference in CD3, CD4, CD8, CD4 to CD8 ratio, and CD45, serum IL4, IL 10, and pentraxin 3 levels after vitamin D replacement, but there was a significant decrease in white blood cell count, IFN-? levels (P < 0.05). Cholecalciferol replacement resulted in decrease in proinflammatory cytokine IIFN-? wherease cholecalsiferol replacement could not induce any change in the serum levels of antiinflammatory cytokines IL4, IL 10 and peripheral blood mononuclear cell subpopulations we studied. It seems that although there are stimuli that simultaneously may induce generation of many cytokines, each cytokine is derived from a distinct pathway that may be affected differentially by vitamin D