Yazar "Tandoğan, İzzet" seçeneğine göre listele
Listeleniyor 1 - 13 / 13
Sayfa Başına Sonuç
Sıralama seçenekleri
Öğe Cep telefonlarının kalıcı pacemaker fonksiyonları üzerine etkileri(İnönü Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Kardiyoloji Anabilim Dalı, Malatya, Türkiye, 2001) Tandoğan, İzzet; Temizhan, Ahmet; Yetkin, Ertan; Aksoy, Yüksel; Turhan, Hasan; Duru, Erdal; Şaşmaz, AliÖz:Cep telefonlarının (CT) pacemaker (PM) fonksiyonları üzerindeki muhtemel olumsuz etkilerini araştırmak, ayrıca bu etkileşimde hangi türlerin etkili olduğunu ortaya koymaktır. GEREÇ VE YÖNTEM: Bu amaçla PM implantasyonu yapılmış 644 hasta üzerinde çalışıldı (518 VVI, 84 DDD, 30 AAA, 12 VDD). Çalışmanın birinci basamağında PM cebine göre 50 cm uzakta konumlandırılmış iki CT arasında temas sağlandı, çaldırıldı, konuşuldu ve CT kapatıldı (her ma 20 saniye sürdü). Daha sonra CT'ler 20 cm'lik mesafeye getirilerek aynı işlemler yapıldı. Son aşamada CT'lerden biri 20cm'lik mesafede bırakılırken diğer CT'nin anteni PM cebi ile temas ettirildi ve aynı işlemler yapıldı. İkinci basamakta 587 PM'li hastanın (503 VVI, 62 DDD, 22 AAI) ' sensing polaritesi unipolara çevrildi, sensitivitesi en üst düzeye çıkarıldı ve aynı işlemler tekrarlandı. Birinci basamakta 20 cm 'lik mesafede CT çaldırılırken altı VVI PM'li hastada, temas esnasında ise iki VVI PM'li hastada PM'nin asenkron moda geçtiği görüldü (toplam PM hastalarının %1,24 'ü, VVI PM'li hastaların %1,54'ü). İkinci basamakta 20cm'lik mesafede konuşma esnasında 11 VVI PM'li hastada PM'nin asenkron moda geçtiği görüldü. Temas esnasında ise CT çaldırılırken 11 VVI PM'li hastada PM'nin asenkron moda geçtiği, üç VVI PM'li hastada PM'nin inhibe olduğu saptandı (toplam P M hastalarının %4,25'i, VVI PM'li hastaların %4,97'si). SONUÇ: CT'ler tarafından oluşturulan elektromanyetik alanın PM fonksiyonları üzerine olumsuz etkileri mevcuttur. PM'nin etkilenme riski unipolar ve yüksek sensitivite değerlerinde ve CT, PM cebine 20 cm 'den yakın olduğunda daha fazladırÖğe Dev kalp. Olgu sunumu(2001) Koşar, Feridun; Topal, Ergün; Sezgin, Alpay T.; Altınok, Tayfun; Özdemir, Ramazan; Tandoğan, İzzetRomatizmal kalp kapak hastalıklarında en fazla mitral kapak tutulumu olur. Olguların % 40'ında mitral darlık ve mitral yetmezlik beraber bulunur. Semptomlar kapak hastalığının derecesi ve sol ventrikül fonksiyonuyla uyumludur. Dispne, ortopne, yaygın ödem nedeniyle başvuran 35 yaşındaki bayan hastanın teleradyografısinde kardiyotorasik oran artmış (0.9), toraks orta-alt kısımlarında akciğer dokusu izlenmiyordu. Ekokardiyografisinde sol ventrikül diyastolik çapı 13,8 cm, sol atriyum çapı 12 cm, sağ ventrikül çapı 5,5 cm, sağ atriyum çapı 10,4 cm , 4 ° mitral yetmezlik, hafif mitral darlık, 4° triküspit yetmezlik saptandı. Sol ventrikül ejeksiyon fraksiyonu % 45 ve pulmoner arter basıncı 50 mmHg olarak hesaplandı. Hasta semptomlarının son bir yi Idır mevcut olduğunu ifade ediyordu. Hastamızı bu zamana kadar saptadığımız en ileri kardiyomegalili olgu o iması ve bir yıl öncesine kadar önemli bir semptom tariflememesi nedeniyle sunmayı uygun bulduk.Öğe Distribution of coronary artery lesions in patients with permanent pacemakers(Anadolu Kardiyoloji Dergisi, 2002) Tandoğan, İzzet; Yetkin, Ertan; Güray, Yeşim; Aksoy, Yüksel; Sezgin, Alpay T.; Özdemir, Ramazan; Çehreli, Şengül; Şaşmaz, AliÖz: Amaç: Bu çalışmanın amacı kalıcı pacemaker takılan ve koroner arter hastalığı olan hastalarda, pacemaker takılmasını gerektiren ritm ve iletim patolojisinin nedeni olarak en yaygın patolojik koroner anatomiyi saptamaya yöneliktir. Yöntem: Kalıcı pacemaker takılan ve koroner arter hastalığı olan 78 hasta üzerinde retrospektif olarak çalışıldı ve bu hastalar, kalıcı pacemaker'i olmayan ama koroner arter hastalığı olan kontrol grubu hastaları ile bire bir karşılaştırıldı. Koroner anjiyografi standart Judkins tekniği ile pacemaker implantasyonundan 2 ay önce yapıldı. İletim sistemini besleyen sol ön inen koroner (LAD) ve sağ koroner (RCA) arterlerde darlığın yerleşimi şu şekilde belirlendi. Tip I: İleti sitemini besleyen damarlarda önemli bir darlık yok (LAD, RCA, sol sirkumfleks, posterolateral ya da posterior inen arterlerde darlıkların olmaması ya da LAD'da septal dallar sonrasında darlık mevcudiyeti). Tip II: RCA'da önemli bir darlık olmaksızın septal dallarda önemli darlığın mevcudiyeti. Tip III: Septal dallarda darlık olmaksızın sinoatriyal (SA) ve atriyoventriküler (AV) nodun beslenmesini sağlayan dallarda darlık olması. Bu grup septal dallar sonrası distal LAD darlığı olan hastaları da içeriyordu. Tip IV, tip II ve tip lll'ün kombinasyonu (septal dallar ile SA ve AV nod dalında darlık olması durumu) Bulgular: Çalışma grubunda, kontrol grubuna göre tip IV patolojik koröner anatomi (%45) tip l (%19), II (%24) ve III (%11) patolojik koroner anatomiden belirgin olarak daha yüksekti (p<0.02). iki grup arasında patolojik koroner anatominin dağılımı belirgin olarak farklıydı (p<0.05): çalışma grubunda tip II (%24) ve tip IV (%45) patolojik koroner anatomi daha fazla iken (p<0.02) kontrol grubunda tip l (%35) ve tip III (%37) patolojik koroner anatomi daha fazlaydı (p<0.05). Septal dallarda, SA ve AV nod arterinde akım kalitesi değerlendirildiğinde çalışma grubunda, kontrol grubuna göre kan akımında belirgin bir azalma vardı (p<0.05). Sonuç: Koroner anjiyografide RCA ve LAD birinci septal perforator arterde önemli darlık ve akım kalitesinde düşüklük saptanması, bu hastalarda kalıcı pacemaker takılması için bir risk faktörü olarak kabul edilebilir. Başlık (İngilizce): Kalıcı pacemaker'li hastalarda koroner arter lezyonlarının dağılımı Öz (İngilizce): Objective: In the present study we examined retrospectively the coronary anatomy pathology of 78 consecutive patients with coronary artery disease (CAD) who underwent permanent pacemaker implantation in order to find a common pathological anatomic basis for conduction disturbances and to compare them with a group of matched patients with angiographically proven CAD. Methods: Study group consists of seventy-eight patients with angiographically documented CAD and permanent pacemaker implantation. Control group included comparable patients with CAD and without a pacemaker implantation. Coronary angiography was performed using standard Judkins approach in all patients within 2 months before pacemaker implantation. The locations of narrowings in the left anterior descending (LAD) and right (RCA) coronary arteries, as the arteries supplying the conduction system, were documented accurately and further classified as follows. Type I : Anatomy not compromising blood supply to the conduction system, namely, either the absence of significant narrowing in the LAD, RCA, left circumflex, posterolateral , or posterior descending arteries or the presence of mid-distal LAD lesions beyond the septal branches. Type II: Pathological coronary anatomy involving septal branches emerging from the LAD (and without significant lesions in the RCA). Type III: Pathological coronary anatomy compromising blood supply to the sinoatrial (SAN) or atrioventricular (AVN) nodes but not compromising blood flow to the septal branches. This subset included patients with distal LAD lesions after the septal branches. Type IV: Combination of types II and III pathological coronary anatomy that compromises blood supply both to the septal branches and SAN and AVN arteries. Results: Occurrence of the type IV coronary anatomy (45%) was significantly higher than type I (19%), type ll(24%) and type III (11%) in the study group (p<0.02). Statistically significant differences were found between the two groups (p0.05): more patients in the study group had type II (24%) and IV(45%) coronary anatomy (p<0.02) while type I (35%) and III (37%) anatomy were more frequently observed in control group (p<0.05). Analysis of flow quality of septal perforators, SAN and AVN arteries, in the study group demonstrated a significant tendency for reduced blood flow in the conduction system. Conclusion: Presence of first perforator lesions with poor quality of flow and right coronary artery lesions shown angiographically should be considered as the risk factors requiring permanent pacemaker implantation in patients with coronary artery disease.Öğe The effects of mobile phones on pacemaker functions(Türk Kardiyoloji Derneği Arşivi, 2002) Tandoğan, İzzet; Temizhan, Ahmet; Yetkin, Ertan; Güray, Yeşim; İleri, Mehmet; Duru, Erdal; Şaşmaz, Ali; Çehreli, Şengül; Köse, KenanÖz: Çeşitli sistemler tarafından oluşturulan elektromanyetik alanın kalp pili fonksiyonları üzerindeki olumsuz etkileri bilinmektedir. Bu çalışmanın amacı mobil telefonların kalp pili fonksiyonları üzerindeki etkilerini değerlendirmektir. Bu amaçla 679 kalıcı kalp pilli hasta üzerinde çalışıldı. Çalışma iki basamak halinde uygulandı. Kalp pili lead polaritesi birinci basamakta unipolar, ikinci basamakta bipolar olarak ayarlandı. Her iki basamakta kalp pili sensitivitesi önce nominal değerlerde iken, daha sonrada o kalp pili için minimal değere indirilerek test yapıldı. Kalp pili cebine göre simetrik olarak yerleştirilen iki farklı mobil telefon (power output 2W, GSM 900 MHz) ile 50 cm, 30 cm, 20 cm, 10 cm ve mobil telefon antenleri kalp pili cebi ile temas ettirilerek, mobil telefonların açılma, standby, çaldırma, konuşulma ve telefonların kapatılması aşamasında test yapıldı. Otuzyedi kalp pilli hastada etkilenme saptandı (%5.5). Lead polaritesinin unipolar olması durumunda etkilenme bipolar olmasına göre daha fazlaydı (Sırayla %4.12, %1.40, p<0.05). Sensitivitenin artırılması kalp pili etkilenme oranı üzerinde tek başına etkili değildi (p>0.05). Etkilenme açısından iki ve tek boşluklu kalp pilleri arasında fark yoktu (p>0.05). Bir DDD-R kalp pilinde ventriküler tetiklenme, 33 VVI(R) kalp pilinde asenkron moda geçiş ve 3 VVI kalp pilinde inhibisyon saptandı. Kalp pili yaşı ilerledikçe mobil telefondan etkilenme oranı artıyordu (p<0.05). Etkilenmelerin hepsi reversibl idi. Sonuç olarak mobil telefonlar belli şartlar altında kalp pili fonksiyonları üzerinde olumsuz etkilere neden olabilirler. Etkilenme durumu, kalp pili inhibisyonu hariç hastalarda önemli bir semptoma neden olmaz ve mobil telefonun uzaklaştırılmasıyla normale döner.Öğe Fibrinojen Ve Koroner Arter Hastalığı(Turgut Özal Tıp Merkezi Dergisi, 1999) Koşar, Feridun; Tandoğan, İzzet; Hisar, İsmet; Varol, Ercan; Aytan, YılmazFibrinojenirı aterosklerozis ve koroner arter hastalığının patoge-nezinde yer aldığı daha önceden gösterilmiştir. Fakat fibrinojen düzeyinin koroner arter hastalığının yaygınlığı ve tam tıkanıklığın varlığı ile ilişkisi sadece birkaç çalışmada gösterilmiştir. Bu çalışmanın amacı çalışma po-pulasyonumuzda koroner arter hastalığının yaygınlığı ve tam tıkanıklığın varlığı ile fibrinojen arasında bir ilişkinin varlığını belirlemek idi. Metod ve Bulgular. Hastalar tam tıkanıklığın varlığına veya yokluğuna ve koroner arter hastalığının yaygınlığına (tek damar, iki damar ve üç damar) göre sınıflandırıldı. Çalışma grubu koroner arter hastalığı olan 360 hastayı içeriyordu. Bu hastaların 129'unda tam tıkanıklık varken geri kalan hastalarda tam tıkanıklık yoktu. Ayrıca tek damar hastalığı 165, iki damar hastalığı 135, üç damar hastalığı 60 hastada mevcuttu. Tam tıkanıklığı olan hastaların plazma fibrinojen düzeyleri tam tıkanıklığı olmayan hastalardan daha yüksekti (4.76±1.36 g/l'e karşın 4.21±1.04 g/l, p<0.001). Aynı zamanda hasta damar sayısı arttıkça fbrinojen kararlı bir şekilde artıyordu (sırasıyla, 4.52±1.18 g/l, 4.63±1.33 g/l ve 4.70±1.15 g/l, p<0.05). Sonuç. Bu sonuçlar yüksek fbrinojen düzeylerinin tam tıkanıklığın ve çok damar hastalığının varlığını gösterebileceğine işaret etmektedir.Öğe Fibrinojen ve koroner arter hastalığı(1999) Hisar, İsmet; Aytan, Yılmaz; Varol, Ercan; Tandoğan, İzzet; Koşar, FeridunAmaç. Fibrinojenin aterosklerozis ve koroner arter hastalığının patogenezinde yer aldığı daha önceden gösterilmiştir. Fakat fibrinojen düzeyinin koroner arter hastalığının yaygınlığı ve tam tıkanıklığın varlığı ile ilişkisi sadece birkaç çalışmada gösterilmiştir. Bu çalışmanın amacı çalışma populasyonumuzda koroner arter hastalığının yaygınlığı ve tam tıkanıklığın varlığı ile fibrinojen arasında bir ilişkinin varlığını belirlemek idi. Metod ve Bulgular. Hastalar tam tıkanıklığın varlığına veya yokluğuna ve koroner arter hastalığının yaygınlığına (tek damar, iki damar ve üç damar) göre sınıflandırıldı. Çalışma grubu koroner arter hastalığı olan 360 hastayı içeriyordu. Bu hastaların 129'unda tam tıkanıklık varken geri kalan hastalarda tam tıkanıklık yoktu. Ayrıca tek damar hastalığı 165, iki damar hastalığı 135, üç damar hastalığı 60 hastada mevcuttu. Tam tıkanıklığı olan hastaların plazma fibrinojen düzeyleri tam tıkanıklığı olmayan hastalardan daha yüksekti (4.76±1.36 g/l'e karşın 4.21±1.04 g/l, p<0.001). Aynı zamanda hasta damar sayısı arttıkça fibrinojen kararlı bir şekilde artıyordu (sırasıyla, 4.52±1.18 g/l, 4.63±1.33 g/l ve 4.70±1.15 g/l, p<0.05). Sonuç. Bu sonuçlar yüksek fibrinojen düzeylerinin tam tıkanıklığın ve çok damar hastalığının varlığını gösterebileceğine işaret etmektedir.Öğe Identification of viable myocardium in patients with chronic coronary artery disease and myocardial dysfunction comparison of low dose dobutamine stress echocardiography and echocardiography during glucose insulin potassium infusion Angiology(Angiology, 2002) Yetkin, Ertan; Şenen, Kubilay; İleri, Mehmet; Atak, Ramazan; Battaloğlu, Bektaş; Yetkin, Özkan; Tandoğan, İzzet; Turhan, Hasan; Cehreli, SengülLow-dose dobutamine stress echocardiography (LDDSE) is one of the methods most used to assess myocardial viability. Glucose-insulin-potassium (GIK) has been shown to increase contraction of the ischemic zone. The aim of this study was to compare LDDSE and echocardiography during GIK infusion for detection of myocardial viability in patients with chronic coronary artery disease (CAD) and myocardial dysfunction. Twenty-one patients who had chronic CAD and myocardial dysfunction were included in the study. Glucose-insulin-potassium protocol consisted of a fixed dose of insulin (100 μU/kg/hour IV) and a variable glucose/potassium infusion rate. GIK echocardiography was made at baseline and after 60 minutes of GIK infusion. During continuous electrocardiographic, blood pressure, and echocardiographic monitoring, an intravenous infusion of dobutamine (3 μg/kg body weight/min) was started with an infusion pump and continued for 5 minutes and then increased to 5 μg/kg/min and 10 μg/kg/min for another 5 minutes. The detected viable myocardium was defined as 1 or 2 scores decreasing in at least 2 adjacent abnormal segments during LDDSE and GIK echocardiography. Viability was detected in 19% (52 segments) of the asynergic segments at baseline with GIK echocardiography and 16% (44 segments) of those segments with LDDSE (p > 0.05). Left ventricular wall motion score index at baseline was 2.24 ±0.35 and it decreased significantly during both LDDSE (p = 0.004 vs 2.11 ±0.36) and GIK echocardiography (p=0.001 vs 2.09 ±0.32). The agreement between LDDSE and GIK echocardiography for detection of myocardial viability was 95%. This study shows that GIK echocardiography is similar to LDDSE for detection of myocardial viability. With the support of further clinical studies GIK echocardiography can be used to detect myocardial viability in patients with chronic CAD.Öğe Increased thrombolysis in myocardial infarction frame counts in patients with isolated coronary artery ectasia(Heart Vessels, 2003) Senen, Kubilay; Yetkin, Ertan; Turhan, Hasan; Atak, Ramazan; Sivri, Nasir; Battaloğlu, Bektaş; Tandoğan, İzzet; İleri, Mehmet; Koşar, Feridun; Özdemir, Ramazan; Cehreli, ŞengülThe Thrombolysis in myocardial infarction (TIMI) frame count is a simple clinical tool for assessing quantitative indexes of coronary blood flow. This measurement has been significantly correlated with flow velocity measured with a flow-wire by several investigators during baseline conditions or hyperemia. In this study we aimed to evaluate the coronary flow in patients with isolated coronary artery ectasia by means of the TIMI frame count and to compare the results with those of patients with angiographically normal coronary arteries. The study population consisted of 37 patients with coronary artery ectasia only in the right coronary artery (RCA). The control group consisted of 31 patients with angiographically proven normal coronary arteries. Coronary artery ectasia was defined as nonobstructive lesions of the coronary arteries with a luminal dilatation 1.5-fold or more of the adjacent normal coronary segments. The TIMI frame count was determined for each major coronary artery in each patient according to the methods first described by Gibson et al. The TIMI frame count of RCA in the study group was significantly higher than in that of the control group (51 17 vs 25 8, P 0.0001). The TIMI frame counts of the study group for the left anterior descending and left circumflex coronary artery were also significantly higher than those of the control group (corrected TIMI frame count for LAD 42 11 vs 24 7, P 0.001; TIMI frame count for LCx 44 15 vs 25 9, P 0.001). In patients with coronary artery ectasia, the TIMI frame count of the RCA was higher than that of the left anterior descending and left circumflex coronary artery (51 17 vs 42 11 and 44 15, respectively, P 0.05). We have shown increased TIMI frame counts in patients with isolated coronary artery ectasia and suggest that the pathophysiological mechanism of coronary artery ectasia is not a focal disease. TIMI frame counts can be regarded as an index of the severity of impaired coronary flow in patients with coronary artery ectasia.Öğe Koroner arter hastalarında dipiridamol stres testinin QT dispersiyonu üzerine etkileri(MN Kardiyoloji, 2002) Tandoğan, İzzet; Barutçu, İrfan; Ermiş, Necip; Yetkin, Ertan; Kuruş, Meltem; Özdemir, Ramazan; Çehreli, SengülÖz: AMAÇ: Koroner arter hastalığında invazif olmayan tanı testlerinin doğruluk oranı düşüktür. Bu çalışmanın amacı farmakolojik bir stres ajanı olan dipiridamol ile oluşan QT dispersiyonu (QTD) değişimini, koroner arter hastalığı olan ve olmayanlar üzerinde değerlendirmektir. GEREÇ VE YÖNTEM: Koroner arter hastalığı olan 45 hasta (8 kadın, 37 erkek, yaş ortalaması 57.8±7) ve olmayan 19 sağlıklı birey (6 kadın, 13 erkek, yaş ortalaması 47.9±10) üzerinde çalışıldı. Çalışma hastaları, ilgili koroner arterin proksimal yada orta kısmında, en az %75 darlık olacak şekilde ve 15 hastada sol ön inen koroner arter (LAD) (grup 1), 15 hastada LAD'ye ilaveten sağ koroner (RCA) yada sol sirkumfleks arter (LCx) (grup 2) ve 15 hastada LAD, RCA ve LCx'te (grup 3) darlık olacak şekilde seçildi. İstirahat esnasında çalışma ve kontrol grubuna 375 mg dipiridamol oral olarak verildi. Dipiridamol öncesinde ve takiben 45 dk sonra çekilen EKG'de en uzun ve en kısa QT intervali, QTD ve düzeltilmiş QTD (QTcD) hesaplandı. BULGULAR: Çalışma ve kontrol grubunda kalp hızı dipiridamol sonrası, öncesine göre yükseldi (p<0.05); sistolik kan basıncı çalışma grubunda dipiridamol sonrası azaldı (p<0.05) fakat kontrol grubunda değişmedi (p>0.05). Çalışma grubunda dipiridamol öncesi en uzun ve en kısa QT intervali, QTD ve QTcD ortalamaları sırayla 395.11±30, 359.33±3, 35.78±27, 38.65±11.8 olarak bulundu. Aynı değerler dipiridamol sonrası sırayla 396.38±3, 349.11±28.66, 47.27±10 ve 54.06±15.66 idi. Çalışma grubunda QTcD ortalaması dipiridamol sonrası anlamlı bir artış gösteriyordu (Değişim oranı %57.87±7.34, p<0.001) ve bu değişim en kısa QT intervalinin, dipiridamol sonrası daha da kısalmasından kaynaklandı (p<0.001). Değişim grup 1, 2 ve 3'teki tüm hastalarda anlamlıydı (p<0.001) fakat değişim oranı açısından gruplar arasında fark saptanmadı. Kontrol grubunda ise dipiridamol öncesi ve sonrası QTcD değişimi anlamlı bulunmadı (20.42 ±3.68, 21.02±3.74, p>0.05). SONUÇ: Koroner arter hastalığında QTcD değeri farmakolojik bir stres ajanı olan dipiridamol ile anlamlı derecede artmaktadır. Bu artış, LAD darlığına ilaveten RCA ve/veya LCx darlığı varlığı durumunda değişmemektedir. Bu konuda daha geniş hasta grupları ile yapılacak daha ileri çalışmalara ihtiyaç vardır.Öğe Koroner arter hastalığında kollateral dolaşım varlığının P dalga dispersiyonu üzerine etkisi(MN Kardiyoloji, 2002) Tandoğan, İzzet; Çamsarı, Ahmet; Mermer, Serdar; Gürsel, Koray; Bozbaş, Hüseyin; Aslan, Halil; Sivri, Nasır; Yetkin, Ertan; Çehreli, SengülÖz: AMAÇ: Koroner arter hastalığında (KAH) koroner kollateral dolaşım (KKD) varlığının önemi tam olarak anlaşılamamıştır. Bu çalışmanın amacı KAH'da KKD varlığının ve KKD kalitesinin atriyal aritmi ve özelliklede atriyal fibrilasyon gelişme riskini belirlemede kriter olarak kullanılan P dalga dispersiyonu (DP) üzerine etkisini saptamaktır. GEREÇ VE YÖNTEM: Koroner anjiyografisinde KAH saptanan 93 hasta (49 kadın, 44 erkek, yaş ortalaması 58±10) üzerinde ileriye dönük olarak çalıştık. Anjiyografide sadece sol ön inen koroner arter yada sadece sağ koroner arterde, proksimal yada gövdede ve en az %85 darlık saptanan hastalar çalışmaya alındılar. KKD varlığı Rentrop klasifikasyonuna göre belirlendi (Evre-0: KKD yok, Evre-1: Tıkalı damarın küçük yan dalları KKD ile doluyor, Evre-2: Tıkalı damarın epikardiyal segmenti KKD ile kısmen doluyor, Evre-3: Tıkalı damarın epikardiyal segmenti KKD ile tamamen doluyor). Tüm hastalarda en uzun ve en kısa P dalga süresi, bunların farkı olan DP ölçüldü. Ayrıca sonuçlar üzerindeki etkisini değerlendirmek için hastalarda sistolik kan basıncı, EKO ile sol atriyum çapı ve sol ventrikül ejeksiyon fraksiyonu belirlendi. BULGULAR: Hastaların 59 tanesinde sol ön inen koroner arter, 34 tanesinde sağ koroner arter darlığı vardı. KKD hastaların 28 tanesinde yoktu, 65 tanesinde ise vardı (Evre 1, 2 yada 3). En uzun ve en kısa P dalga süresi ile DP ortalaması KKD evre-0 olanlarda sırasıyla 111.33±13.58 msn, 80.67±13.37 msn ve 32.85±13 idi. Aynı değerler KKD olan grupta ise sırayla 114.19±17.23 msn, 78.39±15.91 msn ve 34.15±14 idi. KKD'si olan ve olmayan hastaların DP ortalamaları birbirinden farklı bulunmadı (p>0.05). KKD'si olan gruplar kendi aralarında ve ayrı ayrı evre-0 grubu ile DP ortalamaları açısından karşılaştırıldıklarında arada anlamlı bir fark bulunmadı (p>0.05). Gruplar arasında sistolik kan basıncı açısından fark yoktu. Sol atriyum çapı ve sol ventrikül ejeksiyon fraksiyonu gruplar arasında farklı bulunmadı, fakat KKD evresinden bağımsız olarak, sol ventrikül ejeksiyon fraksiyonu azaldıkça DP değerinde anlamlı bir artma oluyordu (p<0.05). DP ortalaması sol ön inen koroner arter darlığı olanlarda 41.35±14, sağ koroner arter darlığı olanlarda 38.92±12.17 idi ve arada anlamlı bir fark saptanmadı (p>0.05). SONUÇ: Koroner arter hastalığında KKD varlığının DP üzerinde herhangi bir etkisinin olmadığı kanısına varıldı.Öğe Koroner arter hastalığında kollateral dolaşım varlığının sol ventrikül fonksiyonları üzerine etkisi olabilir mi?(2002) Tandoğan, İzzet; Altınok, Tayfun; Aslan, Halil; Sezgin, Alpay T.; Barutçu, İrfan; Yetkin, Ertan; Özdemir, RamazanAmaç: Koroner arter hastalığında (KAH) koroner kollateral dolaşım (KKD) gelişmesinin, sol ventrikül (LV) fonksiyonları üzerinde koruyucu etkisinin olup olmadığı tartışmalıdır. Bu çalışmanın amacı KAH'da KKD var-lığının LV fonksiyonları üzerindeki etkilerini araştırmaktır. Yöntem: Bu amaçla 76 hasta (39 kadın, 37 erkek, yaş ortalaması 61 ±17) üzerinde prospektif olarak çalıştık. Koroner anjiyografide sadece sol ön inen koroner arterde ve en az % 85 daralma olan hastalar çalışmaya alındılar. Koroner kollateral dolaşım varlığı Rentrop klasifikasyonuna göre belirlendi (Evre-0: KKD yok, Evre-1: Tıkalı damarın küçük yan dalları KKD ile doluyor, Evre-2: Tıkalı damarın epikardiyal segmenti KKD ile kısmen doluyor, Evre-3: Tıkalı damarın epikardiyal segmenti KKD ile tamamen doluyor). Sol ventrikül fonksiyonları ekokardiyografi ve sol ventrikül segment skoru (sağ ön oblik pozisyonda segmentler normokinezi O, hipo-kinezi 1, akinezi 2, diskinezi 3 ve anevrizma 4 puan olarak skorlandı) ile belirlendi. Hastaların KKD evresine göre LV fonksiyon skoru ve ejeksiyon fraksiyonu ortalamaları belirlendi ve karşılaştırıldı. Bulgular: Yetmiş altı hastanın 21 tanesinde KKD yoktu, 55 tanesinde ise vardı. Evre-0 (KKD yok) hasta grubunda LV fonksiyon skoru ortalaması (2.28+2.1) KKD olan grubun (Evre-1,2,3) ortalamasından (3.39+2.1) anlamlı ölçüde farklı bulunmadı (p>0.05). ilginç olarak KKD evresi arttıkça LV fonksiyon skoru ortalaması ar-tıyordu (p<0.05). LV fonksiyon skoru ortalamasının en yüksek değeri gösterdiği grup evre-3 idi (4.25±2.5) (p<0.05). Hastalarda LV ejeksiyon fraksiyonu KKD olmayan grupta 49+11 ve olan grupta 46±17 idi ve farklı bulunmadı. Sonuç: Bu bulgularla KAH'da KKD varlığının LV fonksiyonu üzerinde koruyucu etkisinin olmadığı kanısına varıl-dı.Hastalarımızda KKD evresi arttıkça LV fonksiyonlarının daha da kötüleşiyor olması ilginçtir. KKD'si iyi gelişmiş olan hastalarda, KAH şiddetinin daha fazla olması bu sonuç üzerinde rol oynayabilir.Öğe Mobil telefonların implante edilebilen kardiyoverter-defibrilatör fonksiyonları üzerinde olumsuz etkileri olabilir mi?(2002) Tandoğan, İzzet; İleri, Mehmet; Yetkin, Ertan; Temizhan, Ahmet; Aras, Dursun; Sezgin, Alpay T.; Bıyıkoğlu, Funda; Şaşmaz, AliÖz: Amaç: Bu çalışmanın amacı dünyada kullanımı hızla artan mobil telefonların İmplante Edilebilen Kardiyoverter-Defibrilatör (ICD) fonksiyonları üzerinde olumsuz etkilerinin olup olmadığını araştırmaktır. Yöntem: Değişik merkezlerde koroner arter hastalığına bağlı ventriküler taşikardi ve/veya fibrilasyon gelişmesi nedeniyle tansvenöz ICD takılan 9 hasta (2 kadın, 7 erkek, yaş ortalaması 65.5±6) üzerinde çalışıldı. Test, hastalarda önce ICD'nin bazal şartlarında yapıldı. Daha sonra kendi ritminde çalışan 7 ICD hastasında, ICD VVI modunda ve hızı hastanın spontan hızının 10 vuru/dakika üzerine programlanarak yapıldı. Pektoral kas yerleşimli ICD cebine göre simetrik olarak yerleştirilen iki farklı mobil telefon ile 50 cm, 30 cm, 20 cm, 10 cm ve mobil telefon antenleri ICD cebi ile temas ettirilerek, mobil telefonların açılma, standby, çaldırma, konuşulma ve telefonların kapatılması aşamasında test yapıldı. Test sırasında ICD etkilenmesinin varlığı açısından bazal şartlarda uygunsuz antitaşikardik şok, ICD'nin pacemaker fonksiyonunda inhibisyon, ventriküler asenkron moda (VOO) dönme, iki boşluklu pacemaker fonksiyonu olan ICD'de ventriküler tetiklenme gelişip gelişmediğine bakıldı. Oluşabilecek değişiklikler intrakardiyak ve yüzey EKG'den izlendi. Bulgular: Çalışma sonunda ICD'nin bazal durumunda ve pacemaker fonksiyonlarında herhangi bir değişme saptanmadı; hastalarda herhangi bir semptom gelişmedi. Sonuç: Mobil telefon kullanımının çalışmamızda kullandığımız ICD fonksiyonları üzerinde olumsuz etkilerinin olmadığına karar verildi.Öğe Vascular endothelial function in patients with slow coronary flow(Coron Artery Dis, 2003) Sığırcı, Ahmet; Barutçu, İrfan; Topal, Ergün; Sezgin, Nurzen; Özdemir,Ramazan; Yetkin, Ertan; Tandoğan, İzzet; Koşar, Feridun; Ermiş, Necip; Yoloğlu, Saim; Barskaner, Emrah; Çehreli, Şengül; Sezgin, Alpay TuranBackground: Slow coronary flow (SCF) in a normal coronary angiogram is a well-recognized clinical entity, but its etiopathogenesis remains unclear. Design: The aim of the study was to determine endothelial function in patients with SCF using a flow-mediated dilatation (FMD) technique in the brachial artery. Methods: Coronary flow was quantified using the corrected thrombosis in myocardial infarction (TIMI) frame count (CTFC) method. Endothelial function was studied in 27 patients with SCF (23 men, four women, mean age 47.6±8.7 years) and in 30 people with normal coronary flow (NCF) (22 men and eight women, mean age 47.5±7.4 years). Results: The flow-mediated diameter increase in the SCF group was significantly smaller than that in the NCF group (3.48±0.10% compared with 9.11±0.10%, P < 0.001). The percentage of nitroglycerine (NTG)-induced dilatation was not significantly different between patients with SCF and people with NCF (16.8±1.1% compared with 17.1±1.1%, P = 0.87). Simple regression analysis showed that mean CTFC (CTFCm) was strongly and inversely related to the percentage of FMD (r = –0.29, P < 0.01) in all participants. When the patients with SCF were excluded, CTFCm was still inversely related to the percentage of FMD (r = –0.36, P < 0.05). CTFCm was also inversely related to NTG-induced dilatation in the 57 participants (r = –0.23, P < 0.05). Multiple regression analysis showed that CTFCm was inversely related to the percentage of FMD only (r = –0.37, P < 0.05). Conclusions: These findings suggest that endothelial function is impaired in people with SCF and that CTFC correlates well with endothelial dysfunction.