Tıp Fakültesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı Koleksiyonu
Bu koleksiyon için kalıcı URI
Güncel Gönderiler
Öğe Malatya ilinde 6-14 yaş arası ilköğretim okulu öğrencilerinde işeme bozukluğu sıklığı ve eşlik eden faktörler(İnönü Üniversitesi, 2018) Kaplan, Fatihİşeme bozukluğu, çocukluk çağının sık görülen kronik sorunlarından biridir. Tedavi edilmezse tekrarlayan idrar yolu enfeksiyonu ve bunun sonucunda da böbrek yetmezliği gibi önemli komplikasyonlara neden olabilir. Biz de bu nedenle Malatya'da 6-14 yaş arası ilköğretim okulu öğrencilerinde işeme bozukluğu sıklığını saptamak ve eşlik eden risk faktörlerini belirlemek amacıyla bu çalışmayı planladık. OLGULAR VE YÖNTEM: Malatya ilinde toplam altı ilköğretim okulunda randomize olarak seçilen sınıflarda okuyan yaşları altı ile on dört arasında değişen 1200 öğrenciye Mayıs 2016 tarihinde kapalı zarflar içinde evde velileri tarafından doldurulmak üzere anket formları dağıtıldı. Dağıtılan anketler, daha sonra yapılan aralıklı okul ziyaretleriyle toplandı. Bu anketlerden 948 adedi geri toplandı. Toplanan anketler değerlendirildikten sonra geçirilmiş beyin-omurilik ve ürolojik hastalığı olanlar; yeterli bilgi içermeyen ve çelişkili yanıtlar nedeniyle 41 anket değerlendirme dışı bırakıldı. Toplam 907 anket değerlendirmeye alındı. Anket formumuzda Akbal ve arkadaşları tarafından geliştirilen işeme bozukluğu semptom skoru (IBSS) skalası kullanıldı. Bu skaladan 8,5 ve üzeri puan alan çocuklarda 'işeme bozukluğu var' olarak değerlendirildi. BULGULAR: Çalışmaya alınan 907 çocuktan 152' sinde (%16,8) gündüz idrar kaçırma olduğu, 131' inde (%14,5) ise enürezis nokturna olduğu saptandı. Çalışma sonucunda anketimizdeki skaladan 8,5 ve üzeri puan alan 175 çocukta (%19,3) işeme bozukluğu olduğu saptandı. Hem gündüz idrar kaçırma, hem de enürezis nokturna ile işeme bozukluğu arasında istatistiksel olarak anlamlı ilişki saptandı. Çocuklarda işeme bozukluğunun yaşla beraber anlamlı derecede azaldığı saptandı. Cinsiyetin işeme bozukluğu sıklığını etkilemediği saptandı. Kentsel veya kırsal bölgede yaşama ile işeme bozukluğu arasında ilişki saptanmadı. Anne babanın medeni durumu ve eğitim seviyesinin işeme bozukluğu sıklığını etkilemediği saptandı. İşeme bozukluğu ile enürezis nokturna ile pozitif aile öyküsü ve enkoprezis arasında anlamlı ilişki bulundu. İşeme bozukluğu saptanan çocukların hayat kalitesinin anlamlı derecede etkilendiği saptandı. SONUÇ: Yaptığımız çalışmanın sonucunda, Malatya ilinde okul çağı çocuklarında işeme bozukluğunun sık görülen bir problem olduğunu belirledik. İşeme bozukluğunun tanınması ve erken tedavi edilmesi için aileler ve okuldaki öğretmen ve yöneticilerle gerekli işbirliği sağlanmalıdır. Bu şekilde çocuklar, işeme bozukluğuna bağlı olarak gelişebilecek olası komplikasyonlardan korunabilir.Öğe Obezite ilişkili hipertansiyonda inflamasyonun CRP, IL-1, PRO-BNP, Leptin ve Pentraksin -3 ile değerlendirilmesi(İnönü Üniversitesi, 2022) Karakuş, GürkanObezite ilişkili hipertansiyonda inflamasyonun CRP, IL-1, PRO-BNP, LEPTİN VE PENTRAKSİN -3 ile değerlendirilmesi Amaç: Bu çalışmanın amacı obezite etyolojide rol oynadığını düşündüğümüz inflamasyonun obezite ilişkili hipertansiyonu olan çocuklarda inflamasyonun CRP, IL-1, proBNP, leptin, PTX-3 düzeyleri ile değerlendirilerek, inflamasyonun şiddeti ile hipertansiyonun ağırlığı arasındaki ilişkiyi saptamaktır. Gereç ve Yöntemler: Çalışmamıza 2021-2022 yılları arasında İnönü üniversitesi Turgut Özal Tıp Merkezi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı; Çocuk Endokrinoloji, Çocuk Nefroloji ve Çocuk Kardiyoloji kliniklerinde obezite ilişkili hipertansiyon nedeni ile takip edilen 2-17 yaş aralığındaki 30 hasta (20 kız, 10 erkek) ile aynı yaş grubunda yer alan 30 sağlıklı çocuk (22 kız, 8 erkek) dahil edildi. Tüm çocukların temel klinik ve demografik özellikleri; yaşları, cinsiyetleri, antropometrik ölçümleri, kan basınçları, ekokardiyografik değerlendirme sonuçları kaydedildi. Ambulatuvar kan basıncı monitörizasyon tekniği ile 24 saatlik ambulatuvar kan basıncı ölçümleri yapıldı. Ekokardiyografi ile ölçülen sol ventrikül çap, volüm parametreleri ile duvar kalınlıkları parametreleri vücut yüzey alanına (m2) oranlandı. Ekokardiyografik değerlendirme sonrası kontrol grubunda yer alan bireylerden ve hastalardan 2 adet biyokimya tüpüne toplamda 10 cc kan alınarak; IL-1, CRP, Leptin, Pro-BNP ve PTX-3 düzeyleri ölçüldü. İstatistiksel analiz SPSS (Statististical Program in Social Sciences) 22.0 yazılım programı kullanılarak yapıldı. Bulgular: Çalışmamızda hasta ve kontrol grubunda inflamasyon parametreleri karşılaştırıldığında leptin(p:<0,001) ve CRP (p:0,041) düzeyinin hasta grubunda anlamlı derecede yüksek olduğu tespit edilmiştir. Hasta ve kontrol grubu ekokardiyografi bulguları karşılaştırıldığında intraventriküler semptum diastolik çapı (IVSd), sol ventrikül diastolik çapı (LVIDd), sol ventrikül serbest duvar diastolik çapı (LVPWd), intraventriküler semptum sistolik çapı (IVSs), sol ventrikül sistolik çapı (LVIDs) ve sol ventrikül serbest duvar sistolik çapının (LVPWs) hasta grubunda istatistiksel olarak önemli düzeyde yüksek olduğunu bulduk. Leptin, sistolik kan basıncı, diyastolik kan basıncı, boy, kilo ve vücut kütle indeksi, IVSd, LVIDd, LVPWd, IVSs, LVIDs, LVPWs ve LVs mass değerlerinin obez olup antihipertansif tedavi başlanan hastalarda istatistiksel olarak önemli düzeyde yüksek olduğu bulunmuştur. İnflamasyon parametreleri ile kan basıncı bulguları arasındaki korelasyonlara bakıldığında sağlıklı çocuklarda leptin ile sistolik kan basıncı arasında pozitif yönde orta güçte, hasta çocuklarda Pro-BNP ile sistolik kan basıncı arasında negatif yönde orta güçte, leptin ile diyastolik kan basıncı arasında pozitif yönde zayıf korelasyon olduğu tespit edilmiştir. Sonuç: Obezite ilişkili hipertansiyonda inflamatuar belirteçlerin erken tanıda önemi, hipertansiyonun neden olabileceği morbidite ve mortaliteyi azaltarak, hedef organ hasarını tedavi etmek için yeni terapötik stratejiler geliştirilmesi açısından yol gösterici olabilir. Ancak, inflamasyonun etkilerini ve prognoz üzerine olan etkilerini değerlendirmek için çocuklarda tedavi öncesi ve sonrası inflamasyonun karşılaştırıldığı ileriye dönük çalışmalara ihtiyaç vardır.Öğe Hipertansif çocukların yaşam içi kan basıncı izleminde 15 yıllık deneyim(İnönü Üniversitesi, 2022) Şapcıoğlu, MustafaHipertansif Çocukların Yaşam İçi Kan Basıncı İzleminde 15 Yıllık Deneyim Amaç: YİKBİ yapılan çocukların verilerini retrospektif olarak inceleyeceğimiz bu çalışma ile daha önce bu açıdan değerlendirilmemiş olan bir bölgedeki 3.basamak bir merkezin 15 yıllık YİKBİ verilerinin, endikasyonlarından, uygulanması ve değerlendirilmesine kadar olan tüm aşamaların değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Gereç ve Yöntemler: İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Nefroloji Bilim Dalında 2005-2020 yılları arasında yatarak ya da ayaktan tedavi edilen, izleminde ve tanı aşamasında YİKBİ yönteminin kullanıldığı hastaların hem klinik verileri hem de YİKBİ sonuçları retrospektif olarak taranarak toplamda 1859 hasta çalışmaya alındı. Yaşam içi kan basıncı izlemi tekniği ile 24 saatlik ambulatuvar kan basıncı ölçümleri yapıldı. Yaş, cinsiyet, boy, kilo, boy ve kilo persentilleri, boy ve kilo SDS'leri, VKİ, VKİ persentilleri, VKİ SDS'leri kaydedildi. Takip formlarında hastalara takılan YİKBİ sonuçlarındaki sistolik KB, diyastolik KB, MAP ve nabız ölçümlerinin 24 saatlik, gündüz ve gece ortalamaları ile bunların persentil ve SDS değerleri kaydedildi. Analizler SPSS (Statistical Package for Social Sciences; SPSS Inc., Chicago, IL) 22 yazılım programı kullanılarak yapıldı. Bulgular: YİKBİ sonucu hipertansif saptanan hastaların VKİ ortalamaları normotansif saptanan hastalara göre anlamlı şekilde yüksek saptandı. YİKBİ sonucuna göre hastaların %38,6'sında sistolik dipper, %71,4'ünde diyastolik dipper hipertansiyon olduğu görüldü. Özellikle sistolik kan basıncında non-dipper özelliğin daha fazla olduğu saptandı. Normotansif olanların dipper olma oranı hipertansif olanlardan anlamlı şekilde yüksek bulundu. 24 saatlik ve gündüz ölçümlerine göre gece ölçümlerinin daha yeterli olduğu görüldü. Ölçüm ortalaması yeterli olanların yaş ortalaması yeterli olmayanlarınkinden anlamlı şekilde yüksek bulundu. Obez olanların geçersizlik için daha büyük risk taşıdığı sonucuna varıldı. Sonuç: Çalışmanın bölgemizde yapılmış en kapsamlı araştırmalardan biri olması nedeniyle hem Malatya hem de bu coğrafi bölgenin hipertansiyon profilini yansıtmada kıymetli olduğunu düşünmekteyiz.Öğe Risk faktörü olmayan asemptomatik çocuklardaki hipertansiyon sıklığı(İnönü Üniversitesi, 2022) Arslan, PelinRisk Faktörü Olmayan Asemptomatik Çocuklardaki Hipertansiyon Sıklığı Amaç: Değişen beslenme alışkanlıkları ve artan ekran bağımlılığına bağlı sedanter yaşam tarzının, çocuklarda hipertansiyon sıklığını arttırmış olabileceğini düşünüyoruz. Bu amaçla, prospektif olarak yapılan 2 yıllık çalışmamızda asemptomatik ve hipertansiyon açısından herhangi bir risk faktörü bulunmayan 3-18 yaş arası çocuklardaki hipertansiyon sıklığı araştırıldı. Gereç ve Yöntemler: Bu çalışma, İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı Genel Pediyatri polikliniğine başvuran 3-18 yaş arası ve hipertansiyon açısından bilinen risk faktörü olmayan çocuklar dâhil edilerek, 1 Ocak 2021 ile 1 Ocak 2022 yılları arasında ileriye dönük gerçekleştirildi. Olguların yaş, cinsiyet, vücut kitle indeksi (VKİ), kan basıncı persentili, anne-babada hipertansiyon, ailenin diğer fertlerinde hipertansiyon, anne-babada koroner hastalık (KAH), ailenin diğer fertlerinde KAH, anne-babada böbrek hastalığı, ailenin diğer fertlerinde böbrek hastalığı, anne-babada obezite ve ailenin diğer fertlerinde obezite öyküsü kaydedildi. Analizler SPSS (Statistical Package for Social Sciences; SPSS Inc., Chicago, IL) 22 yazılım programı kullanılarak yapıldı. Bulgular: Çalışmaya alınan 468 çocuğun 48'inde (%10,3) prehipertansiyon, 71'inde (%15,2) evre 1 HT ve 33'ünde (%7,1) evre 2 HT saptandı. Çalışma grubumuzdaki total HT sıklığı %32,5 olarak hesaplandı. Hipertansiyon saptanan grubun yaş ortalaması 9,1±4,1 yıl, saptanmayan grubun ise 9,9±4,2 yıl idi (P₌0,044). Hipertansiyon saptanan grubun VKİ 19,3±5,4 saptanmayan grubun ise 17,6±3,6 idi (P<0,001). Hipertansiyon saptanan grubun %56,6'sında ailede HT öyküsü mevcut iken saptanmayan grubun %46,5'inde mevcuttu (P₌0,048). Babada KAH öyküsü hipertansiyon saptanan gruptan dört hastada (%2,6) mevcut iken saptanmayan gruptan 25 hastada (%7,9) mevcuttu (P₌0,038). Hipertansiyon saptanan grupta 22 olgunun (%14,4) annesinde obezite öyküsü mevcut iken saptanmayan gruptan 19'unda (%6,0) mevcuttu (P₌0,003). Hipertansiyon saptanan grupta VKİ, ailede HT, babada koroner arter hastalığı ve annede obezite öyküsü saptanmayan gruba göre istatistiksel olarak anlamlı düzeyde yüksek saptandı. Spearman korelasyon testinde vücut kitle indeksi ile HT saptanması arasında pozitif korelasyon saptandı (r: 0,468 P<0,001). Binary çoklu regresyon analizinde (Backward LR model) vücut kitle indeksi (OR 1,154; P<0,001), ailede HT öyküsü (OR 1,543, P₌0,040), babada koroner arter hastalık öyküsü (OR 0,282, P₌0,026) ve annede obezite varlığı (OR 2,238, P₌0,022) çocuklarda hipertansiyon saptanmasında birer bağımsız risk faktörü olarak saptandı. Bu sonuçlara göre yüksek vücut kitle indeksi HT saptanma riskini 1,154 kat, ailede HT öyküsü olması 1,543 kat, babada koroner arter hastalık öyküsü 0,282 kat ve annede obezite varlığı 2,238 kat arttırmaktadır. Sonuç: Çalışmamızda HT sıklığının daha önce yapılan çalışmalara göre daha yüksek olduğu gözlendi. Bu sonucun pre-hipertansiyon ve evre 1 HT olarak sınıflandırılan olguların da çalışmamıza dâhil edilmesinden kaynaklandığınıdüşünüyoruz. Çalışmaya obez çocuklar alınmadığı halde VKİ artışıyla HT saptanma sıklığının korele olduğu, ailede HT, babada koroner arter hastalığı ve annede obezite öyküsünün çocuklarda HT görülmesinde bağımsız birer belirteç olduğu saptandı. Çocuklarda hipertansiyon sıklığındaki artış göz önüne alınarak 3-18 yaş arası risk faktörü olmayan tüm hastaların fizik muayene sırasında kan basınçlarının da mutlaka ölçülmesi gerektiğini düşünüyoruz.Öğe Kuaförlerde alerjik hastalıkların sıklığı ve ilişkili risk faktörleri(İnönü Üniversitesi, 2022) Bayram, HanımKuaför ya da berberlerde; saçlarda şampuanlama, kesme, renklendirme, şekillendirme, saç uzatma gibi saç bakım hizmetleri; yüz ve uzuv epilasyonu, makyaj uygulaması, tırnak ve cilt bakım hizmetleri gibi işlemler sırasında kullanılan ürünlere maruziyet sonrası çeşitli mesleki hastalıklar oluşmaktadır. Astım, solunum semptomları ve deri hastalıkları sık görülen mesleki hastalıklar arasında bulunmaktadır. Özellikle saç ağartıcıların içinde bulunan persülfatların solunumsal maruziyeti solunum yollarında irritan etki yaratarak astıma, cilt maruziyeti ise kontakt dermatit, lokalize kontakt ürtiker ve jeneralize ürtiker gibi hem gecikmiş tipte hem de ani cilt reaksiyonlarına da neden olmaktadır. Bu nedenle çalışmamızda kuaförlerde ve berberlerde alerjik hastalık sıklığı ve ilişkili risk faktörlerinin incelenmesi amaçlanmıştır. Materyal ve Metot: Çalışma 01.01.2021-01.01.2022 tarihleri arasında Malatya'daki 196 bayan ve erkek kuaförünün katılımıyla yapılmıştır. Malatya'daki erkek ve bayan kuaförlerinin alerjik hastalık sıklığının ve ilişkili risk faktörlerinin araştırılması amacı ile bir anket formu oluşturulup, Malatya'daki kuaförlerle yüz yüze görüşme yapılarak verilerin toplandığı kesitsel prospektif bir çalışmadır. Analizler SPSS (Statistical Package for Social Sciences; SPSS Inc., Chicago, IL) 22 paket programında değerlendirilmiştir. p<0,05 değeri istatistiksel olarak anlamlı kabul edilmiştir. Bulgular: Çalışmaya 73'ü (%37,2) kadın ve 123'ü (%62,8) erkek olmak üzere toplam 196 katılımcı dahil edilmiştir. Katılımcıların 77'si (%39,3) 10 yıldan az, 65'i (%33,2) 10-20 yıl ve 54'ü (%27,6) 20 yıldan fazla süredir meslekte çalışmaktadır. Katılımcıların 55'inin (%28,1) ailesinde atopi öyküsü görülmüş, ailelerinde en sık görülen hastalık astım (%17,3) olarak saptanmıştır. Katılımcıların %16,8'inde alerjinin meslekle ilişkili olduğu görülmüştür. Ek kronik hastalığı olanlarda astım görülme oranı (%36,4) olmayanların oranından (%9,7) istatistiksel olarak anlamlı şekilde yüksek bulunmuştur (p<0,05). Ailede atopi öyküsü olanlarda astım görülme oranı olmayanlara göre istatistiksel olarak anlamlı şekilde yüksek bulunmuştur (p<0,05). Göz alerjisi ve ilaç alerjisi olan çalışanlarda astım görülme oranı olmayanlara göre istatistiksel olarak anlamlı derecede fazladır (p<0,05). Alerjinin meslekle ilişkisi olan çalışanlarda astım görülme oranı olmayanlardan anlamlı şekilde yüksek belirlenmiştir (p<0,05). Solunum ve deri yolu ile temas edilen alerjen maddelerin istatistiksel olarak anlamlı düzeyde daha fazla astıma neden olduğu saptanmıştır (p<0,05). Ailedeki atopi öyküsünün astım riskini 12,1 (OR) kat, göz alerjisinin 3,3 kat, egzamanın 3,1 kat, ilaç alerjisinin 5,6 kat, kuaförlük mesleğinin 8,7 kat, solunum yolu ile temas edilen alerjenlerin 8,3 kat, hem solunum hem deri yolu ile temas edilen alerjenlerin 7,8 kat, şampuanların 4 kat ve persülfat tuzlarının 2,7 kat artırdığı saptanmıştır. Sonuç: Atopi ve mesleksel maruziyet kuaför ve berberlerde astım riskini artıran başlıca faktörlerdir. Ailede atopi ve alerjik hastalık öyküsünün bulunması ile kişide farklı alerjik hastalıkların bulunması alerjik hastalık gelişim riskini artırmaktadır. Solunum ve deri yolu ile temas edilen alerjenler astım için daha büyük risk oluşturmaktadır. Şampuanlar ve persülfat tuzları, mesleksel astım gelişim riskini artıran başlıca kimyasal maddelerdir.Öğe Primer konjenital hipotiroidi tanılı olguların başvuru ve izlem özelliklerinin geriye dönük değerlendirilmesi(İnönü Üniversitesi, 2022) Ceylan, Emine SalihaAmaç: Yenidoğan döneminin sık endokrinolojik sorunlarından biri olan konjenital hipotiroidi (KH) geçici veya kalıcı seyir gösterebilmektedir. Geçici KH vakalarının erken saptanabilmesi gereksiz izlem ve tedavinin maliyetlerini azaltabilir. Çalışmamızda, hastanemizde izlediğimiz primer KH tanılı hastaların klinik, laboratuvar, görüntüleme ve tedavi özelliklerini inceleyerek geçici KH'yi öngördürücü faktörleri belirlemeyi amaçladık. Gereç-Yöntem: İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Endokrinoloji polikliniğinde 2008-2018 döneminde primer KH tanısı alan 129 hasta çalışmaya dahil edildi. Hastaların başvuru ve izlemdeki klinik, laboratuvar, görüntüleme, tedavi özellikleri geriye dönük olarak incelendi. Aşikar hipotiroidili hastalar ile izole TSH yüksekliği olanlar, kalıcı KH'li hastalar ile geçici KH'li olanlar; başlangıç klinik, laboratuvar, tedavi özellikleri ve izlemdeki tedavi özellikleri açılarından karşılaştırıldı. Bulgular: Hastaların 65'i (%50,4) kız, 64'ü (%49,6) erkekti, yaş ortalamaları 1,04±1,22(0,1-5,9) aydı. Olguların 11'inde (%8,5) disgenezi bulguları saptandı. Hastaların 44'ü (%34,1) kalıcı KH, 85'i (%65,9) geçici KH tanıları aldı. Kalıcı KH grubunun tanı yaşı ortalaması, kız /erkek cinsiyet dağılımı, başlangıç sT4, TSH değerleri ve başlangıç tedavi dozları geçici KH'li grup ile benzerdi. Kalıcı KH'li grubun 6. ay 1. yıl 2. yıl, 3. yıl ortalama ilaç dozları geçici KH ye göre anlamlı şekilde yüksekti (sırasıyla p=0,003, p<0,001, p<0,001, p<0,001). Yapılan ROC (Receiver Operating Characteristic) analizinde ilaç dozlarının optimal kesim noktaları sırasıyla ≤2,08, ≤1,7, ≤2,17, ≤1,9 mcg/kg/gün şeklinde tespit edildi. Disgenezi olan kalıcı grupta, olmayana göre başvuru sT4 değeri anlamlı şekilde düşük (p=0,005), TSH değeri ve izlemdeki tedavi dozları ise anlamlı şekilde yüksekti. Sonuçlar: Geçici KH'li hastaların takiplerdeki ilaç dozları kalıcı grubuna göre anlamlı olarak düşük seyretmektedir ve altı aydan sonra 2 mcg/kg/gün'ün altındaki dozlar olguda geçici hipotiroidi olabileceğini işaret edebilir.Öğe Clınıcal and laboratory characterıstıcs of hyperprolactınemıc chıldren and adolescents: natıonal survey(Karger, allschwılerstrasse 10, ch-4009 basel, swıtzerland, 2017) Doger, Esra; Akıncı, AyşehanÖğe Analysis of magnetic resonance imaging findings of children with neurologic complications after livertransplantation(Sprınger-verlag ıtalıa srl, vıa decembrıo, 28, mılan, 20137, ıtaly, 2017) Ozturk, Mehmet; Akdulum, Ismail; Dag, Nurullah; Sigirci, Ahmet; Gungor, Serdal; Yilmaz, SezaiObjective To analyze the magnetic resonance imaging findings in children diagnosed with neurologic complications after liver transplantation (LT). Materials and methods A total of 39 patients diagnosed with neurologic complications following LT between 2010 and 2016. Neuroradiologic imaging was performed using cranial magnetic resonance imaging (MRI). Descriptive statistics regarding age, gender, type of complication, diagnostic and therapeutic modalities were calculated and presented as number and percentage. Results Our series consisted of 18 girls and 21 boys. Cryptogenic hepatitis (n = 13, 32%), metabolic diseases (Wilson's disease, tyrosinemia and glycogen storage disease) (n = 7, 18%) and fulminant toxic hepatitis (n = 4, 11%) constitute the most frequent indications for LT. The indications for neuroradiological imaging were convulsion and alteration of mental status. Conclusion These central nervous system complications may present in a variable spectrum and convulsions and altered mental state were the most frequent clinical pictures. Imaging studies were normal in approximately one-third of cases; the most frequent pathologic findings were diffuse cerebral edema, atrophy, and PRES. Clinical history, careful examination and integrated analysis of radiologic data as well as close collaboration and multidisciplinary approach are of utmost importance for establishing the diagnosis rapidly and accurately.Öğe Vitamin D levels of pediatric ıntensive care patients(Duzce unıv, konuralp yerleskesı, duzce, 81620, turkey, 2018) Açık, Sait; Yakıncı, Mehmet CengizObjective: By measuring serum 25-hydroxyvitamin D (25-OHVitD) levels of the patients in Pediatric Intensive Care Unit (PICU), vitamin D supplementation is aimed to those who have been determined to have vitamin D deficiency. Furthermore, it is aimed to compare the vitamin D levels of only acute disease patients with acute disease added to the chronic disease in PICU. Methods: 327 patients (Group A) aged in the range of 1 month to 18 years, that have been hospitalized in PICU of Inonu University TurgutOzal Medicine Centre from January 2015 to June 2016, and 90 healthy subjects as a control group (Group B) were included. Group A was divided into two; patients with only acute disease (A1=125 patients) and patients with acute disease added to the chronic disease (A2=202 patients). Demographic information and 25-OHVitD, Ca, P, ALP levels of all cases were recorded retrospectively. Results: Mean of the 25-OHVitD level was 20.9 +/- 16.4 ng/dl in Group A; 25.7 +/- 17.2 ng/dl in Group A 1 ;17.9 +/- 15.2 ng/dl in Group A2 and 25.9 +/- 14.4 ng/dl in Group B, respectively. Vitamin D deficiency was 55% in Group A, 43.2% in Group Al, 62.4% in Group A2 and 40% in Group B. In addition, vitamin D insufficiency was 16% in Group A, 17.6% in Group Al, 14.9% in Group A2 and 20% in Group B. On the other hand, vitamin D sufficiency was 29% in Group A, 39.2% in Group Al, 22.8% in Group A2, and 40% in Group B. The increase of age and presence of chronic illness were the determining factors of vitamin D level. Conclusion: It has been found that, the incidence of vitamin D deficiency increases in prevalence, as age increases. The patients in PICU, especially those who have chronic illness, were found to have vitamin D deficiency more frequent. It is concluded that elimination of vitamin D deficiency may contribute to the treatment of the disease for the patients in PICU and the children with chronic illness.Öğe Nasotracheal ıntubation in children for outpatient dental surgery: Is fiberoptic bronchoscopy useful(MEDKNOW PUBLICATIONS & MEDIA PVT LTD, B-9, KANARA BUSINESS CENTRE, OFF LINK RD, GHAKTOPAR-E, MUMBAI, 400075, INDIA, 2018) Özkan, Ahmet Selim; Akbaş, S.Background: The aim of our study was to compare the hemodynamic responses and adverse events associated with nasotracheal intubation (NTI) using a fiberoptic bronchoscope (FOB) and a direct laryngoscope (DLS) in children undergoing general anesthesia for outpatient dental surgery. Methods: Eighty children (aged 5u15 years) were scheduled to undergo outpatient dental surgery under general anesthesia and of these children those who required NTI were included. Results: NTI was significantly longer in the FOB group (P = 0.03). In both groups, systolic blood pressure (SBP) and heart rate (HR) significantly decreased after the induction of anesthesia when compared with the baseline values. SBP was significantly higher in both groups at intubation and 1 and 3 min after intubation when compared with postinduction. SBP significantly increased in the DLS group compared with the FOB group at intubation and 1 min after intubation. HR was significantly increased at intubation and 1 min after intubation in the DLS group compared with the FOB group. Nose bleeding after intubation was significantly more frequent in the DLS group (30%) than in the FOB group (7.5%) (P = 0.034). The incidence of sore throat 24 h after surgery was 20% (8/40) in the DLS group and 2.5% (1/40) in the FOB group (P = 0.014). Conclusions: There are fewer hemodynamic responses and adverse events in the FOB group than in the DLS group; therefore, FOB can be safely used for NTI in children undergoing outpatient dental surgery, and FOB may be more successful than DLS for NTI.Öğe Risk factors for early dialysis dependency in autosomal recessive polycystic kidney disease(Mosby-elsevıer, 360 park avenue south, new york, ny 10010-1710 usa, 2018) Taranta-Janusz, KatarzynaObjective To identify prenatal, perinatal, and postnatal risk factors for dialysis within the first year of life in children with autosomal recessive polycystic kidney disease (ARPKD) as a basis for parental counseling after prenatal and perinatal diagnosis. Study design A dataset comprising 385 patients from the ARegPKD international registry study was analyzed for potential risk markers for dialysis during the first year of life. Results Thirty-six out of 385 children (9.4%) commenced dialysis in the first year of life. According to multivariable Cox regression analysis, the presence of oligohydramnios or anhydramnios, prenatal kidney enlargement, a low Apgar score, and the need for postnatal breathing support were independently associated with an increased hazard ratio for requiring dialysis within the first year of life. The increased risk associated with Apgar score and perinatal assisted breathing was time-dependent and vanished after 5 and 8 months of life, respectively. The predicted probabilities for early dialysis varied from 1.5% (95% CI, 0.5%-4.1%) for patients with ARPKD with no prenatal sonographic abnormalities to 32.3% (95% CI, 22.2%-44.5%) in cases of documented oligohydramnios or anhydramnios, renal cysts, and enlarged kidneys. Conclusions This study, which identified risk factors associated with onset of dialysis in ARPKD in the first year of life. may be helpful in prenatal parental counseling in cases of suspected ARPKD.Öğe Pediatric wilson's disease: findings in different presentations. A cross-sectional study(Assocıacao paulısta medıcına, av brıg luıs antonıo, 278-7 andar, sao paulo, cep01318-901, brazıl, 2018) Gungor, Sukru; Selimoglu, Mukadder Ayse; Varol, Fatma Ilknur; Gungor, SerdalBACKGROUND: Wilson's disease (WD) may present with different manifestations: from an asymptomatic state to liver cirrhosis. Here, we aimed to evaluate clinical presentations and laboratory findings and prognoses among WD cases. DESIGN AND SETTING: Cross-sectional study based on patients' records from the university hospital, Inonu University, Malatya, Turkey. METHODS: The medical records of 64 children with WD were evaluated focusing on the clinical, laboratory and liver biopsy findings in different clinical presentations. RESULTS: The mean age at diagnosis was 8.6 +/- 3.26 years (range 3.5-17) and mean length of follow-up was 2.49 years (range 0-9). There were 18 cases (28.1%), 12 (18.8%), 9 (14.1%) and 6 (9.4%) of chronic liver disease, fulminant liver failure, neurological WD and acute hepatitis, respectively. Nineteen (29.7%) were asymptomatic. The most common sign and laboratory finding were jaundice (45.3%) and hypertransaminasemia (85.9%), respectively. The lowest serum zinc level was found in the fulminant liver failure group (P = 0.035). Hepatosteatosis was detected in 35% of the 20 patients who underwent liver biopsy. Among those with hepatosteatosis, 57.1% were asymptomatic. While 35% had copper staining, 25% presented iron accumulation in liver biopsies. Nine cases underwent liver transplantation and seven of these presented fulminant liver failure (77.8%). CONCLUSION: The presentation, symptoms and signs of our cases were similar to those in previously reported series, except for the high proportion of fulminant WD cases. Further studies are needed to clarify the relationship between zinc levels and development of a fulminant course and between iron status and WD.Öğe Factors predicting postoperative febrile urinary tract infection following percutaneousnephrolithotomy in prepubertal children(Elsevıer scı ltd, the boulevard, langford lane, kıdlıngton, oxford ox5 1gb, oxon, england, 2018) Kaygisiz, Onur; Satar, Nihat; Gunes, Ali; Dogan, Hasan SerkanBackground Predictive tables and scoring systems can predict stone clearance. However, there is a paucity of evidence regarding the prediction of complications during percutaneous nephrolithotomy (PCNL), particularly in children, which remains under-researched. To our knowledge, no studies have evaluated the risk factors for febrile urinary tract infection (FUTI) after pediatric PCNL. Objectives To assess the predictive factors of FUTI in prepubertal children after PCNL and determine whether any prophylactic cephalosporins are superior for decreasing the FUTI rate. Study design Data from 1157 children who underwent PCNL between 1991 and 2012 were retrieved from the multicenter database of the Turkish Pediatric Urology Society. Children >12 years of age were excluded, leaving 830 children (364 girls, 466 boys). Data were analyzed according to the presence of FUTI and compared between the FUTI and non-FUTI groupsÖğe Hospitalisation: a good opportunity to detect developmental difficulty in children(Medcom ltd, room 504-5, cheung tat centre, 18 cheung lee st, chaı wan, hong kong 00000, peoples r chına, 2018) Kum, Y. E.; Dogan, D. G.; Canaloglu, S. K.; Kivilcim, M.This study aimed to determine children at risk of developmental difficulty by using a developmental monitoring tool during their hospital stay. The development of 113 hospitalised children aged 2-42 months was evaluated by using expressive and receptive language, fine and gross motor, social-emotional and relational functions, play, and self-help skills areas of the Guide for Monitoring Child Development (GMCD). There were 49 (42.4%) children with developmental difficulties. Developmental difficulty was found in 72.9% of the children of mothers who expressed a concern (p<0.001). Developmental difficulties were significantly more common in children of mothers without regular prenatal follow-up (p<0.001), with low educational level (p<0.001), and who had previously suffered stillbirth (p<0.013); and in children with a birth weight below 2500 g (p<0.002), and with consanguineous parents (p<0.007). The hospitalisation period is a good opportunity to identify children at risk of developmental problems and refer them for further assessment and early intervention.Öğe Comparison of practical application steps of the previously used adrenaline auto injector in Turkey (EpiPen) and the currently available adrenaline auto injector (Penepin): a multi-center study(AVES, BUYUKDERE CAD 105-9, MECIDIYEKOY, SISLI, ISTANBUL 34394, TURKEY, 2018) Topal, ErdemAim: It has been shown by a great number of studies that the correct use of adrenaline auto injectors prescribed to patients with anaphylaxis is associated with the design of the auto injector, in addition to training. The aim of this study was to compare the skills of adults in using two different auto injectors prescribed to patients with anaphylaxis. Material and Methods: Parents of patients aged between 1 and 18 years who referred to allergy outpatients were included in the study. Results: A total of 630 volunteers from nine centers were included in the study. Four hundred fifty-seven (72.5%) of the participants were females and 235 (37.3%) were undergraduates. The rate of showing all the steps of auto injector trainers correctly e by the participants was found as (60.2%) (n=379) for EpiPen and 42.9% (n=270) for Penepin (p<0.001). The most frequent mistake with both auto injector trainers was the step of "place appropriate injection tip into outer thigh/press the trigger so it clicks." When the preferences of the volunteers were asked after training and application, 527 (83.7%) chose EpiPen, stating that it was easier and simpler to use. Conclusions: Our study showed that the correct usage rates of both adrenaline auto injectors were much lower than expected and there could be mistakes in the application of both. It could be appropriate to make improvements in the design of Penepin, which is still the only available adrenaline auto injector in Turkey, such that its application steps will be simpler and quicker.Öğe Does atopy affect the course of viral pneumonia?(Elsevıer espana slu, av josep tarradellas, 20-30, 1era planta, barcelona, cp-08029, spaın, 2018) Catal, F; Girit, S; Can, D; Erdem, S. B; Sen, VBackground: The presence of atopy is considered as a risk factor for severe respiratory symptoms in children. The objective of this study was to examine the effect of atopy on the course of disease in children hospitalised with viral pneumonia. Methods: Children between the ages of 1 and 6 years hospitalised due to viral pneumonia between the years of 2013 and 2016 were included to this multicentre study. Patients were classified into two groups as mild-moderate and severe according to the course of pneumonia. Presence of atopy was evaluated with skin prick tests. Groups were compared to evaluate the risk factors associated with severe viral pneumonia. Results: A total of 280 patients from nine centres were included in the study. Of these patients, 163 (58.2%) were male. Respiratory syncytial virus (29.7%), Influenza A (20.5%), rhinovirus (18.9%), adenovirus (10%), human metapneumovirus (8%), parainfluenza (5.2%), coronavirus (6%), and bocavirus (1.6%) were isolated from respiratory samples. Eighty-five (30.4%) children had severe pneumonia. Atopic sensitisation was found in 21.4% of the patients. Ever wheezing (RR: 1.6, 95% CI: 1.1-2.4), parental asthma (RR: 1.5, 95% CI: 1.1-2.2), other allergic diseases in the family (RR: 1.8, 95% CI: 1.2-2.9) and environmental tobacco smoke (RR: 1.6, 95% CI: 1.1-3.5) were more common in the severe pneumonia group. Conclusions: When patients with mild-moderate pneumonia were compared to patients with severe pneumonia, frequency of atopy was not different between the two groups. However, parental asthma, ever wheezing and environmental tobacco smoke exposure are risk factors for severe viral pneumonia in children. (C) 2017 SEICAP. Published by Elsevier Espana, S.L.U. All rights reserved.Öğe Development of severe hyponatremia due to cerebrospinal fluid leakage followingmeningomyelocele surgery in a newborn(Amer assoc neurologıcal surgeons, 5550 meadowbrook drıve, rollıng meadows, ıl 60008 usa, 2018) Gokce, Ismail Kursad; Turgut, Hatice; Ozdemir, Ramazan; Onal, Selami CagatayCerebrospinal fluid leakage following meningomyelocele surgery is a frequent complication in the wound healing period and is associated with wound dehiscence. CSF loss can cause severe hyponatremia, especially in the newborn and early infancy periods when dietary sodium content is relatively low. Hyponatremia in the newborn period can result in adverse neurodevelopmental outcomes. In addition, hyponatremia's cerebral effects can increase complications in neurosurgery patients. The authors present the case of a newborn in whom CSF leakage from the operative site and severe hyponatremia developed following meningomyelocele surgery. To the best of their knowledge, severe hyponatremia caused by CSF leakage after meningomyelocele surgery has not been previously reported in the literature.Öğe Clınıcal, epıdemıologıcal and prognostıc features of chıldren wıth hemolytıc uremıcsyndrome: multıcenter experıence of turkey(Sprınger, 233 sprıng st, new york, ny 10013 usa, 2018) Ertan, Pelin; Bulut, Ipek Kaplan; Guven, Sercin; Cicek, Neslihan; Tulpar, Sebahat; Coskun, Seda; Donmez, Osman; Dusunsel, Ruhan; Serdaroglu, Erkin; Bek, KenanÖğe Clınıcal course of c3 glomerulopathy ın turkısh chıldren: a multıcenter study(Sprınger, 233 sprıng st, new york, ny 10013 usa, 2018) Dursun, İsmail; Pınarbaşı, Ayşe Seda; Gökçe, İbrahim; Comak, Elif; Saygili, Seha; Bayram, Meral Torun; Dönmez, Osman; Melek, Engin; Tekcan, Demet; Yılmaz, DilekÖğe Characteristics of persistent diaper dermatitis in children with food allergy(Blackwell Publishing Inc., 2018) Celiksoy, M.H.; Topal, E.; Hazıroglu Okmen, Z.; Alataş, C.; Demirtaş, M.S.Background/Objectives: Diaper dermatitis is often caused by irritant contact occurring beneath the diaper of an infant, and it is aggravated by factors such as dampness, friction, urea, and feces. Food-allergic patients are known to exhibit various skin lesions ranging from urticaria to eczema. This study aims to determine the relationship between persistent diaper dermatitis and food allergy. Methods: A retrospective chart review was conducted of pediatric patients with a diagnosis of persistent diaper dermatitis between August 2015 and November 2017. Results: The study included 157 patients diagnosed with persistent diaper dermatitis (67 male, 72 female; median age: 13 months). Diaper dermatitis was more common and included the whole perineum in children who had multiple food allergies (P = 0.001). In children with multiple food allergies, the course of diaper dermatitis was more severe, and the condition did not respond to topical treatment (P = 0.025). A longer elimination diet was required for patients with Type I reactions and persistent diaper dermatitis (P = 0.018). In patients with Type II and mixed reactions, diaper dermatitis was more diffuse and covered the whole perineum (P = 0.025). In patients with Type II and mixed reactions, diaper dermatitis was more severe and did not respond to topical treatment (P = 0.025). Conclusions: Persistent diaper dermatitis lasting longer than a month may be associated with food allergy. The diaper rash may also be the only indicator of the food allergy. Elimination of the responsible food may allow these patients to recover from persistent diaper dermatitis. © 2018 Wiley Periodicals, Inc.