Africania Koleksiyonu

Bu koleksiyon için kalıcı URI

Güncel Gönderiler

Listeleniyor 1 - 20 / 21
  • Öğe
    Etiyopya’nın Kimlik Politikalarının Tarihsel Dönüşümü ve Tigray Krizine Giden Süreç
    (2022) ÖZYURT, Necdet Burak; GÜN, Begüm
    Afrika kıtasında etnik ve dini olarak homojen bir devlet bulmak neredeyse imkânsızdır. Bu durumdan mütevellit kıta ülkeleri zaman zaman kimliksel krizler yaşamakta, ülke içindeki etnik ayrışmalar ülkeleri iç savaşa kadar sürükleyebilmektedir. Etiyopya da homojen bir devlet olmamakla beraber uzun yıllar bu etnik grupları bir arada tutarak ekseriyetle barış içinde yaşamayı başarmış; kıtanın tarihi en eskiye dayanan ülkesi olarak hem bölgesinde hem de kıtada güçlü bir aktör olarak varlığını sürdürmektedir. Ancak ülkenin sürekli değişen yapısı ve iktidara göre şekillenen kimlik politikaları ülkeyi zaman zaman iç karışıklığa sürüklemiştir. Derg rejiminin “Önce Etiyopya” sloganıyla ulus devlet inşa etme politikası, Derg rejimini şovanist olarak gören Etiyopya Halkının Devrimci Demokratik Cephesi tarafından etnik federal yapıya dönüştürülmüştür. EPRDF’nin zaman içinde değişen dost-düşman algısı neticesinde parti etnik federal yapıyı tekrar uluslaştırma çabası gösterse de, Addis Ababa’nın genişletilmesi için çıkarılan bir kamulaştırma kanunu neticesinde Oromoların protestoları ile karşılaşmıştır. İktidar değişikliğine neden olan bu protestolar ilk kez bir Oromo’nun başbakanlık koltuğuna oturması ile sonuçlanmış, ancak bu değişiklik sonucunda uzun zamandır yönetimde söz sahibi olan Tigrayların yönetimden uzaklaştırılarak saf dışı bırakılması ülkeyi iç karışıklığı sürüklemiştir. Bugün “Tigray Krizi” olarak adlandırılan sorunu ortaya çıkaran unsurlardan birini kimlik teşkil etmektedir. Bu çalışma, Etiyopya’nın kimlik politikalarını realist ve sosyal inşacı teoriler üzerinden ele alarak ülkenin kimlik politikalarındaki değişimin Tigray krizine nasıl yol açtığını anlamlandırmaya çalışmaktır.
  • Öğe
    GÜNEY AFRİKA’NIN ZULU HALKI
    (2022) BÜYÜKTAVŞAN, Hatice Zehra
    Afrika geçmişten günümüze kadar kendilerine özgü geleneklere, dinî inançlara, değerlere, dillere ve birbirinden farklı yaşam tarzlarına sahip birçok kabileye ev sahipliği yapmıştır. Günümüzde yoğun olarak Güney Afrika’nın KwaZulu-Natal bölgesinde yaşayan ve hâlâ geleneklerine bağlı bir yaşam tarzı süren Zulu yerlilerinin oluşturduğu etnik grup da bu kabilelerden birisidir. Bu çalışmada başta Zulu kabilesinin tarihine, en önemli kralları Shaka Zulu dönemine ve bugün bile konuşulan başarılı Zulu Savaşları’na ışık tutulmaya çalışılmıştır. Akabinde Zulu toplumunun kendine özgü dili, dini inanışları, aile yapısı, mimarisi, kıyafetleri, ekonomisi, yiyecekleri, müzikleri, dansları, törenleri ve mitolojik özellikleri incelenmiştir. Sonrasında Zulu kabilesinin toplum yapısı, adalet sistemi, yönetim yapısı, askeri sistemi ve tıbbi tedavi süreci genel hatlarıyla ele alınmıştır. Afrika’da kendi geliştirdikleri yöntem ve gelenekleri ile özgün bir hayat süren Zulu yerlileri, Afrika kıtasının özünün bir yansımasıdır. Sömürgeleştirilmiş tüm Afrika toplumlarında olduğu gibi Zulu halkının da yaşam biçimleri ve gelenekleri sömürgeciler tarafından silinmeye çalışılmıştır. Ancak Zulular, tüm bu olumsuzluklara rağmen kölelik düzenine ve kimliksizleştirilmeye karşı bütün gücüyle mücadele ederek varlığını sürdürmeye çalışan Afrika’nın güçlü bir topluluğu olmayı başarmıştır. Bu başarıda büyük payı olan Zuluların güçlü imparatoru Shaka Zulu unutulmamalıdır. Bu mücadelenin en önemli sembolü olan Shaka Zulu, ölümünden sonra bile halkını bir arada tutmaya yetecek kadar güçlü bir topluluk yapısı bırakmış ve halkının öz benliğinin korunmasına büyük fayda sağlamıştır. Bu varsayımlardan yola çıkarak makalede, Zulu halkı genel hatlarıyla betimleyici ve açıklayıcı bir yöntemle analiz edilmiştir.
  • Öğe
    THE POST-FOCAC’S DYNAMICS OF THE CHINA-AFRICA RELATIONSHIP: AN ASSESSMENT
    (2022) MİNTOİBA, Faroukou
    Uluslararası alanında yükselen güç statüsü nedeniyle Çin'in faaliyetleri ve gelişmekte olan dünya üzerindeki çeşitli etkileri uzun süredir tartışmalı durumundadır. Afrika'yla son yıllardaki etkinlikleri, analistlerin kıtayla olan ilişkisini sömürgecilikten kazan-kazan bir ortaklığa kadar çeşitli temsillerde tasvir etmiştir. Çin'in Afrika'daki varlığının geleneksel tartışması onu üç farklı teorinin çatışmasıyla değerlendirirken, Panda-hugger ve Dragon-slayer'in Çin'in Afrika için bir fırsat veya tehdit teşkil ettiği perspektifi, iki aşırılık yanlısının lehine ilginç ve ikna edici argümanlar ortaya koymaktadır. Aslında çağdaş Çin-Afrika işbirliği, Çin’in ekonomik büyüme ve istikrarın desteklenmesini amaçlayan barışçı bir dünya düzeni oluşturulmasına katkıda bulunmak amacıyla pragmatik ekonomik ve siyasi araçları bir araya getirerek inşa edilmiştir. Çin'in Afrika'daki varlığının siyaseti şüpheyle değerlendirilmesi, bu idealin peşindeki Çin'in Afrika ortaklarının çoğuyla tercihli enerji anlaşmaları karşılığında yardım kullanımı hakkındaki endişelerle gündeme gelmektedir. Bu makale, Çin ve Afrika İşbirliği Forumu olan FOCAC’ın bir değerlendirmesini yaparak kurulmasına neden olan hedefe ulaşılmasına ne ölçüde katkıda bulunduğunu anlamayı amaçlamaktadır. Makale, Afrika ile ilişkisini sürdürmek amaçlı atılan en önemli adımlardan biri olan FOCAC aracılığıyla Çin ve Afrika arasındaki ilişkilerinin kurumsallaşmasının, Çin'in işbirliğini geliştirmesi için Afrika'ya sunduğu stratejik bir fırsat olduğunu savunmaktadır. Aynı zamanda bu makale, Çin'in Afrika için güvenilir bir yatırım ortağı olarak görülmesine rağmen, Kıtanın ülkelerinin, ekonomik kalkınmaları uğruna bahsi geçen fırsatı değerlendiremiyor olmaları, bu işbirliğinden faydalanmamalarına neden olduğunu ileri sürmektedir.
  • Öğe
    STRATEGIC DIMENSIONS OF THE SUDANESE-TURKISH RELATIONS AND THEIR IMPACT ON TURKISH- AFRICAN RELATIONS
    (2022) TİRAB, Tirab Abbkar
    Recently, academic studies dealing with regional relations and bilateral relations between countries have become increasingly important in the academic world. Because these studies are expected to provide simpler and more understandable findings on a specific subject rather than giving a macro perspective. In addition, since such academic studies research on a country basis, it is of great importance for other countries to determine a strategy for the country that is the subject of the research. In addition, it has gained indispensable importance in international politics in recent years and provides the method of comparison, which is one of the development strategies. For these reasons, it is possible to see that thought centers and research institutes have evolved in this direction. Such studies have gained more importance especially for African countries that have not been researched deeply and without prejudice. Based on this idea, current article aims to discuss the importance of bilateral relations between the Republic of Sudan and the Republic of Turkey and the positive effects of the relations on Turkey-Africa. Sudan is an influential country in the African continent, and Turkey, on the other hand, has been following a policy of opening to the African continent, since it has a common history with many African societies. In this regard, the relations between the two countries tend to welcome the cooperation opportunities in all fields in line with the policy of mutual benefit for all African countries. In addition, the article focuses on the necessity of stable bilateral relations between the two countries and the opportunities that may arise as a result.
  • Öğe
    Etnik Kimlik Yaklaşımları ve Şiddet: İnşacı yaklaşım üzerinden Ruanda ve Burundi Vakalarının Tarihsel Bir Karşılaştırması
    (2022) AY, Cihan; EKİCİ, Süleyman
    Bu çalışmanın amacı; primordiyal, araçsalcı ve inşacı etnik kimlik yaklaşımlarının etnik kimliklerin doğası, tanımı, işlevi ve kimlik-şiddet ilişkisi hakkındaki temel iddialarını Ruanda ve Burundi vakaları üzerinden eleştirel bir şekilde incelemektedir. Ruanda ve Burundi, etnik kimlikler ve bu kimliklerin demografik dağılımı, dil, din, kültürel yapı ve tarihsel deneyimler açısından benzer özellikler taşımalarına rağmen farklı tarihlerde etnik kimlikler ile ilişkilendirilen şiddet vakalarına bakıldığında Ruanda’da Burundi ile karşılaştırıldığında daha yoğun bir çatışma yaşandığı gözlemlenmektedir. Ayrıca Ruanda’da bu şiddet vakalarına sıradan insanların daha yoğun bir katılım gösterdiği görülmektedir. Çalışma, Ruanda’daki bu farklılığı tarihsel süreç içerisinde etnik kimliklerin inşa edilme biçimleri ve devletin merkezileşme ve otoriterleşme yönünde yaşadığı dönüşüm ile açıklamaktadır. Sömürge öncesi, sömürge dönemi ve sömürge sonrası şeklinde üçlü bir tarihsel dönemselleştirmeye gidildiğinde her üç dönemde de Ruanda’da Burundi’ye kıyasla daha katı, ayrımcı ve dışlayıcı bir etnik kimlik inşasının olduğu, bu inşa sürecinin siyasi yapının merkezileşmesinden daha çok etkilendiği ve sonuçta şiddet vakalarının daha yoğun bir şekilde geliştiği gözlemlenmektedir. İki ülkenin sömürge öncesi ve sömürge döneminde etnik gruplar arasındaki ilişkilerin ve siyasi yapıları arasındaki farklılıkların sömürge sonrası dönemdeki şiddet vakalarının yoğunluğunda önemli etkisi olmuştur. Genel olarak bakıldığında yapılacak karşılaştırmada inşacı yaklaşımın kimliklerin tarihsel olarak nasıl inşa edildikleri ve kitleler tarafından nasıl aktif bir şekilde benimsendikleri yönündeki argümanları bize şiddet vakalarını daha iyi analiz edebilme imkânı tanımaktadır.
  • Öğe
    BURKİNA FASO’DA THOMAS SANKARA DÖNEMİ (1983 - 1987): POSTKOLONYAL TEORİ ÇERÇEVESİNDEN BİR DEĞERLENDİRME
    (2021) BÜYÜKTAVŞAN, Hatice Zehra
    II. Dünya Savaşı’nın sonrasında uluslararası alanda güç dengeleri değişmiş ve geçmişte koloni olan birçok Asya, Afrika ve Amerika ülkesi birer birer bağımsızlıklarını kazanmaya başlamıştır. Bu süreç sonunda kolonyalizmin sona ermesi ile birlikte Postkolonyal Teori ortaya çıkmış ve kolonyalizmin, kolonize edilmiş ülkelerde bıraktığı mirası sorgulama çabasına girmiştir. Fransa’dan 1960’ta bağımsızlığını kazanan Burkina Faso, eski adı ile Yukarı Volta da bu ülkelerden birisidir. 1983-1987 yılları arasında iktidarda olan Thomas Sankara sömürülmüş, alt tabaka olarak sınıflandırılmış Burkina Faso’da sınırlı kurumsal kapasite ve elindeki az kaynak ile kendi araçlarını kullanarak Postkolonyal bir tutumla ülkedeki sömürgeci Fransa’nın izlerini silmeye ve bağımsız bir ulusal kimlik ve kültür inşa etmeye çalışmıştır. Bu süreç boyunca Sankara ülkede ekonomi, kültür, sağlık, eğitim, alt yapı, ordu vb. alanlar başta olmak üzere birçok alanda ülkenin kalkınması ve kendi kendine yeten bağımsız bir ulus olması adına sayısız reform yapmıştır. Bu çalışma kapsamında başta Burkina Faso hakkında genel bilgilere değinilmiş ve akabinde çalışmanın teorik çerçevesi ve Thomas Sankara ile ilgili kısa bir bilgi verilmiştir. Sonrasında Postkolonyal Teori perspektifinde 1983 darbesi, Thomas Sankara iktidarı (1983-1987) ve 1987 darbesine giden yol genel hatları ile ele alınmıştır. Hazırlanan bu çalışma ışığında ayrıca, Postkolonyal düşünce de kullanılarak Sankara’nın sömürgeci Fransa döneminden ayrışma çabaları araştırılmaya çalışılmıştır. Yürütülen bu çalışma sonucunda, kolonicinin kolonize üzerinde etkisini yitirmesinin ardından kolonizenin ülkesini her alanda geliştirme ve özgürleştirme girişimlerine rağmen bu sürecin sonunda bu gayretin yetersiz kalması durumu farklı açılardan ele alınarak literatüre katkı sağlanması amaçlanmıştır.
  • Öğe
    KÜRESELLEŞME ÇAĞINDA GÜNEY AFRIKA’NIN UBUNTU RUHU
    (2021) KARADAĞ, Esma
    Güney Afrika Cumhuriyeti ile özdeşleşmiş olan ubuntu ya da botho kavramı eski bir Afrika dünya görüşünü tanımlar. Temelinde sevgi, şefkat, saygı, paylaşma, birliktelik gibi değerleri barındıran ubuntu felsefesi farklı Afrika topluluklarının dillerinde farklı kelimelerle anılır. Yapılan çalışmalara göre kelime olarak ubuntu’nun 19. yüzyılın ikinci yarısı gibi nispeten yakın bir dönemde ilk defa kullanıldığını gösterse de, kelimenin sözlü kullanımının çok daha eskilere dayandığı tahmin edilir. Kavramsal olarak farklı dönemlerde farklı anlamlarda kullanıldığı düşünülen ubuntu kelimesi, günümüzde bazı kişilerce insanın ahlaki özelliklerini tanımlarken bu tanımdan yaklaşık bir asır sonra ortaya çıkan diğer bir tanımı ise toplumun birbirine bağlılığını ifade eder. Bu yönüyle kavram günümüzde, bir Nguni atasözü olan umuntu ngumuntu ngabantu, yani “kişi diğer kişiler aracılığıyla bir kişidir” prensibiyle iç içe geçmiştir. Ubuntu, Afrika’yı dünyaya tanımlama ve kıtayı dünyaya kendi öz değerleriyle anlatarak hiçbir dış baskı altında kalmadan oluşmuş olabilecek, yani doğal bir Afrika algısına ulaşabilme girişiminin bir parçasıdır. Diğer taraftan Afrikalıların yeni bir dünya vizyonu oluşturma girişiminde önemli bir araç olarak görülür. Bu yönüyle, Afrikalı bakış açısının temele aldığı ubuntu felsefesinin siyasi, sosyal ve eğitim gibi alanlarda kullanılması akademik çevrelerce oldukça tartışılmaktadır. Güney Afrika’nın iç ve dış siyasetini belirleyen temel yapı taşlarından biri olması yönüyle ubuntu ve önerdiği kardeşlik, sevgi ve şefkat gibi değerler, yeni ulus inşası hedefleri ve ülkedeki artan yabancı düşmanlığının önüne geçmek için uygulanmaya çalışılmaktadır. Öğretileri itibariyle ubuntu felsefesinin ve diğer Afrika kültürlerindeki varyasyonlarının başta Afrika kıtası olmak üzere dünya barışına katkı sunacağı savunulur. Bunun yanında, Afrika kıtasının sosyo-ekonomik birleşmesini ifade eden Pan-Afrikanizm idealinin gerçekleştirilmesi için ubuntu’yu referans alan noktadan hareket edilebileceği iddia edilir.
  • Öğe
    SUDAN’S NATIONAL UNITY: THE PEACE AND INTEGRATION IN THE TRANSITION
    (2021) ORAKÇI, Serhat
    Unity and fragmentation are two edges of modern political spectrum of Sudan since it emerged in the 19th century as a result of annexations and diplomacy. As ethnic and religious identity politics have created deep ethnic and religious divisions in the country, several regions in the periphery of Sudan have remained marginalized and disintegrated. On the other hand, there have been always peace initiatives addressing partially or wholly root causes of regional conflicts in order to integrate and unite the country. It seems that Sudan’s peace processes might be considered as integration processes addressing political, economic and social issues either on national or regional levels. The Addis Ababa Peace Agreement in 1972 and the Comprehensive Peace Agreement in 2005 were major attempts in order to save Southern parts of the country and unite Sudan territorially. Today, once again, we witness that transitional government body, which came to power after ouster of former President Omar al-Bashir, designates ending regional conflicts and disputes throughout 2020 Juba Peace Agreement, signed between Khartoum and regional elites in Darfur, South Kordofan, Blue Nile, Northern, Eastern, Central parts and the Third Front-Tamazuj. This paper aims exploring Sudan’s regional disputes and the Juba peace deal from the angle of national integration approach in order to understand whether this time construction of a new Sudan based upon civic values is possible or not.
  • Öğe
    NİJERYA’YA ŞİİLİĞİN GİRİŞİ VE YAYILMASINDA/GELİŞİMİNDE İRAN’IN ROLÜ
    (2021) TOPRAK, Kenan
    Bu çalışmada, Şeyh İbrahim Yakub el-Zakzaki’nin politik aktivizmine ve Nijerya’da en aktif Şii grubu olarak bilinen Nijerya İslami Hareketi’ne (IMN) değinilmektedir. Nijerya İslami Hareketi’nin altyapısı, 1979 yılında İran’da gerçekleşen devrim ile birlikte 1980’lerden bu yana Nijerya devleti ve diğer dini gruplara karşı sert bir mücadeleye liderlik eden Şeyh İbrahim Yakub el-Zakzaki tarafından hazırlandı. Çalışma, Nijerya Şiilerinin sosyal ve politik dinamiklerini tarihsel bir perspektiften inceleyerek, bugüne kadarki faaliyetlerinin farklı aşamalarını sunuyor. Ayrıca, Nijerya’da Şiiliğin kökeninin ve Şiiliğin bu bölgede yayılmasını kolaylaştıran faktörlerin belirlenmesini, Nijerya’da İran’ın gücüne ve etkisine katkıda bulunan faktörlerin incelenmesini amaçlamaktadır. Bunun yanı sıra, Nijerya’ya yerleşmiş Lübnanlı Şiilerin tarihini Nijeryalı Şiilerin faaliyetleri, Şiiliğe geçişlerinin nedenleri ve karşılaştıkları zorlukları incelemeyi hedeflemektedir. Aynı zamanda IMN çağrılarının içeriği ve metodolojisi nedeniyle Sufi ve Selefi Müslüman topluluklar arasındaki anlaşmazlığın bazı teolojik boyutlarını ele alıyor. 1979 İran İslam Devrimi’nin bölgede Şiiliğin yerleşmesinde etkili olduğu ve İran İslam Cumhuriyeti’nin Nijeryalı öğrencilerin İran’da eğitim görmeleri için burs sağlaması gibi birçok faaliyetin Şiiliğin bölgede yayılmasına katkıda bulunduğu görülmüştür. Makale, İran’ın Şiiliği yumuşak güç olarak kullandığı, Nijerya İslami Hareketi’nin İran Devrimi temelli etkileşimlerin sonucu ortaya çıktığını, ve İran Şiiliğinin bir uzantısı olduğunu savunuyor. Nijerya'da Şiilik üzerine akademik kaynakların azlığı nedeniyle, incelemeler internet üzerinden temin edilen destekleyici materyallere dayanmaktadır. Kaynak materyal eksikliği nedeniyle, bu makale farklı kaynaklardan zıt bilgilerin toplanmasına dayanmaktadır.
  • Öğe
    YOKSULLUK KISKACINDAKİ AFRİKA’DA TARIM POLİTİKALARININ GELİŞTİRİLMESİNDE SELEM’İN ROLÜ
    (2021) ÇAMUKA, Semra; GÖN, Ercan; ÇOBAN, Uğur
    Genel bir tanımlamayla temel insan ihtiyaçlarının karşılanamaması olarak ifade edilebilecek yoksulluk Afrika’nın ana gündemlerinden biri olmaya devam etmektedir. Birleşmiş Milletler gibi uluslararası kuruluşlar ve sivil toplum kuruluşlarının güncel raporları bu durumu destekler niteliktedir. Bunula birlikte Afrika’nın tarımsal üretim potansiyeli yoksulluktan kurtulma konusunda tarım politikaları geliştirme fırsatı sunmaktadır. Afrika ülkelerinde tarımsal üretimim gayri safi yurtiçi hâsıla içerisindeki payı ve toplam istihdam içerisinde tarımsal istihdamın oranı ile ilgili veriler tarımın bu potansiyelini belirginleştirmektedir. Bu çalışmada Afrika’nın yoksulluktan kurtulması ile ilgili yürütülecek tarımsal politikalar için İslami finans ürünlerinden selemin oynayabileceği role odaklanılmıştır. Çalışma kapsamında Afrika’ya dair tarımsal verilerden hareketle içerik analizi yapılmış ve selemin tarımsal politikaların etkinliğini sağlama hususunda potansiyel taşıdığı sonucuna varılmıştır.
  • Öğe
    COVID-19 DÖNEMİNDE TÜRKİYE-AFRİKA SAĞLIK İŞBİRLİĞİ
    (2021) OĞURLU, Ebru
    Aralık 2019 tarihinde küresel sağlık için ciddi bir tehdit kaynağı olarak ortaya çıkan COVID-19 hastalığı çok kısa bir sürede tüm dünyaya yayılmış ve 11 Mart 2020 tarihinde Dünya Sağlık Örgütü tarafından pandemi ilan edilmiştir. Afrika kıtası COVID-19’la diğer bölgelere nispeten daha geç tanışmış olmasına rağmen pandemiden en ağır şekilde etkilenecek kıta olması beklenmektedir. Afrika Hastalık Kontrol ve Önleme Merkezleri verilerine göre 17 Mayıs 2021 tarihi itibariyle Afrika’da COVID-19’a yakalananların sayısı 4.692.520 kişiyi bulmuştur.2 Tüm salgın hastalıklar ulusal ve bölgesel çözümlerin yanında küresel koordinasyon da gerektirdiğinden, mevcut şartlarda sağlık sistemleri oldukça kırılgan olan Afrika kıtası için COVID-19 ile mücadelede etkin ve küresel bir sağlık yönetişimi hayati önemdedir. Söz konusu yönetişimin işaretleri küresel/bölgesel aktörler tarafından halihazırda verilmiştir. Bu aktörlerden biri de bölge ile uzun tarihi geçmişe sahip Türkiye’dir. Kıta ülkeleri ile ilişkilerinde insani diplomasi ilkelerini önceleyen Türkiye; kıta ülkeleri ile ilişkilerinde sağlık alanına özel bir önem vermiş ve bu yaklaşımını COVID-19 pandemisi sürecinde de göstermiştir. Türkiye, küresel yönetişimin etkili bir üyesi olarak, gerek devlet kurum ve kuruluşları gerek özel sektör ve gönüllü kuruluşları eliyle, tarihsel sorumluluğunun da bilinciyle, Afrika kıtasındaki ülkelerin pandemiyle mücadelesinde etkin bir rol oynamaktadır.
  • Öğe
    BİR DIŞ AKTÖR OLARAK OSMANLI İMPARATORLUĞU’NUN ETİYOPYA POLİTİKASINA ETKİSİ (İMPARATOR TEWODROS’DAN KRAL V. IYASU’YA)
    (2021) YILDIIZ, Fatma
    Etiyopya-Osmanlı Türk ilişkileri, 16. yüzyıldan 19. yüzyıla kadar Kızıldeniz, Mısır ve Sudan toprakları üzerinden ekonomik, kültürel ve siyasi yönden yürütülmüştür. Ortaçağ’da Etiyopya ile Osmanlı İmparatorluğu arasındaki siyasi ilişkiler, Türkler ve Portekizliler arasındaki rekabet ve Etiyopya'daki iç savaşlar nedeniyle hızla gelişmiştir. Fakat, 19. yüzyılın ortalarında Osmanlı Devleti ile Etiyopya arasındaki ilişkilerde gerginlik devam etmiştir. Örneğin, İmparator Tewodros ve İmparator Yohannes, Türk'ün Kızıldeniz'deki yayılışına Mısır üzerinden çare bulmaya çalışmıştır. Bu nedenle, Türkleri Kızıldeniz'den çıkarmak için sırasıyla Kraliçe Victoria ve Lord Granville'e 1862 ve 1872'de mektuplar göndermişlerdir. 1869'da Süveyş Kanalı'nın açılmasından sonra Kızıldeniz'deki siyasi koşullar değişmiş ve İngiltere, Mısır'ın bu bölgeye yayılmasını desteklemiştir. Böylece 16 Kasım 1875'te Etiyopya-Mısır Savaşı çıkmıştır. Ancak bölgedeki dengelerin oluşmasında Sultan Abdülhamit'in etkisi büyüktür. Böylece iki ülke arasındaki ilişkiler Kral II. Menelik ve Sultan II. Abdülhamit döneminde gelişmiştir. Kudüs'teki Deir El Sultan Manastırı aralarındaki meselelerden sadece biri olmuştur. Ayrıca, Osmanlı İmparatorluğu'nun bölge ile önemli diplomatik temasları bulunmuştur. Örneğin, Osmanlı Devleti'nin Harar'daki konsolosu olan Mazhar Bey, Iyasu V. döneminde ilişkilerde aktif rol oynamıştır. Mazhar Bey, Birinci Dünya Savaşı'nda Iyasu V'yi İttifak güçlerinin müttefiki olmaya ikna etmiştir. Bu araştırmanın temel amacı, Osmanlı İmparatorluğu’nun 1860’dan 1916’ya kadar Etiyopya’daki siyaset üzerindeki etkisini araştırmaktır. Ayrıca Osmanlı İmparatorluğu’nun Etiyopya’nın iç ve dış siyasetinde rol oynamasını Etiyopya’nın tarihi üzerinden değerlendirmeyi de hedeflemektedir. Bu amaçla karşılaştırmalı tarihsel ve belge analiz yöntemleri kullanılmıştır. Makalede İstanbul ve Addis Ababa arşivlerinde bulunan döneme ait tarihsel kayıtlar, birincil el kaynak olarak sunulmuştur.
  • Öğe
    AFRİKA ÜLKELERİ HUKUKU DÜZENLEMELERİNDE İRADE MUHTARİYETİ
    (2021) DÜRGEN, Betül
    Çağdaş hukuk düzenlerinde geniş yankı uyandıran irade muhtariyeti ilkesi, kimi zaman maddi hukuk hükümlerinde sözleşme özgürlüğü olarak kendini belli ederken kimi zaman da milletlerarası özel hukuk alanında taraflara hukuk seçimi imkânı ile gündeme gelmektedir. Bazı ülkelerin sınırlandırdığı ölçüde serbest ekonomik düzenlerine dahi etki eden irade muhtariyeti ilkesi, hukukların yeknesaklaştırıldığı kadarıyla uygulanabilir hale gelmektedir. Çalışmamıza konu olan Afrika kıtası ülkelerinde, hukukun yeknesaklaştırılması gereği bölgede anlaşılmış olup gerekli adımların atıldığı OHADA kanunları ile açığa çıkarılmıştır. Bunun dışında yer yer milletlerarası özel hukukta genel olarak kabul görmüş bağlama noktaları dışına çıkan ülke bazında uygulamaların söz konusu olduğu da görülmektedir. Çalışmamızın amacı irade muhtariyeti prensibinin milletlerarası özel hukuka yansıması olan hukuk seçiminin Afrika’da uygulanabilir olup olmadığını tespit etmektir. Bu tespiti yapmak Afrika ülkelerindeki çeşitli uygulamaların çağdaş düzenlemeler ile karşılaştırılmasını gerektirmiştir
  • Öğe
    ALMANYA’NIN AFRİKA’DAKİ KURUMLARI
    (2021) DOĞAN, Rabia
    Afrika’nın coğrafi konumu, kültürel ve sosyal çeşitliliği, artan genç nüfusu, zengin hammadde kaynakları ve geniş yüz ölçümü gibi pek çok özelliği Kıta’nın büyüyen bir pazar haline gelmesini sağlarken aynı zamanda küresel güçler nezdinde Afrika’yı vazgeçilmesi güç bir konuma oturtmuştur. Afrika’nın bu zenginliklerinden ötürü birçok ülke Afrika ile ortak çalışmalar yürütmek istemiştir. Bu nedenle dünyanın önemli güçlerinden sayılan Almanya, Afrika’nın gelişen potansiyelinin farkında olup onunla bağışçı-alıcı yöntemiyle değil de karşılıklı menfaatlerin geçerli olduğu bir ortaklık kurmak istemiştir. Bu ortaklığı kurumların aracılığıyla gerçekleştirirken ileriki süreçte daha çok geliştirmeyi de arzulamaktadır. Almanya’nın Afrika ile ortaklığı siyasi ve ticari ilişkiler, barış ve güvenlik, uluslararası sorunlar, doğal kaynaklar, iklim ve göç konularına dayanmaktadır. Almaya-Afrika işbirliğinin başarılı olabilmesi için Almanya kurumlarıyla koordineli çalışması gerekmektedir. Bu çalışmanın başlıca problemi, Afrika’daki Alman kurumlarının Almanya-Afrika işbirliğini geliştirmede başarılı olup olmadığı sorunsalıdır. Alman hükümetinin burada bulunan kurum ve kuruluşların temel faaliyetleri, hedeflerini ve kıtadaki konumlarını açıklayarak gerçekleştirilen ortaklığın Almanya açısından etkileri incelenecektir. Yapılan değerlendirmelere göre Almanya Afrika ile gerçekleştirilen ortaklığa önem verdiğini ve buradaki kurumlar ile uyumlu ve düzenli çalışabildiğini göstermiştir. Almanya tüm kurumları ile yakından ilgilenmekte, onların faaliyetlerini takip etmekte ve onlara finans sağlamaktadır. Almanya’nın Kıta’daki kurumları karşılıklı potansiyellerini geliştirdiği ve ortaklığı güçlendirdiği için başarılı bulunmuştur. Bu kurumlar sayesinde Almanya’nın hedeflediği siyasi, ticari, uluslararası sorunlar, rezervler, iklim ve göç gibi konularda Afrika ile işbirliğini daha iyi uygulayabilmektedir.
  • Öğe
    İNGİLİZ KOLONİ YÖNETİMİNİN NİJERYA’DAKİ HÂKİMİYET ARAÇLARI VE GÜNÜMÜZDEKİ YANSIMALARI
    (2021) KAVAK, Gökhan
    Afrika kıtasında sömürgecilik, yıllardır tartışılan bir konu olmuştur. Bu sürecin en önemli aktörlerinden birisi de İngiltere’dir. İngiltere’nin Afrika’daki en stratejik kolonilerinden birisi Nijerya’dır. Gine Körfezi kıyısındaki Batı Afrika ülkesi Nijerya bugün “Afrika’nın Devi” olarak nitelendirilmektedir. 200 milyonu aşan nüfusuyla Nijerya, Afrika’da en yoğun nüfusa sahip ülke konumundadır. 250’ya yakın etnik kabilenin bulunduğu ülkede birçok yerel dil konuşulmaktadır. Geçmişte tarım ürünleriyle denizaşırı güçlerin sömürgesi olan ülke, bugün petrol ve doğal gaz kaynaklarıyla öne çıkmaktadır. Sömürge yarışında önemli aktörlerden İngiltere, 19. asır ile birlikte Nijerya topraklarına ulaşmıştır. İngilizler, Güney Afrika ülkelerinin aksine Nijerya topraklarına yerleşmekten daha çok bu topraklardaki doğal kaynakları elde etmeyi amaçlamıştır. Nitekim Sanayi Devrimi ile birlikte fabrikalar için kauçuk, pamuk ve palm yağı gibi hammaddelere ihtiyaç duyulmuştur ki bunlar Nijerya topraklarında bolca bulunmaktaydı. İngiltere, Nijerya’daki hâkimiyetini ekonomik, siyasi ve sosyokültürel olmak üzere farklı alanlarda arttırmıştır. Bu amaçla şirketler ile ekonomik nüfuzunu; imzaladıkları anlaşmalarla siyasi nüfuzunu, işgal yöntemiyle toprak ve misyoner okullarla kültürel hâkimiyetini sağlamıştır. İngilizlerin Nijerya’daki sosyolojik yapıyı göz önüne alarak sürdürdüğü koloni politikalarının yansımaları günümüzde de görülmektedir. Bu makale kapsamında, bir Avrupalı koloni devleti olarak İngiltere’nin Nijerya’daki sömürge yönetiminde siyasi, ekonomik ve sosyokültürel olarak kullandığı araçlar ve attığı adımlar incelenecektir. Diğer taraftan, sömürge yönetiminin Nijerya’ya ve Nijeryalılara etkisi masaya yatırılacaktır.
  • Öğe
    NAMİBYA’NIN KÜBA, KUZEY KORE VE LİBYA İLE İLİŞKİLERİNDE VEFA
    (2021) GÜN, Begüm
    Namibya Cumhuriyeti 21 Mart 1990 tarihinde bağımsızlığını kazanana kadar Berlin Konferansı ile Alman Güneybatı Afrikası’na dâhil edilmiş, ardından İngiltere ve Güney Afrika tarafından kolonileştirilmiştir. Kolonyal dönemdeki adıyla Güneybatı Afrika, Güney Afrika kontrolü altında henüz bağımsız bir devlet değilken gerilla mücadelelerinin yanı sıra diplomatik çabalar ile de bağımsızlığına giden yolu hazırlamıştır. Bu dönemde özellikle öne çıkan ve bağımsızlık mücadelesini yürüten SWAPO pek çok ülkede Güneybatı Afrika’nın temsilcisi olarak kabul görmüş, Afrika Birliği Örgütü tarafından da tanınmıştır. Güneybatı Afrika bağımsız olduğunda görevde olan 27 diplomatik kuruluşa sahiptir. Bağımsızlık için mücadele eden Güneybatı Afrika mücadelesine en çok Küba, Kuzey Kore ve Libya’dan destek bulmuştur. Güneybatı Afrika, Küba’dan askeri alanda, Kuzey Kore’den silah temini ve maddi anlamda Libya’dan ise daha çok siyasi alanda destek görmüştür. Bu çalışmanın amacını Namibya’nın gördüğü bu desteği bağımsızlık sonrasında nasıl anlamlandırdığını, bu desteklerin Namibya dış politikasına nasıl yansıdığını araştırmak teşkil etmektedir. Zira Namibya, dış politika ilke ve amaçlarını belirlediği Beyaz Kitap’ta uluslararası kurum ve kuruluşlar ile uyum ve işbirliği içinde olacağını belirtse de söz konusu Küba, Kuzey Kore ve Libya olduğunda bu ilkeyi ihlal etmekten çekinmemektedir. Amerika Birleşik Devletleri tarafından Küba’ya, Birleşmiş Milletler tarafından Kuzey Kore’ye uygulanan ambargolara rağmen söz konusu bu ülkelerle ilişkilerini kesintisiz devam ettiren Namibya zaman zaman ABD’yi kınayan ve NATO’yu Libya müdahalesinden dolayı eleştiren açıklamalarda da bulunmuştur.
  • Öğe
    ÇİN’İN AFRİKA PARAMETRELERİ
    (2021) YILMAZ, Kübra
    Sömürgecilik döneminde olduğu gibi, günümüzde de Afrika küresel güçlerin dikkatlerinin merkezinde yer almaktadır. Bu küresel güçlerden birisi olan Çin Halk Cumhuriyeti için Afrika’ya yönelik dış politika gündemi, gelişmekte olan ülkeler arasındaki işbirliğini geliştirme ve yükselen bir süper güç olarak statüsünü gösterme çabasının bir parçasını oluşturmaktadır. Çin’in Afrika’ya olan ilgisi, 1949’dan günümüze hızlı bir şekilde artmaktadır. Çin-Afrika İşbirliği Forumu’nun (FOCAC) 21. yüzyılın ardından başlatılması, Afrika Devlet ve Hükümet Başkanlarının Foruma giderek artan katılımı, Çin’in Afrika ülkeleri ile ortaklığının ne kadar güçlendiğini gösteren kanıtlardan biridir. “Bir Kuşak Bir Yol Projesi” ile Afrika’ya yönelik ekonomik hedeflerini destekleyerek Afrika bağlantısının sağlanmaktadır. Çin’in bu girişimi, Pekin’in jeopolitik çıkarlarını ileriye taşıyarak Afrika ülkeleri ve Çin arasında ekonomik, siyasi ve güvenlik bağlarını iç içe geçirmektedir. İkili ekonomik ilişkilerde bazı Afrika ülkeleri Çin menşeli yatırımlara bağımlı hâle gelirken, Afrika ile işbirliği Çin’in denizaşırı faaliyetlerinin küçük bir parçası olması ilişkileri asimetrik kılmaktadır. Çin, Afrika’daki ve daha geniş dünyadaki stratejik hedeflerini ilerletmek için askeri angajmanını kullanmaktadır. Askeri faaliyetleri, bölgedeki daha geniş hedeflerinin bir parçasıdır. Pekin’in Afrikalı ortaklara yaptığı güvenlik yardımı karşılıklı fayda sağlayacak ve denizaşırı çıkarlarını koruyacak şekilde çerçevelemektedir. Bu bağlamda, günümüzde Çin’in Afrika’ya yönelik politikalarını, Batılı güçlerin egemenliğine karşı stratejik ortaklıklar kurarak bu kıtada etkinliğini artırma isteği yönlendirmektedir. Bu ortaklığı sağlamlaştırma çalışmaları devam ederken, bu açıdan bakıldığında önümüzdeki yıllarda daha fazla zorluk ve fırsat olacaktır. Yapmış olduğumuz çalışma ile Pekin’in ekonomik, ideolojik, politik ve güvenlik çıkarlarına dayalı dört kollu dış politika yaklaşımının, Çin-Afrika ilişkilerini nasıl yönlendirdiğini irdeleyeceğiz.
  • Öğe
    PASİFİK’TEN AFRİKA’YA: YÜKSELEN GÜÇ ÇİN’İN AFRİKA POLİTİKASI
    (2022) SÖĞÜTLÜ, Gözde
    1978 yılında iktidara gelen Deng Xiapoing’in benimsediği pragmatist yaklaşım çerçevesinde liberal ekonomi politikaları uygulamaya başlayan Çin, kapalı ekonomiden dışa açık bir ekonomiye geçiş yapmıştır. Bu ekonomik gelişme vizyonuna bağlı olarak Çin ciddi bir enerji ithalatçısı ve ürettiği mallar açısından da büyük bir emtia ihracatçısı haline gelmiştir. Çin için sürekli büyüyen bir ekonomiye sahip olmak ülkenin gelişimi için önem arz ederken büyümenin ve rejimin devamlılığı açısından da kritik bir hal almıştır. Diğer yandan Afrika kıtası soğuk savaş döneminin iki kutuplu kamplaşmasının neden olduğu ikincil öneminden ziyade değişen kutuplaşma sisteminin bölgesel ve küresel aktörlerin dış politika anlayışlarında yarattığı değişimle birlikte küresel rekabetin odak noktası olmuştur. Bu doğrultuda demografik yapısı, zengin yer altı kaynakları, önemli bir pazar olma potansiyeli ve Birleşmiş Milletler gibi çok uluslu kuruluşlardaki oy oranıyla küresel güç olma iddiasındaki hiçbir devletin ilgisiz kalamayacağı Afrika kıtası, uluslararası konjonktürde ekonomik ve siyasi etkisini artırmak isteyen Çin için oldukça önemli bir bölge olarak öne çıkmaktadır. Sömürgecilik ve emperyalist tutum ve politikalara karşıtlık bağlamında ulusal özgürlük ve bağımsızlık ilkeleri ekseninde gelişim gösteren Çin-Afrika ilişkileri, Çin-Afrika İşbirliği Forumu (FOCAC)’nun kurulmasıyla görünürlük kazanmıştır. Çalışmada ideolojiden pragmatizme yönelerek ÇinAfrika İşbirliği Forumu (FOCAC)’nun kurumsal yapısı çerçevesinde sürdürülen Çin-Afrika ilişkileri incelenmektedir. Ayrıca Çin’in, Afrika kıtasına yönelik kapsamlı stratejisinin ardındaki temel faktörler çerçevesinde Afrika jeopolitiğinin Çin dış politikasına olan etkisi değerlendirilmektedir.
  • Öğe
    AFRİKA’DA YÜKSEKÖĞRETİM KURUMLARI: ULUSLARARASI ÜNİVERSİTE SIRALAMA SİSTEMLERİ BAĞLAMINDA BİR İNCELEME
    (2021) KOÇ, Halil İbrahim
    Küresel rekabet koşullarında bir ülke veya bölgenin üniversitelerinin uluslararası sıralamalardaki konumu, o ülke veya bölgenin stratejik anlamda gücünü gösteren önemli bir parametredir. Nitekim ülkelerin yükseköğretim alanında sahip olduğu politikalar, bu anlayış çerçevesinde biçimlenmekte ve devletlerin stratejik planlarının parçası olmaktadır. Bu anlayıştan hareketle bu çalışmada küreselleşen dünyada önemli bir stratejik konuma sahip olan Afrika kıtasındaki yükseköğretim kurumlarının mevcut durumu ve uluslararası sıralama sistemlerindeki konumları incelenerek, kıtanın yükseköğrenim alanında sahip olduğu mevcut potansiyeli ortaya koymak amaçlanmıştır. Bu amaçla çalışmada nitel araştırma yöntemleri içerisinde yer alan doküman analizi esas alınmıştır. Çalışmada öncelikle uluslararası yükseköğrenim rehberi Unirank’ın güncel verileri ışığında, Afrika’daki üniversite sayılarının kıta genelinde ülke ve bölgelere göre dağılımı belirlenmiştir. Çalışmanın ikinci aşamasında ise üniversiteleri çeşitli göstergelere göre sıralayan 6 uluslararası sıralama sisteminin web sayfalarında yayımladıkları güncel listeler incelenerek Afrika kıtasında bulunan üniversitelerin uluslararası sıralamalardaki konumu ortaya çıkarılmıştır. Bu sıralama sistemlerinden THE, ARWU, QS, CWUR ve Türkiye menşeli URAP’ın son 3 yıllık dönemde yaptıkları sıralamalar değerlendirilirken; sıralama listelerini her yıl güncelleyerek yayımlaması ve web sayfasında eski sıralamalara yer vermemesi nedeniyle Webometrics’in sadece 2020 yılı sıralaması incelenmiştir. Çalışma sonucunda Afrika kıtasında bulunan üniversitelerin ülke ve bölgelere göre dengesiz bir dağılıma sahip olduğu sonucuna ulaşılmıştır. Öte yandan sıralama sistemlerinin yayımladıkları hem genel değerlendirme listelerinde hem de bu listelerdeki ilk 500’lük dilimde en fazla üniversitesi bulunan ülkelerin Güney Afrika Cumhuriyeti ve Mısır olduğu tespit edilmiştir
  • Öğe
    GÜNEY AFRİKA’DAKİ IRKÇI APARTHEİD REJİMİ: 1948 – 1994
    (2021) BÜYÜKTAVŞAN, Hatice Zehra
    Irkçılık denildiği zaman dünya üzerinde ilk akla gelen ülkelerden birisi Güney Afrika olmuştur. 1948’de Ulusal Parti’nin Güney Afrika’da iktidara gelmesinin ardından ülke, “Apartheid Rejimi” adı verilen ırkçı ve ayrımcı politikalar ile yönetilmeye başlanmıştır. Ülkede 1948 - 1994 yılları arasında azınlık konumunda bulunan beyazların, ülkenin asıl sahibi olan siyahlara uyguladığı ırkçı kurumsallaşmış yönetim sistemi sadece ekonomik anlamda bölgeyi sömürmekle kalmamış; bölgede hak ve özgürlük anlamında da sınıfsal bir sömürü düzeni kurmuştur. Apartheid Rejimi her ne kadar bu tarihler arasında uygulanmış ve kurumsallaşmış olsa da bu politikaların tarihsel kökeni 17. yüzyılda önce Hollanda ve akabinde İngiltere’nin Güney Afrika’da uyguladığı sömürge politikalarına dayanmaktadır. Bu çalışmada başta Apartheid Rejimi’nin temelleri, gelişim süreci olmak üzere, uğradığı iç ve dış etkilere bağlı olarak rejimin geçirdiği dönüşüm süreci incelenmiş ve akabinde rejimin yıkılma süreci ve son bulmasına sebep olan önemli faktörler genel hatlarıyla ele alınmıştır. Bu kapsamda Apartheid politikaları ile özellikle siyahlara yapılan insan hakları ihlâlleri ve eşitliksiz yönetim düzeni eleştirel bir perspektif çerçevesinde incelenmiş ve dönemin tarihsel sürecine ışık tutulmaya çalışılmıştır. Birleşmiş Milletler, OPEC gibi uluslararası kuruluşların Apartheid Rejim’e karşı sergiledikleri tutumun etkisi sonucu uluslararası alanda rejime karşı oluşan büyük tepki ve 1990’lı yıllarda Soğuk Savaş’ın sona ermesi ile insan hakları konusunun dünyada daha da önemli hale gelmesi gibi dış sebeplerin de rejimin yıkılma sürecindeki etkilerine ayrıca dikkat çekilmiştir.