İnönü Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi (MESNED) Koleksiyonu
Bu koleksiyon için kalıcı URI
Güncel Gönderiler
Öğe İslam Miras Hukukunda Tereke Taksiminde Paydaların Eşitlenmesi Metodunun Uygulanması(2021) ÇUÇAK, MuhammedÖz Miras hukuku, ölen bireyin geride bıraktığı mal varlığı üzerindeki tasarrufları düzenleyen bir hukuk sistemidir. Ölen insana, kimlerin mirasçı olacağı ve mirasçılardan kimin ne kadar alacağı genel kanaate göre ayet ile sabittir. Nisâ suresinin 11. ayeti ile devamındaki ayetlerde mirasçılar ve payları detaylı açıklanmaktadır. Ancak ayetlerde miras dağıtılırken ne gibi yöntemin takip edileceği hakkında bilgi verilmemektedir. Bundan ötürü İslam’ın ilk çağlarında özellikle sahabe döneminde miras paylaşılırken sahabenin bazı problemlerle karşılaştıkları görülmektedir. Haliyle sahabe başta olmak üzere fakihler tarihi süreç içinde bu gibi problemleri çözüme kavuşturmak için farklı metotlara başvurmuşlar ve çözüm için birtakım kavramlar oluşturmuşlardır. Bunlardan biri de “tashîh-i mesâil/paydaların eşitlenmesi” metodudur. Miras hukukunda mirasçılara pay dağıtılırken her mirasçının paydaki hissesi, kendilerine küsuratsız ve kalansız şekilde dağıtılmalıdır. Ancak kimi meselelerde hisseler ile mirasçıların sayıları arasındaki uyumsuzluk sebebiyle hisseler mirasçılara kalansız biçimde dağıtılamamaktadır. Hisseler ile mirasçıların sayıları arasında meydana gelen bu uyumsuzluk bazen bir grup mirasçının arasında görülürken bazen birden fazla grup mirasçı arasında görülmektedir. Bunun çözümü de tashîh-i mesâil/paydaların eşitlenmesi metoduna başvurmaktan geçmektedir. Tashîh-i mesâil ise yedi çeşit metodu içermektedir. Söz konusu yedi çeşit metodun ne olduğunu açıklamak ve hisselerin mirasçılara kalansız biçimde bölünemeyen meselelerin nasıl çözümlendiğini göstermeye çalışmak araştırmamızın ana hattını teşkil etmektedir.Öğe Arap Edebiyatında Tevkî'ât (Sadru’l-İslâm Dönemi)(2021) MATPAN, EbubekirÖz İnsanoğlunun iletişimde kullandığı en eski yollardan biri mektuptur. Mektuplar, yazıldığı dönemin sosyal, kültürel ve siyasi atmosferini sonraki nesillere ışık olması açısından önemli bir yer tutar. Zira bunlar, tarihin tanığı ve vesikaları konumundadırlar. Çalışmanın konusu olan tevkî’ât da bu tür yazılan mektup ya da dilekçe diyebileceğimiz yazılara verilen cevaplar olup; devlet erkânı veya onları temsilen yazılan kısa ve öz cevaplar olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu verilen cevaplar Arap Edebiyatının önemli nesir türlerinden olan tevkî’âtın, yeni bir edebiyat alanı olarak ortaya çıkmasını sağlamış ve giderek gelişmesine zemin hazırlamıştır. Yazılı nesir türü olan bu edebiyat türü Cahiliye Dönemi’nde varlık bulamamıştır. Zira okuma yazmanın çok dar ve sınırlı alanlarda kullanıldığı bu devirde, böyle bir edebiyat dalının ortaya çıkması için uygun zemin oluşmamıştı. Ancak yeni dinin Arap toplumuna gelmesiyle beraber, bütün alanlarda köklü değişim ve dönüşümler olmuştur. Şüphesiz bunlardan biri de yazı kültürünün kısa zamanda yayılmasıdır. Yazının çok kısa zamanda etkisini göstermesi, yeni devletin kısa zamanda kurumsallaşma yönünde ilerlemesi, bu nesir türünün ortaya çıkmasına ve gelişmesine katkı sağlamıştır. Bu çalışmada tevkî’âtın ortaya çıkıp geliştiği dönem olan Sadru’l-İslâm Dönemi ele alınmış, önce Sadru’l-İslâm Dönemi’nin sınırları belirlenmiş, daha sonra bu dönemde nesir ve türleri, tevkî’âtın önemi, tevkî’âtın belâgat ilmine olan katkısı incelenmiş, akabinde sözlük ve terim tanımları yapılmıştır. Daha sonra tarihi seyri, şartları, örnek ve temaları işlenmiştir.Öğe Muhammed b. Mustafa el-Bucevî el-İzmîrî’nin Kazâ, Kader, Fal ve Astrolojiye İlişkin “Risâle fî ẕemmi’l-müşteġilîn bi’l-faʾl ve’l-kehâneti ve’n-nücûm” Adlı Risâlesinin Tahkik, Tahlil ve Tercümesi(2021) BORSBUĞA, Mustafa; BORSBUĞA, CoşkunÖz Çalışma, Muhammed b. Mustafa el-Bucevî el-İzmîrî’nin fal, astronomi ve kehânetin teolojik sakıncaları ve bunların imân ve kaderle ilişkisini ihtiva eden risâlesini incelemeyi hedeflemektedir. Ayrıca risâlenin tahkikli neşri ve tercümesi de yapılarak literatüre kazandırılacaktır. Risâle müellifin makâle şeklinde isimlendirdiği iki bölümden oluşmaktadır. İlk makâlede kadere imân, insan fiilleri ve irâdesi gibi konular incelenirken Mâtürîdî ve Eşʿarî geleneklerine atıfta bulunmaksızın selefin fiiller hususunda “Ne cebir ne de tefvîz vardır yalnızca bu ikisi arasında bir durum vardır” şeklindeki yaklaşımı ön plana çıkarılarak onanmaktadır. Müellif ikinci bölümde Birgivî’nin (ö. 981/1573) et-Ṭarîḳatü’l-Muḥammediyye eserinden istifade ederek, astroloji ve fal gibi şeylerle iştigal etmenin teolojik zararları üzerinde durmaktadır. Muhammed el-İzmîrî, yıldız ilimleriyle uğraşmanın şerʾî yönden nehyedilen ilimler kategorisine dahil olduğunu ancak bazı şerʾî ilimlerin bilinmesine vesile olması durumunda caiz olduğunu kabul etmektedir. Müellif bu ilimlerin gaybî olan durumların ve olayların bilinmesinde bir faydalarının olmadığını izah etmektedir. Dahası müellif, insanın imtihan edildiğinin bilincinde olması, şerʿî amel ve iyiliklere sarılması gerektiğini tavsiye vermektedir.Öğe Kıyas İşleminde Teâruz ve Tercîh(2020) YILDIZ, RifatÖz Meydana gelen yeni gelişmeler insan açısından sürekli bir takım yeni sorunun ortaya çıkmasına neden olur. İslam Hukuku da kıyamete kadar geçerli olması hasebiyle ortaya çıkacak yeni problemlere çözüm üretebilecek bir yapıya sahip olduğu kabul edilir. Kur’ân ve Sünnet yeni oluşan meselelerin halli için müracaat edilecek temel iki kaynaktır. Bu iki esas delilde inanç esasları gibi değişime kapalı ahkâm olduğu gibi, zaman ve şartlara göre aralarındaki ortak illet ve sebepler göz önünde alınarak yeni sorunların çözümüne yardımcı olacak hükümler de vardır. Fıkıh ilmiyle ilgili çalışmalar tetkik edildiğinde ta’lil ile ilgili işlemlerin İslam Hukuk tarihinin her döneminde yapıldığı görülecektir. İlk dönem yapılan fıkhî işlemlerde kıyas genelde benzer durum ve akıl gibi mânalarda kullanıldığı için illet teorisi daha sonraki fakihlere göre daha geniş bir sahada kabul görmüştür. Kıyas işlemi İslam Hukuk ilminin önemli bir delil ve aracı olarak tarihi süreçte çok önemli işlevler ifa etmiştir. Kıyas işlemi fıkıh ilminin oluşmaya başladığı ilk dönemde daha sade ve esnek bir şekilde işlediği için meydana gelen yeni meselelere rahatlıkla çözüm bulunurdu. İki mesele arasında bulunan ortak temel bir özellik yolu ile ahkâmı birbirine bağlamak biçiminde yapılan küçük mantıkî önermeler o dönem henüz mevcut değildi. Bir takım nedenden ötürü zamanla keyfiliğe engel olmak içtihat faaliyetini bir sisteme bağlamak amacıyla içtihadın en yaygın şeklinden biri olan kıyas anlayışı bir takım ilke ve kaidelerle sınırlama yoluna gidildi. Tarihi süreç içerisinde bazı fakihler itiraz etmesine rağmen kıyas işlemi bir delil ve yöntem olarak işlemeye devam etti. Kıyas işlemini geçerli delil ve yöntem olarak gören fakihler gerekçe olarak bazı ahkâmın ta‘lil edilmesini ileri sürdü. Bu fakihlere göre ta’lil faaliyeti nasların ihtiva ettiği ahkâmın maksat ve gayeleriyle ilgili zihnî faaliyette bulunma ameliyesidir. Ta’lil teorisinin ortaya çıkışı durmadan devam edip gelişen olaylara sınırlı sayıdaki naslar aracılığıyla çözüm üretebilme ve yeni meselelerin hükümlerini tespit edebilme fikrinden kaynaklıdır. Özellikle fıkhî sorunların çözümünde temel dayanak olan Kur’ân detaylı bir şekilde tetkik edildiğinde bazı ahkâmın illetinin açık bir şekilde ifade edildiği fakat bunların da sınırlı sayıda olduğu görülecektir. Bu nedenle ta’lil nazariyesi, İslam Hukuk düşüncesinin temel taşlarından biri olarak kabul edilmiştir. Zira naslardaki illetin tespiti ile Şâri’in hükümleri vazederken dikkate aldığı esasları belirleme işlemi söz konusudur. Allah’ın teşri ettiği ahkâmın kulların maslahatına yönelik genel ve özel hususlar bulunmaktadır. Kulların faydasına yönelik genel esaslar makâsıd diye ifade edilirken, özel esaslar da illet ve hikmet diye izah edilmiştir. Kıyas bazı usûlcülerce şeri‘ bir delil olarak kabul edilirken bazı usûlcülere göre de delillerden hüküm elde etme yöntemidir. Kıyas işlemini yöntem olarak kabul eden usûlcülere göre kıyasın dört rüknü mevcuttur. Bunlar asl, fer, illet ve hükümdür. Kıyası şeri‘ delil olarak gören bazı usûlcüye göre ise kıyasın rüknü sadece illettir. Bu nedenle kıyas işlemini yaparken illeti sağlıklı bir şekilde tespit etmek önemlidir. Bu amaçla illetin sıhhatli bir şekilde tespiti yapılırken fer‘de illet olabilecek unsurları seçmek, fer‘de illet olamayacak unsurları ayıklamak ya da birbirine denk olan ve çatışan illetler arasında en uygun olanı tercih etmek gerekmektedir. Usûl alimleri ileti tespit ederken bir takım kıstaslar geliştirdikleri gibi teâruz eden illetleri seçmede bazı ilkeler belirlemişler. Bu çalışmada Hanefî ve Şâfiî alimlerin biri birine denk illetler arasında oluşan teâruz durumunda yapmış oldukları tercih işleminde gözettikleri esaslar ve tercih nedenleri, usûl eserlerinden tespit edilmeye ve gözettikleri esasların sonuçları ortaya konmaya çalışılacaktır. Yapılan çalışmada farklı yöntemler benimsemiş olan usûlcü ve fakihlerin sorunlara çözüm bulmak için olay ve olguların naslarla irtibatını sahih bir şekilde kurmak adına kıyasın rüknü olan illeti tespit için büyük bir çaba sarf ettikleri görülür. Nitekim bu amaçla ileri sürülen illetin sıhhatini tespit için bir takım eleştiri yöntemi geliştirdikleri ve bu metotlardan birinin de şüphesiz muâraza yöntemi olduğu anlaşılır. Usûlcüler bu yöntemle illetin tespitinde hem dikkat edilmesi gereken hususları açıklar hem de tespit edilen illetler teâruz ettiğinde tercih için uyulacak kıstasları da belirlerler. Bu amaçla teâruzu gidermek için Serahsî gibi bazı Hanefî usûlcüler kendi anlayışları gereği illeti merkeze alıp tercih sebeplerini illet etrafında inşa ederken Şâfiî usûlcüler de illetin tespit ve teâruzu anında tercih işlemi için kendi usûl kaidelerinden hareketle asıl, fer‘, illet ve hükümle ilintili bazı ölçütler geliştirirler. Usûlcüler ortaya koymuş oldukları bu kıstaslarla asıllarda bulunan ve illet olabilecek vasıfların doğru olarak tespitine çalışırlar.Öğe Kuran’da Yer Alan Huzn ve Yakın Anlamlı Kelimelerin Furûk Bağlamında Tahlili(2020) TÜRKMEN, SıddıkaÖz İnsanlık tarihinin en önemli mesajını içermesi ve ilahi vahyin insanla buluşması nedeniyle, dilin doğru anlaşılması büyük ehemmiyet arz etmektedir. Kur’an’nın daha iyi anlaşılabilmesi, onunla aramızdaki mesafelerin kalkması ve ulaşılabilirliğinin kolaylaşması açısından, tarih boyunca Kur’an kelimeleri üzerine çokça bilimsel çalışmalar yapılmıştır. Bu meyanda dil dilbilimciler tarafından dikkatle ele alınıp, kelime ve cümlelerin ifade ettiği anlam ve alan ciddiyetle incelenmiş, dönem ve şartlarla olan ilişkisi değerlendirilmiş, kelimeler özelde ve genelde taşıdıkları manalarla kıyaslanmış, hangi değeri bulması gerekiyorsa o minvalde, imkânlar elverdiğince çalışılmış, ihtiyaca binaen, tarihi serüvenin gerektirdiği ölçüde birçok ilim zuhur etmiştir. Arap literatüründe, genel anlamda müteradif kabul edilen sözcükler arasındaki ince farklara ve el-furûk ismi verilmektedir. Kur'an kavramlarının farklılıklarını bulabilmek için evvela yapılması ge-reken, terâdufe mukabil furûk olgusunu esas alarak Kur'an'ı farklı bir perspektiften değerlendirmeye tabi tutup onun muradını anlamaya çalışmak olmalıdır. Bu bağlamda elinizdeki çalışmada; Kur’an-ı Kerîm’den seçilen yakın anlamlı birtakım kelimeler de-ğerlendirmeye tabi tutulmuş, lügat ve tefsir açısından incelenerek aralarındaki nüanslar tespit edilmiştir. Ayrıca ulaşılan çıkarımları desteklemek için yer yer Arap şiirinden ve hadislerden yararlanılmıştır. Huzn ve yakın anlamlı kelimelerin furuk bağlamında tahlili yapılmış, giriş bölümünde araştırmanın konusu, yöntemi ve önemine yer verilmiştir. Sonuçta ise ortaya çıkan bazı çıkarımlar sunulmuştur.Öğe Hisbe Kurumundan Diyanet İşleri Başkanlığı ve TSE’ye İyiliği Önerme İlkesi(2020) BARIŞ, MustafaÖz Makalede Rasulullah döneminden başlayıp, Halife Ömer zamanında müesseseleşen, XX. yüzyıla kadar tüm Müslüman ülkelerde devam eden ve bir anlamda Emri bi’l-Ma’rûf Nehyi ani’l-Münker uygulamalarının bir göstergesi olan “Hisbe” kurumu incelenmiştir. Gerek tarihi süreç içinde yaşadığı değişiklikler, gerek hukukî statüsü, gerek uygulama koşul ve mahiyetleri ve son olarak da günümüzde bu kurumsal yapıya denk düşen müesseselerle benzerlik yönleri ve ilişkileri irdelenmiştir. Söz gelimi Diyanet İşleri Başkanlığı ve Türk Standardları Enstitüsü iki temsili kurum olarak örneklemdirilmiştir. İnsanların özelde Müslümanların, yapılan işin kalite ve şartlarına önem vermenin erdemine ulaşmış bir ideali fikri planda yakalama şiarında oldukları sonucuna ulaşılmış, en azından bu şiarı gerçekleştirmeye çalışanların, gerçekleştirenlerin uzun vadede ayakta kalabileceklerinin önemi belirtilmiştir. Allah’ın insanlara zulmedici olmadığı, çoğu kötülüklerin insanların kendi edimleri dolayısıyla gerçekleştiği gerekçelendirmesiyle, insan temelli sorunların yine insan odaklı ortak aklın kullanılmasıyla çözülebileceği, dolayısıyla bilim ve akl-ı selimin tüm insanlık için ulaşılması gereken bir ileri medeniyet ülküsü olduğu ve bu ülkünün bir kere ulaşılıp durulan bir hedef olmadığı sonucuna varılmıştır.Öğe Şeyh Ahmed Ahsâî’ye Göre Hurkulyâ(2020) ARSLAN MEÇİN, BuşraÖz Çalışmanın konusu on sekizinci yüzyılın sonlarında yaşayan ve Şeyhiyye eko-lünün kurucusu Şeyh Ahmed Ahsâî’nin Hurkulyâ âlemine ait düşünceleridir. Çalışma Şeyh Ahmed Ahsâî’nin, eserlerinde bir ara âlem olarak söz ettiği Hur-kulyâ düşüncesinden hareketle ele alınmıştır. Çalışmada Ahsâî’nin eserleri ile Ahsâî’ye dair yazılan çalışmalar esas alınmıştır. Mülk ve melekût âlemi arasın-da bir berzah olan ve cismani âlemin özelliklerine sahip ancak maddî form ve kalıplardan arınık, latif ve şeffaf olan misâl âleminin şehirlerinden biri olarak kabul edilen Hurkulyâ âlemi, Ahsâî’ye göre nefse dair olayların gerçekleştiği âlemdir. Bu âlemi idrak etmekle birçok irfânî tecrübeler ve ruhânî olaylar açıkla-nabilir ve yorumlanabilir. Hurkulyâ, İbnü’l-Arabî’nin munfasıl misâl âlemi ya da ayrık hayal âlemi olarak bahsettiği âlemdir. Bu âleme yükselmek için ruhun, bedenin dört unsurundan sıyrılarak, asıl bedeni olan Hurkulyâî bedene bürün-mesi gerekir. Bu çalışmanın amacı, hayal ve nefse dair olayların yaşandığı, yeri ve yönü asla tayin edilemeyen, vahiy, ilham keşf, müşâhede ve kıyamet ülkesi olarak tarif edilen Hurkulyâ âlemini idrak etmeyi sağlamak, böylece bu nefsin bu konaklarını daha anlaşılır kılmaktır.Öğe Kur’ân’da İnşâallah Kavramı ve Kültürümüzdeki Yeri(2020) ULUS, Hasan FehmiÖz İnşâallah kavramı, bizim toplumumuz dâhil, İslâm toplumlarının yazılı-sözlü iletişimlerinde, özellikle de günlük konuşmalarında sıkça kullanılır.Tam olarak mânasını bilmeyenler bile bu ifadeyi, duâ-dilek, temennî anlamında ve çoğu zaman dil alışkanlığı olarak kullanırlar. Bunu yaparken aslında, çalışmamızda görüleceği üzere bir âyet hükmünü yerine getirmiş olurlar.Bir İslâm toplumu olmamız hasebiyle kültürümüzün bir parçası haline gelen inşâallahta birinin, yapılması planlanan işler öncesinde mutlaka telaffuz edilmesinin ilâhî bir emir olduğu çalışmamızda görülecektir. Ancak, zamanla bu kavramın dil alışkanlığına dönüştüğü, lafız ve anlam doğruluğuna özen gösterilmediği, uygulamadaki yansımalarından anlaşılıyor. Makâlemizde, inşâallah kavramının lafız ve anlam yapısı yanında, Kur’ânî bir ifade olması sebebiyle aslına özen gösterilmesinin önemi üzerinde duracağız. Lafızlardaki bozulmanın anlam bozulmalarını beraberinde getireceği dikkate alınırsa, Allah kelâmı olan Kur’ânî lafızlarda buna meydan verilmemesi ayrı bir önem kazanır. Kültürümüzün de ayırıcı ve kuşatıcı bir parçası olan bu kavramın, yazım ve telaffuz yanlışlarından arındırılarak lafızda ve mânada daha etkin bir keyfiyete kavuşturulmasının bir zarûret olduğuna inanıyoruz.Öğe İbn Sînâ'da Ruh-Nefs Kavramı ve Ruh Kasidesi Bağlamında Ruhun Bedenle Olan Münasebeti(2020) TAŞÇİ YILDIRIM, EmineÖz Bu makalede, İbn Sînâ'nın ruh anlayışını ele alarak günümüzde bu konudaki yapılan çalışmalara ışık tutmak amaçlanmaktadır. İbn Sînâ'nın Kitabü’n-Nefs ve birçok şerhi yapılmış olan el-Kasîdetü’l-Ayniyyetü’r-Rûhiyye fi’n-Nefs (Ruh Kasidesi) adlı eserleri bu çalışmanın temel başvuru kaynaklarındandır. Ona göre ruh, bedene hayat verip onu yönetmektedir, bedene misafir olan ruhun asıl yeri kutsal alemdir. Ölüm, aslında ruhun beden kafesinden kurtulmasını ve hakikatleri görmesini mümkün kılacak bir aleme intikalini sağlamaktadır. Sonuç olarak İbn Sînâ, ruh anlayışıyla hem ruhun bedenle olan geçici münasebetine işaret etmekte hem de ölümün bir yok oluş olmadığını ortaya koymaktadır. İbn Sînâ'nın ruh anlayışının günümüz insanın kendine özellikle ruha dair sorularına belirli ölçülerde yanıt verici nitelikte olduğu da söylenebilir.Öğe Mâtürîdîlikte İmâmet/Devlet Başkanlığı Anlayışı (Ebü’l-Yüsr El-Pezdevî ve Ebü’l-Muîn En-Nesefî Örneği)(2020) ÇAM, Süleyman; ÖNGÜÇ, Muhammed SefaÖz Mezhep hüviyetine kavuşmuş itikâdî doktrinler, “ilâhiyat, nübüvvet ve semiyyât” üzerinde bir akîde inşa etmeye çalışmışlardır. İlk dönem siyâsî ihtilafların yaşanmasından hemen sonra Şîa, bu akîdeye “imâmet/devlet başkanlığı” meselesini ilave etmiştir. Şîa, imâmet meselesini aklî ve naklî deliller ile Hz. Ali ve evlatlarına hasrederek onun hakkı olan devlet başkanlığının Hz. Ebû Bekir, Ömer ve Osman tarafından gasp edildiğini öne sürmüştür. Şîa’nın imâmet meselesini itikadî boyuta taşıması İslâm kelâmında büyük bir etki yaratmıştır. Bu etkiye verilen tepkinin en büyüğü Ehl-i Sünnet’in önemli bir kanadını oluşturan Mâtürîdî kelâm ekolü tarafından ortaya konmuştur. Mâtürîdî imâmet anlayışının teşekkülünde Pezdevî ve Nesefî’nin katkısının son derece önemli olması bu çalışmanın çıkış noktasını oluşturmaktadır. Çalışmanın amacı, Mâtürîdîliğin imâmet anlayışıyla ilgili Ebü’l-Yüsr el-Pezdevî (ö. 493/1100) ile Ebü’l-Muîn en-Nesefî’nin (ö. 508/1115) görüşlerini genel hatlarıyla ele alıp incelemek, karşılaştırma yaparak aralarındaki farkları değerlendirmek ve imâmet düşüncesinin teşekkülüne olan katkılarını ortaya çıkarmaktır. Sonuçta Nesefî ve Pezdevî’nin Mâtürîdî imâmet nazariyesinin teşekkülünde ve Sünnî-Mâtürîdî çizgiyi muhafaza ederek imâmet düşüncesine önemli katkıları olduğu gözlemlenmiştir. Ayrıca Şiî düşüncenin nas temelli ele aldığı imâmet düşüncesine tepki olarak özgün bir imâmet teorisi ortaya koydukları tespit edilmiştir.Öğe Arapça Gurbet/Göçmen Şiiri’nin Biçimsel Özellikleri(2020) AMIN MOHAMED SOLIMAN, AbdelkarimÖz Şiirlerdeki biçimsel-yapısal özelliklerin araştırılmasının iki temel ilkesi bulunmaktadır. Bunlardan biri seçmek, diğeri vazgeçmektir. Biçimsel-yapısal özelliğin en iyi tanımı, seçimdir. Bu tanım, biçimsel-yapısal araştırma sahasında belirli bir şöhrete kavuşmuştur. Şiirdeki biçimsellik-yapısallık, dildeki kelimelerin özenle, kullanımlarının belirli bir bilinçle ve bu iki seçimde dilin inceliklerini gözetilerek seçilmesi işlemidir. Bir şiirin biçimsel-yapısal özelliklerini araştırmak, aslında metnin derinliklerinde saklı yalın anlamın ortaya çıkarılmasıdır. Bu araştırma sırasında; şairin şiirindeki ana vurguları, tematik motifleri, hedefleri ve gerekçeleri dikkate alınmalıdır. Gurbet içerikli şiir türü, modern Arapça şiir akımları arasından, kendine özgü yapısal, biçimsel ve içeriksel özellikleriyle ayrışmaktadır. Bu ayrışmanın birden çok nedeni bulunmaktadır. Yurtdışına hicret bunlardan biridir. Örneğin Amerikaya göç ederek gurbet, fakirlik, ırkçılık-ayrımcılık yaşamak, anavatan topraklarına duyulan derin hasret ve can yakıcı özlem hayatı, bu şiir türünün ortaya çıkmasını tetiklemiştir. Gurbetçilerin yurtdışında olmaları, onların kendi ülkelerinin bağımsızlıklarıyla ve kültürleriyle ilgilenmelerini zayıflatmamış veya engelleyememiştir. Üstelik bu ilgi, kendi kültürleriyle yabancı kültürlerin kaynaşmasına da zemin hazırlamıştır. Özlem dolu gurbetten, süzülerek gelen karmaşık duygular ve yaşantılar, gurbetçilerin yazdıkları şiirlerin yapısal ve içeriksel özelliklerine yansımıştır. Yazılanlardaki açıklık ve sadelik eğilimi bunun göstergelerindendir. Ayrıca baskın milliyetçi bir karakter, yüksek ahlâkî-insanî özellikler yazılarına şekil vermiştir. Bu araştırmanın temel amacı; Arapça gurbet şiirlerindeki birtakım yapısal-içeriksel özellikleri ele almaktır. İnceleme, bir giriş ve beş başlıktan oluşacaktır. Bunlar sırasıyla: 1- Haberî biçim 2- İnşâi biçim 3- Eylemle ifade etmek 4- Belirsizlikle ifade etmek 5- TekrarÖğe Tefsir Usûlü ve ‘Ulûmu’l-Kur’ân İlişkisi (Kapsam ve Sınırlılıklar)(2020) BAĞIŞ, MehmetÖz Kur’ân ayetleri, İslam’ın ilk dönemlerinden itibaren yerine göre diğer ayetlerle, Hz. Peygamberin sünnetiyle, sahabe kavliyle ve bazen müfessirin kendi içtihadına göre tefsir edilmiştir. İlerleyen zaman içerisinde şartların değişmesiyle birlikte Kur’ân tefsiri, yeni bir form kazanmış ve devamında her birisi belli esas ve usullere göre icra edilen tefsir çeşitleri ortaya çıkmıştır. Buna bağlı olarak tefsir ilmiyle alakalı bir literatür oluşmuştur. Tefsir usulü ve ‘ulûmu’l-Kur’ân da bu literatürde yer almakta ve birer ilim olarak Kur’ân’ın anlaşılmasına katkı sağlayan ilimlerden sayılmaktadır. Tefsir usûlü, Kur’ân’ın anlaşılması maksadıyla belirlenen bir takım ilke ve esaslarla Kur’ân ayetlerinin tefsir edilmesine yardımcı olan ilimdir. ‘Ulûmu’l-Kur’ân ise Kur’ân’ın bünyesine ait olan ve anlaşılması yolunda ona hizmet eden ilimler olarak tarif edilmektedir. Ancak tefsirle ilgili çalışmaların merkezinde olan bu iki ihtisas alanı, mahiyetleri ve ihtiva ettikleri konular itibariyle girift olarak gelişmiş bazen isimlendirmede birbirlerinin yerine kullanılmış bazen de biri, diğerinin kapsamı altında değerlendirilmiştir. Bu durum söz konusu alanlarda yapılmış çalışmalarda açıkça görülmektedir. Bu çalışma kapsamında Tefsir usulü ve ‘ulûmu’l-Kur’ân hem iki alanda yapılan çalışmalar itibariyle hem de mahiyetleri, ihtiva ettikleri konular, kapsam ve sınırlılıkları itibariyle ele alınacaktır. Böylece dikkat çekilen hususlarda, aralarında var olan ilişki daha net bir şekilde ortaya konulmaya çalışılacaktır.Öğe On Feet, Necks and the “Greatest Saint”: Debating Sufism in Nineteenth and Twentieth Century Africa(2020) HANİF, Mohammd AjmalÖz While the history of Sufism is teemed with lofty claims regarding the spiritual status of their owners, not many Sufi masters declared themselves as the supreme saints of all times. This paper elaborates on two declarations of such nature, one in thirteenth the other in late eighteenth/early nineteenth centuries, made by two highly influential Sufi shaykhs al-Jilānī and al-Tijānī who happened to establish arguably the most dominant brotherhoods in the Muslim world, namely the Qādiriyya and the Tijāniyya. The issue has been the bone of contention between the two for past two centuries in Africa. As the puritanical Salafi movement started to spread in the continent, protagonists of the Tijāniyya found it less easy to promote the controversial and less elegant statement, “my two feet are upon the neck of each and every divinely elected saint from the time of Adam until the blowing of the trumpet”, of their supreme master. Therefore, the picture they provide is less of a united and more of a fringed one.Öğe Mezhep Faktörünün Hadis Literatürüne Etkisi(2020) ÇETİNKAYA, Mehmet; KUBAT, MehmetÖz Hz. Peygamber’e nispet edilen söz ve bilgilerin ifadesi olan hadis, İslâm’ın ikinci kaynağıdır. Hicri I. yüzyıldan itibaren var olmaya başlayan mezhep vakıası III asır süren hadislerin tedvin ve tasnifini etkilemiştir. Mezhep olgusu kuruluşunda ve gelişmesinde hadis edebiyatına tesir eden önemli faktörlerden biri olmuştur. Çalışmamız mezhep mensubiyet ve taassubunun nasıl ve ne denli hadis edebiyatına etki ettiğine ilişkindir.Öğe Bid'at ve Hurafelerin Ortaya Çıkış Sebepleri(2020) Yıldırım, Leyla; Karaman, FikretÖz Bid’at; dinin aslından olmadığı halde inanç ve ibadet alanında sonradan icat edilen inanış ve davranışları ifade etmektedir. Hurafe ise, bazı insanlar tarafından ortaya atılan, kendisinden uğur veya uğursuzluk, zarar ya da yarar geleceğine inanılan eylem ve davranışlar şeklinde tanımlanmıştır. Bid’at ve hurafelerin ortaya çıkış sebepleri dini etmen ve kültürel etmen başlığı altında irdelenmiştir. Dini etmenler ilahi dinlerden gelenler ve ilahi olmayan dinlerden gelen bid’at ve hurafeler başlığı altında sunulmuştur. Kültürel etmenlerden kaynaklanan bid’at ve hurafelerde, eşyanın mahiyetini ve doğa kanunlarını bilmemek, geleceği bilmek arzusu, korku ve hurafelerle ilgili yayınlar ve reklamlar etkili olmuştur.Öğe Tanrı-İnsan İlişkisi Bağlamında Deizm’in Temel İddialarının Eleştirisi(2020) BOZKURT, Mustafa; KUYUCU, MehmetÖz Deizm, inanç alanında öne sürdüğü iddialarını akıl ve bilimle temellendirmeye çalışan felsefi-dini bir akımdır. Bu akımda içindekilerle birlikte tüm âlemi mükemmel bir şekilde yaratan ama işleyişine müdahale etmeyen bir tanrı inancı vardır. Deistlere göre Tanrı’nın evrene müdahalesini kabul etmek onun eksik ya da hatalı yaratıldığını ileri sürmek demektir. Bu durum Tanrı’nın mükemmelliği için sorun teşkil eder. Deizm’de asıl sorun alanı Tanrı-âlem ilişkisinden daha çok Tanrı-İnsan ilişkisi üzerinde ortaya çıkmaktadır. Çünkü evreni bir saat yâda makine gibi mükemmel bir biçimde işleyen bir sistem olarak düşünme belli ölçülerde kabul edilebilir. Ancak akıl, bilinç ve irade sahibi olan insan bir makineden farklıdır. İnsanın arzu ve istekleri, bilinçli tercihleri ve bu tercihlerinin sonuçlarıyla yüzleşme durumu vardır. İnsanın özgür olması onun eylemlerinin ahlâken sorgulanmasını da gerektirmektedir. Vahiy kanalının ve bunun doğal sonucu dinlerin reddi deistlere göre insanın önüne ahlâktan inanca, eğitimden sanata kadar geniş bir özgürlük alanı çıkarmaktadır. Deizm tüm bu alanların tamamının insan ürünü olan dinlerden ve vahiyden arındırılarak insan aklını temel referans olarak kabul edilip düzenlenmesi gerektiğini iddia etmektedir. Bu makalede bu sorunlar temelinde Deizm’in vahiy ve dinlerden bağımsız olarak ileri sürdüğü Tanrı insan münasebetine yönelik temel iddiaları üzerinde durulmuştur. Söz konusu iddialara İslam Dini’nin yaklaşımından hareketle bazı eleştiriler getirilmiştir.Öğe İletişim Modelleri Işığında Dini İletişimin Doğası(2020) Batar, YusufÖz Bu çalışmada iletişim modellerinin verileri ışığında dini iletişimin yapısı tahlil edilmektedir. Doğrusal ve etkileşimli iletişim modellerinde dile getirilen hususların dini iletişim açısından oynadıkları roller üzerinde durulmaktadır. Konunun teorik çerçevede ele alındığı bu çalışmada alan yazındaki tespitler, dini iletişim açısından değerlendirilmektedir. Doğrusal modellerde iletişimin temel öğeleri olarak kabul edilen kaynakla birlikte sırasıyla içerik analizi, medya analizi ve hedef analizi, kodlama ve gürültü faktörü gibi unsurlar üzerinde durulmaktadır. Etkileşimli modellerde ise dini iletişimin dairesel ve devingen yapısı, kaynak ile alıcının etkileşimi, sosyal çevrenin iletişimdeki rolü gibi konular işlenmektedir. Diğer iletişim türlerinde olduğu gibi dini iletişimin de psikososyal ve kültürel koşullara göre şekillendiği gözlemlenmektedir. İletişim modellerinde dile getirilen etkili iletişim faktörleri sayesinde dinin kendisine özgü metafizik içeriğiyle ilgili etkin paylaşımların yapılabileceği ortaya çıkmaktadır.Öğe İbn-i Arabî Kelami Tartışmalar, Sorular, Şüpheler(2020) BARDAK, AhmetÖz Bu kitap tanıtımında Kırklareli Üniversitesi’nde Kelâm ve Mezhepler Tarihi öğretim üyeliği yapan Mustafa Akman'ın "İbn-i Arabî Kelami Tartışmalar, Sorular, Şüpheler" adlı kitabının kısa bir tanıtımı yapılmaktadır. Altı bölümden oluşan kitabın ön sözünde bu çalışmanın çerçevesi, Muhyiddin b. Arabî’nin (v.638/1240) görüşleri ve bunların kelâmî bağlamda tartışmaları ele alınmıştır. Eser, içindekiler, kısaltmalar ve önsöz kısmıyla başlanmış, sonrasında konular detaylı biçimde işlenmiştir. Yazar eserinin sonunda genel bir değerlendirme yapmış, geniş bir kaynakça ve indeks ilave etmiştir.Öğe Mesih İsa’nın Son Gün Azizleri Mormonlar(2020) ASLANOĞLU, AyhanÖz Bilindiği üzere tarihi süreç içerisinde dünyanın farklı bölgelerinde ortaya çıkmış birçok dini hareket bulunmaktadır. Bu dini hareketlerden biri de Amerika kıtasında 19. yüzyılın ilk yarısında ortaya çıkan “Mesih İsa’nın Son Gün Azizleri Kilisesi” bir diğer adıyla Mormonlar'dır. Günümüzde birçok ülkede faaliyet gösteren Mormonlar, farklı yaşam tarzları ve söylemleri ile dikkat çeken dini gruplardan biri olarak karşımıza çıkmaktadır. Tanıtımını yaptığımız “Mesih İsa’nın Son Gün Azizleri Mormonlar” adlı eser; Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi öğretim üyesi Mehmet Katar, tarafından hazırlanmıştır. Bu eser; önsöz, giriş, iki bölüm, sonuç, kaynakça ve dizin şeklinde düzenlenmiştir.Öğe Ebû İshâk İbrâhîm Ettafeyyiş ve “el-Fark Beyne’l-İbâziyye ve’l-Havâric” Adlı Eseri(2020) TARİK, Ramazan; DOĞRUSÖZLÜ, ZekeriyaÖz İslam Tarihi’nin oldukça erken döneminde siyasi çekişmelerin dini sonucu olarak neşet bulmuş ilk mezhebi oluşumun Hâricîlik olduğu bilinir. Daha çok, çoğunluğa ve siyasi otoriteye karşı almış olduğu muhalif pozisyonu ile temayüz eden bu mezhep kendi bünyesinde bütünlüğü sağlayamamış, kısa süre içerisinde bölünmeler yaşayarak Acâride, Ezârika, Necedât, Sufriyye ve İbâziyye gibi birçok kola ayrılmıştır. Anarşist ve dışlayıcı karakterlerinden ötürü bu fırkalar, İslam toplumun nezdinde karşılık bulamamış ve dolayısıyla da varlıkları kısa sürmüştür. Ancak bunlar içerisinde, diğerlerine nazaran itikadi ve siyasi olarak mutedil olan İbâziyye, Umman ve Cezâyir gibi, Arap yarımadasının güneyiden Kuzey Afrika’ya kadar birçok bölgeye yayılarak varlığını günümüze değin idame ettirebilmiştir. Diğer taraftan bağlı bulunduğu Hâricilik ile arasındaki aidiyet ve mensubiyet polemiklerini de günümüze kadar taşımışlardır. İbâzî alimleri, tarihteki olumsuz imajı ve isimlendirmeden kaynaklanan menfi çağrışımlardan dolayı, İbâzîliğin Hâricîliğin bir kolu olduğu yönündeki genel kabule karşı itirazlarında elbette haklılık payları vardır. Ancak, düşünce ve zihniyet bazlı farklılaşmalar olsa da, İbâzîliğin organik olarak Harîciliğin bir kolu olduğu makalat sahibi müelliflerince müsellemdir. Yanı sıra, İbâzîliğin Hâricîlikten teberri çabaları güncelliğini korumaktadır. Fırkaların veya mezheplerin ne oldukları ve ne olmadıkları üzerinden kendilerini özgün bir şekilde ifade ettiği bu tür çabalar, onların içerden tanınmasına katkıda bulunacağından, İslam Mezhepleri Tarihi’nin ilgisini hak etmektedir. Çalışmamızda, söz konusu Hâricîlikten teberri çabalarından biri olarak değerlendirdiğimiz Ebû İshâk İbrâhîm Ettafeyyiş’in “el-Fark Beyne’l-İbâziyye ve’l-Havâric” adlı eseri ele alınmıştır. İlk olarak, müellifin hayatı ve ilim dünyasına yaptığı katkılar hakkında bilgiler verilmiştir. Daha sonra mezkûr risâlenin tercümesi yapılmış ve yazarın eserdeki iddiaları esas alınarak değerlendirilmiştir.