İnönü Üniversitesi Uluslararası Sosyal Bilimler Dergisi (INIJOSS) Koleksiyonu
Bu koleksiyon için kalıcı URI
Güncel Gönderiler
Öğe DEMOKRATİKLEŞME YOLUNDA VESAYET DENETİMİ: DEVLET DENETLEME KURULU- KAMU DENETÇİLİĞİ KURUMU KARŞILAŞTIRMASI(2021) Karakılçık, Yusuf; Bayrak, BülentDünyada yönetim bilimi, teorik ve pratik olarak gelişim göstermektedir. Beşeri bilimler içerisinde en hızlı değişim gösteren bilimlerden biri olan Yönetim Bilimi, devletlerin de kendilerini geliştirme ve güçlerini artırma adına takip ettikleri bir bilim dalı olmaktadır. Yönetimin bilim olarak gelişmesinin yanında uygulanabilir ölçekte pozitif katkı yapması, devletlerin, sistemin dışında kalmamaları açısından hayati önem taşımaktadır. Yönetim biliminde meydana gelen bu gelişmelerde bazı kavramlar, tetikleyici görevi görmekte ve bunlara işlerlik kazandıran devletler yarışta avantaj yakalamaktadırlar. Demokrasi ve özerklik, gelişen devletlerin önem verdiği bu kavramlardan ikisidir. Demokrasiyi özümsemiş devletlerin yerel düzeyde güçlü ve kendine güvenen bir yapıda olmaları tesadüf değildir. Elbette ki, yerel düzeyde güçlü olmak, merkezi düzeydeki idare ile sürekli bir sürtüşme içerisinde olmak değildir. İşte bu noktada, yönetsel olarak merkezi idare ile yerel idare arasındaki ilişkileri en etkili şekilde düzenleyen “idari vesayet” kavramı öne çıkmaktadır. Bu çalışma ile merkezde görevli olan Devlet Denetleme Kurulu ile Kamu Denetçiliği Kurumunun rolleri ve etkilerinin, mevzuat ve araştırmalar bağlamında ele alınarak, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi sonrasında idari vesayet bağlamında karşılaştırılmaları amaçlanmaktadır. Böylece vesayet kavramıyla birlikte akla gelen iki kurumun, idari örgütler üzerindeki hukuki ve fiili vesayet uygulamaları karşılaştırılmaktadır. Çalışmada önce vesayet kavramı ve vesayet denetimi hakkında teorik ve pratiğe yönelik bilgiler verilmiş; sonrasında Devlet Denetleme Kurulu’nun ve Kamu Denetçiliği Kurumu’nun yapısal ve işlevsel karşılaştırmaları yapılarak bazı değerlendirmelerde bulunulmuştur.Öğe ROMA’DA BİR SOSYAL YARDIM UYGULAMASI: ALİMENTUM(2023) Doğan, Ezgigül; Özman, RecepRoma’nın II. yüzyılında hüküm süren iyi imparatorların benimsediği refah politikası sayesinde devlet merkezli bir sosyal yardım uygulaması başlatılmıştır. Alimentum olarak isimlendirilen bu uygulamayı ilk kez imparator Nerva başlatmış ve Traianus geliştirmiştir. Bu uygulamayla Italia’nın özellikle yoksul çocuklarının temel ihtiyaçlarının karşılanması için bir ödenek oluşturulmuştur. Böyle bir yardım uygulamasının başlatılmasındaki amaç ise azalan nüfus oranı ve yoksullukla mücadele etmek, tarımsal verimliliği artırmaktı. Devlet, yardım uygulaması için gerekli ödenekleri toprak sahiplerine verilen kredilerin yıllık yüzde beş oranındaki geri ödeme faizlerinden sağlamıştır. Toprak sahiplerinin gönüllülük esasına dayanan bu hayırseverlilikleri düşük faizli krediler sayesinde kendilerine de fayda sağlamıştır. Toprak sahiplerinin ödedikleri faizlere bağlı yardım ödeneklerinden faydalanan belirli sayıdaki kız ve erkek çocukları için yetişkinliğe ulaştıkları bir yaş sınırı belirlenmiştir. Yaş sınırına ulaşan her bir çocuğun yerine ise yeni bir çocuk alınarak maddi olarak desteklenmiştir. Alimentum uygulaması sayesinde bir yandan tarımsal canlılık ve üretim artarken diğer yandan nüfusu artırma politikasına bağlı olarak çocuk yetiştirilmesi teşvik edilmiştir. İmparatorlar, alimentum uygulamasını sosyal devlet anlayışıyla halkın güvenini sağlamak amacıyla bir propaganda aracına dönüştürmüşlerdir. Devlet destekli alimentum uygulamasıyla birlikte servet sahibi kişilerde çocukların yetiştirilmesi için şahsi olarak belirli sayıdaki çocuklara bağışlarda bulunmuşlardır. Fakat III. yüzyıl krizinin başlamasıyla birlikte uygulama önemini yitirmeye başlamış ve zamanla terk edilmiştir. Bu çalışmanın amacı alimentum uygulamasını, şartlarını, yöntemini açıklamak ve uygulamanın sonuçlarını belirtmektir.Öğe MİHNE VE MEZHEPSEL ETKİLERİ(2024) Çetinkaya, Mehmet; Kubat, Mehmetİlahi kelâmın hâdis ya da kadîm olduğu sorunu mezhepler arasında görüş ayrılıklarına neden olan temel meselelerden biridir. Bu konu etrafında alevlenen Halku’l-Kur’ân tartışmaları Hicri II. yüzyılın ortalarından itibaren baş göstermiş ve İslâm düşüncesini derinden etkilemiştir. Bu tartışmalar sonucunda meydana gelen cepheleşme ile beraber kendi fikri yapısını karşıtlık üzerinden inşa etme süreci ortaya çıkmış, konuyla ilgili hadisler uydurulmuş, reddiye kabilinden eserler kaleme alınmış ve hadis edebiyatına etkisi oldukça kapsamlı olmuştur. Selef ve Ehl-i hadis alimleri bu konuda Mu‘tezile ve Cehmiyye gibi mezheplerle şiddetli bir mücadeleye girişmiştir. Bu süreçte Ehl-i hadis’in dinden saydığı bazı hadis rivâyetlerini Mu‘tezile, Cehmiyye ve Ehl-i re'y’in reddetmesi, mezhepler arasındaki gerilimi arttırmıştır. Bu gerilim, siyasetin de müdahalesiyle ayrı bir boyut kazanmış ve bunun sonucunda meşhur Mihne hadisesi meydana gelmiştir. Halku’l-Kur’ân cepheleşmesiyle birlikte cereyan eden Mihne hadisesine benzer etki ve özellikte İslâm düşünce tarihinde ikinci bir olay yoktur. Mihne döneminde Mu‘tezile’nin benimsediği “Kur’ân mahlûktur” inancı Halife Me’mûn, Mu’tasım ve Vâsık döneminde Abbasîlerin resmi politikası olarak benimsenmiştir. Bu dönemde “Kur’ân mahlûk değildir” söyleminde ısrar edenler sorgulanmış, işkence görmüş, zindanlara atılmış ve çeşitli cezalara maruz kalmışlardır. Siyasetin de müdahil olduğu, farklı zümre ve grupların başat rol oynadığı Mihne hadisesinin dışa yansımalarında mezhepsel faktörlerin etkili olduğu görülmektedir. İslâm düşüncesinde bir evrilme veya bir kırılmanın yaşandığı Mihne ve sonrası dönem zümresel etkinin yoğun olarak yaşandığı bir dönemdir. İslâm düşüncesini siyasi, sosyal, epistemolojik, ilmi ve mezhepsel anlamda etkilemiştir. Bu makalede Halku’l-Kur’ân tartışmalarının ve Mihne olayının muhtemel sebeplerinin neler olduğu ele alınmış, Mihne hadisesi ve Halku'l-Kur’ân tartışmalarında mezhep faktörünün etkileri araştırılmış ve bu etkilerin görüldüğü Mihne sonrası dönem mercek altına alınmıştır.Öğe TÜRKİYE’DEKİ SURİYELİ GÖÇMENLERİN GÖÇ ÖNCESİ VE GÖÇ SONRASI TÜRKİYE ALGISI(2024) Ekici, SüleymanArap Baharı ile beraber Ortadoğu’da önemli göç hareketleri yaşanmış ve özellikle Suriye’de meydana gelen iç savaşla beraber temel insanlık hakkı olan “yaşama hakkı” motivasyonu ile insanlar göç etmek zorunda kalmışlardır. Bu göç hareketlerinden etkilenen ülkelerin başında ise Türkiye gelmektedir. Önemli bir göçmen kitlesine ev sahipliği yapan Türkiye’de yıllar içerisinde Suriyeli göçmenlerin geçici mi yoksa kalıcı mı oldukları tartışma konusu haline gelmiştir. Türkiye’de geçici koruma statüsünde bulunan Suriyelilerin ekonomik hayattan eğitime kadar hemen her alana nasıl ve ne derecede entegre olacakları ve uyum sağlayacakları kamuoyunda sıklıkla yer bulmuştur. Ayrıca Suriyelilerin pejoratif söylemlere konu olmaları ise toplumda göçmen ve yabancı karşıtlığı düşüncesini tetiklemekle beraber Suriyelilerin mevcut toplumsal yapıya uyumlarını da daha zor bir zemine çekmiştir. Dolayısıyla toplumdaki kırılgan nüfusu oluşturan göçmenler, birçok sorunla karşılaşmakta ve topluma uyum sağlayamadıkça Türkiye hakkındaki algıları da değişim ve dönüşüme uğramaktadır. Bu araştırma Türkiye’deki Suriyeli göçmenlerin Türkiye ve Türk halkı algısının göç öncesi ve sonrası süreçte geçirdiği değişimi tespit etmeyi amaçlamaktadır. Araştırma sonucunda Suriyeli göçmenlerin göç öncesi Türkiye ve Türk halkı algısının genelde olumlu olduğu anlaşılmaktadır. Ancak göç sonrası Suriyeli göçmenlerin Türkiye ve Türk halkı algısının önemli bir şekilde olumsuza dönüştüğü görülmüştür. Bu amaçla yapılan araştırmada nitel araştırma yöntemlerinden fenomenolojik model kullanılmıştır. Elde edilen veriler ise içerik analizine tabi tutulmuştur.Öğe INDSERV ÖLÇEĞİNİN İMALAT SEKTÖRÜ ÜZERİNDE UYGULANABİLİRLİĞİ VE ÖLÇEĞE KATILIM DÜZEYLERİNİN BELİRLENMESİNE YÖNELİK BİR SAHA ARAŞTIRMASI: ELAZIĞ İLİ ÖRNEĞİ(2023) Halifeoğlu, Melike; Türk, Mevlütİşletmeler arasındaki rekabetin artmasıyla birlikte sunulan hizmetin kalitesi önemli bir hale gelmiş ve hizmet kalitesi birçok araştırmaya konu olmuştur. Hizmet kalitesini kavramsal olarak inceleyen çalışmalar hizmette kaliteyi ölçmeye yönelik çalışmalarla devam etmiştir. Bu sebeple satıcıların hizmet kalitesini ölçen çeşitli ölçüm araçları geliştirilmiştir. Birer endüstriyel alıcı olan imalatçı işletmeler de üretim sürecinde birçok tedarikçiyle çalışmakta ve tedarikçilerinden farklı hizmetler almaktadır. İmalatçı işletmelerin aldıkları hizmeti kaliteli olarak değerlendirmeleri ise iş ilişkisinin devamlılığını sağlamakta ve alternatif tedarikçi arayışına girme eğilimini azaltmaktadır. Bu çalışmanın amacı da INDSERV hizmet kalitesi ölçeğinin Türkiye’deki imalat sektöründe uygulanabilirliğini test etmek ve çalışmaya katılan imalatçı işletmelerin ölçek ifadelerine katılım düzeylerini belirlemektir. Bu amaçla çalışmanın ana kütlesini oluşturan Elazığ Ticaret ve Sanayi Odası’na kayıtlı 289 imalatçı işletme üzerinde bir saha çalışması yapılmıştır. Çalışmada nicel araştırma desenlerinden tarama araştırma ve veri toplama yöntemlerinden anket kullanılmıştır. Ana kütleden 251 anket formu toplanmış, yapılan kontroller sonrasında 246 anket formu veri analizlerinde kullanılmıştır. Veri analizlerinde Açımlayıcı Faktör Analizi, Doğrulayıcı Faktör Analizi, Madde Analizi, Güvenilirlik Analizi ve Normallik Analizi yapılmıştır. Ölçekteki ifadelere katılım düzeylerini ve imalatçı işletmelerin özelliklerini belirlemek için Frekans Tablosu ve Betimleyici İstatistikten faydalanılmıştır. Çalışma sonucunda INDSERV hizmet kalitesi ölçeğinin Türkiye’deki imalat sektöründe uygulanabilir bir ölçek olduğu belirlenmiştir. Bunun yanı sıra imalatçı işletmelerin ölçek ifadelerine katılım düzeyleri tespit edilmiştir.Öğe GOTHIC AND TRAUMA: THE AMBIGUITY OF SUFFERING IN CHRISTINA ROSETTI’S “GOBLIN MARKET”(2021) Nedıceyuva, SafakAny critical study dealing with Christina Rossetti’s “Goblin Market” must also tackle the poem’s ambiguity and the numerous interpretations it potentially offers. Rossetti argued that “Goblin Market” is a story for children and a cursory reading of the text affirms this suggestion. The poem is about Laura and Lizzie, two sisters who come across a group of “goblin men” in a glen who call the sisters to “come buy” the uncannily attractive selection of fruit they sell. While Laura is quickly enticed by their invitation, Lizzie resists the temptation and runs away. After eating them, Laura becomes fixated in the fruit, but can no longer find the goblin men and falls sick. In the end, Lizzie confronts the goblins and cures her sister. Despite Rossetti’s claim, critics have read the poem as diversely as a Christian allegory; a cautionary tale against drug addiction; a proto-feminist celebration of female solidarity; an erotic narrative; a criticism of capitalism; and as a Gothic fairy-tale. Among its various definitions, Gothic can also be identified as a narrative of trauma since central characters in Gothic typically experience some shocking incident that intensely distresses them and roots out their lives. Similarly, trauma manifests itself in the constant anticipation of danger, confusion of time andplace, and psychological surrender to what is threatening the psyche, which are identifiable themes in “Goblin Market” as well. The ambiguous nature of the goblins; the emphasis on day and night cycles, and the obscure nature of Laura’s suffering are only a few of the Gothic elements in “Goblin Market”. In this respect, this paper explores various Gothic features in Christina Rossetti’s “Goblin Market”. By doing so, it aims to demonstrate the intricately connected relationship between the Gothic genre and trauma in the poem.Öğe OSMANLIDA MODERN TAŞRA OKULLARINA ÖĞRENME ORTAMI VE EĞİTİMCİLER BAĞLAMINDA BAKIŞ (Arapgir Erkek Rüşdiyesi Örneği 1869-1913)(2021) Tekdal, DanyalOsmanlı Devleti’nin genelinde olduğu gibi Arapgir’de de geleneksel eğitim kurumları olan sıbyân okulları ve medreseler, uzun yıllar faaliyetlerini sürdürmüştür. Tanzimatla birlikte kazada modern eğitim kurumları da açılmıştır. Bu kapsamda, 1869-1870 öğretim yılında kazada ortaokul düzeyinde açılan okulların en önemlisi Arapgir Erkek Rüşdiyesi’dir. Okuldaki öğrenciler için kitap, küre ve haritalar ise İstanbul’daki MaârifNezâreti Kütüphanesi’nden tedarik edilmiştir. Okuldaki görevlilere aylık belli bir maaş ödenmiştir. Zamanla okul, önemli bir mezun sayısına ulaşmıştır. Mezunlara kazada memur olma olanağı sunulmuştur. Bu gelişme, okula olan ilginin artmasına ve dolayısıyla okulun daha nitelikli bir düzeye gelmesine imkân sağlamıştır. Meydana gelen gelişmenin bir diğer sonucu ise, okul açılmadan önce dışardan kazaya yapılan memur tayinlerinin aksine yerelden tayinin artış kaydetmesidir. Böylece Arapgir’de kamu hizmeti istikrarlı yani sürdürülebilir bir mahiyet kazanmıştır. 44 yıllık faaliyetinden sonra okul, 6 Ekim 1913 tarihli Tedrisât- ı İbtidâiye Kânun-ı Muvakkat düzenlemesi gereği ibtidâiye dönüştürülmüştür.Öğe DAĞLIK KARABAĞ SORUNU BAĞLAMINDA TÜRK DÜNYASI JEOPOLİTİĞİ(2023) Ağır, OsmanSoğuk Savaş sonrası SSCB egemenliğinde bulunan Türk devletlerinin bağımsızlığına kavuşmasıyla birlikte Türk Dünyası jeopolitiği önem kazanmış ve uzun süren çabalar sonrasında Türk Devletleri Teşkilatı’nın kurulmasıyla birlikte ise Türk Devletleri ortak bir platform oluşturabilmişlerdir. Uluslararası bölgesel bir örgüt kimliği kazanan teşkilatın küresel ve bölgesel sorunların çözümüne önemli katkılar sağlayacak potansiyeli barındırmaktadır. Teşkilatın çözüm üretmesi beklenen önemli siyasi, ekonomik ve toplumsal sorunlar bulunmakla birlikte bu sorunlardan en güncel olanı zaman zaman dondurulan, zaman zaman ise sıcak çatışmaya dönüşen Dağlık Karabağ sorunudur. Tarihsel süreç içerisinde etnik yapısı değiştirilmeye çalışılmış olan Dağlık Karabağ bölgesi Nahçıvan üzerinden Türkiye ile Azerbaycan arasında, dolayısıyla Türk Dünyası arasında kurulabilecek ulaşım ve enerji nakil hatları açısından stratejik bir konuma sahiptir. Dağlık Karabağ sorununun Azerbaycan lehine çözüme kavuşması ise Türk Dünyası arasında kurulabilecek kara bağlantısı açısından son derece önemlidir. İkinci Karabağ Savaşı sonrası Azerbaycan’ın topraklarının önemli bir kısmını geri alması Türk Devletleri arasında doğrudan bir kara yolu bağlantısı oluşturulabilmesine olanak sağlaması nedeniyle Türk Dünyası açısından hem önemli bir jeopolitik kazanım hem de motivasyon kaynağı olmuştur. Ancak savaşı sonlandıran anlaşma ile Rus askerlerinin barış gücü olarak bölgeye yerleşmesi ve Rusya’nın sorunun çözümünde inisiyatif üstlenerek bölge ülkelerini kendisine bağımlı kılma çabaları Türk Dünyası jeopolitiği açısından şimdilik olumsuz bir statü oluşturmuştur. Temel amacı, Dağlık Karabağ sorununun tarihsel sürecinin açıklanarak Türk Dünyası jeopolitiğinin bu bağlamda tartışılması olan çalışmada, Dağlık Karabağ sorununun tam bir çözüme kavuşturulamamasının Türk Dünyası jeopolitiğine ne gibi etkilerinin bulunduğu sorunsalına cevap aranmaktadır.Öğe KÜLTÜRÜN GİRİŞİMCİLİK EĞİLİMLERİ ÜZERİNE ETKİSİ: İNÖNÜ ÜNİVERSİTESİ ÖRNEĞİ(2021) Alpay, Cihan; Çatı, KahramanGirişimcilik eğilimlerini etkileyen birçok faktör vardır. Bu çalışmada kültürün girişimcilik eğilimleri üzerinde etkili olup olmadığı belirlenmeye çalışılmıştır. Ayrıca araştırmaya katılanların demografik özelliklerine ve eğitim alanlarına göre girişimcilik eğilimlerinin farklılaşıp farklılaşmadığı da incelenmiştir. Kültür olarak Hofstede’nin kültür boyutları dikkate alınmıştır. Çalışma, İnönü Üniversitesinde sosyal bilimler, fen bilimleri ve sağlık bilimleri alanlarında eğitim gören öğrenciler üzerinde gerçekleştirilmiştir. Veriler anket tekniği ile toplanmıştır. Öğrencilerin katılmış olduğu 539 değerlendirmeye alınmış olup SPSS paket programında analiz edilmiştir. Kültür (Hofstede) boyutları “dişillik, erillik, bireyci, kolektivist, düşük güç mesafesi, yüksek güç mesafesi, düşük belirsizlikten kaçınma ve yüksek belirsizlikten kaçınma” olarak 8 faktöre ayrılmıştır. Girişimcilik eğilimini etkileyen faktörler ise; “azim ve sorumluluk, kendi işini kurmaya yönelik kolaylıklar, birlikte hareketlilik, yenilik ve aile desteği şeklindedir. Daha sonra belirlenen kültür boyutlarının girişimcilik eğilim faktörlerini etkileyip etkilemediğini ortaya çıkarmak için regresyon analizi uygulanmıştır. Analiz sonucunda kültür (Hofstede) boyutlarının girişimcilik eğilimi faktörleri üzerinde etkili olduğu saptanmıştır.Öğe KÂDÎ ABDÜLCEBBÂR’IN MUVÂZAA SAVUNUSU (Dillerin Kökeni Hakkında)(2021) Karagöz, Numan; Arslan, HulusiDil insanlar, nesiller, toplumlar, kültürler arası iletişimi sağlayan en önemli unsurdur. Dini açıdan da dilin önemi büyüktür. Çünkü Allah ile insan arasındaki iletişim insanın konuştuğu dil üzerinden gerçekleşmektedir. Bu sebeple dillerin kökeni dilciler ve filozoflar kadar din âlimleri arasında da merak ve tartışma konusu olmuştur. İlk insana kadar gittiğimizde onun bir dile sahip olup olmadığı, eğer konuşuyorsa dili nereden öğrendiği merak uyandıran sorulardandır. Kur’an-ı Kerim’de ilk insanın yaratılış serüveni açıklanırken Allah, melekler, Âdem ve Şeytân arasında geçen konuşmalardan bahsedilir. Bu ifadeler, ilk insanın bir konuşma diline sahip olduğu sonucuna yöneltmektedir. Yine Allah tarafından Hz. Âdem’e bütün isimlerin öğretildiğinden söz edilir. Buna dayanarak bazı din âlimleri dilin Allah tarafından insana öğretildiğini savunur. Diğer bazı âlimler ise önceden konuşulan bir dil olmadan veya daha öncesinden eşyaya isim verilmeden böyle bir diyaloğun olamayacağını savunmuş ve dillerin insanlar tarafından icat edildiğini söylemişlerdir. Ayrıca ilk insanın nasıl konuşmaya başladığı hakkında iddiaların kesinlik taşımadığını bundan dolayı da bu konuda susmanın en doğru yöntem olduğunu ileri sürenler de olmuştur. Dilin kökeni hakkındaki bu teorilerin kelamî görüşlerle de bir ilgisi bulunmaktadır. Çalışmada Mu‘tezile kelamcısı Kâdî Abdulcebbâr’ın (v. 415/1025) dillerin kökeni hakkındaki muvâzaa savunusu incelenecektir. Bu teoriye göre dillerin kökeni insanlar arası uzlaşıya dayanmaktadır. Yine bu araştırmada Kâdî’nın tezini hangi delillere dayandırdığı incelenecektir. Çalışmada kaynak tarama ve veri analizine dayanan bir yöntem takip edilmiştir. Çalışmadan amaçlanan husus, bir kelamcının görüşleri çerçevesinde dillerin kökeni hakkındaki tartışmalara zenginlik katarak konuyu aydınlatmaktır.Öğe KÜRESELLEŞME AKTÖRLERİNDEN ÇOK ULUSLU ŞİRKETLERİN ULUS DEVLET EKONOMİLERİNE ETKİLERİ: TÜRKİYE ÖRNEĞİ(2021) Şatlı, OnurKüreselleşmeye dair farklı yaklaşımların bulunması, onu tek bir olguya ya da özelliğe dayanarak açıklamadaki güçlüktür. Küreselleşme, ekonomik, sosyal, kültürel ve politik özellikleri ışığında ele alınması gereken bir olgudur. Bu çalışmanın amacı, küreselleşmenin ekonomik etkileri ve bu etkileri neticesinde küreselleşen dünyanın güçlü aktörleri konumuna gelen çok uluslu şirketleri incelemektir. Çalışmada öncelikle küreselleşme kavramı, küreselleşmeye ilişkin yaklaşımlar ışığında açıklanmış, daha sonrasında ekonomik gücü artan çok uluslu şirketlerin dünya ekonomik sistemindeki yerine değinilmiş ve nihayetinde bir örnek oluşturması açısından çok uluslu şirketlerin gelişmekte olan ülkeler kategorisinde yer alan Türkiye üzerindeki etkilerine ilişkin bir bakış yapılmıştır. Araştırma süresince betimsel araştırma yöntemi kullanılmış olup, detaylı bir arşiv araştırması ile çalışma tamamlanmıştır. Çalışma neticesinde, çok uluslu şirketlerin ekonomik alandaki güçleri görülmüş olmakla beraber bu gücün gelişmiş ülke kategorisinde yer alan ulus- devlete rakip olabilecek bir seviyede olmadığı ortaya konulmuştur. Buna ek olarak; gelişmekte olan ülkeler kategorisinde yer alan Türkiye gibi ulus-devletler üzerinde ise çok uluslu şirketlerin, ekonomik güçlerinin büyük oranda arttığı; ancak yine de tam olarak ilgili devletlere rakip konumda olmadıkları görülmüştür.Öğe İSTİSMARCI YÖNETİM VE İNTİKAM NİYETİ: MAĞDURİYET ALGISININ ARACI, SÜREKLİ ÖFKENİN DÜZENLEYİCİ ROLÜ(2021) Seçkin, Şeyda Nurİstismarcı yönetim, çalışanların yöneticilerinin sürekli olarak düşmanca davranışlarına maruz kaldıklarına ilişkin algılamaları olarak tanımlanmakta; bu durum hem işgören hem de örgüt açısından arzu edilmeyen bazı sonuçları beraberinde getirmektedir. Bu çalışmada, istismarcı yönetimin algılanan mağduriyet aracılığıyla çalışanlarda yöneticiye karşı intikam alma niyetini tetikleyip tetiklemediği incelenmiştir. Ayrıca, kişinin ne sıklıkta, ne kadar yoğun ve uzun bir süre ile öfke duygusunu yaşadığını ifade eden ve bir kişilik özelliği olan sürekli öfkenin hem algılanan mağduriyet- intikam niyeti ilişkisinde hem de istismarcı yönetimin intikam niyeti üzerindeki dolaylı etkisinde düzenleyici bir rol oynayıp oynamadığı test edilmiştir. Saha araştırması, imalat sektöründe çalışan mavi yakalılar üzerinde yürütülmüştür. Elde edilen sonuçlar, istismarcı yönetimin algılanan doğrudan mağduriyet aracılığıyla yöneticiye karşı intikam alma niyetini tetiklediğini göstermiştir. Algılanan dolaylı mağduriyetin ise aracılık etkisinin anlamlı olmadığı görülmüştür. Bununla birlikte, katılımcıların sürekli öfke düzeyinin yüksek olması halinde, algılanan doğrudan mağduriyet arttıkça, yöneticiye karşı intikam alma niyetinin daha fazla arttığı; sürekli öfke düzeyin orta ve yüksek olması halinde de istismarcı yönetimin intikam niyeti üzerindeki dolaylı etkisinin güçlendiği tespit edilmiştir.