Yazar "Çatal, Ferhat" seçeneğine göre listele
Listeleniyor 1 - 20 / 20
Sayfa Başına Sonuç
Sıralama seçenekleri
Öğe Aile Hekimlerinin Arı Venom Alerjisi, Tedavisi ve Adrenalin Oto Enjektör Kullanım Becerisi Konularındaki Bilgi Düzeyleri(2014) Çatal, Ferhat; Topal, Erdem; Çeliksoy, Mehmet Halil; Söğüt, Ayhan; Şahin, Mustafa Kürşat; Şahin, Gülay; Dikici, Mustafa FevziAmaç: Arı sokmaları sonrası gelişen alerjik reaksiyonlar şiddetli olmakta ve hayatı tehdit edebilmektedir. Bu reaksiyonların tanınması, ilk müdahalenin yapılması ve hastaların tetkik edilmesi için alerji kliniklerine yönlendirilmesi önem taşımaktadır. Çalışmamızda, birinci basamakta çalışan aile hekimlerinin arı sokması sonrası gelişen alerjik reaksiyonlara yaklaşım ve tedavileri konularındaki bilgi düzeylerini belirlemeyi amaçladık. Gereç ve Yöntemler: Çalışmaya Samsun ve Malatya yöresinde çalışan ve gönüllü olan toplam 205 aile hekimi dahil edilmiştir. Bulgular: Aile hekimlerinin 124 (%60,5)'ü erkek, ortanca yaşı 38 ve meslekteki yıllarının ortancası ise 13 yıl idi. Arı sokması sonrası gelişen şiddetli sistemik reaksiyon (anafilaksi) karşısında katılımcıların sadece %31,2'si intramüsküler adrenalin yapacaklarını belirttiler. Katılımcıların %80'ni hastaları sistemik reaksiyondan sonra alerji kliniğine yönlendireceklerini belirtmelerine rağmen sadece %38'i hastalara arı venomu ile immünoterapi uygulandığını biliyordu. Katılımcıların %75,6'sı adrenalin oto enjektörün ne olduğunu biliyordu ancak oto enjektörün kullanımını, dozunu ve uygulama yerini bildiğini belirten katılımcıların yüzdesi sırasıyla %38,5, %37 ve %35,1 idi. Katılımcıların yaşı ve mesleki süreleri ile arı venom alerjisi ve adrenalin oto enjektör kullanım becerileri konularında ki bilgi düzeyleri arasında istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki yoktu. Sonuç: Birinci basamakta çalışan hekimlerin arı venom alerjisinin tedavisi ve adrenalin oto enjektör kullanım becerisi konularındaki bilgileri yetersizdir. Bu nedenle, aile hekimlerine bu konularda eğitim verilmesi yararlı olacaktır.Öğe Aile hekimlerinin arı venom alerjisi, tedavisi ve adrenalin oto enjektör kullanım becerisi konularındaki bilgi düzeyleri(İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Dergisi, 2014) Çatal, Ferhat; Topal, Erdem; Çeliksoy, Mehmet Halil; Söğüt, Ayhan; Şahin, Mustafa Kürşat; Şahin, Gülay; Dikici, Mustafa Fevzi; Sancak, RecepAmaç: Arı sokmaları sonrası gelişen alerjik reaksiyonlar şiddetli olmakta ve hayatı tehdit edebilmektedir. Bu reaksiyonların tanınması, ilk müdahalenin yapılması ve hastaların tetkik edilmesi için alerji kliniklerine yönlendirilmesi önem taşımaktadır. Çalışmamızda, birinci basamakta çalışan aile hekimlerinin arı sokması sonrası gelişen alerjik reaksiyonlara yaklaşım ve tedavileri konularındaki bilgi düzeylerini belirlemeyi amaçladık. Gereç ve Yöntemler: Çalışmaya Samsun ve Malatya yöresinde çalışan ve gönüllü olan toplam 205 aile hekimi dahil edilmiştir. Bulgular: Aile hekimlerinin 124 (%60,5)’ü erkek, ortanca yaşı 38 ve meslekteki yıllarının ortancası ise 13 yıl idi. Arı sokması sonrası gelişen şiddetli sistemik reaksiyon (anafilaksi) karşısında katılımcıların sadece %31,2’si intramüsküler adrenalin yapacaklarını belirttiler. Katılımcıların %80’ni hastaları sistemik reaksiyondan sonra alerji kliniğine yönlendireceklerini belirtmelerine rağmen sadece %38’i hastalara arı venomu ile immünoterapi uygulandığını biliyordu. Katılımcıların %75,6’sı adrenalin oto enjektörün ne olduğunu biliyordu ancak oto enjektörün kullanımını, dozunu ve uygulama yerini bildiğini belirten katılımcıların yüzdesi sırasıyla %38,5, %37 ve %35,1 idi. Katılımcıların yaşı ve mesleki süreleri ile arı venom alerjisi ve adrenalin oto enjektör kullanım becerileri konularında ki bilgi düzeyleri arasında istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki yoktu. Sonuç: Birinci basamakta çalışan hekimlerin arı venom alerjisinin tedavisi ve adrenalin oto enjektör kullanım becerisi konularındaki bilgileri yetersizdir. Bu nedenle, aile hekimlerine bu konularda eğitim verilmesi yararlı olacaktır.Öğe Aile Hekimlerinin Arı Venom Alerjisi, Tedavisi ve Adrenalin Oto Enjektör Kullanım Becerisi Konularındaki Bilgi Düzeyleri(İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Dergisi, 2014) Çatal, Ferhat; Topal, Erdem; Çeliksoy, Mehmet Halil; Söğüt, Ayhan; Şahin, Mustafa Kürşat; Şahin, Gülay; Dikici, Mustafa Fevzi; Sancak, RecepAmaç: Arı sokmaları sonrası gelişen alerjik reaksiyonlar şiddetli olmakta ve hayatı tehdit edebilmektedir. Bu reaksiyonların tanınması, ilk müdahalenin yapılması ve hastaların tetkik edilmesi için alerji kliniklerine yönlendirilmesi önem taşımaktadır. Çalışmamızda, birinci basamakta çalışan aile hekimlerinin arı sokması sonrası gelişen alerjik reaksiyonlara yaklaşım ve tedavileri konularındaki bilgi düzeylerini belirlemeyi amaçladık. Gereç ve Yöntemler: Çalışmaya Samsun ve Malatya yöresinde çalışan ve gönüllü olan toplam 205 aile hekimi dahil edilmiştir. Bulgular: Aile hekimlerinin 124 (%60,5)’ü erkek, ortanca yaşı 38 ve meslekteki yıllarının ortancası ise 13 yıl idi. Arı sokması sonrası gelişen şiddetli sistemik reaksiyon (anafilaksi) karşısında katılımcıların sadece %31,2’si intramüsküler adrenalin yapacaklarını belirttiler. Katılımcıların %80’ni hastaları sistemik reaksiyondan sonra alerji kliniğine yönlendireceklerini belirtmelerine rağmen sadece %38’i hastalara arı venomu ile immünoterapi uygulandığını biliyordu. Katılımcıların %75,6’sı adrenalin oto enjektörün ne olduğunu biliyordu ancak oto enjektörün kullanımını, dozunu ve uygulama yerini bildiğini belirten katılımcıların yüzdesi sırasıyla %38,5, %37 ve %35,1 idi. Katılımcıların yaşı ve mesleki süreleri ile arı venom alerjisi ve adrenalin oto enjektör kullanım becerileri konularında ki bilgi düzeyleri arasında istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki yoktu. Sonuç: Birinci basamakta çalışan hekimlerin arı venom alerjisinin tedavisi ve adrenalin oto enjektör kullanım becerisi konularındaki bilgileri yetersizdir. Bu nedenle, aile hekimlerine bu konularda eğitim verilmesi yararlı olacaktır.Öğe Aile hekimlerinin inek sütü allerjisinin tanısı ve tedavisi ile adrenalin otoenjektörü kullanımı hakkındaki bilgi düzeylerinin ölçülmesi(Astım Allerji İmmünoloji, 2014) Topal, Erdem; Çatal, Ferhat; Özdemir, Ramazan; Karadağ, Ahmet; Yıldırım, Nurdan; Ermiştekin, Halime; Sinanoğlu, M. Selçuk; Keçiören, Gökhan; Karakoç, T. HabibÖz: Giriş: Çocuklarda son yıllarda sıklığı giderek artan besin allerjileri içerisinde, en sık inek sütü protein allerjisi görülmektedir. Bu çalışmada, birinci basamak sağlık kuruluşlarında çalışan hekimlerin, inek sütü protein allerjisi hastalığının tanısı ve tedavisi ile adrenalin otoenjektör kullanımı konularında bilgi düzeylerini ölçmeyi amaçladık. Gereç ve Yöntem: Malatya il merkezinde çalışan ve gönüllü olan 126 aile hekimi çalışmaya dahil edildi. Katılımcılarla yüz yüze görüşmeler yapılarak inek sütü protein allerjisi konusunda önceden hazırlanan anket formları dolduruldu. Bulgular: Katılımcıların 89 (%70.6)’u erkek, ortanca yaşı 42 (26-62) yıl ve mesleki deneyim süresinin ortancası 16 (2-39) yıl idi. Katılımcılar, günde ortalama 37.4 (± 14.6) hasta muayene ediyorlardı ve bunların ortalama 8.5 (± 4.5)’inin yaşı 3’ün altındaydı. Aile hekimlerinin %25.4’ü inek sütü protein allerjisinin tanısı için deri prik testi, spesifik IgE bakılması veya besin provokasyon testi yapılması gerektiğini bilmiyordu. Katılımcıların %73’ü inek sütü protein allerjisi tanısı konulan hastaların ve emziren annelerin diyetinden süt ve süt ürünlerinin çıkarılması gerektiğini biliyor ancak sadece %13.5’i tedavide hipoallerjenik mama önerisinde bulunulması gerektiğini biliyordu. %64.3’ü ise inek sütü proteinine bağlı anafilaksi gelişen hastalarda adrenalin otoenjektörü reçete edilmesi gerektiğini biliyordu. Adrenalin otoenjektör kullanımı, uygulama yeri ve dozu hakkında bilgi düzeylerinin yeterliliği sırasıyla %34, %34.1 ve %30.2 idi. Aile hekimlerinin yaş ve mesleki deneyim sürelerinin, inek sütü protein allerjisi ve adrenalin otoenjektör kullanımı konusundaki bilgi düzeyleri üzerine etkisi yoktu. Sonuç: Birinci basamak sağlık kuruluşlarında çalışan hekimlerin inek sütü allerjisinin tanısı ve tedavisi ile adrenalin otoenjektör kullanımı konularındaki bilgi düzeyleri yetersizdir. Bu nedenle aile hekimleri için, bu konulara yönelik eğitim programlarının yapılması yararlı olacaktır.Öğe Amoksisilin-klavulanik aside bağlı gelişen akut jeneralize ekzantematöz püstülozis (AGEP) olgusu(Astım Allerji İmmünoloji, 2014) Şenbaba, Elif; Çatal, Ferhat; Ermiştekin, Halime; Varol, Fatma İlknur; Akpolat, NusretÖz: Akut jeneralize ekzantematöz püstülozis (AGEP), eritamatöz zemin üzerinde küçük, steril püstüller ile karakterize nadir görülen bir deri reaksiyonudur. Etyolojide başlıca antibiyotikler olmak üzere en sık ilaçlar yer almaktadır. Hastalığın tanısı, “European Severe Cutaneous Adverse Reactions (EuroSCAR)” çalışma grubunun belirlemiş olduğu skorlama sistemi ile konulmaktadır. Dört yaşında erkek hasta, eritematöz zemin üzerinde çok sayıda püstüler döküntü şikayetiyle başvurdu ve hastanın iki gündür amoksisilin + klavulanik asit kullanım öyküsü mevcuttu. Hastanın püstüler lezyonlarından biyopsi örneği alındı. Hastanın klinik özellikleri ile biyopsi örneğinin incelemesi sonucu EuroSCAR skorlamasına göre AGEP tanısı konuldu. Bu olguyu sunmamızdaki amacımız AGEP’in çocuk yaş grubunda nadiren görülebildiğini vurgulamak, hastalığın klinik özelliklerini, tanı ve tedavisini gözden geçirmektir.Öğe Ataksi-telenjiektazi: iki kardeş olgunun sunumu(İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Dergisi, 2014) Çatal, Ferhat; Aslan, Mahmut; Topal, Erdem; Ermiştekin, Halime; Sinanoğlu, M. SelçukAtaksi-telenjiektazi ilerleyici serebellar ataksi, kutanöz ve konjunktival telenjiektaziler, oküler apraksi, immün yetmezlik ve artmış malignensi riski ile karekterize nadir görülen otozomal resesif geçiş gösteren nörodejeneratif bir hastalıktır. Ataksi-telenjiektaziden sorumlu gen 11q22-23 de lokalizedir. Humoral ve hücresel immünitede değişik derecelerde bozukluklar bildirilmiştir. Hem T hücreli, hemde B hücreli lösemi ve lenfoma sıklığı genel popülasyona göre artmıştır. T hücreli tümörler hastalığın seyri sırasında herhangi bir yaşta görülürken, B hücreli tümörler daha çok ileri yaşta görülür. Bu sunumda daha önce ataksi-telenjiektazi tanısı konulup lösemi nedeniyle ölen kardeş öyküsü olan ataksi-telenjiektazili iki kardeş olgusu tartışıldı. Bu olgular nedeniyle ataksi telenjiektazinin klinik bulguları, etkilenen sistemler ve tedavisi üzerinde duruldu.Öğe Ataksi-telenjiektazili hastaların demografik ve sistemik tutulum özellikleri(Astım Allerji İmmünoloji, 2014) Çatal, Ferhat; Topal, Erdem; Çeliksoy, Mehmet Halil; Ermiştekin, Halime; Kutlutürk, Kazım; Yıldırım, Nurdan; Sinanoğlu, Muhammed Selçuk; Tırman, Esra Genç; Yıldıran, AlişanÖz: Giriş: Ataksi-telenjiektazi ilerleyici serebellar ataksi, kütanöz ve konjunktival telenjiektazi, immünyetmezlik ve artmış malignite riski ile karakterize nadir görülen, otozomal resesif geçiş gösteren, nörodejeneratif bir hastalıktır. Bu çalışma ile iki merkezde ataksi telenjiektazi tanısı konulan çocukların demografik, nörolojik, dermatolojik ve immünolojik özellikleri incelendi.Gereç ve Yöntem: İnönü Üniversitesi ve Ondokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Fakülteleri Çocuk Allerji ve İmmünoloji Kliniklerinde, 2006 ile 2013 yılları arasında ataksi-telenjiektazi tanısı konulan çocukların dosyaları geriye dönük olarak değerlendirildi. Bulgular: Ataksi telenjiektazi tanısı konulan 25 hasta belirlendi. Hastaların ortalama yaşı 10.08 ± 4.14 (ölenler dahil) olup, 16 (%64)'sı erkekti. Ortalama takip süresi 5.32 ± 3.84 yıldı. Hastaların ortanca tanı yaşı 4 (en küçük: 1.5, en büyük: 12) idi ve ataksi aileler tarafından ilk fark edilen klinik bulguydu. Hastaların tamamında nörolojik ve dermatolojik tutulum varken, immünolojik tutulum %85'inde mevcuttu. Hastalarda en sık görülen nörolojik bulgu ataksi olup, bunu sırasıyla dismetri (%96), disartri (%92), bradikinezi (%80) ve oküler apraksi (%60) izliyordu. Hastaların hepsinde telenjiektazi mevcuttu ve en sık konjunktivaya lokalize olmuştu. Pigmentasyon anomalisi 17 (%68) hastada, molluskum kontagiosum 2 (%8) hastada ve verrü 1 (%4) hastada mevcuttu. Hastalarda en sık görülen immünolojik bozukluk IgA eksikliği (%80) olup bunu IgG eksikliği (%60) ve lenfopeni (%12) izliyordu. Hastaların %96'sında büyüme geriliği varken, %56'sının baş çevresi -1 SD'nin altındaydı. İzlemde 5 (%20) hasta tekrarlayan otit, 18 (%72) hasta tekrarlayan akciğer infeksiyonu geçirdi. Yedi (%28) hastada bronşektazi ve bir hastada hemofagositik sendrom gelişti. İzlemde yedi hasta ölmüştü (üçü non-Hodgkin lenfoma, ikisi akciğer infeksiyonu, biri akut lenfoblastik lösemi ve biri hemofagositik sendrom nedeniyle). Sonuç: Ataksi ve telenjiektazi hastalığın en sık görülen bulguları olup, bunu büyüme geriliği, immünolojik bulgular ve pigmentasyon anormallikleri izlemekteydi. Bu nedenle, ataksiye telenjiektazi ve pigmentasyon anomalileri gibi deri bulguları ile büyüme geriliği eşlik ediyorsa tanıda ataksi-telenjiektazi hastalığı düşünülmelidir.Öğe Ataxia-Telangiectasia: Case Report of Two Siblings(İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Dergisi, 2014) Çatal, Ferhat; Aslan, Mahmut; Topal, Erdem; Ermiştekin, Halime; Sinanoğlu, M. Selçuk; Aslan, Neslihan; Yıldırım, NurdanCharacterized by progressive cerebellar ataxia, cutaneous and conjuctival telangiectasia, ocular apraxy, immunodeficiency, and increased risk of malignancy, ataxia-telangiectasia is a rare neurodegenerative disorder that shows signs of autosomal recessive transmission. The ataxia-telangiectasia gene is located in chromosome 11q22-23. Various degrees of abnormalities in T and B cell immunities have also been described. It is known that the incidence of both T cell and B cell leukemia and lymphoma increased compared with the general growth of the population in Turkey. T cell malignancy can be seen at any age though B cell malignancy is more common at older ages. This report presents the case of two siblings who were diagnosed with ataxia-telangiectasia. The two siblings formerly had another sibling who was diagnosed with ataxia-telangiectasia and died from leukemia. Taking these two cases as the staring point, this study focuses on the clinical manifestations, affected systems and treatment of ataxia-telangiectasia.Öğe Cornelia de Lange sendromuna eşlik eden nadir bir kon jenital anomali: Yarık dudak -da mak(Abant Tıp Dergisi, 2015) Özdemir, Ramazan; Çatal, Ferhat; Kutlutürk, Kazım; Topal, Erdem; Kutlutürk, Yeşim; Karadağ, AhmetÖz: Cornelia de Lange sendromu nadir görülen multi -sistem tutulum gösteren bir sendromdur. Bu sendromun asıl özellikleri, büyüme geriliği, gelişmede gecikme, hirsutizm, yapısal üst ekstremite anomalileri, mental retardasyon ve karakteristik yüz görünümüdür. Ayrıca Cornelia de Lange tanısı konulmuş hastala rda nadirde olsa yarık damak, hiatus hernisi, pilor stenozu, özefagial ve kolonik anomaliler de gözlenebilmektedir. Olgumuz sendromun karakteristik fasiyal özelliklerini taşıyordu. Fasiyal özelliklere ek olarak yarık damak ve dudağı vardı. Bu sunumda Corne lia de Lange sendromunda yarık damak ve dudağında görülebileceğini vurgulamak ve literatürü gözden geçirmek istedik.Öğe Cornelia de Lange sendromuna eşlik eden nadir bir konjenital anomali: Yarık dudak-damak(Abant Tıp Dergisi, 2015) Özdemir, Ramazan; Çatal, Ferhat; Kutlutürk, Kazım; Topal, Erdem; Kutlutürk, Yeşim; Karadağ, AhmetÖzet Abstract Cornelia de Lange sendromu nadir görülen multi-sistem tutulum gösteren bir sendromdur. Bu sendromun asıl özellikleri, büyüme geriliği, gelişmede gecikme, hirsutizm, yapısal üst ekstremite anomalileri, mental retardasyon ve karakteristik yüz görünümüdür. Ayrıca Cornelia de Lange tanısı konulmuş hastalarda nadirde olsa yarık damak, hiatus hernisi, pilor stenozu, özefagial ve kolonik anomaliler de gözlenebilmektedir. Olgumuz sendromun karakteristik fasiyal özelliklerini taşıyordu. Fasiyal özelliklere ek olarak yarık damak ve dudağı vardı. Bu sunumda Cornelia de Lange sendromunda yarık damak ve dudağında görülebileceğini vurgulamak ve literatürü gözden geçirmek istedik. Cornelia de Lange syndrome is a rarely seen multisystem disorder. Main clinical features of this syndrome include growth retardation, developmental delay, hirsutism, structural limb abnormalities, mental retardation and characteristic facial feature. Also, cleft palate, hiatus hernia, pyloric stenosis, esophageal anomalies, colonic anomalies can rarely be seen in patients who is diagnosed with Cornelia de Lange syndrome. Our case has characteristic facial and limb feature of syndrome. She has cleft lip and plate in addition to characteristic facial feature. In this presentation, we wanted to emphases that cleft lip and palate can be seen in Cornelia de Lange syndrome and review the literature. Anahtar Kelimeler: Cornelia de Lange sendromu, yarık dudak, yarık damak. Keywords: Cornelia de Lange syndrome, cleft lip, cleft palate.Öğe Karaciğer transplantasyonu sonrası yumurtaya karşı gelişen anafilaksi: Olgu sunumu(Astım Allerji İmmünoloji, 2014) Şenbaba, Elif; Çatal, Ferhat; Topal, ErdemÖz: Ortotopik karaciğer nakli yapılan çocuklarda besin allerjisi gelişimi artarak rapor edilmektedir. Karaciğer naklinden sonra gelişen besin allerjisi mekanizması halen tam olarak aydınlatılmış değildir. Bir yaşından önce nakil yapılan çocuklar ve immünsüpresif takrolimus tedavisi alan hastalar besin allerjisi gelişimi açısında risk altındadır. Beş aylıkken dev hücreli hepatit nedeniyle karaciğer nakli yapılan 11 aylık kız hasta yumurta yedikten 10 dakika sonra, vücudunda kaşıntı, kızarıklık, dudaklarında şişlik ve hızlı nefes alma, öksürük şikayetiyle çocuk acil servisimize 15 dakika sonra getirildi. Anafilaksi tanısı konulan hastaya intramusküler adrenalin yapıldı. Klinik bulguları düzelen hastanın dört hafta sonra yapılan deri prik testinde yumurta beyazı ile 5 x 5 mm lik endürasyon (negatif kontrol 0 mm, pozitif kontrol 6 x 6 mm) tespit edildi. Bu olguyu sunmamızdaki amacımız; özelikle süt çocuğu grubunda karaciğer nakli yapılan hastaların besin allerjilerinin gelişimi açısından yakından takip edilmesi gerektiğini vurgulamaktır. Başlık (İngilizce): Developing anaphylaxis to egg after liver transplantation: A case report Öz (İngilizce): Food allergy has been increasingly reported in children who had orthotopic liver transplantation. The exact mechanism of post-liver transplantation allergies remains to be elucidated. Children are at risk for the development of food allergy for the first year of transplantation and immunosuppression with tacrolimustreated patients. 11-month-old patient that underwent transplantation of liver at the month of 5 due to giant cell hepatitis, consulted to our pediatric emergency department after 15 minutes with body itching, redness, swelling of the lips, and rapid breathing, cough after 10 minutes of eating egg. The patient was diagnosed as anaphylaxis, and then injected epinephrine intramusculer. After 4 weeks, the patient whose clinical findings improved, 5 x 5 mm induration (negative control 0 mm, positive control, 6 x 6 mm) of white egg were detected in the skin prick test. Our aim of presenting this fact is to emphasize the necessity to closely monitor the patients especially in the age group of infants with hepatic transplant for the development of food allergies.Öğe Malatya yöresinde astım ve alerjik rinit tanısı konulan çocukların deri prik testlerindeki aeroalerjen dağılımları(Abant Tıp Dergisi, 2014) Topal, Erdem; Çatal, Ferhat; Ermiştekin, Halime; Özdemir, Ramazan; Karadağ, Ahmet; Sinanoğlu, M. Selçuk; Yıldırım, NurdanÖz: Amaç: Astım ve alerjik rinit tanısı konulmuş çocukların aeroalerjenlere karşı duyarlılıkların dağılımını belirleme ktir. Yöntem : İnönü Üniversitesi Pediatrik Alerji ve Astım poli kliniğinde Haziran 2012 ile Mayıs 2013 tarihleri arasında astım ve alerjik rinit tanısı konulan çocukların dosyaları ndan deri prik test sonuçları geriye dönük olarak incelendi . Bulgular: Deri prik testi yapılan 358 hastanın 229 (%64) u en az bir aeroalerjene karşı duyarlı idi. Deri testinde poz itiflik tespit edilen hastaların ortanca yaşı 10 (5 -18) olup, 138 (%60,3) i erkek idi. En sık duyarlılığın tespit edildiği aeroalerjen ot/tahıl polen idi ve 112 hastada (%48,9) pozitif bulundu. Deri prik tes tinde pozitif bulunan aero-alerjenlerin sıklığı sırasıyla; yabani ot karışımı (48,5%), ev tozu akarı (40,2%), ağaç poleni karışımı (35,4%), hamam böceği (30,6%), mantar karışımı (27,5%), kedi ve köpek epiteli (26,6%) idi. Deri prik testi pozitif olan hastal arın 51 (%25,3) inde sadece bir aeroalerjene karşı duyarlılık va rken, 171 hastada (%74,7) birden fazla aeroalerjene karşı duyarlılık vardı. Tek alerjene duyarlı olma ile hastaların cinsiyeti, yaşı, periferik eozinofili ve serum Ig E düzeyleri arasında ista tistiksel olarak anlamlı bir ilişki yoktu. Bunu nla birlikte, astımlı hastaların birden fazla aeroalerjene karşı duyarlanmaları alerjik rinitli hastalara göre daha az idi (p=0,06). Sonuç : Kliniğimizde yapılan deri prik testinde en sık ot/tahıl polen karışım ına karşı duyarlılık tespit edildi. Astımlı hastalar daha çok tek alerjene karşı duyarlanma eğilimindeydiler.Öğe Nadi?r Bi?r Fi?zi?ksel Ürti?ker Nedeni?: Soğuk Ürtiker(2014) Şenbaba, Elif; Çatal, Ferhat; Topal, ErdemSoğuk ürtikeri, soğuğa maruziyet sonrası ürtiker ve/veya anjioödem gelişimi ile karakterizedir. Soğuk içecekler, soğukhava ve soğuk nesneler soğuk ürtikerini tetikleyen faktörlerdir. Soğuk ile temas eden cilt yüzeyi geniş ise, sistemikreaksiyonlar gelişebilir. Hipereozinofilik sendrom ve hipotiroidi tanıları ile takipli 12 yaşında erkek hasta soğuğa maruziyetsonrası tekrarlayan şişlik, kaşıntı, kızarıklık şikayeti ile polikliniğimize başvurdu. Sonrasında soğuk havada ve soğuksuya girince vücudunda şişlik, kızarıklık ve kaşıntı şikayetleri tekrarlamıştı. Hepatit markerları ve kriyoglobülini negatifidi. Hastaya yapılan buz-küp testi pozitif bulundu. Bu olgu nadir görülen bir fiziksel ürtiker çeşidi olan soğuk ürtikerinihatırlatmak için sunulmuştur.Öğe Nadir Bir Fiziksel Ürtiker Nedeni: Soğuk Ürtiker(Türkiye Çocuk Hastalıkları Dergisi, 2014) Şenbaba, Elif; Çatal, Ferhat; Topal, ErdemÖz:Soğuk ürtikeri, soğuğa maruziyet sonrası ürtiker ve/veya anjioödem gelişimi ile karakterizedir. Soğuk içecekler, soğuk hava ve soğuk nesneler soğuk ürtikerini tetikleyen faktörlerdir. Soğuk ile temas eden cilt yüzeyi geniş ise, sistemik reaksiyonlar gelişebilir. Hipereozinofilik sendrom ve hipotiroidi tanıları ile takipli 12 yaşında erkek hasta soğuğa maruziyet sonrası tekrarlayan şişlik, kaşıntı, kızarıklık şikayeti ile polikliniğimize başvurdu. Sonrasında soğuk havada ve soğuk suya girince vücudunda şişlik, kızarıklık ve kaşıntı şikayetleri tekrarlamıştı. Hepatit markerları ve kriyoglobülini negatif idi. Hastaya yapılan buz-küp testi pozitif bulundu. Bu olgu nadir görülen bir fiziksel ürtiker çeşidi olan soğuk ürtikerini hatırlatmak için sunulmuştur.Öğe Okul öncesi dönemde ağır hışıltı atağı ile ilişkili risk faktörleri(Abant Tıp Dergisi, 2015) Topal, Erdem; Çatal, Ferhat; Aslan, Mehmet; Özdemir, Ramazan; Karadağ, Ahmet; Demirtaş, Gülsüm; Şenbaba, Elif; Kurt, AhmetÖz: Amaç: Okul öncesi yaş grubunda ağır hışıltı atağı ile ilişkili risk faktörlerini belirlemektir. Yöntem : Ocak 2013 ile Haziran 2013 tarihleri arasında İnönü Üniversitesi Turgut Özal Tıp Merkezi Çocuk Alerji ve Astım polikliniği ile Çocuk Acil polikliniğine, tekrarlayan ağır hışıltı atağı ile başvuran altı yaşından küçük hastaların dosyaları geriye dönük olarak incelendi. Bulgular: Altı aylık sürede her iki polikliniğe (çocuk alerji ve çocuk acil) 70 çocuk ağır hışıltı atağı ile başvurmuştu. Çalışmaya, karşılaştı rma yapabilmek için aynı yaşta hafif hışıltı atağı ile başvuran 72 çocuk hasta da dahil edildi. Ağır hışıltı atak tanısı konulan olguların 49 (%68,1) u erkek idi ve ortanca yaşı 30 ay (6 -60) idi. Hastaların ilk geçirdikleri atak yaşının ortancası 6 ay (1 -60), son bir yıl içerisindeki atak sayısının ortancası 5 (1 -10) ve son bir yılda sistemik steroid gerektiren atak sayısının ortancası 2 (1 -10) idi. Modifiye astım prediktif indeks hastaların 27 (%38,1) sinde pozitifti ve 29 hastada (%41,4) hışıltı çoklu tetiklenen hışıltı fenotipindeydi. Ağır hışıltı atağı erkek cinsiyette (p=0,004) ve pasif sigara maruziyeti olan çocu klarda (p=0,011) daha fazlaydı. Ayrıca son 1 yılda atak sıklığı (p=0,029) ve sistemik steroid gerektiren atak sayısı da (p=0,001) ağır hışıltı atağı ile başvuran hastalarda daha fazlaydı. Sonuç : Ağır hışıltı atağı erkek cinsiyette, pasif sigara maruziyeti olan çocuklarda, son bir yılda hışıltı atakları sık olan ve sistemik steroid gerektiren hastalarda daha fazla görülmektedir. Bu nedenle hışıltısı olan çocukların son 1 yıldaki hışıltı öyküleri detaylı bir şekilde sorgulanmalı ve sigara maruziyeti önlenmelidir.Öğe Oral besin provokasyon testi sırasında gelişen reaksiyonların sıklığı ve şiddeti(Astım Allerji İmmünoloji, 2014) Topal, Erdem; Çatal, Ferhat; Şenbaba, Elif; Varol, Fatma İlknur; Sinanoğlu, Muhammed Selçuk; Yıldırım, Nurdan; Ermiştekin, HalimeÖz: Giriş: Oral besin provokasyon testi besin allerjilerinin tanısında altın standarttır. Oral besin provokasyon testleri, hafif deri reaksiyonlarından hayatı tehdit eden ağır allerjik reaksiyonlara kadar gidebilen klinik tablolara neden olabilmektedir. Çalışmadaki amacımız oral besin provokasyon testi sırasında gelişen reaksiyonların sıklığını ve şiddetini belirlemektir. Gereç ve Yöntem: Allerji kliniğimizde Eylül 2012 ile Eylül 2013 yılları arasında oral besin provokasyon testi yapılan çocukların dosyaları geriye dönük olarak incelendi. Bulgular: Oral besin provokasyon testi yapılan toplam 63 hasta çalışmaya dahil edildi. Oral besin provokasyon testi en sık inek sütü, fıstık ve yumurta ile yapılmıştı. Oral besin provokasyon testi hastaların 50 (%79.4)'sinde tanıyı doğrulamak, 13 (%20.6)'ünde ise besine karşı tolerans gelişip gelişmediğini ispatlamak için yapılmıştı. Oral besin provokasyon testi 63 hastanın 13'ünde pozitifti. On iki hastada reaksiyon hafif şiddette iken bir hastada anafilaksi gelişmişti. Oral besin provokasyon testi sırasında reaksiyon gelişen hasta grubu ile reaksiyon gelişmeyen hasta grubu arasında cinsiyet, testin yapıldığı yaş, eşlik eden atopik hastalık, IgE aracılı besin allerji öyküsü, periferik eozinofil yüzdesi, serum spesifik IgE düzeyi ve total IgE düzeyi açısından anlamlı fark yoktu (p> 0.05). Ancak deri prik testindeki endurasyonun çapı ile oral besin provokasyon pozitifliği arasında pozitif yönde bir korelasyon mevcuttu (rho: 0.307, p= 0.019). Sonuç: Oral besin provokasyon testi sırasında gelişen reaksiyonların çoğu hafif şiddetteydi. Deri prik testindeki endurasyonun çapı, oral besin provokasyon testi sırasında reaksiyon gelişimi için risk faktörüdür. Bu nedenle, oral besin provokasyon testi uzman gözetiminde yapılmalı ve oral besin provokasyondan önce, deri prik testindeki endurasyonun çapı göz önünde bulundurulmalıdır.Öğe Relationship between hypogammaglobulinemia and elationship between hypogammaglobulinemia and severity and frequency of wheeze everity and frequency of wheeze(Astım Allerji İmmünoloji, 2015) Topal, Erdem; Çeliksoy, Mehmet Halil; Çatal, Ferhat; Sancak, RecepÖz: Giriş: Çeşitli çalışmalar tekrarlayan hışıltısı olan çocuklarda immünglobulin ve immünglobulin alt grubu düzeylerini değerlendirmiştir. Bu çalışmanın amacı tekrarlayan hışıltısı olan okul öncesi dönemdeki çocuklarda hipogamaglobulinemi ile hışıltı şiddeti ve sıklığı arasındaki ilişkiyi ortaya çıkarmaktır. Gereç ve Yöntem: Çalışmamıza kliniklerimizde tekrarlayan hışıltı tanısı ile izlenen 6 ay-5 yaş arası çocuklar alındı. Bu hastalar sık ve şiddetli atak geçirenler (grup 1, n= 86) ile seyrek ve hafif atak geçirenler (grup 2, n= 67) olmak üzere iki gruba ayrıldı. Ayrıca, benzer yaş grubunda yer alan ve sağlıklı çocuklardan oluşan bir kontrol grubu (grup 3, n= 75) oluşturuldu. Serum immünglobulin düzeyleri, periferik eozinofili ve deri prick testleri ile gruplar değerlendirildi. Bulgular: Ortanca yaş, hışıltı fenotipi, eşlik eden atopik hastalıklar, ailede astım öyküsü, periferik eozinofili ve hipogamaglobulinemi açısından gruplar arasında fark yoktu (p> 0.05). Ancak, erkek cinsiyet (p< 0.001) ilk hışıltı atağının erken yaşta geçirilmesi (p< 0.001) ile hışıltı sıklığı ve şiddeti arasında anlamlı ilişki vardı. Her üç grup karşılaştırıldığında, ortalama serum IgA düzeyi (p= 0.469), IgG düzeyi (p= 0.211), ve IgM düzeyi (p= 0.831) açısından fark yoktu. Grup 1 de üç hastada (%3.5), grup 2 de iki hastada (%3) ve grup 3 te dört hastada (%5.3) hipogamaglobulinemi bulundu. Gruplar arasında istatistiksel olarak anlamlı fark bulunamadı (p= 0.744). Sonuç: Okul öncesi dönemde sık ve şiddetli hışıltı atağı geçiren çocuklarda serum immünglobülin düzeyleri sağlıklı çocuklar ile benzerdir. Başlık (İngilizce): Hipogamaglobulinemi ile hışıltı şiddeti ve sıklığı arasındaki ilişki Öz (İngilizce): Objective: Several previous studies have assessed immunoglobulin and IgG subclass levels in children with recurrent wheezing. We aimed to determine whether a relationship exists between hypogammaglobulinemia and severity and frequency of wheeze in preschool children with recurrent wheeze. Materials and Methods: Our study population was children aged 6 months to 5 years who we were monitoring for recurrent wheeze in our clinics. We divided these children into two groups; those who have frequent and severe attacks (group one, n= 86), and those who have rare and mild attacks (group two, n= 67). We also established a control group consisting of healthy children of the same age (group three, n= 75). We assessed serum immunoglobulin levels, peripheral blood eosinophil count and performed a skin-prick test. Results: Th ere was no diff erence between groups in terms of median age, wheezing phenotype, comorbid atopic disease, parental asthma history, peripheral blood eosinophilia, and hypogammaglobulinemia (p> 0.05). However, there was a signifi cant relationship between being male (p< 0.001), having the fi rst attack of wheezing at an earlier age (p< 0.001), and having frequent and severe wheezing. When we compared the three groups, we found no diff erence between the mean serum IgA level (p= 0.469), serum IgG level (p= 0.211), and serum IgM level (p= 0.831). We found hypogammaglobulinemia in three patients (3.5%) in group one, in two patients (3%) in group two, and in four patients (5.3%) in group three; we found no statistically signifi cant diff erence between groups (p= 0.744). Conclusion: Th e serum immunglobulin levels of preschool children with frequent and severe wheezing attacks are similar to those of healthy preschool children.Öğe Report of seven children with hepatopulmonary syndrome(Turk J Gastroenterol, 2014) Erge, Duygu; Selimoğlu, Mukadder Ayşe; Karakurt, Cemşit; Karabiber, Hamza; Elkıran, Özlem; Çatal, Ferhat; Köroğlu, ReyhanHepatopulmonary syndrome is an important pulmonary vascular complication of liver disease. Its diagnosis is based on the presence of hypoxaemia and the demonstration of intrapulmonary shunting by contrast-enhanced echocardiography or perfusion lung scanning. Awareness of this condition is critical to improve the outcomes of patients with chronic liver disease and/or portal hypertension because hepatopulmonary syndrome receives additional priority on the waiting list for transplantation. A non-invasive measurement of the blood oxygen saturation with pulse oximetry is recommended as a screening tool for this syndrome. The aim of this report was to present clinical and laboratory findings and follow-up of seven paediatric patients who were diagnosed with HPS at our centre.Öğe Subkütan immünoterapi enjeksiyonu sonrası geç dönemde gelişen şiddetli sistemik reaksiyon (anafilaksi): Olgu sunumu(Astım Allerji İmmünoloji, 2013) Şenbaba, Elif; Çatal, Ferhat; Topal, Erdem; Ermiştekin, Halime; Yıldırım, Nurdan; Sinanoğlu, M. SelçukÖz: Günümüzde çevresel korunma ve ilaç tedavisine rağmen şikayetleri kontrol altına alınamayan allerjik rinit veya allerjik astım tanılı hastaların tedavisinde allerjen spesifik immünoterapi uygulanmaktadır. Uygulanan allerjen immünoterapisine bağlı lokal ve sistemik reaksiyonlar ortaya çıkabilmektedir. Şiddetli sistemik reaksiyonların neredeyse tamamı ilk 30 dakikada ortaya çıkmasına rağmen, geç tip sistemik reaksiyonlar nadir de olsa görülebilmektedir. Olgumuz, astım tanısı olan 15 yaşında kadın hastaydı ve verilen medikal tedaviye rağmen şikayetlerinin kontrol altına alınamaması nedeniyle, duyarlı olduğu “Dermatophagoides farinae” ekstresiyle subkütan immünoterapi başlanıldı. Subkütan enjeksiyonun (idame dozunda, 0.8 mL) dördüncü saatinde, hastada şiddetli sistemik reaksiyon (anafilaksi) gelişti. Bu olgu nedeniyle, immünoterapiye bağlı şiddetli sistemik reaksiyonların geç dönemde nadir de olsa görülebileceğini vurgulamak istedik. Başlık (İngilizce): Delayed severe systemic reaction (anaphylaxis) after subcutaneous immunotherapy injections: Case report Öz (İngilizce): Currently, allergen specific immunotherapy is administered to allergic rhinitis or asthmatic patients with uncontrolled symptoms despite medical treatment and avoidance of environmental allergens. Local or systemic reactions can occur after subcutaneous immunotherapy. Although almost all severe systemic reactions are reported to begin within 30 minutes after administration of injections, late onset reactions could be seen. Our case was 15 years old female patient with asthma whose complaints could not controlled by medical treatment and subcutaneous immunotherapy with “Dermatophagoides farinae” extract that she was sensitized was administered to her. Severe systemic reaction (anaphylaxis) has developed in the patient within fourth hours of post-injection observation period at the ma- intenance dose of 0.8 mL. We want to emphasize that severe late onset systemic reactions are rare but could occur after subcutaneous immunotherapy injections.Öğe A twelve-year-old female patient developing anaphylaxis during the initial phase of conventional immunotherapy: a case report(2016) Topal, Erdem; Demirtas, Mehmet Semih; Çatal, FerhatAllerjen spesifik immünoterapi, astım hastalarında ve alerjik rinit tedavisinde kullanılan bir tedavi yöntemidir. Alerjen spesifik immünoterapisinin uygulamasından sonra, lokal ve sistemik reaksiyonlar ortaya çıkabilmektedir. Olgumuz, alerjik rinokonjuktivit tanısı alan ve verilen medikal tedaviye rağmen şikayetleri kontrol altına alınamayan bir hastaydı ve konvansiyonel immünoterapi tedavisi başlanıldı. Konvansiyonel immünoterapinin başlangıç fazında yapılan subkutan enjeksiyondan yaklaşık on dakika sonra nefes darlığı öksürük ve vücudunda yaygın kaşıntı şikayeti başladı. Hastaya immünoterapiye bağlı anafilaksi tanısı konuldu. Bu olgu nedeniyle alerjik rinit ve astım tedavisinde etkin olarak kullanılan immünoterapi enjeksiyonuna bağlı şiddetli sistemik reaksiyonların (anaflaksi) görülebileceği bir kez daha vurgulamak istenildi