Yazar "Ünal, Süheyla" seçeneğine göre listele
Listeleniyor 1 - 20 / 45
Sayfa Başına Sonuç
Sıralama seçenekleri
Öğe Acute and chronic effects of electroconvulsive treatment on oxidative parameters in schizophrenia patients(Progress in Neuro-Psychopharmacology and Biological Psychiatry, 2011) Kartalcı, Şükrü; Bay Karabulut, Aysun; Özcan, Abdulcemal; Porgalı, Esra; Ünal, SüheylaElectroconvulsive therapy (ECT) is an effective treatment alternative for schizophrenia. Previous studies have already indicated the possible effects of oxidative stress in this disorder. However, there have been no previous studies evaluating the effects of ECT on the oxidative stress in these patients. We therefore aimed to investigate the acute and chronic effects of ECT on serum levels of oxidant and antioxidant molecules in schizophrenia patients (n= 28). The serum MDA and CAT levels of the patients with schizophrenia were higher than that of the controls before ECT (n= 20) but there was no significant difference in the serum NO and GSH levels of the patient groups compared to the controls. We found that the NO levels of the patients were higher than the controls in the group experiencing their first episode but not in the chronic group. There was a significant clinical improvement in the patients in terms of BPRS, SANS and SAPS reduction after the 9th ECT, but not the 1st ECT. Serum MDA levels were significantly reduced compared to the baseline after the 9th ECT session although there was no significant difference after the 1st session. Separate evaluation of the patient groups revealed that the significant MDA decrease following ECT was in the patients experiencing their first episode and not in the chronic group. No significant difference was noted in the serum levels of other oxidant and antioxidant molecules after either the 1st or 9th ECT session. These results suggest that ECT does not produce any negative effect on oxidative stress in patients with schizophrenia.Öğe Adli yönden frontal lob sendromu: Bir olgu sunumu(Anadolu Psikiyatri Dergisi, 2011) Kartalcı, Şükrü; Ünal, Süheyla; Özdemir, SerdalÖz: Bu olgu sunumunda, adli ve psikiyatrik yönden, frontal lob sendromlu (FLS) bir hasta tartışılmıştır. Otuz dokuz yaşındaki kadın hastada, travmatik beyin hasarından sonra, günlük yaşam aktivitelerinde şiddetli bozulmalar ortaya çıkmıştı. Klinik değerlendirmede yavaşlık, duygusal kısıtlılık ve apati gözlendi. Sosyal davranışlarındaki belirgin bozulmaya rağmen durumunun farkında değildi. Bilgisayarlı tomografi belirgin frontal atrofiyi gösteriyordu. Hastaya FLS tanısı kondu. FLS, iki farklı klinik tablodan oluşur. Bunlardan en iyi bilineni orbitofrontal sendrom antisosyal davranışlarla kendini gösterir. Sendromun diğer ucunda apatik durumlar yer almaktadır. Psikiyatrik raporlar genelde suçla ilgili davranışlarda orbitofrontal sendroma odaklanmıştır. Bu olguda ise, apatik FLS’li bir hasta adli psikiyatri açısından tartışılmıştır. Başlık (İngilizce): Forensic aspect of the frontal lobe syndrome: a case report Öz (İngilizce): In this case report, it is discussed a patient with frontal lobe syndrome (FLS) who was subjected to forensic and psychiatric observation. A 39 year-old woman have presented severe disabilities in daily life activities after traumatic brain injury. She showed slowness, reduction of emotion and apathy at her clinical evaluation. Despite the notably impairment in social behavior, she was unaware of this situation. Computerized tomography of head was conducted atrophy of frontal lobe. It was diagnosed as a FLS. FLS consists of two distinct clinical syndromes. The orbitofrontal syndrome is the most well known and consists of major antisocial behavior. Apathetic states lie at the other end of the syndrome. Psychiatry generally focuses to orbitofrontal syndrome in criminal behaviour. However in this case, it is discussed a patient with apathetic FLS in terms of forensic psychiatry.Öğe Bağlanma ve Psikopatoloji: Bağlanma Boyutlarının Depresyon, Panik Bozukluk ve Obsesif-Kompulsif Bozuklukla İlişkisi(2009) Sümer, Nebi; Kaya, Burhanettin; Ünal, Süheyla; Polat, Ruhcan; Selçuk, Emre; Çekem, BülentÖz: Bu çalışmanın amacı yetişkin bağlanma boyutlarının farklı psikopatoloji türleri ile ilişkisini Türk örnekleminde incelemektir. Çalışmaya depresyon, obsesif-kompulsif bozukluk (OKB) ve panik bozukluk (PB) tanısı konulan 104 kişi ile herhangi bir psikopatoloji tanısı konmayan 77 kişi katılmıştır. Katılımcıların yetişkin bağlanma stilleri özbildirim yoluyla ölçülmüştür. Bağlanma kaygısı ve kaçınma boyutları üzerinde yapılan karşılaştırmalarda her üç klinik grubun da kontrol grubundan anlamlı olarak yüksek düzeylerde bağlanma kaygısı rapor ettikleri bulunmuştur. Ayrıca, depresyon tanısı alanların OKB ve PB tanısı alanlardan daha yüksek düzeyde bağlanma kaçınması bildirdikleri bulunmuştur. Grupların temel bağlanma boyutlarında ne oranda ayrıştıklarını görmek amacıyla yapılan ayırdedici fonksiyon analizinde, kaygı ile tanımlanan birinci fonksiyonda kontrol grubunun diğer bütün psikopatoloji gruplarından ayrıldığı, kaçınma ile tanımlanan ikinci fonksiyonda da depresyon grubunun diğer gruplardan ayrıldığı görülmüştür. Bağlanmaya ilişkin kaygı ve kaçınma psikopatolojiye yatkınlık bakımından bir risk faktörü olarak ortaya çıkmaktadır. Çalışma bulguları ışığında ve kültürel faktörler dikkate alınarak yetişkinlikte bağlanma ile psikopatoloji arasındaki olası ilişkiler tartışılmıştır.Öğe Beden dismorfik bozukluğu: Risperidon kullanılan bir olgu(2003) Elbozan, Birgül; Karlıdağ, Rifat; Ünal, SüheylaBeden Dismorfik Bozukluğu (BUB), kişinin görünümünde varolduğuna inandığı hayali bir kusur ile uğraşma ya da varolan bir kusuru olduğundan daha abartılı bir biçimde algılaması olarak tanımlamaktadır. Yeterince tanınmamış ve az bilinen bir bozukluk olması nedeniyle, ilginç klinik görünüm sergileyen bir olgunun sunularak tartışılması amaçlanmıştır. Bozukluk, belirtilerin süreğen, inatçı ve sanrısal yoğunluğa varabilen şiddeti nedeniyle kişinin işlevselliğinde ağır bozulmaya yol açabilmektedir. Bu yazıda dışkı kokma yakınması ile başvuran ve tedavide risperidon kullanılan bir olgu tartışılmıştır.Öğe Behçet hastalarında stresli yaşam olayları ve başa çıkma yöntemleri ile hastalık belirtileri arasındaki ilişkinin araştırılması(Türk Psikiyatri Dergisi, 2001) Karlıdağ, Rifat; Evereklioğlu, Cem; Ünal, Süheyla; Sipahi, Birsen; Er, Hamdi; Yoloğlu, SaimÖz: Amaç: Behçet hastalarında stres etkenleri ve sorunlarla başa çıkma yöntemleri ile hastalığın fiziksel ve ruhsal belirtileri ile arasındaki ilişkinin araştırılmasıdır. Gereç ve yöntem: 36 Behçet hastası Sosyodemografik Veri Toplama Formu, Kısa Semptom Tarama Envanteri (KSE), Beck Depresyon Ölçeği (BDÖ), Beck Anksiyete Ölçeği (BAÖ) ve Spielberger Durumluk/Sürekli Kaygı Ölçeği (STAI I-II) kullanılarak değerlendirildi. Bulgular: Hastalığın akut başladığını belirten hastalarda KSE-depresyon (p<0.05), KSE-psikotizm (p<0.01) ve STAI-II puanlan, hastalığın görme sorunlarına neden olduğunu belirtenlerde BDÖ puanları anlamlı olarak daha yüksek bulunmuştur (p<0.05). Sağlık sorunlarıyla uğraşmakta zorlananlarda KSE-depresyon, KSE-Rahatsızlık Ciddiyeti İndeksi ve KSE-Semptom Rahatsızlık İndeksi puanları, günlük işlerini yapmakta güçlük çekenlerde BDÖ puanları, sosyal ilişkilerini sürdürmekte güçlük yaşayanlarda ve toplumsal, olaylardan etkilenenlerde KSE-anksiyete puanları anlamlı olarak yüksekti (p<0.05). Ekonomik güçlük yaşayanlarda KSE-hostilite (p<0.01), KSE-obsesif-kompulsif (p<0.001), KSE-Rahatsızlık Ciddiyeti İndeksi ve KSE-Semptom Rahatsızlık İndeksi puanları anlamlı düzeyde yüksekti (p<0.05). Sonuç: Psikososyal sorunlar hem hastalığın ortaya çıkması sürecinde, hem de ortaya çıkardığı ikincil sorunlar aracılığı ile süregenleşme döneminde önemli rol oynuyor gibi görünmektedir.Öğe Bipolar affektif bozukluklu hastalarda lityum ve olanzapin tedavisinin etkileri: Beyin MRSs bulguları(Anadolu Psikiyatri Dergisi, 2004) Cumurcu, Elbozan Birgül; Karlıdağ, Rıfat; Saraç, Kaya; Ünal, Süheyla; Özcan, CemalÖz: Amaç: Bu çalışmada, remisyon dönemindeki bipolar affektif bozukluklu hastalarda lityum ve olanzapin tedavisi ile beyin manyetik rezonans spektroskopi (MR spektroskopi) bulgularındaki değişiklikler ve bunun nöroprotektivite ile ilişkisi araştırıldı. Yöntem: Psikiyatri polikliniğinde izlenen, 3 yıl boyunca manik ve depresif bir atak geçirmemiş ve son 6 aydır sadece lityum tedavisi almakta olan 10 bipolar affektif bozukluk hastası çalışmaya alındı. Hastalar lityum kullandıkları dönemde, lityumun kesilmesini takiben 14. günde ve olanzapin başlandıktan sonraki 4. haftanın sonunda olmak üzere 3 kez değerlendirildi. Her bir değerlendirme klinik psikiyatrik görüşme, Hamilton depresyon derecelendirme Ölçeği (HDÛÖ) ve Bech-Rafaelson Mani Ölçeği (BRMÖ) uygulaması ve MR spektroskopi çekimini kapsadı. MR spektroskopide, sağ prefrontal korteks ve sol hipokampüs bölgelerinde kantitatif olarak N-asetil aspartat (NAA), kolin (Cho) pikleri ölçüldü ve bunların kreatine (Cr) pikine oranlarına bakıldı. Her 3 çekimdeki değerler birbiriyle karşılaştırıldı. Bulgular: Çalışmaya 5 kadın ve 5 erkek hasta katıldı. Ortalama yaşları 33.10+9.17yıl idi. Lityum alırken, ilaçsız dönemde ve.olanzapin alırken çekilen MR spektroskopilerinde NAA/Cr ve Cho/Cr oranları arasında istatistiksel açıdan anlamlı farklılık saptanmadı. Sonuç: Remisyonda bipolar affektif bozukluklu hastalarda lityum ve olanzapin tedavisiyle beyin NAA ve Cho düzeylerinin değişmediğini düşündürmektedir.Öğe Bir Grup Hemşirenin Sosyodemografik Verileri ve Tükenmişlik Düzeyleri Bağlamında Organ Bağışına Bakış Açıları(İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Dergisi, 2011) Aytaş, Özgür; Kartalcı, Şükrü; Ünal, SüheylaGünümüzde organ nakli konusundaki en önemli problem, organ bağışı oranlarının çok düşük olmasıdır. Organ bağışı konusunda hasta ve yakınlarını bilgilendirme ve yönlendirmede önemli rolü olan sağlık çalışanlarının, inanç ve tutumları organ bağışı oranlarını değiştirebilir. Bu çalışmanın amacı, hemşirelerin sosyodemografik verileri ve tükenmişlik düzeylerinin organ bağışı konusundaki düşüncelerini nasıl etkilediğini araştırmaktı. Metod: İnönü Üniversitesi Turgut Özal Tıp Merkezinde çalışan 201 hemşire çalışmaya dahil edildi. Veri toplama aracı olarak Sosyodemografik Veri Formu, Maslach Tükenmişlik Ölçeği, Organ Nakline İlişkin Görüş Değerlendirme Formu kullanıldı. Bulgular: Katılımcıların; %62’si organ nakli ile ilgili yeterli bilgiye sahip olmadığını, %42’si organlarını bağışlamayı düşündüğünü ifade etti. Evli ve sağlıklı olanların daha yüksek oranda organ bağışlama düşüncesine sahip olduğu izlendi. Beyin ölümü durumunda katılımcıların %46’sı organlarını bağışlayabileceğini belirtirken, %32’si beyin ölümü durumunda yakınlarının organlarını bağışlayabileceğini belirtti. Olumsuz dini inançlar organ bağışlama düşüncesini azaltmaktaydı. Kişisel Başarı Alt Ölçeğinden alınan puanlar arttıkça organ bağışlama düşüncesi artmaktaydı. Katılımcıların sadece %22’si hastaların yakınlarına bu konuda bilgilendirme yapmaktaydı. Sonuç: Bu çalışmada hemşirelerin organ bağışı konusunda kesin fikir ve yeterli duyarlılığa sahip olmadığı görüldü. Konu ile ilgili bilgi seviyesi, kişisel başarı düzeyi ve dini inançlar organ bağışı ile ilgili düşünceleri şekillendiriyor gibi görünmekteydi. Sonuç olarak, organ bağışı konusunda istenen düzeye ulaşmak için hemşirelere özel eğitim verilmesi gerekir. Organ nakli ile ilgili birimlerde çalışan hemşirelerin kişisel başarı düzeyi yüksek olanlardan seçilmesi daha uygun olabilir.Öğe Bir olgu sunumu: Ailesel özellik gösteren ayrılma anksiyetesi bozukluğu(Çocuk ve Gençlik Ruh Sağlığı Dergisi, 2002) Krlıdağ, Rıfat; Ünal, Süheyla; Avcı, Ayşe; Sipahi, BirsenÖz: Bu olgu sunumunda, iki kuşağın benzer görüngüleri dikkate alınarak, ayrılık anksiyetesinin ailesel özelliği tartışılmıştır. Veriler ulaşılabilen aile üyelerinin klinik ve psikometrik değerlendirmeleri ile elde edilmiştir. Okul korkusu yakınması ile başvuran 7 yaşında bir erkek çocuğun babası, iki amcası ve bu amcalardan birisinin iki çocuğunda da benzer öykü bulunmaktaydı. İki halası ayrılık anksiyetesine ilişkin bazı özellikler taşımaktaydı. Ayrılık anksiyetesinin ailesel özelliğini anlamak için olgunun psikopatolojik formulasyonu bağlanma kuramına göre yapıldı.Öğe Bir Üniversite Hastanesindeki Sağlık Çalışanlarında Ramazan Orucunun Ruh Sağlığı Üzerine Etkileri(2021) Sarioglu, Fatma Kartal; Demirbay, Sümeyye; Mete, Burak; Özcan, Cemal; Ünal, SüheylaAmaç Ramazan orucunun sağlıklı bireylerde psikiyatrik belirti düzeyine etkisine ilişkin alan yazınındaki bilgilerin çelişkili olduğu bildirilmiştir. Ramazan orucu sırasında gün içerisinde kayı ve öfke gibi psikiyatrik belirtilerde artış olabileceğini, bu nedenle orucun psikiyatrik belirtilere olumlu yönde etkisinin bir aylık süre içerisinde gelişen muhtemel uyumsal mekanizmaların devreye girmesiyle oluşabileceğini varsaydık. Bu nedenle çalışmamızda Ramazan ayı öncesi ve sonrasında genç erişkin sağlık çalışanlarında genel psikiyatrik belirtileri değerlendirdik. Gereç ve Yöntem İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi, Turgut Özal Tıp Merkezi’nde görev alan, 77 genç erişkin sağlık çalışanına, 2019 yılı Ramazan ayından bir hafta önce, Sosyodemografik Veri Formu, Genel Sağlık Anketi (GSA) ve Kısa Semptom Envanteri (KSE) doldurtulmuştur. Aynı katılımcılara Ramazan ayından bir hafta sonra GSA ve KSE tekrar doldurulmuştur. Verilerin analizinde SPSS 22 istatistiksel paket program kullanılmıştır. Bulgular Çalışmamıza 37’si (%48,1) erkek, 40’ı (%52,0) kadın 77 katılımcı dahil edilmiştir. Cinsiyetlere göre ölçeklerden elde edilen değerlere bakıldığında kadın katılımcılarda Ramazan ayı öncesi ve sonrası KSE ve GSA’ da sıklık ve ortalama değeler açısından istatistiksel olarak anlamlı farklılık olmadığı tespit edilmiştir. Erkekler katılımcılarda Ramazan öncesine göre sonrasında GSA’ nin hem sıklık hem de ortalama puanları, KSE’ nin alt ölçeklerinden anksiyete, paranoid düşünce ve psikotizm sıklığı ve kişiler arası duyarlılık, depresyon, paranoid düşünce ve KSE global ölçeklerinin ortalama puanları anlamlı derecede düşük saptanmıştır. Erkek katılımcılarda GSA ve KSE’ de kişiler arası duyarlılık, depresyon, paranoid düşünce, psikotizm alt ölçekleri ve tüm global indekslerdeki değişime ramazan orucunun etki büyüklüğünün küçük derecede olduğu tespit edilmiştir. Sonuç Ramazan orucu sonrası kadınlarda psikiyatrik belirtilerde anlamlı değişiklik gözlenmezken, erkeklerde bazı psikiyatrik belirtilerde iyileşme olması, orucun psikiyatik belirtilerdeki etkisinin cinsiyete göre farklılık gösterebileceğini düşündürmektedir.Öğe Bir üniversite psikiyatri kliniğinde yatarak tedavi gören depresyon hastalarının bazı sosyodemografik ve klinik özellikler yönünden incelenmesi(Anadolu Psikiyatri Dergisi, 2003) Elbozan, Birgül; Kaya, Burhanettin; Yalvaç, Dilek; Emul, H. Murat; Kaya, Mine; Ünal, SüheylaÖz: Amaç: Depresyon, çökkün bir duygu durumunun varlığı ve yaşamdan zevk almama ile birlikte, düşünce, konuşma ve hareketlerde yavaşlama ve durgunluk, değersizlik, isteksizlik, güçsüzlük, karamsarlık ve fizyolojik işlevlerde yavaşlama biçiminde belirtiler içeren bir sendrom olarak tanımlanmaktadır. Bu çalışmada DSM-IVe göre depresyon tanısı konan ve Eylül 1996- Temmuz 2002 tarihleri arasında Turgut Özal Tıp Merkezi Psikiyatri Kliniği'nde yatarak tedavi gören 83 hasta klinik tanıları, sosyodemografik özellikleri, risk etkenleri ve tedaviye verdikleri yanıt yönünden geriye dönük olarak değerlendirilmiştir. Yöntem : Hastaların cinsiyeti, yaşı, eğitim düzeyi, medeni durumu, gelir durumu, hastanede yatış süresi, psikiyatri servisine toplam yatış sayısı, depresyonun başlangıç yaşı, hastalık tanısı, bedensel yakınmaları, eş tanı, çocukluk çağı travması, madde bağımlılığı ve kötüye kullanımı, son 6 aydaki akut stresör varlığı, kronik stresör varlığı, intihar düşüncesi, öyküde intihar düşünce ve girişimi, muayene bulguları, eksen-II tanıları ve iyileşme düzeyleri karşılaştırıldı. Sonuçlar: Hastalarımızda evli olgularda daha belirgin olmak üzere bedensel yakınma oranı yüksekti. Uyku bozukluğu en sık görülen bedensel yakınmaydı. Erkeklerde madde bağımlılığı ve kötüye kullanımı oranı yüksekti, Dul-boşanmış ya da ayrı yaşayanlarda eksen-II tanısı daha sıktı.Öğe Dehşet yönetimi kuramı bağlamında COVID-19 salgını hakkında psikososyal bir değerlendirme(2020) Ünal, SüheylaCovid-19 salgını nedeniyle insanoğlu önleyemediği,korunamadığı, çaresiz kaldığı bir durumla karşı karşıyagelerek dehşet duygusuna kapıldı. Karşılaştığı tehditlebaşa çıkmaya çalışırken uygun olmayan birçok yola dabaşvurdu. Kimileri virüsten aşırı önlem alarak korunmayaçalışırken, kimileri tehdidi yok sayarak normal rutinlerinisürdürmekte ısrarcı oldular. Salgının ölüm tehdidininazaldığı ikinci aşamasına gelindiğinde psikososyal sorunlarda artış gözlenmeye başladı. Bu gözden geçirme yazısıDehşet Yönetimi Kuramından yola çıkarak bu işlevselolmayan davranışları anlama çabasıyla kaleme alındı. Sözkonusu kuram ölümlülük belirginleştikçe ortaya çıkandehşet duygusundan kurtulma güdüsünün insandavranışlarını nasıl etkilediği konusuna benlik saygısı vekültürel dünya görüşü bağlamında bir bakış açısısunmaktadır. Kurama göre ölüm farkındalığınıbelirginleştiren olayların yaşattığı dehşet duygusuylabaşa çıkmak için insanlar yakın ve uzak vadede bilinçli vebilinçdışı birçok başa çıkma yoluna yönelirler. Yakınsavunmalar akıldışı, hızlı ve otomatik mekanizmalarken,uzak savunmalar bireyin kültürel dünya görüşünü savunma ve benlik saygısını arttırma yönündeki çabalardır.Öğe Depresif bozukluklarda risk etkenleri(2002) Kırlı, Selçuk; Evlice, Yunus Emre; Bekaroğlu, Mehmet; Güleç, Cengiz; Küey, Levent; Ünal, SüheylaÖz: Cinsiyet, aile öyküsü, stresli yaşam olayları, hayal kırıklıkları, aile işlev bozuklukları, yetersiz anne-baba bakımı, erken olumsuz yaşantılar, bağımlı ve obsesif özellikler gibi kişilik özellikleri, güvenli olmayan bağlanma stili, kronik psikiyatrik ve bedensel hastalık, sosyal destek azlığı gibi çeşitli risk etkenleri majör depresyona öncüldürler ve hastalığın sonucunu etkilerler. Bu çalışmanın amacı ayaktan polikliniğe başvuran majör depresyon hastalarında risk etkenlerini araştırmaktır. Veriler 1994-1995 yılları arasında tüm illerde, 500 psikiyatri uzmanının depresyon tanısı koyduğu 2014 hastadan elde edilmiştir. Çalışmada hastalar DSM- III-R, sosyodemografik bilgi formu, yaşam olayları öykü anketi ve Hamilton depresyon skalası ile değerlendirilmiş, verilerin istatistiksel değerlendirmesi SPSS programında ki-kare yöntemi ile yapılmıştır. Çalışmamızda ailesel yüklülük, 25-44 yaşlar arasında ve kadın olmak risk etkeni olarak belirlenmiştir. Çalışmaya katılanların %17.5'i ailede psikiyatrik hastalık öyküsü, %35'i ise kendisinde depresyon öyküsü bildirmiştir. Risk etkeni olarak kronik hastalık durumu kadınlarda, ilaç/madde kullanımı erkeklerde daha fazla bildirilmiştir. Depresyon öncesi stresli yaşam olayı bildirimi 1534'tü (%76). Çalışmamızda kadın ve erkek hastalarda yaşam olayı sıklığı ve şiddeti birbirine benzerdi. Kadınlar daha sıklıkla evlilik sorunları ve karşı cinsle ilişki sorunları bildirirken, erkekler daha çok işle ve diğer kişilerarası ilişkilerle ilgili sorunlar bildirmekteydi. Depresyonun ortaya çıkmasında biyolojik yatkınlık, stresli yaşam olayları, cinsiyet, yaş, bedensel hastalık gibi risk etkenleri rol oynamaktadır.Öğe Depresyonda plazma ksantin oksidaz, glutatyon peroksidaz aktiviteleri ve plazma nitrik oksit seviyesi üzerine egzersizin etkisi(Anadolu Psikiyatri Dergisi, 2001) Fadıllıoğlu, Ersin; Kaya, Burhanettin; Erdoğan, Hasan; Emre, Memet Hanifi; Ünal, SüheylaÖz: Amaç: Depresyonlu olgularda egzersiz sonrası plazma glutatiyon peroksidaz (GSH-Px) ve ksantin oksidaz (X0) aktiviteleri ile plazma NO seviyesinde olan değişikliklerin incelenmesi amaçlanmıştır. Yöntem: Genel Sağlık Anketi (GSA), Beck Depresyon Ölçeği (BDÖ), Spielberg Durumluk-Sürekli Kaygı Envanteri (SDSKE) ve Hamilton Depresyon Derecelendirme Ölçeğinin (HDDÖ) uygulanmasını takiben bir psikiyatri uzmanı tarafından yapılan psikiyatrik görüşme ile gönüllü sekiz sağlıklı ve sekiz depresyonludan oluşan gruplar belirlendi. Kontrol ve depresyon gruplarında yaş ortalamaları sırasıyla 20.75±1.04 ve 20.25pm1.67 yıldı. Her iki gruba haftada üç gün 20-25 dakika devam eden dokuz hafta süren egzersiz program uygulandı. Dokuz haftalık egzersiz programı öncesi ve sonrası açlık kan örnekleri alındı ve plazma ayrıldı. Plazma glutatyon peroksidaz (GSH-Px) ksantin oksidaz (XO) aktiviteleri ve plazma nitrik oksit (NO) düzeyi tespit edildi. Bulgular: Plazma GSH-Px aktivitesi ve N0 seviyesi her iki grupta da egzersiz sonrası değişiklik göstermedi. Kontrol grubu XO aktivitesinde egzersiz sonrası bir azalma tespit edildi. Depresyon grubu XO aktivitesi egzersiz sonrası anlamlı artış gösterdi Depresyon grubu XO aktivitesi egzersiz sonrası kontrole göre anlamlı olarak yüksek bulundu. Depresyon grubunda egzersiz sonrası XO aktivitesi ile GSH-Px aktivitesi arasında pozitif korelasyon vardı. Tartışma: Düzenli egzersizin bir antioksidan gibi işlev görerek depresyonun tedavisinde katkıda bulunduğu düşünülmektedir. (Anadolu Psikiyatri Dergisi 2001; 2(2): 99-105)Öğe Depresyonlu kadın hastalarda testosteron ve 17-OH progesteron düzeyleri ve antidepresan tedavinin etkisi(Anadolu Psikiyatri Dergisi, 2010) Kartalcı, Şükrü; Özsoy, Saliha; Ünal, Süheyla; Eşel, ErtuğrulÖz: Amaç: Kadınların depresyona erkeklerden daha çok yakalanması, cinsiyet hormonlarının bu hastalığın etiyoloji-sinde bir etkisinin olabileceğini düşündürmektedir. Bu çalışmanın amacı depresyonlu kadınlarda testosteron ve 17-OH progesteronun depresyonun patofizyolojisiyle ilişkili olup olmadığını incelemektir. Ayrıca antidepresan tedaviyle bu hormonal parametrelerde herhangi bir değişim olup olmadığını da araştırdık. Yöntem: Depresif nöbet içinde bulunan 40 kadın hasta ve 20 sağlıklı kadın kontrol çalışmaya alındı. Hasta ve kontrol grubunda serum total testosteron, 17-OH progesteron ve SHBG düzeyleri ölçüldü. Hasta grubuna 6-10 hafta boyunca farmakoterapi uygulandı (venlafaksin s=19, fluoksetin s=12, imipramin s=9). Antidepresan tedaviye yanıt veren hasta grubunda hormonal ölçümler tedaviden sonra tekrarlandı. Bulgular: Serum testosteron düzeyi depresif kadınlarda sağlıklı kadınlarden yüksekti. Yüksek testosteron düzeyi antidepresan tedaviyle normale döndü. 17-OH progesteron ve SHBG düzeyleri hasta ve kontroller arasında farklı değildi. Sonuçlar: Farmakoterapiyle testosteronun normal düzeye inmesi, testosteronun depresyonla bir ilişkisinin olabileceğini düşündürmektedir. Depresif kadınlarda testosteronun yükselmiş düzeyi, kadınlarda bu hormonun ana kaynağı olan adrenal bezin aşırı aktivitesinin bir sonucu olabilir. Başlık (İngilizce): Testosterone and 17-OH progesteron levels in women with depression and the effects of antidepressant treatmen Öz (İngilizce): Objective: Women suffer from depression more often than males, indicating that sex hormones might be involved in the etiology of this disease. The aim of this study was to investigate whether testosterone and 17-OH pro-gesterone are related to the pathophysiology of depression in depressed women. We also investigated if any alteration takes place in these hormonal variables with antidepressant treatment. Methods: Forty female inpa-tients suffering from a depressive episode and 20 healthy female controls were recruited in the study. In the patient and control groups, serum total testosterone, 17-OH progesterone and SHBG levels were assayed. Pharmacotherapy was given to the patient group for 6-10 weeks (venlafaxine n=19, fluoxetine n=12, imipramine n=9). Hormonal measurements were repeated after the treatment in the patient group who responded to antidepressant treatment. Results: Serum testosterone levels were higher in the depressive women than in the healthy women. The testosterone levels were normalized by antidepressant treatment. 17-OH progesterone and SHBG levels did not differ between patients and controls. Conclusions: The result of normalized testosterone levels with pharmacotherapy suggests that testosterone may have a relationship with depression. Elevated levels of testosterone in depressed women might be a result of over activation of the adrenal glands, which are the main source of this hormone in women. 1 ATIF 1 Atıf Sayısı ui-buttonÖğe DOĞU VE GÜNEYDOĞU ANADOLU BÖLGESİNDE YAŞAMDAN BEKLENTİLERDE 12 YILLIK ZAMAN DİLİMİNDE DEĞİŞİM(2021) Kaya, Yaşar; İnce, Lara Utku; Ünal, SüheylaÖz: Beklenti yaşamdaki öncelikleri belirleyerek bireyin davranışlarını yönlendirir. Zaman içerisinde değişen sosyal yapı, “iyi yaşam” anlayışıyla birlikte beklentileri de yeniden şekillendirir. İçsel bir yaşam değerine sahip olan ölüm, yaşama anlam katan, yaşamı düzenleyen bir olgu olarak önem taşır. Ölüme yüklenen anlamlarla birlikte yaşamdan beklentiler de değişir. Yaşamdan beklentiler, gelecek için öngörülerdir ve yaşamımızın her alanını etkiler. Yaşamdaki önceliklerin değişimi, ihtiyaçlara, değerlere, yaşam tarzına yansımaktadı. Bu çalışmada Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgesinde yaşayan bireylerin yaşamdan beklentilerini ve bu beklentileri etkileyen sosyodemografik değişkenleri 12 yıl arayla araştırmak suretiyle zaman içerisindeki değişimini belirlemek amaçlandı. Değerlerdeki değişimin cinsiyet, yaş, eğitim, medeni durum gibi sosyodemografik değişkenlerden nasıl etkilendiği araştırıldı. Çalışmanın ilk kısmı 2008 yılı Mayıs-Haziran ayları arasında basit rastlantısal örneklemle seçilen 690 gönüllü denekle yüz-yüze anket uygulamasıyla gerçekleştirilmiştir. Aynı anket formu 2020 Haziran-Temmuz ayları arasında “Kovid 19 salgını sürecinde ölüm korkusu ve benlik saygısı ilişkisi” konulu bir çalışmanın bir bölümü olarak ölümü belirginleştirici etki oluşturmak için kullanıldı. Çalışmamızın sonuçları toplumumuzdaki değişme sürecinin uyumcu nitelikte olduğunu düşündürmektedir. Birçok bireysel ve toplumsal değerin önemini korumaya devam ettiği, önem sıralamasında bazı değişikliklerin olduğu dikkati çekmektedir. 12 yıldaki toplumsal değişim, genişleyen yaşam fırsatlarıyla birlikte bireylerin yaşamdan beklentilerini değiştirmiş görünmektedir. İnsanın gelişimi kuramına göre genişleyen yaşam fırsatları, bireyi daha fazla özgürleştirici ve kendisini ifade edici değerlerin seçimine yönlendirir. Maslow’un ihtiyaçlar hiyerarşisindeki fiziksel ihtiyaçlar ve güvenlik ihtiyacı gibi daha temel ihtiyaçlar yanısıra “kendini gerçekleştirme”ye karşılık gelen beklentilerde artış olması toplumdaki değişim sürecinin sahip olunan olanaklarla paralel geliştiğini düşündürmektedir.Öğe Effects of moderate exercise on mild depressive mood, antioxidants and lipid peroxidation(Klinik Psikofarmakoloji Bülteni, 2000) Fadıllıoğlu, Ersin; Kaya, Burhanettin; Uz, Efkan; Emre, Memet Hanifi; Ünal, SüheylaÖz: Amaç: Düzenli egzersiz ile fiziksel ve ruhsal sağlık arasında yakın bir ilişki vardır. Yapılan araştırmalar düzenli egzersizin bu olumlu etkilerinin yanında moleküler seviyede lipid peroksidasyonuna neden olduğu yönünde kanıtlar ortaya koymuştur. Bu çalışmanın amacı, egzersizin hafif depresyon, enzimatik antioksidan sistemler ve lipid peroksidasyonu üzerine etkisini araştırmaktır. Yöntem: Çalışmaya alınan gönüllü bireylerin tümü öğrenciler arasından seçildi. Sekiz sağlıklı ve sekiz depresif gönüllü bayan öğrenci Genel Sağlık Anketi (GSA), Beck Depresyon Ölçeği (BDÖ), Spielberg Durumluk-Sürekli Kaygı Envanteri (SDSKE) ve Hamilton Depresyon Derecelendirme Ölçeği (HDDÖ) sonuçları, ve bu ölçeklerin uygulanmasını takiben bir psikiyatri uzmanı tarafından yapılan psikiyatrik görüşmeye göre belirlendi. Her iki grup öğrenciye haftada üç gün 20-25 dakika süren aerobik egzersiz programı dokuz hafta uygulandı. Dokuz haftalık program öncesi ve sonrası açlık kan örnekleri alındı. Plazma ve eritrositte süperoksit dismutaz (SOD) aktivitesi ve malondialdehid (MDA) düzeyi belirlendi. Ayrıca, eritrosit katalaz (CAT) aktiviteleri ölçüldü. Bulgular: Depresyon ve sürekli anksiyetede egzersiz sonrası belirgin azalmanın olduğu (p<0.05) ancak durumluk anksiyetede değişme olmadığı (p>0.05) görüldü. Hem plazma hem de eritrositte MDA seviyeleri her iki grupta da belirgin şekilde artmış olarak bulundu (p<0.05). Ancak plazma ve eritrosit SOD ve CAT aktivitelerinde belirgin bir değişiklik gözlenmedi (p>0.05). Tartışma: Egzersiz programlarının kolay uygulanabilir ve ucuz bir tedavi yöntemi olarak psikiyatride kullanılabileceği, fakat bu konuda daha kapsamlı çalışmalara gereksinim olduğu kanısına varılmıştır.Öğe Elements levels and glucose- 6-phosphate dehydrogenase activity in blood of patients with schizophrenia(Düşünen Adam - Psikiyatri ve Nörolojik Bilimler Dergisi, 2012) Kaya, Burhanettin; Akdağ, Nihal; Fadıllıoğlu, Ersin; Erdoğan, Serap Taycan; Emre, Mehmet H.; Ünal, Süheyla; Sayal, Ahmet; Erdoğan, Hasan; Polat, RuhcanÖz: Amaç: Glukoz-6-fosfat dehidrogenaz (G6PD); nukleotid, indirgenmiş glutatyon, yağ asidi ve kolesterol öncüllerinin sentezlerinde rol alan heksoz monofosfat kaskadının hız kısıtlayıcı enzimidir. Aynı zamanda, fetal dönem sırasında ve sonrasında nöral gelişim ve nörotransmitterler için önemli bir enzimdir. Serumda bulunan elementler nöral gelişim, enzim ve hormonların sentez ve aktiviteleri için gereklidirler. Bu çalışmanın amacı, şizofreni hastaları ve sağlıklı kontrollerin bazı serum element düzeylerini ve G6PD enzim aktivitelerini karşılaştırmaktır. Yöntem: Çalışmaya, 32 şizofreni hastası ile yaş ve cinsiyet açısından eşleştirilmiş 32 sağlıklı kontrol dahil edilmiştir. Bakır, çinko, demir ve magnezyum düzeyleri çifte ışıklandırılmış, döteryum kaynaklı, zemin düzeltmesi yapabilen alevli atomik spektrofotometre ile belirlenmiş; alüminyum ve manganez düzeylerini belirlemek içinse grafit atomizer tüp spektroskop kullanılmıştır. G6PD enzim aktivitesi Glock ve Mclean yöntemiyle değerlendirilmiştir. Bulgular: Analiz sonuçları; G6PD aktivitesi, bakır, demir, magnezyum ve alüminyum düzeylerinin hastalarda kontrol grubuna göre daha yüksek olduğunu, çinko ve manganez düzeylerinin ise tersine düşüş gösterdiğini ortaya koymuştur. Tartışma: Şizofreni hastalarındaki G6PD aktivite yüksekliği, literatürle uyumlu bir bulgu değildir. G6PD aktivitesi ve element düzeyleri ile ilgili bu sonuçların, belirli hormonların, antipsikotik tedavilerin ya da şizofreninin doğrudan etkileri ile ilgili olabileceği düşünülmektedir. Sonuç: Araştırdığımız elementler ve G6PD, antioksidan sistemler için önem taşımaktadır. Bu nedenle, şizofreni hastalarındaki element düzey değişiklikleri antioksidan enzimlerin ve G6PD nin işlevlerinde bozulmaya neden olabilir. Bu alanda daha geniş hasta grupları ile ve ilaç kullanmayan hastalarla yapılacak çalışmalara ihtiyaç vardır.Öğe GENÇ YETİŞKİNLİKTE SOSYAL AĞ HİYERARŞİSİ: SOSYAL ATOM TEORİSİ BAĞLAMINDA MALATYA, TÜRKİYE, ÜNİVERSİTE ÖĞRENCİLERİ ÖRNEKLEMİ ÜZERİNDEN BİR ARAŞTIRMA(Sosyoloji Konferansları, 2014) Kaya, Yaşar; Ünal, Süheyla; Özdemir, Serdal; Erenkuş, ZehraÖz: Kültürel ve psikolojik faktörlerin genç yetişkinlikte bağlanma hiyerarşisi üzerine etkilerini ortaya koymayı amaçlayan bu çalışma, Malatya evreninde 20-24 yaşlar arasındaki 296 öğrenci örnekleminde gerçekleştirilmiştir. Ben çekirdeğine en yakın dairede yer alanlar sırasıyla %76,4 oranla anne, %43,6 oranla baba, %36,5 oranla kardeş, %20,9 oranla arkadaştır. Sevgilisi olanlar içinde %31,9 ü sevgiliyi ilk halkaya yerleştirmiştir. Genç kızların kaçınma düzeyleri erkeklere oranla istatistiksel olarak anlamlı derecede daha yüksektir ( 2 ? =21,083 p=0,000). Çocuklukta ailenin parçalanmış aile olması kaygı düzeyini istatistiksel açıdan anlamlı düzeyde arttırmaktadır ( 2 ? =10,078 p=0,002). Kaçınma düzeyi yüksek olanlarda, sevgilinin bulunduğu çember değeri ve sosyal atomdaki arkadaş sayısı anlamlı ölçüde daha düşüktür. Kaçınma düzeyinin yüksekliği, birinci çemberdeki kişi sayısının azalması ile sonuçlanmakta, ilk çembere arkadaşın alınmasını ve sevgili edinmeyi önemli derecede azaltmaktadır. Sosyal Atom Hacmi ve bağlanmada kaçınma sevgilisi olmayı etkileyen değişkenlerdir. Başlık (İngilizce): THE SOCIAL NETWORK HIERARCHY IN YOUNG ADULTHOOD: A RESEARCH TROUGH UNIVERSITY STUDENTS SAMPLES IN MALATYA, TURKEY WITHIN THE CONTEXT OF SOCIAL ATOM THEORY Öz (İngilizce): This study, carried out in Malatya province among 296 student samples aged between 20-24, aims to reveal the effects of psychological and cultural factors on attachment hierarchy in young adulthood. The persons placed closest to the Me nucleus are the mother (76.4%), father (43.6%), sibling (36.5%) and friend (20.9%) respectively. Among those with a romantic partner, 31.9% place the romantic partner in the first circle. The avoidance levels of young females are statistically significantly higher than young males ( 2 χ =21.083 p=0.000). A separated family during childhood statistically significantly increase the attachment anxiety level ( 2 χ =10.078 p=0.002). The circle value the romantic partner is placed in and the numbers of friends in the social atom are significantly smaller in subjects with a high avoidance level. Increased attachment avoidance levels result in decreased number of persons in the first circle, thus, reducing significantly both placing friends in the first circle and having a romantic partner. The Social Atom Volume and avoidance of attachment, as our study demonstrate, are factors that influence having a romantic partnerÖğe Hastalık açıklama modeli ve çare arama davranışı(Anadolu Psikiyatri Dergisi, 2001) Ünal, Süheyla; Özcan, Yarkın; Emul, H. Murat; Çekem, A. Bülent; Elbozan, H. Birgül; Sezer, ÖzlemMetin Dili: Türkçe Öz: Bu çalışmanın amacı Malatya'da ruhsal sorunları açıklama ve çare arama davranışlarının genel niteliklerini araştırmaktır. Yöntem: Örneklem psikiyatri polikliniğine ilk kez başvuran psikiyatri hastalarından oluşturuldu. Ruhsal bozukluklar tanısı DSM-IV kriterlerine dayandırılarak konuldu. Hastaların demografik verilerini, hastalığı açıklama modellerini ve çare arama süreçlerini değerlendirmek için kısa bir anket üzerine temellendirilmiş yarı yapılandırılmış görüşmeler yapıldı. Sonuçlar: Değerlendirilen 154 hastanın %27.3'ü erkek (n=42) ve %72.7'si kadındı (n=112). Hastaların ortalama yaşları 31.571.06 idi. İlk kez başvuran hastaların %62.98'-inde somatik, %30.06 anksiyete ve %19.48'inde depresif yakınmalar vardı. Hastaların %28.06'sına anksiyete bozuklukları, %24'üne depresif bozukluk ve %47.4'üne somatoform bozukluk tanısı kondu. Erkeklerde depresif yakınmalar anlamlı derecede yüksekti (p<0.01). Bu anlamlılık tanıya da yansımıştı ve depresif bozukluklar erkeklerde daha yüksek orandaydı. Öteki alt parametrelere bakıldığında cinsiyetler arasında anlamlı bir farklılık yoktu. Şimdiki hastalıkları için hastaların %12.3'ü geleneksel çareler aramış, %32.5'i tıp doktorlarına ve %32.5'i psikiyatristlere başvurmuştu. "Hastalığınıza yol açan en önemli etken sizce neydi?" sorusuna hastaların %42.9'u aile sorunlarını, %39'u iç dünyalarındaki sorunlarını ve %18.2'si ekonomik güçlüklerini yanıt olarak söylemişlerdi. Öteki değişkenlere göre hastalar arasında yaş, eğitim, evlilik ve sosyoekonomik durum açısından istatistiksel bir fark yoktu. Tartışma: Çalışmanın sonuçlarından, cinsiyet ve hastalık belirtisinin psikiyatrik çare arama davranışını etkilediği anlaşılmaktadır. Kadınlar erkeklere oranla daha yüksek oranda psikiyatriye başvu-rurken, erkekler daha çok depresif belirtiler için psikiyatrik yardım aramaktadır.Öğe Hekimlerde iş doyumu ve tükenmişlik düzeyi(Türk Psikiyatri Dergisi, 2000) Karlıdağ, Rıfat; Ünal, Süheyla; Yoloğlu, SaimÖz:Amaç: Malatya il merkezinde çalışan hekimlerin iş doyumu (İD) ve tükenmişlik düzeylerinin bazı sosyodemografik değişkenlerle ilişkisinin araştırılması amaçlanmıştır. Yöntem: Çalışmaya katılan 384 hekimden veriler, Sosyodemografik Veri Toplama Formu, Maslach Tükenmişlik Ölçeği (MTÖ) ve İş Doyumu Ölçeği (İDÖ) kullanılarak toplanmıştır. Bulgular: İD düzeyleri öğretim görevlisi/üyesi hekimlerde ve meslekte çalışma süresi 6-10 yıl ve üzerinde olanlarda daha yüksek saptanmıştır. Kadınların duyarsızlaşma (DYS) ve kişisel başarı (KB) düzeyleri daha düşük bulunmuştur. Öğrenci Seçme ve Yerleştirme Sınavı'nda (ÖSYS) ilk tercihi tıp fakültesi olanların duygusal tükenme (DT) ve DYS düzeyleri daha düşük, KB düzeyleri ise daha yüksek bulunmuştur. Günlük çalışma süresi 9 saat ve üzerinde olanların DT, DYS ve KB düzeyleri ile hekimlikle ilgili ek işi olanların DT ve DYS düzeyleri daha yüksek bulunmuştur. Araştırma görevlisi ve uzman hekimlerin DT ve DYS düzeyleri yüksek bulunmuştur. Sonuç: Meslekte bilgi ve beceri attıkça iş doyumu artmaktadır. Çalışma koşullarının hekimin günlük çalışma süresini 9 saatin üstüne geçmeyecek şekilde düzenlenmesi ve hekime ek iş yapma gereksinimi yaratmayacak yaşam standartlarını sunacak bir ücret politikası uygulanması tükenmeyi azaltacak gibi görünmektedir.
- «
- 1 (current)
- 2
- 3
- »