Yazar "Aksoy, Yüksel" seçeneğine göre listele
Listeleniyor 1 - 13 / 13
Sayfa Başına Sonuç
Sıralama seçenekleri
Öğe Akciğer ve kalp hastalıklarında plazma BNP düzeyinin prognostik değeri(İnönü Üniversitesi, Tıp Fakültesi, 2007) Yetkin, Özkan; Aksoy, Yüksel; Turhan, Hasan; İn, Erdal; Karahan, Mukadder; Kılıç, Talat; Hacıevliyagil, Süleyman Savaş; Günen, HakanÖz: BNP 32 aminoasitli bir peptiddir, vazorelaksan ve natriüretik etkileri vardır, insanlarda daha çok ventriküllerdan salınır. Çalışmamızda, sol ve sağ kalp yetmezliğine neden olan hastalıklarda plazma BNP değerini karşılaştırmayı amaçladık. Çalışmamıza 35 sol kalp yetmezliği, 49 kronik obstrüktif akciğer hastalığı (KOAH)’na sekonder kor pulmonale, 26 KOAH ve 20 pulmoner tromboemboli olgusu ile kontrol grubu olarak 25 sağlıklı bireyden oluşan toplam 155 olgu dahil edildi. Çalışmamızda plazma BNP değeri sol kalp yetmezliği grubunda KOAH-kor pulmonale ve kontrol grubuna göre anlamlı yüksek saptandı (sırasıyla 1167 ± 746, 434 ± 55, 32 ± 12 pg/mL) (p< 0.001). Yine kor pulmonaleli grupta kor pulmonalesi olmayan KOAH grubuna ve kontrol grubuna göre anlamlı düzeyde yüksek olarak ölçüldü (434 ± 55, 32 ± 36 ve 32 ± 12 pg/mL) (p< 0.001). Pulmoner emboli grubunda plazma BNP düzeyinin kontrol grubuna göre anlamlı düzeyde yüksek olduğu (357 ± 391, 32 ± 12 pg/mL) (p< 0.001) ve masif embolisi olan olguların masif olmayanlara göre daha yüksek plazma BNP değerine sahip oldukları gözlendi (699 ± 394 vs. 166 ± 213 pg/mL) (p< 0.001). Sonuç olarak; ventriküllerde yetmezliğin artışına paralel olarak plazma BNP değerinin arttığı, ejeksiyon fraksiyonu ile BNP’nin ters korele olduğu, pulmoner arter basıncı ile korele olduğu izlendi. Pulmoner embolili hastalarda yüksek BNP düzeylerinin artan pulmoner basınç nedeniyle sağ ventrikülde ortaya çıkan fonksiyon bozukluğuna bağlı olduğu düşünüldü.Öğe Aort Kapak kalsifikasyonu: Koroner Anjiografi Yapılan Hastalarda Kardiyovasküler Risk Faktörlerinin ve Kemik Mineral Dansitesinin Değerlendirilmesi(İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Dergisi, 2008) Tekin, Gülaçan Özgün; Yağmur, Jülide; Kekilli, Ersoy; Yağmur, Cengiz; Uçkan, Ahmet; Aksoy, Yüksel; Turhan, Hasan; Yetkin, Ertan; Özdemir, Ramazan; Koşar, FeridunAort kapak kalsifikasyonu (AKK) yüksek kardiyovasküler risk insidansına sahip görünmekte olup, aterosklerozun bir sonucu olarak kabul edilebilir. Düşük kemik mineral dansitesi ve artmış aort kalsifikasyon prevalensi arasındaki ilişki esas olarak toplum tabanlı çalışmalarda yaşlı bayanlarda gösterilmiştir. Ancak bazı çalışmalar kemik mineral dansitesi ile aort kalsifikasyonu arasında ilişki olmadığını bildirmiştir. Bu yüzden. biz koroner angiografi yapılan hastalarda AKK’nu değerlendirmeyi ve AKK olan ve olmayan hastaların kardiyovasküler risk faktörlerini ve kemik mineral dansitelerini karşılaştırmayı amaçladık. Materyal ve metod: Çalışma populasyonu koroner angiografi yapılan 585 ardışık hasta (372 erkek, 213 kadın, ortalama yaş=59±10 yıl) içeriyordu. Bütün hastalara transtorasik ekokardiyografik inceleme yapıldı. AKK bir yada daha fazla küspis üzerinde birden fazla parlak yoğun ekoların izlenmesi ve tutulan küspisin azalmış hareketi olarak tanımlandı. Bütün hastalar dual energy x-ray absorpsiyometri (DEXA) yöntemi ile kemik mineral dansitesi (T scor) ölçümü için Nükleer Tıp bölümüne yönlendirildi. Tüm hastalarda yaş, cinsiyet, vücut kitle indeksi, hipertansiyon, diyabetes mellitus, koroner arter hastalığı, hiperkolesterolemi ve sigara içiciliği kaydedildi. Bulgular: Çalışmamızda AKK prevalensı %27 (160/585) bulundu. Her iki grup arasında diyabetes mellitus, hiperkolesterolemi ve sigara içiciliği yönünden istatistiksel olarak anlamlı fark yoktu (p>0.05 hepsi için). Yaş ve hipertansiyon AKK için bağımsız risk faktörü olmasına karşılık vücut kitle indeksi AKK için bağımsız ve negatif risk faktörü olarak saptandı. AKK ile ilişkili bulunmasada AKK olan grupta koroner arter hastalığı anlamlı oranda yüksek saptandı. Ne T skoru, ne de yaş ve cinsiyete uyarlanmış T skoru AKK ile ilişkili bulunmadı. Sonuç: Biz bu çalışmada yaş, hipertansiyon ve vücut kitle indeksi ile AKK arasında bağımsız ilişki olduğunu gösterdik. Kemik mineral dansite ölçümünde yaş-cinsiyet uyarlanmış T skoru AKK ile ilişkisiz bulundu. Her ne kadar çalışmamızda koroner arter hastalığı ile AKK arasında ilişki olmadığı gösterilmiş olsada bu konunun aydınlanması için ileri çalışmalara ihtiyaç vardır.Öğe Aortic valve calcification: Assessment of cardiovascular risk factors and bone mineral density in patients undergoing coronary angiography(İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Dergisi, 2008) Özgün Tekin, Gülaçan; Yağmur, Jülide; Kekilli, Ersoy; Yağmur, Cengiz; Uçkan, Ahmet; Aksoy, Yüksel; Turhan, Hasan; Yetkin, Ertan; Özdemir, Ramazan; Koşar, FeridunÖz: ÖZET: Amaç: Aort kapak kalsifikasyonu (AKK) yüksek kardiyovasküler risk insidansına sahip görünmekte olup, aterosklerozun bir sonucu olarak kabul edilebilir. Düşük kemik mineral dansitesi ve artmış aort kalsifikasyon prevalensi arasındaki ilişki esas olarak toplum tabanlı çalışmalarda yaşlı bayanlarda gösterilmiştir. Ancak bazı çalışmalar kemik mineral dansitesi ile aort kalsifikasyonu arasında ilişki olmadığını bildirmiştir. Bu yüzden. biz koroner angiografi yapılan hastalarda AKK’nu değerlendirmeyi ve AKK olan ve olmayan hastaların kardiyovasküler risk faktörlerini ve kemik mineral dansitelerini karşılaştırmayı amaçladık. Materyal ve metod: Çalışma populasyonu koroner angiografi yapılan 585 ardışık hasta (372 erkek, 213 kadın, ortalama yaş=59±10 yıl) içeriyordu. Bütün hastalara transtorasik ekokardiyografik inceleme yapıldı. AKK bir yada daha fazla küspis üzerinde birden fazla parlak yoğun ekoların izlenmesi ve tutulan küspisin azalmış hareketi olarak tanımlandı. Bütün hastalar dual energy x-ray absorpsiyometri (DEXA) yöntemi ile kemik mineral dansitesi (T scor) ölçümü için Nükleer Tıp bölümüne yönlendirildi. Tüm hastalarda yaş, cinsiyet, vücut kitle indeksi, hipertansiyon, diyabetes mellitus, koroner arter hastalığı, hiperkolesterolemi ve sigara içiciliği kaydedildi. Bulgular: Çalışmamızda AKK prevalensı %27 (160/585) bulundu. Her iki grup arasında diyabetes mellitus, hiperkolesterolemi ve sigara içiciliği yönünden istatistiksel olarak anlamlı fark yoktu (p>0.05 hepsi için). Yaş ve hipertansiyon AKK için bağımsız risk faktörü olmasına karşılık vücut kitle indeksi AKK için bağımsız ve negatif risk faktörü olarak saptandı. AKK ile ilişkili bulunmasada AKK olan grupta koroner arter hastalığı anlamlı oranda yüksek saptandı. Ne T skoru, ne de yaş ve cinsiyete uyarlanmış T skoru AKK ile ilişkili bulunmadı. Sonuç: Biz bu çalışmada yaş, hipertansiyon ve vücut kitle indeksi ile AKK arasında bağımsız ilişki olduğunu gösterdik. Kemik mineral dansite ölçümünde yaş-cinsiyet uyarlanmış T skoru AKK ile ilişkisiz bulundu. Her ne kadar çalışmamızda koroner arter hastalığı ile AKK arasında ilişki olmadığı gösterilmiş olsada bu konunun aydınlanması için ileri çalışmalara ihtiyaç vardır.Öğe Aspirin direnci(Türk Kardiyoloji Derneği Arşivi, 2005) Aktürk, Erdal; Topal, Ergün; Aksoy, YükselÖz: Aspirin kardiyovasküler hastalıkların tedavisinde en sık kullanılan antitrombotik ilaç olmakla birlikte, bazı hastalarda aspirin tedavisi sonrası vasküler tromboembolik olayların oluşması bu ilacın emniyetini ve “aspirin direnci” kavramını gündeme getirmiştir. Bu derlemede, aspirin direncinin nedenleri ve sonuçlarına yönelik bilgiler gözden geçirilerek bu konuya yaklaşımın ne olması gerektiği ele alındı. Başlık (İngilizce): Aspirin resistance Öz (İngilizce): Although aspirin is the most commonly used antithrombotic drug in the treatment of cardiovascular diseases, the appearance of vascular thromboembolic events in some patients receiving aspirin has brought into question its safety and development of aspirin resistance. This article reviews the most current information concerning the cause of aspirin resistance and clinical results and discusses therapeutic implications.Öğe Cep telefonlarının kalıcı pacemaker fonksiyonları üzerine etkileri(İnönü Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Kardiyoloji Anabilim Dalı, Malatya, Türkiye, 2001) Tandoğan, İzzet; Temizhan, Ahmet; Yetkin, Ertan; Aksoy, Yüksel; Turhan, Hasan; Duru, Erdal; Şaşmaz, AliÖz:Cep telefonlarının (CT) pacemaker (PM) fonksiyonları üzerindeki muhtemel olumsuz etkilerini araştırmak, ayrıca bu etkileşimde hangi türlerin etkili olduğunu ortaya koymaktır. GEREÇ VE YÖNTEM: Bu amaçla PM implantasyonu yapılmış 644 hasta üzerinde çalışıldı (518 VVI, 84 DDD, 30 AAA, 12 VDD). Çalışmanın birinci basamağında PM cebine göre 50 cm uzakta konumlandırılmış iki CT arasında temas sağlandı, çaldırıldı, konuşuldu ve CT kapatıldı (her ma 20 saniye sürdü). Daha sonra CT'ler 20 cm'lik mesafeye getirilerek aynı işlemler yapıldı. Son aşamada CT'lerden biri 20cm'lik mesafede bırakılırken diğer CT'nin anteni PM cebi ile temas ettirildi ve aynı işlemler yapıldı. İkinci basamakta 587 PM'li hastanın (503 VVI, 62 DDD, 22 AAI) ' sensing polaritesi unipolara çevrildi, sensitivitesi en üst düzeye çıkarıldı ve aynı işlemler tekrarlandı. Birinci basamakta 20 cm 'lik mesafede CT çaldırılırken altı VVI PM'li hastada, temas esnasında ise iki VVI PM'li hastada PM'nin asenkron moda geçtiği görüldü (toplam PM hastalarının %1,24 'ü, VVI PM'li hastaların %1,54'ü). İkinci basamakta 20cm'lik mesafede konuşma esnasında 11 VVI PM'li hastada PM'nin asenkron moda geçtiği görüldü. Temas esnasında ise CT çaldırılırken 11 VVI PM'li hastada PM'nin asenkron moda geçtiği, üç VVI PM'li hastada PM'nin inhibe olduğu saptandı (toplam P M hastalarının %4,25'i, VVI PM'li hastaların %4,97'si). SONUÇ: CT'ler tarafından oluşturulan elektromanyetik alanın PM fonksiyonları üzerine olumsuz etkileri mevcuttur. PM'nin etkilenme riski unipolar ve yüksek sensitivite değerlerinde ve CT, PM cebine 20 cm 'den yakın olduğunda daha fazladırÖğe Decreased endothelium dependent vasodilatation in patients with migraine a new aspect to vascular pathophysiology of migraine(Coronary Artery Disease, 2006) Ertan, Yetkin; Özışık Karaman, Handan Işın; Özcan, Abdulcemal; Aksoy, Yüksel; Turhan, HasanBackground Migraine is a common neurovascular disorder characterized by attacks of severe headache, autonomic and neurological symptoms. We hypothesized that patients with migraine had abnormal endothelial function. The vascular theory of migraine assumes that the major pathophysiological events that initiate the migraine attack occur in the perivascular nerves of the major cerebral vessels. Accordingly, we aimed to measure endothelium-dependent vasodilatation in migraineurs by means of flow-mediated dilatation, which reflects endothelium-dependent vasodilatation capacity. Materials and methods Forty-five patients who fulfilled the diagnostic criteria for migraine and 45 age and sexmatched healthy participants were enrolled in the study. Flow-mediated dilatation of the brachial artery was determined using a high-resolution B-mode ultrasonographic system. Flow-mediated vasodilatation was expressed as the change in post-stimulus diameter as a percentage of the baseline diameter. Results Mean ages of the patients were 33 ± 10 years in migraineurs (range: 18–52 years, 36 female, 9 male) and 33 ± 9 years in non-migraineurs (range: 17–50 years, 36 female and 9 male). Flow-mediated dilatation of patients with migraine is significantly lower than that of the controls (8.02 ± 4.095% vs. 10.72 ± 3.52%, respectively, P = 0.001). Conclusion We have shown that migraineurs have decreased endothelium-dependent vasodilatation capacity compared with non-migraineurs. Migraine may be a local manifestation of systemic vascular vasomotion abnormalities.Öğe Distribution of coronary artery lesions in patients with permanent pacemakers(Anadolu Kardiyoloji Dergisi, 2002) Tandoğan, İzzet; Yetkin, Ertan; Güray, Yeşim; Aksoy, Yüksel; Sezgin, Alpay T.; Özdemir, Ramazan; Çehreli, Şengül; Şaşmaz, AliÖz: Amaç: Bu çalışmanın amacı kalıcı pacemaker takılan ve koroner arter hastalığı olan hastalarda, pacemaker takılmasını gerektiren ritm ve iletim patolojisinin nedeni olarak en yaygın patolojik koroner anatomiyi saptamaya yöneliktir. Yöntem: Kalıcı pacemaker takılan ve koroner arter hastalığı olan 78 hasta üzerinde retrospektif olarak çalışıldı ve bu hastalar, kalıcı pacemaker'i olmayan ama koroner arter hastalığı olan kontrol grubu hastaları ile bire bir karşılaştırıldı. Koroner anjiyografi standart Judkins tekniği ile pacemaker implantasyonundan 2 ay önce yapıldı. İletim sistemini besleyen sol ön inen koroner (LAD) ve sağ koroner (RCA) arterlerde darlığın yerleşimi şu şekilde belirlendi. Tip I: İleti sitemini besleyen damarlarda önemli bir darlık yok (LAD, RCA, sol sirkumfleks, posterolateral ya da posterior inen arterlerde darlıkların olmaması ya da LAD'da septal dallar sonrasında darlık mevcudiyeti). Tip II: RCA'da önemli bir darlık olmaksızın septal dallarda önemli darlığın mevcudiyeti. Tip III: Septal dallarda darlık olmaksızın sinoatriyal (SA) ve atriyoventriküler (AV) nodun beslenmesini sağlayan dallarda darlık olması. Bu grup septal dallar sonrası distal LAD darlığı olan hastaları da içeriyordu. Tip IV, tip II ve tip lll'ün kombinasyonu (septal dallar ile SA ve AV nod dalında darlık olması durumu) Bulgular: Çalışma grubunda, kontrol grubuna göre tip IV patolojik koröner anatomi (%45) tip l (%19), II (%24) ve III (%11) patolojik koroner anatomiden belirgin olarak daha yüksekti (p<0.02). iki grup arasında patolojik koroner anatominin dağılımı belirgin olarak farklıydı (p<0.05): çalışma grubunda tip II (%24) ve tip IV (%45) patolojik koroner anatomi daha fazla iken (p<0.02) kontrol grubunda tip l (%35) ve tip III (%37) patolojik koroner anatomi daha fazlaydı (p<0.05). Septal dallarda, SA ve AV nod arterinde akım kalitesi değerlendirildiğinde çalışma grubunda, kontrol grubuna göre kan akımında belirgin bir azalma vardı (p<0.05). Sonuç: Koroner anjiyografide RCA ve LAD birinci septal perforator arterde önemli darlık ve akım kalitesinde düşüklük saptanması, bu hastalarda kalıcı pacemaker takılması için bir risk faktörü olarak kabul edilebilir. Başlık (İngilizce): Kalıcı pacemaker'li hastalarda koroner arter lezyonlarının dağılımı Öz (İngilizce): Objective: In the present study we examined retrospectively the coronary anatomy pathology of 78 consecutive patients with coronary artery disease (CAD) who underwent permanent pacemaker implantation in order to find a common pathological anatomic basis for conduction disturbances and to compare them with a group of matched patients with angiographically proven CAD. Methods: Study group consists of seventy-eight patients with angiographically documented CAD and permanent pacemaker implantation. Control group included comparable patients with CAD and without a pacemaker implantation. Coronary angiography was performed using standard Judkins approach in all patients within 2 months before pacemaker implantation. The locations of narrowings in the left anterior descending (LAD) and right (RCA) coronary arteries, as the arteries supplying the conduction system, were documented accurately and further classified as follows. Type I : Anatomy not compromising blood supply to the conduction system, namely, either the absence of significant narrowing in the LAD, RCA, left circumflex, posterolateral , or posterior descending arteries or the presence of mid-distal LAD lesions beyond the septal branches. Type II: Pathological coronary anatomy involving septal branches emerging from the LAD (and without significant lesions in the RCA). Type III: Pathological coronary anatomy compromising blood supply to the sinoatrial (SAN) or atrioventricular (AVN) nodes but not compromising blood flow to the septal branches. This subset included patients with distal LAD lesions after the septal branches. Type IV: Combination of types II and III pathological coronary anatomy that compromises blood supply both to the septal branches and SAN and AVN arteries. Results: Occurrence of the type IV coronary anatomy (45%) was significantly higher than type I (19%), type ll(24%) and type III (11%) in the study group (p<0.02). Statistically significant differences were found between the two groups (p0.05): more patients in the study group had type II (24%) and IV(45%) coronary anatomy (p<0.02) while type I (35%) and III (37%) anatomy were more frequently observed in control group (p<0.05). Analysis of flow quality of septal perforators, SAN and AVN arteries, in the study group demonstrated a significant tendency for reduced blood flow in the conduction system. Conclusion: Presence of first perforator lesions with poor quality of flow and right coronary artery lesions shown angiographically should be considered as the risk factors requiring permanent pacemaker implantation in patients with coronary artery disease.Öğe Effects of coronary revascularization and concomitant aneurysmectomy on QT interval duration and dispersion(Journal of Electrocardiology, 2006) Koşar, Feridun; Nisanoğlu, Vedat; Aksoy, Yüksel; Çolak, Cengiz; Erdil, Nevzat; Battaloğlu, BektaşA reduction in QT dispersion (QTd) has been previously shown in patients receiving thrombolytics and undergoing coronary artery bypass grafting (CABG). The purpose of the present study was to investigate changes occurring in corrected QT intervals or QT dispersion after CABG and concomitant aneurysmectomy in the same session. The study population included 43 patients with coronary artery disease with left ventricular aneurysm (LVA). The control group included 32 patients with coronary artery disease without LVA. The study patients underwent CABG and aneurysmectomy in the same surgical session. Corrected maximum and minimum QT interval duration (QTcmax and QTcmin) and corrected QT dispersion (QTcd) were measured in the study patients before and after surgery. QTcmax and QTcd in the patients with LVA were significantly higher than in the patients without LVA ( P b .001 and P b .001, respectively). QTcmax and QTcd in the patients with LVA were significantly shortened after surgery ( P b .001 and P b .001, respectively). This study showed that QTcmax and QTcd values are significantly reduced after CABG and concomitant aneurysmectomy. We have suggested that coronary revascularization and left ventricular reconstruction in the same session have beneficial effects on QT interval duration and dispersion.D 2006 Elsevier Inc. All rights reserved.Öğe Effects of coronary revascularization and concomitant aneurysmectomy on QT interval duration and dispersion(Journal of Electrocardiology, 2006) Koşar, Feridun; Nisanoğlu, Vedat; Aksoy, Yüksel; Çolak, Cengiz; Erdil, Nevzat; Battaloğlu, BektaşA reduction in QT dispersion (QTd) has been previously shown in patients receiving thrombolytics and undergoing coronary artery bypass grafting (CABG). The purpose of the present study was to investigate changes occurring in corrected QT intervals or QT dispersion after CABG and concomitant aneurysmectomy in the same session. The study population included 43 patients with coronary artery disease with left ventricular aneurysm (LVA). The control group included 32 patients with coronary artery disease without LVA. The study patients underwent CABG and aneurysmectomy in the same surgical session. Corrected maximum and minimum QT interval duration (QTcmax and QTcmin) and corrected QT dispersion (QTcd) were measured in the study patients before and after surgery. QTcmax and QTcd in the patients with LVA were significantly higher than in the patients without LVA (P < .001 and P < .001, respectively). QTcmax and QTcd in the patients with LVA were significantly shortened after surgery (P < .001 and P < .001, respectively). This study showed that QTcmax and QTcd values are significantly reduced after CABG and concomitant aneurysmectomy. We have suggested that coronary revascularization and left ventricular reconstruction in the same session have beneficial effects on QT interval duration and dispersionÖğe Effects of coronary revascularization and concomitant aneurysmectomy on QT interval duration and dispersion(Journal of Electrocardiology, 2006) Koşar, Feridun; Nisanoğlu, Vedat; Aksoy, Yüksel; Çolak, Cengiz; Erdil, Nevzat; Battaloğlu, BektaşA reduction in QT dispersion (QTd) has been previously shown in patients receiving thrombolytics and undergoing coronary artery bypass grafting (CABG). The purpose of the present study was to investigate changes occurring in corrected QT intervals or QT dispersion after CABG and concomitant aneurysmectomy in the same session. The study population included 43 patients with coronary artery disease with left ventricular aneurysm (LVA). The control group included 32 patients with coronary artery disease without LVA. The study patients underwent CABG and aneurysmectomy in the same surgical session. Corrected maximum and minimum QT interval duration (QTcmax and QTcmin) and corrected QT dispersion (QTcd) were measured in the study patients before and after surgery. QTcmax and QTcd in the patients with LVA were significantly higher than in the patients without LVA ( P b .001 and P b .001, respectively). QTcmax and QTcd in the patients with LVA were significantly shortened after surgery ( P b .001 and P b .001, respectively). This study showed that QTcmax and QTcd values are significantly reduced after CABG and concomitant aneurysmectomy. We have suggested that coronary revascularization and left ventricular reconstruction in the same session have beneficial effects on QT interval duration and dispersion.Öğe Effects of coronary revascularization and concomitant aneurysmectomy on QT interval duration and dispersion(Journal of Electrocardiology, 2006) Koşar, Feridun; Nisanoğlu, Vedat; Aksoy, Yüksel; Çolak, Mehmet Cengiz; Erdil, Nevzat; Battaloğlu, BektaşA reduction in QT dispersion (QTd) has been previously shown in patients receiving thrombolytics and undergoing coronary artery bypass grafting (CABG). The purpose of the present study was to investigate changes occurring in corrected QT intervals or QT dispersion after CABG and concomitant aneurysmectomy in the same session. The study population included 43 patients with coronary artery disease with left ventricular aneurysm (LVA). The control group included 32 patients with coronary artery disease without LVA. The study patients underwent CABG and aneurysmectomy in the same surgical session. Corrected maximum and minimum QT interval duration (QTcmax and QTcmin) and corrected QT dispersion (QTcd) were measured in the study patients before and after surgery. QTcmax and QTcd in the patients with LVA were significantly higher than in the patients without LVA ( P b .001 and P b .001, respectively). QTcmax and QTcd in the patients with LVA were significantly shortened after surgery ( P b .001 and P b .001, respectively). This study showed that QTcmax and QTcd values are significantly reduced after CABG and concomitant aneurysmectomy. We have suggested that coronary revascularization and left ventricular reconstruction in the same session have beneficial effects on QT interval duration and dispersion.Öğe Increased dilator response to nitrate and decreased flow mediated dilatation in migraineurs(Headache: The Journal of Head and Face Pain, 2007) Yetkin, Ertan; Özışık, Handan Işın; Özcan, Abdulcemal; Aksoy, Yüksel; Turhan, HasanBackground.—It has been known that in a migraine attack intracranial and extracranial arteries on the headache side dilate and when the migraine attack has subsided, the intracranial arteries show segmental narrowing. We hypothesized that patients with migraine had an underlying systemic vasomotion abnormality and there might be an increased nitrate-mediated vasodilatory response in the brachial artery of migraineurs. Accordingly we aimed to measure endothelium dependent and independent functions of brachial artery in migraineurs and healthy subjects. Materials and Methods.—Twenty-four patients who fulfilled the diagnostic criteria of migraine were enrolled in the study. Twenty-six age- and sex-matched healthy control subjects comprised the control group. Flow-mediated dilatation and nitrate-mediated dilatation were measured in all patients and control subjects by means of brachial artery ultrasonography. Results.—Flow-mediated dilatation of patients with migraine was significantly lower than that of control subjects (7.6 ± 3.7% vs 10.4 ± 3.5%, respectively, P = .008). However, nitrate-mediated dilatation in migraineurs was significantly higher than that of nonmigraineurs (25% vs 14%, respectively, P< .001). Conclusion.—We have shown that migraineurs have decreased endothelium dependent function whereas increased nitrate-mediated response in their brachial artery. It can be suggested that the mechanism underlying migraine may be a diffuse vascular vasomotion abnormalities and migraine may be a local manifestation of systemic vascular abnormality rather than a primary cerebral phenomenon.Öğe Koroner Arter Cerrahisi Yapılan Hastalarda Koroner Kollateral Dolaşımın QT Dispersiyonu Üzerine Etkisi(İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Dergisi, 2007) Nisanoğlu, Vedat; Özgür, Bülent; Sarı, Süleyman; Aldemir, Mustafa; Aksoy, Yüksel; Battaloğlu, Bektaş; Cihan, Hasan Berat; Yetkin, Ertan; Erdil, NevzatBu çalışmanın amacı koroner arter bypass greftleme yapılan hastalarda koroner kollateral dolaşım yapısının ameliyat öncesi ve sonrası QT dispersiyonu (QTd) üzerine etkisini araştırmaktır. Gereç ve Yöntem: Koroner arter cerrahisi yapılan 52 hasta çalışmaya alındı. Hastalar, koroner kollateral damarların varlığına göre sol koroner sistemden sağ koroner sisteme (Grup 1, n=13), sağ koroner sistemden sol koroner sisteme (Grup 2, n=15) ve kollateral dolaşım yapısı olmayanlar (kontrol grubu, n=24) olmak üzere 3 gruba ayrıldı. Tüm hastalarda ameliyat öncesi ve ameliyat sonrası 1., 5. ve 30. günlerde, 12 derivasyonlu elektrokardiyografi çekilerek QTd hesaplandı. Bulgular: Preoperatif hasta özellikleri kıyaslandığında koroner kollateral dolaşımı olan Grup 1 ve Grup 2 hastalarda hipertansiyon sıklığı kontrol grubuna göre daha fazla bulundu. Grup 2’ de ameliyat öncesi ortalama QTd, kontrol grubu ve Grup 1’ e göre istatistiksel anlamlı biçimde uzun bulundu. Ameliyat öncesi değerlerle kıyaslandığında, kontrol grubu ve Grup 1’de ameliyat sonrası QTd değerlerinde belirgin kısalma tespit edildi. Bununla birlikte, Grup 2’ de ameliyat sonrası ölçümlerin hiçbirinde QTd’ de anlamlı bir değişiklik bulunmadı. Sonuç: Çalışma, koroner arter cerrahisi sonrası QTd’ de azalma olabileceğini göstermiştir. Bununla birlikte, cerrahi revaskülarizasyon yapılan hastalarda koroner kollateral dolaşım varlığının ameliyat öncesi ve sonrası QTd üzerine etkisi yoktur.