Yazar "Cihan, Hasan Berat" seçeneğine göre listele
Listeleniyor 1 - 20 / 29
Sayfa Başına Sonuç
Sıralama seçenekleri
Öğe Angina pektoris yakınmasının giderilmesinde koroner bypass ameliyatlarının yararları(İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Dergisi, 1995) Cihan, Hasan Berat; Soysal, Ömer; Gülcüler, Metin; Gülcan, Öner; Özdemir, HasanKoroner arter hastalığı olan kişilerde koroner arter bypass ameliyatları sonrasında yaşam kalitesindeki artışı objektif olarak ortaya koyan en önemli parametre angina pektoris yakınmasındaki azalmadır. Bunu göstermek amacıyla koroner bypass operasyonu yapılmış 51 hastaya anket uygulanmıştır. Operasyon öncesi 48 koroner arter hastasında angina pektoris yakınması mevcut iken, bu sayı ameliyat sonrası 5’e düşmüştür. Sonuç ileri derecede anlamlı bulunmuştur (p < 0,001). Koroner arter bypass operasyonları koroner arter hastalarının yaşam kalitesini önemli derecede arttırmaktadır.Öğe Aorta-popliteal prostetik greft enfeksiyonunda omentoplasti (Bir olgu nedeniyle)(İnönü Üniversitesi, Turgut Özal Tıp Merkezi, Göğüs Kalp ve Damar Cerrahisi Anabilim Dalı, Malatya, Türkiye, 1997) Soysal, Ömer; Gülcan, Öner; Cihan, Hasan Berat; Ege, Erdal; Gülcüler, Metin; Paç, MustafaÖz: Prostetik greft enfeksiyonu rekonstrüktif vasküler cerrahinin tehlikeli ve tedavisi zor olan komplikasyonlarından biridir. Prostetik greft enfeksiyonları omentoplasti ile tedavi edilebilir. Ateroskleroz zemininde gelişmiş ilio-femoral tıkayıcı hastalığı olan bir olguda yapılan aorta-popliteal bypass sonrası gelişen greft enfeksiyonu omentoplasti ile tedavi edilmiştir. Bir olgu nedeniyle prostetik greft enfeksiyonlarının tedavi prensiplerini ve omentoplastinin önemini tartışmayı amaçladık.Öğe Aynı Seansta Açık Kalp Cerrahisi Ve Servikal Sempatektomi Operasyonunun Yapılması(Turgut Özal Tıp Merkezi Dergisi, 1998) Cihan, Hasan Berat; Ege, Erdal; Gülcan, Öner; Türköz, Rıza; Paç, MustafaAçık kalp operasyonu gerektiren hastalıklar, servikal sempatektomi gerektiren hastalıklarla birlikte olduğu zaman, median sternotomi insizyonuyla heriki işlem aynı seansta yapılabilir. Bu yazıda mitral stenoz ve raynoud hastalığı tanısıyla operasyona alınan ve median sternotomi insizyonuyla operasyon başlatılarak aynı seansta sırasıyla servikal sempatektomi ve mitral valve replasmanı operasyonları gerçekleştirilen 76 yaşında kadın hasta vaka olarak sunulmuştur. Postoperatif seyir normal olmuştur ve hasta yedinci gün hastaneden taburcu edilmiştir. Bu prosedürün uygulanmasına literatürde rastlanmamıştır. Sonuç olarak bu iki farklı hastalık grubu için median sternotomi ile tek seansta cerrahi girişimin emin bir yöntem olduğu kanısına varıldı.Öğe Bir Olgu Sebebiyle Streptokinazın Derin Ven Trombozu Tedavisindeki Yerinin Gözden Geçirilmesi(Turgut Özal Tıp Merkezi Dergisi, 1998) Cihan, Hasan Berat; Ege, Erdal; Gülcan, Öner; Gülcüler, Metin; Paç, MustafaDerin ven trombozu tedavisinde fibrinolitik ajan olarak streptokinazın kullanması doza bağımlı olmayan öldürücü hemorajik komplikasyonlara sebep olabilir. Kliniğimizde derin ven trombozlu bir hastada streptokinaz tedavisinin ilk saatlerinde öldürücü hemorajik komplikasyon gelişti. Bu vaka sebebiyle biz derin ven trombozunun tıbbi tedavisini tartışmayı amaçladık.Öğe Bir Olgu Sebebiyle Streptokinazın Derin Ven Trombozu Tedavisindeki Yerinin Gözden Geçirilmesi(Turgut Özal Tıp Merkezi Dergisi, 1998) Cihan, Hasan Berat; Ege, Erdal; Gülcan, Öner; Gülcüler, Metin; Paç, MustafaDerin ven trombozu tedavisinde fibrinolitik ajan olarak streptokinazın kullanması doza bağımlı olmayan öldürücü hemorajik komplikasyonlara sebep olabilir. Kliniğimizde derin ven trombozlu bir hastada streptokinaz tedavisinin ilk saatlerinde öldürücü hemorajik komplikasyon gelişti. Bu vaka sebebiyle biz derin ven trombozunun tıbbi tedavisini tartışmayı amaçladık.Öğe Bronkojenik yayılım gösteren bir akciğer hidatik kistinde albendazol tedavisi(İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Dergisi, 1995) Soysal, Ömer; Özdemir, Hasan; Cihan, Hasan Berat; Ege, E.; Gülcüler, Metin; Gülcan, Öner; Hazar, Abdussamed; Paç, MustafaKist hidatik hastalığında albendazol ile medikal tedavinin klinik kullanım endikasyonlarında etkinliğinde ve tedavi sonuçlarında hala belirsizlikler vardır. Bronkojenik ve pulmoner arter yolu ile yayılım gösteren, bilateral multipl pulmoner kist hidatik hastalığı olan bir olgunun sağ tarafındaki kistlere cerrahi tedavi uygulanmıştır. Sol akciğerdeki kistleri ve öpere edilen hemitoraksdaki residü kistleri albendazol ile tedavi edilmiştir. Sol akciğerdeki kistlerin cerrahi tedavi yerine medikal olarak tedavi edilmesinin nedeni milimetrik boyutlarda onlarca kist hidatik nedeniyle olgunun operasyona uygun olmamasıdır. Albendazol 10 mg/kg, üç ay ve kesintisiz olarak verilmiştir. Tedavi sonunda kompüterize tomografi bulgusu ile 1-2 cm çaplı kistlerin kaybolduğu, daha büyük kistlerin ise küçüldüğü tesbit edilmiştir. Cerrahi tedaviye uygun olmayan akciğer kist hidatiği olan hastalarda albendazol alternatif bir tedavi yöntemi olarak tercih edilebilir.Öğe Cerrahi olarak tedavi ettiğimiz sol ventrikül anevrizmalı hastaların erken dönem sonuçları(2003) Erdil, Nevzat; Nisanoğlu, Vedat; Cihan, Hasan Berat; Gülcan, Öner; Ege, Erdal; Alat, İlkerÖz: Amaç: Sol ventrikül anevrizması olan hastalarda anevrizmanın onarımı, yaşam süresi ve kalitesini iyileştiren önemli girişimlerden biridir. Bu çalışmada sol ventrikül anevrizması nedeniyle cerrahi olarak tedavi ettiğimiz olguların erken dönem sonuçlarını sunmaktayız. Materyal ve Metod: Ocak 2001 ile Kasım 2002 tarihleri arasında postiskemik sol ventrikül anevrizması olan 51 hasta cerrahi olarak tedavi edildi. Olguların 45'i erkek (%88.2) olup, yaş ortalaması 58.53 ± 10.78 yıl idi. Hastaların 31'inde (%60.8) yama endoanevrizmorafi, 20'sinde (%39.2) lineer anevrizektomi gerçekleştirildi. Tüm olgulara ek olarak tam koroner revaskülarizasyon yapıldı. Bulgular: Erken dönemde iki hasta (%3.9) kaybedildi. Postoperatif dönemde 2 hastada düşük kalp debisi nedeniyle intraaortik balon pompası ihtiyacı oldu. Hastaların 10'unda (%19.6) atriyal fibrillasyon gelişti ve tümü antiaritmik ajanlarla sinüs ritmine döndürüldü. Hasta başına ortalama 2.59 pm1.04 distal anastomoz yapıldı. Ortalama yoğun bakım ve hastanede kalış süresi sırasıyla 2.83 pm 1.29 ve 7.74 ± 2.14 gün idi. Fonksiyonel kapasitelerin tüm hastalarda belirgin olarak düzeldiği gözlendi. Sonuç: Kullanılan metoda bakılmaksızın tam koroner revaskülarizasyonla kombine edilen sol ventrikül anevrizma onarımları, survi ve fonksiyonel kapasitede düzelme sağlanmakta olup, güvenle uygulanabilir.Öğe Derin ven trombozlu hastalarda faktör v leiden mutasyonu taraması ve sonuçları(2013) Dişli, Olcay Murat; Akça, Barış; Dönmez, Köksal; Çolak, Cemil; Cihan, Hasan Berat; Battaloğlu, Bektaş; Erdil, NevzatÖz: Amaç: Çalışmamızda, derin ven trombozu nedeni ile başvuran hastalarda Faktör V Leiden mutasyonunun sıklığı ve bu hastalara yaklaşımımız paylaşılacaktır. Gereç ve Yöntemler: Ocak 2009 ile Ağustos 2011 tarihleri arasında derin ven trombozu ile başvuran 53 olgu, Faktör V leiden mutasyonu açısından araştırıldı. Olguların yaş aralığı 19-83 yıl olup %50,94ü erkek idi. Olguların tümü standart olarak yatırılıp, iv standart heparin alıp oral antikoagulan ilaç başlandı. Tümünde etiyolojik araştırma yapıldı. Bulgular: Elli üç olguda araştırılan Faktör V leiden mutasyonu 11 hastada heterozigot (7E, 4K) (%20,75), 2 hastada homozigot (K) (% 3,77) olarak tespit edildi. Heterozigot olarak tespit edilen tek kadın hastanın pulmoner emboli öyküsü mevcuttu. Rekürren derin ven trombozu olarak başvuran 6 hastanın birinde heterozigot (E) birinde homozigot (K) gen mutasyonu tespit edildi. Rekürren derin ven trombozlu hastaların diğeri 6. dekatta malignitesi olan ve Faktör Vi normal olan hastaydı. Olguların 6 sında immobilizasyon, gebelik, postpartum ve malignite gibi ek etiyolojik faktörler tespit edildi. Faktör V mutasyonu olan hastaların tümünde femoral ven seviyesinde tutulum mevcuttu. Sonuç: Faktör V mutasyonu olan ve tetikleyici faktör birlikteliği ile venöz trombüs gelişen, özellikle de rekürens olan olgularda ömür boyu oral antikoagulan kullanımı gereklidir. Ayrıca Faktör V leiden mutasyon taşıyıcısı bireyin asemptomatik aile bireylerinin mutasyon açısından taranması önerildiğinden, mutasyon tanımlandığında, yüksek riskli olgularda, derin ven trombozu proflaksisinin ve acil tıbbi bakımın gerektiği durumların önceden saptanabilmesi için bu olgu grubuna genetik danışmanlık verilmesi yararlı olacaktır.Öğe Early Outcomes of Radial Artery Use in All-Arterial Grafting of the Coronary Arteries in Patients 65 Years and Older(Texas Heart Inst, 2010) Erdil, Nevzat; Nisanoglu, Vedat; Eroglu, Tamer; Fansa, Iyad; Cihan, Hasan Berat; Battaloglu, BektasWe retrospectively evaluated early clinical results of coronary revascularization using none but arterial grafts in patients aged 65 years and older. The cases of 449 consecutive patients who had undergone isolated myocardial revascularization were divided into 2 groups: the arterial conduit group (n=107) received a left internal mammary artery (LIMA) graft and 1 or both radial arteries (RAs), while the mixed-conduit group (n=342) received a LIMA graft and 1 or more saphenous vein grafts (SVGs), with or without an RA. There was no significant difference between the groups' rates of mortality The arterial conduit group had a significantly shorter overall postoperative hospital stay than did the mixed-conduit group (mean, 6.6 +/- 0.9 vs 7.2 +/- 5 days; P=0.04). Linear regression analysis revealed that the presence of hypertension (beta=0.13; 95% confidence interval [CI], 0.054-0.759; P=0.02) and high EuroSCORE (beta=0.24; 95% CI, 0.053-0.283; P=0.004) were the major predicting factors for long hospital stay Graft-harvest-site infection was statistically more frequent in the mixed-conduit group than in the arterial conduit group (6.4% vs 0, respectively; P=0.007). Angiography was performed postoperatively (mean, 24.9 +/- 16.3 mo; range, 17-65 mo) in 21 patients. In these patients, all LIMA grafts were patent, as were 86.9% of the SVGs and 90.9% of the RA grafts. Myocardial revascularization using all arterial grafts (at least 50% RAs) in patients aged 65 years and older is safe and reliable, produces short-term results equal to those of saphenous vein grafting, and can reduce graft-harvest-site infections. (Tex Heart Inst J 2010; 37(3):301-6)Öğe Effect of internal thoracic artery side branches on distal flow(İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Dergisi, 2005) Gülcan, Öner; Cihan, Hasan Berat; Türköz, RızaÖz: ÖZET Amaç: İnternal torasik arter (İTA) koroner bypass cerrahisinde rutin olarak kullanılan arteryel grefttir. Açık olan ITA yan dallarına olan akım nedeni ile çalma fenomeni tanımlanmış ve myokardiyal perfüzyon bozukluğunun nedeni olarak gösterilmiştir. Minimal invaziv koroner cerrahisinde kullanılan sınırlı İTA diseksiyonunun yan dalların açık kalmasına neden olması sonucu çalma fenomeni önem kazanmıştır. Literatürde ise açık kalan İTA yan dallarının koroner bypass sonrası myokardiyal iskeminin tek nedeni olduğunu gösteren kesin bulgu yoktur. Yöntem: İTA yan dallarının akım patternine olan etkisini ortaya koymak amacıyla, koroner bypass cerrahisi için başvuran 22 hasta randomize olarak çalışmaya alındı. İTA, birinci interkostal ve timik dalları korunarak, proksimalde subklavian artere, distalinde de bifurkasyona kadar pediküllü olarak serbestleştirildi. İTA’nın önce distal kısmından yan dallar klempli ve klempsiz, sonra 1/3 distal kısım kesilerek yan dallar klempli ve klempsiz akım ölçümleri yapıldı. Bulgular: İTA yan dallarının klempli ve klempsiz akım ölçümlerinde, distal (20.7±10.1 mL/dk - 20.3±11.1 mL/dk) veya proksimal (55.6±26.0 mL/dk - 55.1±29.0 mL/dk) akımlarında anlamlı fark bulunmamıştır (p>0.05). Ancak proksimal kısımda akım distale göre yan dallar klempli veya klempsiz ölçümlerde daha yüksek bulunmuştur (p<0.01). Sonuç: Bu çalışmada İTA yan dallarının distal akıma anlamlı etkisinin olmadığı gösterilmiştir. Açık kalan yan dallar anastamoz stenozu, yetersiz kalibrasyonda İTA ve yeterli distal yatak olmaması gibi nedenler olmadıkça myokardiyal iskemiye neden olmamaktadır. İTA akımlarının proksimale çıkıldıkça artması, İTA’in anastamoz sırasında mümkün olduğunca proksimalden kullanılması gerektiğini göstermiştir.Öğe Geçirilmiş cerrahi sonrası popliteal arter anevrizması(İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Dergisi, 2001) Battaloğlu, Bektaş; Nisanoğlu, Vedat; Gülcan, Öner; Cihan, Hasan Berat; Erdil, NevzatÖz: Popliteal arter anevrimalarında (PAA) ekstremiteyi tehdit edici tromboembolik komplikasyonlar sık görülür. Çoğu aterosklerotik kökenli olmakla bklikte travmatik PAA'lar da bildirilmiştir. Bu yazıda fossa popliteada geçirilmiş cerrahi müdahale sonrası gelişen ve akut iskemik komplikasyon ile başvuran PAA'lı bir olgu sunulmaktadır. Başlık (İngilizce): Post-surgical popliteal artery aneurysm Öz (İngilizce): Limb-threatening thromboembolic complications are common in patients with popliteal artery aneurysms (PAA). Although PAA are generally due to atherosclerosis, traumatic PAAs have also been reported. In this paper, we present a case of PAA which developed after a surgical intervention to the popliteal fossa and adverting with acute ischemic complication.Öğe İnternal Torasik Arterin Yan Dallarnn Distal Akıma Etkisi(İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Dergisi, 2005) Gülcan, Öner; Cihan, Hasan Berat; Türköz, Rızaİnternal torasik arter (İTA) koroner bypass cerrahisinde rutin olarak kullanılan arteryel grefttir. Açık olan ITA yan dallarına olan akım nedeni ile çalma fenomeni tanımlanmış ve myokardiyal perfüzyon bozukluğunun nedeni olarak gösterilmiştir. Minimal invaziv koroner cerrahisinde kullanılan sınırlı İTA diseksiyonunun yan dalların açık kalmasına neden olması sonucu çalma fenomeni önem kazanmıştır. Literatürde ise açık kalan İTA yan dallarının koroner bypass sonrası myokardiyal iskeminin tek nedeni olduğunu gösteren kesin bulgu yoktur. Yöntem: İTA yan dallarının akım patternine olan etkisini ortaya koymak amacıyla, koroner bypass cerrahisi için başvuran 22 hasta randomize olarak çalışmaya alındı. İTA, birinci interkostal ve timik dalları korunarak, proksimalde subklavian artere, distalinde de bifurkasyona kadar pediküllü olarak serbestleştirildi. İTA’nın önce distal kısmından yan dallar klempli ve klempsiz, sonra 1/3 distal kısım kesilerek yan dallar klempli ve klempsiz akım ölçümleri yapıldı. Bulgular: İTA yan dallarının klempli ve klempsiz akım ölçümlerinde, distal (20.7±10.1 mL/dk - 20.3±11.1 mL/dk) veya proksimal (55.6±26.0 mL/dk - 55.1±29.0 mL/dk) akımlarında anlamlı fark bulunmamıştır (p>0.05). Ancak proksimal kısımda akım distale göre yan dallar klempli veya klempsiz ölçümlerde daha yüksek bulunmuştur (p<0.01). Sonuç: Bu çalışmada İTA yan dallarının distal akıma anlamlı etkisinin olmadığı gösterilmiştir. Açık kalan yan dallar anastamoz stenozu, yetersiz kalibrasyonda İTA ve yeterli distal yatak olmaması gibi nedenler olmadıkça myokardiyal iskemiye neden olmamaktadır. İTA akımlarının proksimale çıkıldıkça artması, İTA’in anastamoz sırasında mümkün olduğunca proksimalden kullanılması gerektiğini göstermiştir.Öğe Kalp Cerrahisi Sonrası Derin Sternal Enfeksiyonların Pektoral Kas Flepleri ile Başarılı Tedavisi+(İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Dergisi, 2007) Nisanoğlu, Vedat; Erdil, Nevzat; Eroğlu, Tamer; Aldemir, Mustafa; Özgür, Bülent; Cihan, Hasan Berat; Battaloğlu, BektaşKalp cerrahisi sonrası derin sternal yara enfeksiyonu nadir olmakla beraber, hayatı tehdit eden, hastanede kalış süresini ve maliyeti artıran ağır komplikasyonlardan biridir. Debridman ve yaranın izotonik solüsyon ile yıkanması en sık başvurulan yöntemse de, bu tedavilerin yetersiz kaldığı durumlarda sternal rezeksiyon ve pektoral kas flep rekonstrüksiyonu gerekebilir. Bu yazıda, kardiyak cerrahi sonrası derin sternal enfeksiyon gelişen 4 olguda uyguladığımız cerrahi debridman ve pektoral kas flep rekonstrüksiyonu sonuçlarımızı irdeledik.Öğe Kapak replasmanı ve aortokoroner bypass operasyonlarının ilaç kullanımı üzerine etkileri(İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Dergisi, 1995) Cihan, Hasan Berat; Soysal, Ömer; Gülcan, Öner; Gülcüler, MetinAçık kalp ameliyatları , yapılan operasyon türüne göre farklı şekilde ilaç kullanımı üzerine etkili olmaktadır . Bunu ortaya koymak için 60 kapak replasmanı, 49 aortokoroner bypass operasyonu yapılmış hastaya anket uygulanmıştır Koroner bypass operasyonu yapılan hastalarda kısa etkili nitrat kullanım oranı preoperatif dönemde % 86 ' iken . postoperatif dönemde % 5.8 ‘ e düşmüştür ve istatistiksel olarak çok anlamlıdır. Diğer ilaçların kullanımında ise oransal bir artış olmuştur. Kapak replasmanı yapılan hastalarda özellikle antikoagülan ve antiagregan ilaçlar olmak üzere genel ilaç kullanımında belirgin bir artış olmuştur.Öğe Kardiyopulmoner bypassa engel olan yöresel bir sorun(2004) Alat, İlker; Battaloğlu, Bektaş; Atambay, Metin; Nisanoğlu, Vedat; Erdil, Nevzat; Gülcan, Öner; Cihan, Hasan BeratAmaç:İmmün sistem üzerindeki negatif etkileri iyi bilinen kardiyopulmoner bypassın parazitozlarla ilişkisi pek değerlendirilmiş değildir. Bir olgu ile bu konu değerlendirilmiştir. Olgu:Elektif şartlarda, açık kalp cerrahisi yöntemiyle koroner bypass ameliyatı planlanan ve Taneia saginata açısından şikayeti olmayan olgu operasyon masasına alındı. Anestezi indüksiyon aşamasında, anüsten spontan olarak dökülen parazitler sebebiyle operasyon ertelendi. Parazitolojik bakıda, parazitin T. saginata olduğu anlaşıldı. Sonuç:Kardiyopulmoner bypassa girecek olguda, mevcut enfeksiyon nasıl bir kontrendikasyonsa, parazitozlar da benzeri şekildeki yan etkileri sebebiyle kontrendikasyon teşkil etmelidirler. Bu nedenle, özellikle bölgemizde olmak üzere, tüm ülkemiz insanının yemek kültürü tekrar değerlendirilmelidir.Öğe Kardiyopulmoner Bypassa Engel Olan Yöresel Bir Sorun(İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Dergisi, 2004) Alat, İlker; Battaloğlu, Bektaş; Atambay, Metin; Nisanoğlu, Vedat; Erdil, Nevzat; Gülcan, Öner; Cihan, Hasan Berat; Ege, Erdalİmmün sistem üzerindeki negatif etkileri iyi bilinen kardiyopulmoner bypassın parazitozlarla ilişkisi pek değerlendirilmiş değildir. Bir olgu ile bu konu değerlendirilmiştir. Olgu:Elektif şartlarda, açık kalp cerrahisi yöntemiyle koroner bypass ameliyatı planlanan ve Taneia saginata açısından şikayeti olmayan olgu operasyon masasına alındı. Anestezi indüksiyon aşamasında, anüsten spontan olarak dökülen parazitler sebebiyle operasyon ertelendi. Parazitolojik bakıda, parazitin T. saginata olduğu anlaşıldı. Sonuç:Kardiyopulmoner bypassa girecek olguda, mevcut enfeksiyon nasıl bir kontrendikasyonsa, parazitozlar da benzeri şekildeki yan etkileri sebebiyle kontrendikasyon teşkil etmelidirler. Bu nedenle, özellikle bölgemizde olmak üzere, tüm ülkemiz insanının yemek kültürü tekrar değerlendirilmelidir.Öğe Koroner Arter Cerrahisi Yapılan Hastalarda Koroner Kollateral Dolaşımın QT Dispersiyonu Üzerine Etkisi(İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Dergisi, 2007) Nisanoğlu, Vedat; Özgür, Bülent; Sarı, Süleyman; Aldemir, Mustafa; Aksoy, Yüksel; Battaloğlu, Bektaş; Cihan, Hasan Berat; Yetkin, Ertan; Erdil, NevzatBu çalışmanın amacı koroner arter bypass greftleme yapılan hastalarda koroner kollateral dolaşım yapısının ameliyat öncesi ve sonrası QT dispersiyonu (QTd) üzerine etkisini araştırmaktır. Gereç ve Yöntem: Koroner arter cerrahisi yapılan 52 hasta çalışmaya alındı. Hastalar, koroner kollateral damarların varlığına göre sol koroner sistemden sağ koroner sisteme (Grup 1, n=13), sağ koroner sistemden sol koroner sisteme (Grup 2, n=15) ve kollateral dolaşım yapısı olmayanlar (kontrol grubu, n=24) olmak üzere 3 gruba ayrıldı. Tüm hastalarda ameliyat öncesi ve ameliyat sonrası 1., 5. ve 30. günlerde, 12 derivasyonlu elektrokardiyografi çekilerek QTd hesaplandı. Bulgular: Preoperatif hasta özellikleri kıyaslandığında koroner kollateral dolaşımı olan Grup 1 ve Grup 2 hastalarda hipertansiyon sıklığı kontrol grubuna göre daha fazla bulundu. Grup 2’ de ameliyat öncesi ortalama QTd, kontrol grubu ve Grup 1’ e göre istatistiksel anlamlı biçimde uzun bulundu. Ameliyat öncesi değerlerle kıyaslandığında, kontrol grubu ve Grup 1’de ameliyat sonrası QTd değerlerinde belirgin kısalma tespit edildi. Bununla birlikte, Grup 2’ de ameliyat sonrası ölçümlerin hiçbirinde QTd’ de anlamlı bir değişiklik bulunmadı. Sonuç: Çalışma, koroner arter cerrahisi sonrası QTd’ de azalma olabileceğini göstermiştir. Bununla birlikte, cerrahi revaskülarizasyon yapılan hastalarda koroner kollateral dolaşım varlığının ameliyat öncesi ve sonrası QTd üzerine etkisi yoktur.Öğe Koroner bypass cerrahisinde tip 2 diabetes mellitus mortalite ve morbiditeyi artırır mı?(Türk Göğüs Kalp Damar Cerrahisi Dergisi, 2005) Cihan, Hasan Berat; Erdil, Nevzat; Nisanoğlu, Vedat; Çolak, Cengiz; Erdil, Feray; Ege, Erdal; Battaloğlu, BektaşÖz: Amaç: Bu çalışmada koroner bypass uyguladığımız diyabetik hastaların erken dönem sonuçlarını irdeledik. Materyal ve Metod: Haziran 2001 ile Kasım 2003 tarihleri arasında kliniğimizde koroner bypass ameliyatı yapılan 536 hastanın kayıtları incelendi; 105 hastada ameliyat zamanında tip 2 diyabet mevcut idi. Diyabetik olguların %46.7’sinde tam arteriyel revaskülarizasyon gerçekleştirildi. Diyabetik olanlar ve olmayanlar hastane mortalitesi ve morbiditesi açısından kıyaslandı. Bulgular: Diyabetik grupta kadın cinsiyet, hipertansiyon, obezite ve karotis arter hastalığı sıklığı daha fazla idi. Diyabetik grupta ejeksiyon fraksiyonu daha düşüktü. Ayrıca bu gurupta sigara kullanımı ve obezite diyabetik olmayan guruba göre daha fazla idi (p < 0.05). Diyabetik gruptaki ortalama distal anastomoz sayısı (p = 0.013), eşzamanlı sol ventrikül anevrizma onarımı (p = 0.05), aortik kros klemp zamanı (p = 0.002), kardiyopulmoner bypass zamanı (p = 0.01) ve inotropik destek ihtiyacı (p = 0.024), diyabetik olmayan grupla kıyaslandığında, belirgin biçimde artmıştı. Erken mortalite açısından iki grup arasında fark bulunmadı; diyabetiklerde %2.9, diyabetik olmayanlarda %3 (p = 1.00). Sonuç: Diyabetik grupta inotrop destek ihtiyacı yüksek olduğu halde, sonuçlarımız diyabetiklerde koroner arter bypass cerrahisi erken mortalitesinin yüksek olmadığını göstermektedir.Öğe Periferik damar yaralanmaları(Ulusal Travma Dergisi, 2001) Cihan, Hasan Berat; Gülcan, Öner; Hazar, Abdussamet; Türköz, RızaÖz: Periferik damar yaralanmalarındaki tanı ve tedavi prensiplerini iki yıllık tecrübemiz doğrultusunda inceledik. Aralık 1998 tarihleri arasında kliniğimize başvuran; farklı etyolojik faktörlerle travmaya uğramış, ortopedik yaralanma ya da multi organ yaralanmaları da bulunan 29 periferik damar yaralanması retrospektif olarak araştırıldı. Venöz onarımın, etyolojik faktörün ve tedavi prensibinin arteriyel patensi üzerindeki etkisi, renkli duplex ultrasonun önemi ve birlikte bulunan patolojilere yaklaşımın sırası literatür eşliğinde tartışıldı. Duplex ultrasonun tanıda önemli bir yeri olduğu ve venöz onarımın arteriyel onarımın da sürvisini belirlediği gözlendi.Öğe Perioperatif miyokardiayl hasar tespitinde biyokimyasal belirleyicilerin rolü(İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Dergisi, 2002) Hazar, Abdussemet; Cihan, Hasan Berat; Gürcan, Öner; Çığlı, Ahmet; Özyalın, Fatma; Türköz, RızaÖz: Perioperatif miyokard infarktüs tanısı geleneksel olarak elektrokardiogramla ve kreatin kinaz izoenziminin (CK-MB) yükselmiş serum değerleriyle konur. Kardiyak troponin I (cTnl) miyokardiyal hasarlanmalarda yaygın kullanılan enzimlere göre daha güvenilir ve sipesifik bir belirleyicidir. Bu çalışma, açık kalp cerrahisi sırasında oluşan miyokardiyal hasarı değerlendirmede kardiyak enzimlerin spesifite ve sensitivitelerini karşılaştırmak amacıyla planlandı. Açık kalp cerrahisi uygulanan 52 olgu çalışmaya alınmıştır. Bu gruptaki olguların 39'u erkek, 13'ü kadın olup ortalama yaş 58±2(17-75) dir. Hastalardan; anestezi indüksiyonundan önce, kross klemp sonrası(0.saat), kross klempten 6, 12, 24, 48, 72, 96 ve 120 saat sonra venöz kanlardan CK, CK-MB ve cTnl, postoperatif 2. ve 9. saatlerde kardiyak miyoglobin çalışıldı ve günlük EKG alındı. Hastalarda mortalite olmadı. İki hastada perioperatif miyokardiyal infarktüs tanısı kondu. Kapak lezyonu olan hastalarda, kross-klemp süresi 60 dakikanın üzerinde olan hastalarda ve inotrop kullanılan hastalarda kardiyak belirleyici düzeyleri daha yüksek tespit edildi. Ayrıca bazı hastalarda CK ve CK-MB değerleri normal olmasına rağmen cTnl değerleri yüksek olarak tespit edildi. Sonuç olarak; cTnl yaygın olarak kullanılan serum enzimleri ile kıyaslandığında kardiyak hasar tanısını koymada daha sipesifik bir belirleyicidir: Diğer belirleyicilere oranla daha küçük miyokardiyal hasarlar tespit edilebilir. cTnl düzeyinin tespiti çeşitli miyokard koruma tekniklerinin karşılaştırılması açısından olduğu kadar, oluşan miyokard hasarını erken dönemde göstermesi ve düzeyi hakkında bilgi vermesi açısından da faydalı bir tetkikdir. Başlık (İngilizce): The role of biochemical öarkers in determining perioperative myocardial injury Öz (İngilizce): Perioperative infarction is traditionally diagnosed by the electrocardiogram and elevated serum levels of_creatine kinase izoenzyme (CK-MB). Cardiac troponin I (cTnl) is a more reliable and specific marker for myocardial damage when compared to commonly used serum enzymes. We planned this study for comparing the specifity and the sensitivity of cardiac enzymes in detecting the myocardial injury in patients undergoing open heart surgery. Fifty two cases who underwent open heart surgery were included in this study. There were 39 males and 13 females with a median age of 58+2(17-75). Venous blood samples were collected to analyze CK, CK-MB and cTnl prior to induction of anesthesia, immediately after cross-clamp and at 6 hours,12 hours and 24 hours following surgery and daily thereafter until the fifth postoperative day. Venous blood samples were also collected to analyze cardiac myoglobin upon the termination of the operation and at 2 hours and 9 hours following the operation. Daily electrocardiograms were obtained for all patients. There was no mortality during the study. Peroperative myocardial infarction was detected in two patients. Higher cardiac marker levels were detected in patients who had valvular surgery, who had cross-clamp duration over 60 minutes and who were given inotropic agents. Moreover; in some patients: high cardiac cTnl levels were detected despite normal CK and CK-MB levels. In conclusion; cTnl is a more specific marker of cardiac damage when compared to commonly used serum, enzymes. It is also more sensitive, allowing diagnosis of perioperative microinfarction and detection of acute myocardial infarction much earlier after the onset of myocardial injury and comparing different myocardial protection techniques.