Yazar "Koşar, Feridun" seçeneğine göre listele
Listeleniyor 1 - 20 / 43
Sayfa Başına Sonuç
Sıralama seçenekleri
Öğe Anomalous lad and cx artery arising separately from the proximal right coronary artery a case report of single coronary artery with coronary artery disease(Journal of Cardiac Surgery, 2006) Koşar, Feridun; Ermiş, Necip; Erdil, Nevzat; Battaloğlu, BektaşCoronary artery anomaly has been reported at a rate of 0.6% to 1.3% in routine angiographic se-ries. Moreover, single coronary artery is one of the rarest anomalies among coronary anomalies. Eventhoughpatients with coronary anomalies are usually asymptomatic, they may also be associated with myocardialischemia, ventricular fibrillation, syncope, congestive heart failure, and sudden death. In this article, wereport a case of single coronary artery anomaly with the left anterior descending (LAD) and left circumflex(LCx) coronary artery arising separately from the proximal right coronary artery. Since the presented casewas associated with ischemic heart disease, coronary artery bypass grafting was carried out. He is currentlywell.Öğe Aort Kapak kalsifikasyonu: Koroner Anjiografi Yapılan Hastalarda Kardiyovasküler Risk Faktörlerinin ve Kemik Mineral Dansitesinin Değerlendirilmesi(İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Dergisi, 2008) Tekin, Gülaçan Özgün; Yağmur, Jülide; Kekilli, Ersoy; Yağmur, Cengiz; Uçkan, Ahmet; Aksoy, Yüksel; Turhan, Hasan; Yetkin, Ertan; Özdemir, Ramazan; Koşar, FeridunAort kapak kalsifikasyonu (AKK) yüksek kardiyovasküler risk insidansına sahip görünmekte olup, aterosklerozun bir sonucu olarak kabul edilebilir. Düşük kemik mineral dansitesi ve artmış aort kalsifikasyon prevalensi arasındaki ilişki esas olarak toplum tabanlı çalışmalarda yaşlı bayanlarda gösterilmiştir. Ancak bazı çalışmalar kemik mineral dansitesi ile aort kalsifikasyonu arasında ilişki olmadığını bildirmiştir. Bu yüzden. biz koroner angiografi yapılan hastalarda AKK’nu değerlendirmeyi ve AKK olan ve olmayan hastaların kardiyovasküler risk faktörlerini ve kemik mineral dansitelerini karşılaştırmayı amaçladık. Materyal ve metod: Çalışma populasyonu koroner angiografi yapılan 585 ardışık hasta (372 erkek, 213 kadın, ortalama yaş=59±10 yıl) içeriyordu. Bütün hastalara transtorasik ekokardiyografik inceleme yapıldı. AKK bir yada daha fazla küspis üzerinde birden fazla parlak yoğun ekoların izlenmesi ve tutulan küspisin azalmış hareketi olarak tanımlandı. Bütün hastalar dual energy x-ray absorpsiyometri (DEXA) yöntemi ile kemik mineral dansitesi (T scor) ölçümü için Nükleer Tıp bölümüne yönlendirildi. Tüm hastalarda yaş, cinsiyet, vücut kitle indeksi, hipertansiyon, diyabetes mellitus, koroner arter hastalığı, hiperkolesterolemi ve sigara içiciliği kaydedildi. Bulgular: Çalışmamızda AKK prevalensı %27 (160/585) bulundu. Her iki grup arasında diyabetes mellitus, hiperkolesterolemi ve sigara içiciliği yönünden istatistiksel olarak anlamlı fark yoktu (p>0.05 hepsi için). Yaş ve hipertansiyon AKK için bağımsız risk faktörü olmasına karşılık vücut kitle indeksi AKK için bağımsız ve negatif risk faktörü olarak saptandı. AKK ile ilişkili bulunmasada AKK olan grupta koroner arter hastalığı anlamlı oranda yüksek saptandı. Ne T skoru, ne de yaş ve cinsiyete uyarlanmış T skoru AKK ile ilişkili bulunmadı. Sonuç: Biz bu çalışmada yaş, hipertansiyon ve vücut kitle indeksi ile AKK arasında bağımsız ilişki olduğunu gösterdik. Kemik mineral dansite ölçümünde yaş-cinsiyet uyarlanmış T skoru AKK ile ilişkisiz bulundu. Her ne kadar çalışmamızda koroner arter hastalığı ile AKK arasında ilişki olmadığı gösterilmiş olsada bu konunun aydınlanması için ileri çalışmalara ihtiyaç vardır.Öğe Aortic valve calcification: Assessment of cardiovascular risk factors and bone mineral density in patients undergoing coronary angiography(İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Dergisi, 2008) Özgün Tekin, Gülaçan; Yağmur, Jülide; Kekilli, Ersoy; Yağmur, Cengiz; Uçkan, Ahmet; Aksoy, Yüksel; Turhan, Hasan; Yetkin, Ertan; Özdemir, Ramazan; Koşar, FeridunÖz: ÖZET: Amaç: Aort kapak kalsifikasyonu (AKK) yüksek kardiyovasküler risk insidansına sahip görünmekte olup, aterosklerozun bir sonucu olarak kabul edilebilir. Düşük kemik mineral dansitesi ve artmış aort kalsifikasyon prevalensi arasındaki ilişki esas olarak toplum tabanlı çalışmalarda yaşlı bayanlarda gösterilmiştir. Ancak bazı çalışmalar kemik mineral dansitesi ile aort kalsifikasyonu arasında ilişki olmadığını bildirmiştir. Bu yüzden. biz koroner angiografi yapılan hastalarda AKK’nu değerlendirmeyi ve AKK olan ve olmayan hastaların kardiyovasküler risk faktörlerini ve kemik mineral dansitelerini karşılaştırmayı amaçladık. Materyal ve metod: Çalışma populasyonu koroner angiografi yapılan 585 ardışık hasta (372 erkek, 213 kadın, ortalama yaş=59±10 yıl) içeriyordu. Bütün hastalara transtorasik ekokardiyografik inceleme yapıldı. AKK bir yada daha fazla küspis üzerinde birden fazla parlak yoğun ekoların izlenmesi ve tutulan küspisin azalmış hareketi olarak tanımlandı. Bütün hastalar dual energy x-ray absorpsiyometri (DEXA) yöntemi ile kemik mineral dansitesi (T scor) ölçümü için Nükleer Tıp bölümüne yönlendirildi. Tüm hastalarda yaş, cinsiyet, vücut kitle indeksi, hipertansiyon, diyabetes mellitus, koroner arter hastalığı, hiperkolesterolemi ve sigara içiciliği kaydedildi. Bulgular: Çalışmamızda AKK prevalensı %27 (160/585) bulundu. Her iki grup arasında diyabetes mellitus, hiperkolesterolemi ve sigara içiciliği yönünden istatistiksel olarak anlamlı fark yoktu (p>0.05 hepsi için). Yaş ve hipertansiyon AKK için bağımsız risk faktörü olmasına karşılık vücut kitle indeksi AKK için bağımsız ve negatif risk faktörü olarak saptandı. AKK ile ilişkili bulunmasada AKK olan grupta koroner arter hastalığı anlamlı oranda yüksek saptandı. Ne T skoru, ne de yaş ve cinsiyete uyarlanmış T skoru AKK ile ilişkili bulunmadı. Sonuç: Biz bu çalışmada yaş, hipertansiyon ve vücut kitle indeksi ile AKK arasında bağımsız ilişki olduğunu gösterdik. Kemik mineral dansite ölçümünde yaş-cinsiyet uyarlanmış T skoru AKK ile ilişkisiz bulundu. Her ne kadar çalışmamızda koroner arter hastalığı ile AKK arasında ilişki olmadığı gösterilmiş olsada bu konunun aydınlanması için ileri çalışmalara ihtiyaç vardır.Öğe Aterosklerotik Koroner Arter Hastalığı Tespit Edilenlerde Plazma Homosistein Düzeyi(İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Dergisi, 2001) Battaloğlu, Bektaş; Erdil, Nevzat; Nisanoğlu, Vedat; Koşar, Feridun; Şahin, Kazım; Özerol, Elif; Temel, İsmailAmino asit metabolizması veya homosistein metabolizmasına ait kalıtsal bozukluklar v asküler hastalıkların patogenezinde söz edilmektedir. Biz koroner arter hastalığının (KAH) teşhisinde homosistein seviyesinin saptanmasının klinik önemini araştırdık. Çalışma hastaları (n=80) anjiyografik sonuçlara dayanarak normal koroneri olan grup (n=30) ve koroner arter hastalığı olan grup (n=50) olarak katogorize edildi. Koroner arter hastalığı olan hastalar normal kontrol grubundan daha yüksek homosistein düzeylerine sahipti(19.47 ±7.13’e karşın 9.21 ±5.14 nmol/ml, p<0.001). Koroner arter hastalarında yüksek dansiteli lipoprotein (HDL) düzeyleri daha düşük (31±12‘e karşın 47±16 nmol/ml, p<0.05), ve trigliserit düzeyleri daha yüksek idi (198 ±56’e karşın 142±24 mg/dl, p<0.05). Fakat KAH grubu ile kontrol grubu arasında plazma total kolesterol ve düşük dan siteli lipoprotein düzeyleri açısından önemli bir fark yoktu. Ayrıca KAH grubu ile kontrol grubunda hipertansiyon (HT), diabetes mellitus (DM) ve sigara içiciliğinin yüzdesi açısından önemli bir fark vardı (Hepsi için, p<0.05). Bizim verilerimiz hiperhomosisteineminin ateroskleroz için risk faktörlerine sahip hastalarda yüksek prevalansa sahip olduğunu göstermektedir. Ateroskleroz için risk faktörleri incelemesinde homosistein seviyesine de rutin bakılmalı ve tedavi edilmelidir.Öğe Behçet hastalığında QT, QTC intervalleri ve dispersiyon değerleri(İnönü Üniversitesi, Turgut Özal Tıp Merkezi, Göğüs Kalp ve Damar Cerrahisi Anabilim Dalı, Malatya., 1999) Koşar, Feridun; Evereklioğlu, Cem; Günen, Hakan; Er, HamdiÖz: AMAÇ: Behçet hastalığı ilk olarak Hulusi Behçet tarafından tanımlanmış olup üçlü semptom grubuyla karakterize generalize kronik inflamatuar hastalıktır. Kardiyak göstergeler perikardit, miyokardit, endokardit, koroner arterit, kapak hastalığı, ventriküler aritmiler içermektedir. Behçet hastalığında ventriküler aritmilerin mekanizması hakkında çok az bilgi mevcuttur. Bu çalışmada Behçet hastalığınla ventriküler aritmilerin riskini belirlemede ventriküler repolarizasyon dispersiyon değerlerini araştırdık. METOT VE BULGULAR: Behçet hastalığı olan 45 hastayı (ortalama yaşı; 37±4.7 yıl. 24 E. 21 K) ve kontrol grubu olarak 40 sağlıklı bireyi (ortalama yaş; 35±4.7 yıl. 24 E, 15 K) içeriyordu. Behçet hastalarında QT d ve QTcd intervalleri sırasıyla 58.9±15.6 msn, 76.8±10.5 msn iken kontrol grubunda bu değerler sırasıyla 41.3±10.3 msn, 57.5±7.9 msn olduğunu bulduk ( P <0.001). Behçet hastalığı olan hastalarda homojen olmayan miyokardial repolarizasyonu gösteren QT ve QTc'de önemli artışlar olduğu kaydedildi. SONUÇLAR: Bu çalışmanın verileri Behçet hastalığı olan hastalarda QT ve QTc dispersiyonun artması olarak yansıyan repolarizasyon anormaliklerine sahip olduğunu ortaya çıkarmıştır. QT ve QTc dispersiyonunun artması Behçet hastalığı olan hastalarda ventriküler aritmilerin açıklanmasında önemli olabilir.Öğe A case of left atrial myxoma associated with atrial septal defect(Journal of Cardiac Surgery, 2005) Koşar, Feridun; Erdil, Nevzat; Güllü, Hakan; Şahin, İbrahim; Nisanoğlu, Vedat; Battaloğlu, BektaşCardiac myxoma is the most frequent primary tumor of the heart. However, it is rarely associ-ated with congenital cardiac anomalies such as atrial septal defect in the literature. We present a 72-year-oldwoman referred to the emergency department with loss of consciousness and finally diagnosed as a ped-inculated mobile left atrial myxoma and concomitant occurrence of an ostium secundum type atrial septaldefect. The mass was successfully excised, and atrial septal defect was safely repaired by primary suture.The patient is currently well after surgery. Atrial myxoma should be considered in the differential diagno-sis when patients present with neurological consequences of systemic embolization.Öğe A case of left atrial myxoma associated with atrial septal defect(Journal of Cardiac Surgery, 2005) Koşar, Feridun; Erdil, Nevzat; Güllü, Hakan; Şahin, İbrahim; Nisanoğlu, Vedat; Battaloğlu, BektaşCardiac myxoma is the most frequent primary tumor of the heart. However, it is rarely associ-ated with congenital cardiac anomalies such as atrial septal defect in the literature. We present a 72-year-oldwoman referred to the emergency department with loss of consciousness and finally diagnosed as a ped-inculated mobile left atrial myxoma and concomitant occurrence of an ostium secundum type atrial septaldefect. The mass was successfully excised, and atrial septal defect was safely repaired by primary suture.The patient is currently well after surgery. Atrial myxoma should be considered in the differential diagno-sis when patients present with neurological consequences of systemic embolization.Öğe Coronary artery bypass grafting in a patient with double spiral spontaneous coronary artery dissection(Case Rep Clin Pract Rev, 2002) Battaloğlu, Bektaş; Erdil, Nevzat; Koşar, FeridunBackground: Spontaneous coronary artery dissection is a rare cause of myocardial ischemia. It is a condition with greater prevalence in young women, particularly in the peripartum or early postpartum period. Case report: We report a case of double spontaneous spiral coronary artery dissections involving the left anterior descending and right coronary artery in a 39-year-old man who underwent successful coronary artery bypass grafting. Conclusion: Early diagnosis is imperative for survival. Coronary artery bypass grafting is a safe and reliable method for spontaneous multiple spiral dissections of coronary arteries which present with myocardial ischemia.Öğe Coronary pulmonary fistulae involving a single coronary artery: A case report(İnönü Üniversitesi Turgut Özal Tıp Merkezi Dergisi, 1998) Koşar, FeridunÖz: Koronero-pulmoner fistül nadir görülen kardiyak anomalilerdir. Tek koroner arteri içeren koronero-pulmoner fistülü olan 44 yaşında kadın olgusunu sunuyoruz. Hasta atipik göğüs ağrısı tanımlıyordu. Egzersiz talyum sintigrafi çalışması hiçbir perfüzyon defekti göstermedi. Bu olguyu LAD'den köken alan ve pulmoner artere drene olan koroner arter fistülü olarak teşhis ettik. Aynı zamanda, hastada hiçbir obstrüktif koroner lezyon yoktu. Halen, hasta girişimsiz iyi durumdadır Başlık (İngilizce): Tek koroner arteri içeren koronero-pulmoner fistül: Olgu sunumu Öz (İngilizce): Coronary pulmonary fistulae are rare cardiac anomalies. We present the case of a 44 year-old woman with coronary pulmonary fistulae involving a single coronary artery. She presented with atypical chest pain. Exercise thallium scan study showed no perfusion defect. We diagnosed this case as a coronary artery fistula originating from the proximal left anterior descending artery and draining into the pulmonary artery. The patient also had no abstructive coronary lesion. She has remained well without intervention.Öğe Determinants of hypoxemia in cirrhosis(Solunum Sistemi, 2002) Günen, Hakan; Yıldırım, Bülent; Seçkin, Yüksel; Hacıevliyagil, Süleyman S.; Koşar, FeridunAbstract: Background and Objectives: Mechanisms of the development of hypoxemia in cirrhosis are still not well understood. In this study, we aimed to investigate and determine the factors contributing to hypoxemia in patients with cirrhosis. Patients and Measurements: A total of 52 biopsy proven cirrhotic patients without any cardiopulmonary disorder and encephalopathy were studied prospectively. Blood gases were measured in supine, sitting positions and also while inhaling 100% O2. for 15 minutes. In the supine position, PaO2 values between 79-60 mmHg were evaluated as mild to moderate hypoxemia and any value below 60 mmHg as severe. Hemoglobin, albumin, AST and ALT levels, prothrombin time, presence of orthodeoxia, ascites, results of spirometric tests, duration of the disease and smoking habits were recorded in all patients. Contrast echocardiography (CE) was also performed in all patients. The results of these parameters were analysed to elucidate the determinants of hypoxemia in cirrhosis. hypoxemic Hypoxemia was mild to moderate in 18 patients (mean 72.3 mmHg) and severe in 3 patients (mean 52.2 mmHg). All patients responded well to 100% O2 inhalation with expected elevations in PaO2, thus excluding real anatomic and portopulmonary shunts as the causes of hypoxemia. Hypoxemic patients showed significant differences from normoxemic patients with cirrhosis in frequency of ascites (p<0.001) and AST levels (relatively lower levels) (p<0.05). Positive CE findings and orthodeoxia (a sign representatives of hepatopulmonary syndrome) showed an association with severe hypoxemia (p<0.001 and p<0.01 respectively). Conclusion: Presence of ascites and relatively low levels of serum AST appear to be predictors of hypoxemia in cirrhotic patients without cardiopulmonary disorder or encephalopathy. We suggest that all cirrhotic patients meeting one or both of these criteria be routinely investigated for hypoxemia.Öğe Dev kalp. Olgu sunumu(2001) Koşar, Feridun; Topal, Ergün; Sezgin, Alpay T.; Altınok, Tayfun; Özdemir, Ramazan; Tandoğan, İzzetRomatizmal kalp kapak hastalıklarında en fazla mitral kapak tutulumu olur. Olguların % 40'ında mitral darlık ve mitral yetmezlik beraber bulunur. Semptomlar kapak hastalığının derecesi ve sol ventrikül fonksiyonuyla uyumludur. Dispne, ortopne, yaygın ödem nedeniyle başvuran 35 yaşındaki bayan hastanın teleradyografısinde kardiyotorasik oran artmış (0.9), toraks orta-alt kısımlarında akciğer dokusu izlenmiyordu. Ekokardiyografisinde sol ventrikül diyastolik çapı 13,8 cm, sol atriyum çapı 12 cm, sağ ventrikül çapı 5,5 cm, sağ atriyum çapı 10,4 cm , 4 ° mitral yetmezlik, hafif mitral darlık, 4° triküspit yetmezlik saptandı. Sol ventrikül ejeksiyon fraksiyonu % 45 ve pulmoner arter basıncı 50 mmHg olarak hesaplandı. Hasta semptomlarının son bir yi Idır mevcut olduğunu ifade ediyordu. Hastamızı bu zamana kadar saptadığımız en ileri kardiyomegalili olgu o iması ve bir yıl öncesine kadar önemli bir semptom tariflememesi nedeniyle sunmayı uygun bulduk.Öğe Dev Kalp: Olgu Sunumu(İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Dergisi, 2001) Tandoğan, izzet; Sezgin, Alpay T.; Altınok, M.Tayfun; Topal, Ergün; Özdemir, Ramazan; Koşar, FeridunRomatizmal kalp kapak hastalıklarında en fazla mitral kapak tutulumu olur. Olgul arın % 40’ında mitral darlık ve mitral yetmezlik beraber bulunur. Semptomlar kapak hastalığının derecesi ve sol ventrikül fonksiyonuyla uyumludur. Dispne, ortopne, yaygın ödem nedeniyle başvuran 35 yaşındaki bayan hastanın teleradyografisinde kardiyotorasik oran artmış (0.9), toraks orta-alt kısımlarında akciğer dokusu izlenmiyordu. Ekokardiyografisinde sol ventrikül diyastolik çapı 13,8 cm, sol atriyum çapı 12 cm, sağ ventrikül çapı 5,5 cm, sağ atriyum çapı 10,4 cm , 4 0 mitral yetmezlik, hafif mitral darlık, 4 0 triküspit yetmezlik saptandı. Sol ventrikü l ejeksiyon fraksiyonu % 45 ve pulmoner arter basıncı 50 mmHg olarak hesaplandı. Hasta semptomlarının son bir yı ldır mevcut olduğunu ifade ediyordu. Hastamızı bu zamana kadar saptadığımız en ileri kardiyomegalili olgu o lması ve bir yıl öncesine kadar önemli bir semptom tariflememesi nedeniyle sunmayı uygun bulduk.Öğe Does cardiopulmonary bypass alter plasma level of tumor markers ca 125 and carcinoembryonic antigen(The Thoracic and Cardiovascular Surgeon, 2002) Battaloğlu, Bektaş; Erdil, Nevzat; Nisanoğlu, Vedat; Koşar, Feridun; Özgür, Bülent; Yıldırım, Bülent; Karagöz, HüseyinBACKGROUND: In addition to malignant diseases, acute and chronic inflammations may elevate plasma levels of tumor markers CA 125 and carcinoembryonic antigen (CEA). Cardiopulmonary bypass (CPB) causes a generalized inflammatory response. In this study, we have investigated the effect of CPB on plasma levels of CA 125 and CEA. METHODS: We measured plasma levels of CA 125 and CEA in patients undergoing coronary artery bypass grafting (CABG) with CPB (Group 1, n = 21), and in patients who underwent off-pump CABG, that is, without CPB (Group 2, n = 16). Blood samples were collected preoperatively, and on postoperative days 1, 6, and 12. RESULTS: Within both groups, CEA plasma levels were not significantly influenced in any samples. Comparing with preoperative values, CA 125 values elevated significantly on postoperative days 6 and 12 within both groups. It was observed that the elevation of CA 125 plasma levels in these samples were significantly higher in Group 1. CONCLUSIONS: The results indicate that CPB elevated plasma level of CA 125. However, clinical importance of this finding needed further evaluation.Öğe Effect of posterior pericardiotomy on early and late pericardial effusion after valve replacement(Journal of Cardiac Surgery, 2005) Nisanoğlu, Vedat; Erdil, Nevzat; Battaloğlu, Bektaş; Koşar, Feridun; Erdil, Feray Akgül; Cihan, H. BeratPericardial effusion (PE) after cardiac surgery is frequent. It is more frequently seenafter valve replacement or other types of heart surgery. Oral anticoagulants and antiplatelet agents mayinduce effusion development after open heart surgery. Our objective was to determine the efficiency ofposterior pericardiotomy (PP) after cardiac valve operation for reducing the incidence of early and late PEand tamponade.Methods: This prospective randomized study was carried out in 100 consecutive patientsundergoing mechanical valve replacement between August 2001 and May 2003 in our institution. Patientswere divided into two groups; each group consisted of 50 patients. Longitudinal incision was made paralleland posterior to the left phrenic nerve, extending from the left inferior pulmonary vein to the diaphragm inGroup 1. Posterior pericardiotomy was not done in Group 2.Results: Early PE was detected in four patients(8%) and in 19 patients (38%) in Group 1 and Group 2, respectively (p < 0.001). No late PE effusion wasdeveloped in Group 1 despite nine (18%) late PE developing in Group 2 (p < 0.003). The rate of delayedpericardial tamponade was lower in Group 1, but this difference was not statistically significant (0% vs 10%;p < 0.056).Conclusion: These findings suggest that PP is an easy, feasible, and beneficial technique forreducing both the occurrence of early and late PE or pericardial tamponade in patients undergoing valvereplacement.Öğe Effects of coronary revascularization and concomitant aneurysmectomy on QT interval duration and dispersion(Journal of Electrocardiology, 2006) Koşar, Feridun; Nisanoğlu, Vedat; Aksoy, Yüksel; Çolak, Cengiz; Erdil, Nevzat; Battaloğlu, BektaşA reduction in QT dispersion (QTd) has been previously shown in patients receiving thrombolytics and undergoing coronary artery bypass grafting (CABG). The purpose of the present study was to investigate changes occurring in corrected QT intervals or QT dispersion after CABG and concomitant aneurysmectomy in the same session. The study population included 43 patients with coronary artery disease with left ventricular aneurysm (LVA). The control group included 32 patients with coronary artery disease without LVA. The study patients underwent CABG and aneurysmectomy in the same surgical session. Corrected maximum and minimum QT interval duration (QTcmax and QTcmin) and corrected QT dispersion (QTcd) were measured in the study patients before and after surgery. QTcmax and QTcd in the patients with LVA were significantly higher than in the patients without LVA ( P b .001 and P b .001, respectively). QTcmax and QTcd in the patients with LVA were significantly shortened after surgery ( P b .001 and P b .001, respectively). This study showed that QTcmax and QTcd values are significantly reduced after CABG and concomitant aneurysmectomy. We have suggested that coronary revascularization and left ventricular reconstruction in the same session have beneficial effects on QT interval duration and dispersion.D 2006 Elsevier Inc. All rights reserved.Öğe Effects of coronary revascularization and concomitant aneurysmectomy on QT interval duration and dispersion(Journal of Electrocardiology, 2006) Koşar, Feridun; Nisanoğlu, Vedat; Aksoy, Yüksel; Çolak, Cengiz; Erdil, Nevzat; Battaloğlu, BektaşA reduction in QT dispersion (QTd) has been previously shown in patients receiving thrombolytics and undergoing coronary artery bypass grafting (CABG). The purpose of the present study was to investigate changes occurring in corrected QT intervals or QT dispersion after CABG and concomitant aneurysmectomy in the same session. The study population included 43 patients with coronary artery disease with left ventricular aneurysm (LVA). The control group included 32 patients with coronary artery disease without LVA. The study patients underwent CABG and aneurysmectomy in the same surgical session. Corrected maximum and minimum QT interval duration (QTcmax and QTcmin) and corrected QT dispersion (QTcd) were measured in the study patients before and after surgery. QTcmax and QTcd in the patients with LVA were significantly higher than in the patients without LVA (P < .001 and P < .001, respectively). QTcmax and QTcd in the patients with LVA were significantly shortened after surgery (P < .001 and P < .001, respectively). This study showed that QTcmax and QTcd values are significantly reduced after CABG and concomitant aneurysmectomy. We have suggested that coronary revascularization and left ventricular reconstruction in the same session have beneficial effects on QT interval duration and dispersionÖğe Effects of coronary revascularization and concomitant aneurysmectomy on QT interval duration and dispersion(Journal of Electrocardiology, 2006) Koşar, Feridun; Nisanoğlu, Vedat; Aksoy, Yüksel; Çolak, Cengiz; Erdil, Nevzat; Battaloğlu, BektaşA reduction in QT dispersion (QTd) has been previously shown in patients receiving thrombolytics and undergoing coronary artery bypass grafting (CABG). The purpose of the present study was to investigate changes occurring in corrected QT intervals or QT dispersion after CABG and concomitant aneurysmectomy in the same session. The study population included 43 patients with coronary artery disease with left ventricular aneurysm (LVA). The control group included 32 patients with coronary artery disease without LVA. The study patients underwent CABG and aneurysmectomy in the same surgical session. Corrected maximum and minimum QT interval duration (QTcmax and QTcmin) and corrected QT dispersion (QTcd) were measured in the study patients before and after surgery. QTcmax and QTcd in the patients with LVA were significantly higher than in the patients without LVA ( P b .001 and P b .001, respectively). QTcmax and QTcd in the patients with LVA were significantly shortened after surgery ( P b .001 and P b .001, respectively). This study showed that QTcmax and QTcd values are significantly reduced after CABG and concomitant aneurysmectomy. We have suggested that coronary revascularization and left ventricular reconstruction in the same session have beneficial effects on QT interval duration and dispersion.Öğe Effects of coronary revascularization and concomitant aneurysmectomy on QT interval duration and dispersion(Journal of Electrocardiology, 2006) Koşar, Feridun; Nisanoğlu, Vedat; Aksoy, Yüksel; Çolak, Mehmet Cengiz; Erdil, Nevzat; Battaloğlu, BektaşA reduction in QT dispersion (QTd) has been previously shown in patients receiving thrombolytics and undergoing coronary artery bypass grafting (CABG). The purpose of the present study was to investigate changes occurring in corrected QT intervals or QT dispersion after CABG and concomitant aneurysmectomy in the same session. The study population included 43 patients with coronary artery disease with left ventricular aneurysm (LVA). The control group included 32 patients with coronary artery disease without LVA. The study patients underwent CABG and aneurysmectomy in the same surgical session. Corrected maximum and minimum QT interval duration (QTcmax and QTcmin) and corrected QT dispersion (QTcd) were measured in the study patients before and after surgery. QTcmax and QTcd in the patients with LVA were significantly higher than in the patients without LVA ( P b .001 and P b .001, respectively). QTcmax and QTcd in the patients with LVA were significantly shortened after surgery ( P b .001 and P b .001, respectively). This study showed that QTcmax and QTcd values are significantly reduced after CABG and concomitant aneurysmectomy. We have suggested that coronary revascularization and left ventricular reconstruction in the same session have beneficial effects on QT interval duration and dispersion.Öğe Efficacy of ticlopidine on platelet aggregability in patients with a VVI pacemaker(İnönü Üniversitesi Turgut Özal Tıp Merkezi Dergisi, 1999) Koşar, Feridun; Oğuzhan, AbdurrahmanÖz: Birkaç çalışma VVI pacemakerlı hastalarda platelet agregabilitede bir artış olduğunu daha önceden saptamış idi; üstelik bazı yazarlar, bu hastalarda platelet aktivasyon belirteçlerinin artmış oluşumunu gösteren platelet agregasyonunun azalmasında antiplatelet ilaçların etkili olabildiğini gösterdi. Bu hususta, platelet agregabilite 25 VVI pacemaker hastasında ve 15 kontrol grubunda araştırıldı. Ayrıca, ?-thromboglobulin (Beta-TG) and platelet faktör 4 (PF4)'ün plazma düzeyleri tiklopidin tedavisi öncesi ve sonrası plateletlerin aktivasyon derecesini saptamak için ölçüldü. Plazma Beta-TG and PF4 düzeyleri kontrol grubuyla karşılaştırıldığında VVI'lı hastalarda önemli ölçüde artmış idi. (Sırasıyla, 147. 84±44.45, 75.64±31.77, P<0.001 ve 62.90±71.93, 21.88±11.10, P < 0.001). Ayrıca, tiklopidin tedavisi sonrası plazma Beta-TG ve PF4 düzeyleri tiklopidin tedavisi öncesindeki düzeylerle karşılaştırıldığında önemli oranda azalmış idi. (Sırasıyla, 43.69±16.56, 147.84±44.45, P < 0.001 ve 15.07±7.17, 62.90±71.93, P<0.001). Verilerimiz, VVI pacemakerlı hastalarda platelet agregabilitede bir artış olduğunu doğrulamakta ve platelet agregabiliteyi azaltmakta tiklopidinin etkili olduğunu göstermektedir.Öğe Fibrinojen Ve Koroner Arter Hastalığı(Turgut Özal Tıp Merkezi Dergisi, 1999) Koşar, Feridun; Tandoğan, İzzet; Hisar, İsmet; Varol, Ercan; Aytan, YılmazFibrinojenirı aterosklerozis ve koroner arter hastalığının patoge-nezinde yer aldığı daha önceden gösterilmiştir. Fakat fibrinojen düzeyinin koroner arter hastalığının yaygınlığı ve tam tıkanıklığın varlığı ile ilişkisi sadece birkaç çalışmada gösterilmiştir. Bu çalışmanın amacı çalışma po-pulasyonumuzda koroner arter hastalığının yaygınlığı ve tam tıkanıklığın varlığı ile fibrinojen arasında bir ilişkinin varlığını belirlemek idi. Metod ve Bulgular. Hastalar tam tıkanıklığın varlığına veya yokluğuna ve koroner arter hastalığının yaygınlığına (tek damar, iki damar ve üç damar) göre sınıflandırıldı. Çalışma grubu koroner arter hastalığı olan 360 hastayı içeriyordu. Bu hastaların 129'unda tam tıkanıklık varken geri kalan hastalarda tam tıkanıklık yoktu. Ayrıca tek damar hastalığı 165, iki damar hastalığı 135, üç damar hastalığı 60 hastada mevcuttu. Tam tıkanıklığı olan hastaların plazma fibrinojen düzeyleri tam tıkanıklığı olmayan hastalardan daha yüksekti (4.76±1.36 g/l'e karşın 4.21±1.04 g/l, p<0.001). Aynı zamanda hasta damar sayısı arttıkça fbrinojen kararlı bir şekilde artıyordu (sırasıyla, 4.52±1.18 g/l, 4.63±1.33 g/l ve 4.70±1.15 g/l, p<0.05). Sonuç. Bu sonuçlar yüksek fbrinojen düzeylerinin tam tıkanıklığın ve çok damar hastalığının varlığını gösterebileceğine işaret etmektedir.
- «
- 1 (current)
- 2
- 3
- »