Yazar "Nisanoğlu, Vedat" seçeneğine göre listele
Listeleniyor 1 - 20 / 25
Sayfa Başına Sonuç
Sıralama seçenekleri
Öğe Acute abdominal aorta embolism caused by rupture of a cardiac hydatid cyst(Annals of Vascular Surgery, 2004) Nisanoğlu, Vedat; Erdil, Nevzat; Işık, Burak; Battaloğlu, Bektaş; Alat, İlkerWe report a case of an abdominal aortic embolism due to rupture of a cardiac hydatid cyst. This report emphasizes the diagnostic, preventative, and treatment options for hydatid cyst embolism of abdominal aorta. Echocardiography should be routinely performed in all patients with hydatid disease for possible involvement of the heart. This enables early diagnosis and treatment of cardiac echinococcus before life-threatening complications occur.Öğe Arteriyovenöz fistüllü hemodiyaliz hastasının yaşam kalitesinde multidisipliner yaklaşımın önemi(Türk Göğüs Kalp Damar Cerrahisi Dergisi, 2006) Alat, İlker; Akpınar, Mehmet Beşir; Bahçeci, Funda; Taşkapan, Hülya; Kutlu, Ramazan; Saraç, Kaya; Battaloğlu, Bektaş; Nisanoğlu, VedatÖz: Arteriyovenöz fistüllerin, uzun dönem başarısını etkileyen faktörler beş olguda hemodiyaliz amaçlı olarak incelendi. Arteriyovenöz fistüllerin oluşturulmasında kalp ve damar cerrahı için "dolaşım yeterliliğinin tespiti" önemlidir. Hastanın ameliyata girmeden önce geçirdiği aşamalar da ameliyatın stratejisini değiştirecektir. Ameliyattan sonraki dönemde fistülün başarısına etki eden en önemli faktör ise hemodiyaliz personelinin eğitimidir. Kalp ve damar cerrahının fistülde başarı elde edebilmesinde en büyük yardımcıları aynı zamanda invaziv radyologlardır. Arteriyovenöz fistül cerrahisinin hastaya bir hayat sunduğu unutulmamalıdır. Bu konuda başarılı olmada multidisipliner yaklaşımın önemi vurgulandı.Öğe Atan kalbe baypas cerrahisi uygulanan adrenal yetmezlikli olguda anestezik yaklaşım(Türk Anestezi ve Reanimasyon Dergisi, 2008) Erdil, Feray; Begeç, Zekine; Öztürk, Erdoğan; But, A. Kadir; Nisanoğlu, Vedat; Ersoy, M. ÖzcanÖz: Glukokortikoidler fizyolojik ve cerrahi stres durumunda homeostazisi sağlamak için adrenal korteksten yüksek miktarlarda salınır. Ancak, adrenal yetmezliği olan olgularda, anestezi ve cerrahi strese ya da glikokortikoid tedavisinde yetersizliğe bağlı yaşamı tehdit eden adrenal kriz gelişebilir. Bu olgu sunumunda, Cushing Sendromuna bağlı bilateral adrenalektomi ameliyatı geçirmiş ve uzun yıllar glikokortikoid tedavisi alan bir olguda, atan kalpte baypas cerrahisi sırasında başarılı şekilde uygulanan anestezi tekniği ve kortizol tedavisi tartışılmıştır.Öğe Aterosklerotik Koroner Arter Hastalığı Tespit Edilenlerde Plazma Homosistein Düzeyi(İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Dergisi, 2001) Battaloğlu, Bektaş; Erdil, Nevzat; Nisanoğlu, Vedat; Koşar, Feridun; Şahin, Kazım; Özerol, Elif; Temel, İsmailAmino asit metabolizması veya homosistein metabolizmasına ait kalıtsal bozukluklar v asküler hastalıkların patogenezinde söz edilmektedir. Biz koroner arter hastalığının (KAH) teşhisinde homosistein seviyesinin saptanmasının klinik önemini araştırdık. Çalışma hastaları (n=80) anjiyografik sonuçlara dayanarak normal koroneri olan grup (n=30) ve koroner arter hastalığı olan grup (n=50) olarak katogorize edildi. Koroner arter hastalığı olan hastalar normal kontrol grubundan daha yüksek homosistein düzeylerine sahipti(19.47 ±7.13’e karşın 9.21 ±5.14 nmol/ml, p<0.001). Koroner arter hastalarında yüksek dansiteli lipoprotein (HDL) düzeyleri daha düşük (31±12‘e karşın 47±16 nmol/ml, p<0.05), ve trigliserit düzeyleri daha yüksek idi (198 ±56’e karşın 142±24 mg/dl, p<0.05). Fakat KAH grubu ile kontrol grubu arasında plazma total kolesterol ve düşük dan siteli lipoprotein düzeyleri açısından önemli bir fark yoktu. Ayrıca KAH grubu ile kontrol grubunda hipertansiyon (HT), diabetes mellitus (DM) ve sigara içiciliğinin yüzdesi açısından önemli bir fark vardı (Hepsi için, p<0.05). Bizim verilerimiz hiperhomosisteineminin ateroskleroz için risk faktörlerine sahip hastalarda yüksek prevalansa sahip olduğunu göstermektedir. Ateroskleroz için risk faktörleri incelemesinde homosistein seviyesine de rutin bakılmalı ve tedavi edilmelidir.Öğe Cerrahi olarak tedavi ettiğimiz sol ventrikül anevrizmalı hastaların erken dönem sonuçları(2003) Erdil, Nevzat; Nisanoğlu, Vedat; Cihan, Hasan Berat; Gülcan, Öner; Ege, Erdal; Alat, İlkerÖz: Amaç: Sol ventrikül anevrizması olan hastalarda anevrizmanın onarımı, yaşam süresi ve kalitesini iyileştiren önemli girişimlerden biridir. Bu çalışmada sol ventrikül anevrizması nedeniyle cerrahi olarak tedavi ettiğimiz olguların erken dönem sonuçlarını sunmaktayız. Materyal ve Metod: Ocak 2001 ile Kasım 2002 tarihleri arasında postiskemik sol ventrikül anevrizması olan 51 hasta cerrahi olarak tedavi edildi. Olguların 45'i erkek (%88.2) olup, yaş ortalaması 58.53 ± 10.78 yıl idi. Hastaların 31'inde (%60.8) yama endoanevrizmorafi, 20'sinde (%39.2) lineer anevrizektomi gerçekleştirildi. Tüm olgulara ek olarak tam koroner revaskülarizasyon yapıldı. Bulgular: Erken dönemde iki hasta (%3.9) kaybedildi. Postoperatif dönemde 2 hastada düşük kalp debisi nedeniyle intraaortik balon pompası ihtiyacı oldu. Hastaların 10'unda (%19.6) atriyal fibrillasyon gelişti ve tümü antiaritmik ajanlarla sinüs ritmine döndürüldü. Hasta başına ortalama 2.59 pm1.04 distal anastomoz yapıldı. Ortalama yoğun bakım ve hastanede kalış süresi sırasıyla 2.83 pm 1.29 ve 7.74 ± 2.14 gün idi. Fonksiyonel kapasitelerin tüm hastalarda belirgin olarak düzeldiği gözlendi. Sonuç: Kullanılan metoda bakılmaksızın tam koroner revaskülarizasyonla kombine edilen sol ventrikül anevrizma onarımları, survi ve fonksiyonel kapasitede düzelme sağlanmakta olup, güvenle uygulanabilir.Öğe Doku ve organ naklinde hasta ve yakınlarının görüşleri(Anadolu Kardiyoloji Dergisi, 2007) Alat, İlker; Akpınar, Beşir.M; Eğri, Mücahit; Aydın, Nihat; Aydemir, İ.Koray; Aldemir, Mustafa; Eroğlu, Tamer; Özgür, Bülent; Erbaş, Fulya; Nisanoğlu, VedatAmerika Birleflik Devletleri’nde y›lda 500 bin konjestif kalp yetersizli¤i (KKY) teflhisi konulmaktad›r. Kalp nakli (KN) sonras› 5 y›ll›k sa¤kal›m oran›n›n %60’›n üzerinde, NYHA s›n›f - IV hastalarda t›bbi tedaviyle 3 y›ll›k sa¤kal›m›n %18 oldu¤u belirtilmifltir. Ventriküler yard›m ayg›tlar›n›n mortalitesiyse %40’d›r (1). Yani nakil tedavide önemli bir unsurdur. Ancak bekleyen al›c› listesi sürekli artmaktad›r, ABD’de bu oran y›lda %16’d›r (1). Amerikan Kalp Cemiyeti; y›lda 400 binin üzerinde yeni KKY vakas›n›n teflhis edildi¤ini, y›lda 34 milyar dolar üzerinde paran›n tedavi amac›yla harcand›¤›n› bildirmifltir (2). Bununla birlikte, 1980’lerde artan nakil say›s› 1990’larda plato yapm›fl, donör k›s›tl›l›¤›na ba¤l› olarak 2000’lerde düflüfle rastlanm›flt›r (3, 4). Bu nedenlerle donör listeleri sorgulanmaya bafllanm›fl, “marjinal donör” tan›m› gelifltirilmifl (2, 5, 6), buysa beraberinde etik sorunlar› getirmifltirÖğe An early detection of silent Aspergillus flavus infection in a patient with calcific mitral and aortic valve stenosis(2005) Tekerekoğlu, Mehmet Sait; Bayraktar, Mehmet Refik; Yetkin, Gülay; Çiçek, Ayşegül; Nisanoğlu, VedatAbstract: 61 yaşında kalsifiye kapak darlığı olan hastada infektif endokardit tesbit edilmiş ve post operatif kapak materyalinde Aspergillus Flavus üremiştir. Predispozan faktörleri ve belirgin spesifik klinik bulguları olmayan literatürdeki ilk Aspergillus endokarditidir.Hasta kardiyak cerrahi ve amphotericin tedavisini takiben iyileşmiştir.Öğe Effects of coronary revascularization and concomitant aneurysmectomy on QT interval duration and dispersion(Journal of Electrocardiology, 2006) Koşar, Feridun; Nisanoğlu, Vedat; Aksoy, Yüksel; Çolak, Mehmet Cengiz; Erdil, Nevzat; Battaloğlu, BektaşA reduction in QT dispersion (QTd) has been previously shown in patients receiving thrombolytics and undergoing coronary artery bypass grafting (CABG). The purpose of the present study was to investigate changes occurring in corrected QT intervals or QT dispersion after CABG and concomitant aneurysmectomy in the same session. The study population included 43 patients with coronary artery disease with left ventricular aneurysm (LVA). The control group included 32 patients with coronary artery disease without LVA. The study patients underwent CABG and aneurysmectomy in the same surgical session. Corrected maximum and minimum QT interval duration (QTcmax and QTcmin) and corrected QT dispersion (QTcd) were measured in the study patients before and after surgery. QTcmax and QTcd in the patients with LVA were significantly higher than in the patients without LVA ( P b .001 and P b .001, respectively). QTcmax and QTcd in the patients with LVA were significantly shortened after surgery ( P b .001 and P b .001, respectively). This study showed that QTcmax and QTcd values are significantly reduced after CABG and concomitant aneurysmectomy. We have suggested that coronary revascularization and left ventricular reconstruction in the same session have beneficial effects on QT interval duration and dispersion.Öğe Geçirilmiş cerrahi sonrası popliteal arter anevrizması(İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Dergisi, 2001) Battaloğlu, Bektaş; Nisanoğlu, Vedat; Gülcan, Öner; Cihan, Hasan Berat; Erdil, NevzatÖz: Popliteal arter anevrimalarında (PAA) ekstremiteyi tehdit edici tromboembolik komplikasyonlar sık görülür. Çoğu aterosklerotik kökenli olmakla bklikte travmatik PAA'lar da bildirilmiştir. Bu yazıda fossa popliteada geçirilmiş cerrahi müdahale sonrası gelişen ve akut iskemik komplikasyon ile başvuran PAA'lı bir olgu sunulmaktadır. Başlık (İngilizce): Post-surgical popliteal artery aneurysm Öz (İngilizce): Limb-threatening thromboembolic complications are common in patients with popliteal artery aneurysms (PAA). Although PAA are generally due to atherosclerosis, traumatic PAAs have also been reported. In this paper, we present a case of PAA which developed after a surgical intervention to the popliteal fossa and adverting with acute ischemic complication.Öğe Kalp Cerrahisi Sonrası Derin Sternal Enfeksiyonların Pektoral Kas Flepleri ile Başarılı Tedavisi+(İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Dergisi, 2007) Nisanoğlu, Vedat; Erdil, Nevzat; Eroğlu, Tamer; Aldemir, Mustafa; Özgür, Bülent; Cihan, Hasan Berat; Battaloğlu, BektaşKalp cerrahisi sonrası derin sternal yara enfeksiyonu nadir olmakla beraber, hayatı tehdit eden, hastanede kalış süresini ve maliyeti artıran ağır komplikasyonlardan biridir. Debridman ve yaranın izotonik solüsyon ile yıkanması en sık başvurulan yöntemse de, bu tedavilerin yetersiz kaldığı durumlarda sternal rezeksiyon ve pektoral kas flep rekonstrüksiyonu gerekebilir. Bu yazıda, kardiyak cerrahi sonrası derin sternal enfeksiyon gelişen 4 olguda uyguladığımız cerrahi debridman ve pektoral kas flep rekonstrüksiyonu sonuçlarımızı irdeledik.Öğe Kalsifik Mitral ve Aortik Kapak Darlığı olan Hastada Aspergillus flavus İnfeksiyonu(İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Dergisi, 2005) Tekerekoğlu, Mehmet Sait; Bayraktar, Mehmet Refik; Yetkin, Gülay; Çiçek, Ayşegül; Nisanoğlu, Vedat61 yaşında kalsifiye kapak darlığı olan hastada infektif endokardit tesbit edilmiş ve post operatif kapak materyalinde Aspergillus Flavus üremiştir. Predispozan faktörleri ve belirgin spesifik klinik bulguları olmayan literatürdeki ilk Aspergillus endokarditidir.Hasta kardiyak cerrahi ve amphotericin tedavisini takiben iyileşmiştir.Öğe Kardiyopulmoner bypassa engel olan yöresel bir sorun(2004) Alat, İlker; Battaloğlu, Bektaş; Atambay, Metin; Nisanoğlu, Vedat; Erdil, Nevzat; Gülcan, Öner; Cihan, Hasan BeratAmaç:İmmün sistem üzerindeki negatif etkileri iyi bilinen kardiyopulmoner bypassın parazitozlarla ilişkisi pek değerlendirilmiş değildir. Bir olgu ile bu konu değerlendirilmiştir. Olgu:Elektif şartlarda, açık kalp cerrahisi yöntemiyle koroner bypass ameliyatı planlanan ve Taneia saginata açısından şikayeti olmayan olgu operasyon masasına alındı. Anestezi indüksiyon aşamasında, anüsten spontan olarak dökülen parazitler sebebiyle operasyon ertelendi. Parazitolojik bakıda, parazitin T. saginata olduğu anlaşıldı. Sonuç:Kardiyopulmoner bypassa girecek olguda, mevcut enfeksiyon nasıl bir kontrendikasyonsa, parazitozlar da benzeri şekildeki yan etkileri sebebiyle kontrendikasyon teşkil etmelidirler. Bu nedenle, özellikle bölgemizde olmak üzere, tüm ülkemiz insanının yemek kültürü tekrar değerlendirilmelidir.Öğe Kardiyopulmoner Bypassa Engel Olan Yöresel Bir Sorun(İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Dergisi, 2004) Alat, İlker; Battaloğlu, Bektaş; Atambay, Metin; Nisanoğlu, Vedat; Erdil, Nevzat; Gülcan, Öner; Cihan, Hasan Berat; Ege, Erdalİmmün sistem üzerindeki negatif etkileri iyi bilinen kardiyopulmoner bypassın parazitozlarla ilişkisi pek değerlendirilmiş değildir. Bir olgu ile bu konu değerlendirilmiştir. Olgu:Elektif şartlarda, açık kalp cerrahisi yöntemiyle koroner bypass ameliyatı planlanan ve Taneia saginata açısından şikayeti olmayan olgu operasyon masasına alındı. Anestezi indüksiyon aşamasında, anüsten spontan olarak dökülen parazitler sebebiyle operasyon ertelendi. Parazitolojik bakıda, parazitin T. saginata olduğu anlaşıldı. Sonuç:Kardiyopulmoner bypassa girecek olguda, mevcut enfeksiyon nasıl bir kontrendikasyonsa, parazitozlar da benzeri şekildeki yan etkileri sebebiyle kontrendikasyon teşkil etmelidirler. Bu nedenle, özellikle bölgemizde olmak üzere, tüm ülkemiz insanının yemek kültürü tekrar değerlendirilmelidir.Öğe Korener cerahisi geçiren hastalarda internal torasik arter ve radial arter T greft kullanımı(Türk Göğüs Kalp Damar Cerrahisi Dergisi, 2008) Erdil, Nevzat; Nisanoğlu, Vedat; Kaynak, Murat; Eroğlu, Tamer; Berat, Cihan Hasan; Aydın, Nihat; Battaloğlu, BektaşÖz: Amaç: Koroner arter cerrahisinde radial arterin (RA) proksimalini sol internal torasik artere (LİTA) anastomoz etmek (T greftleme tekniği), sadece arteriyel greftler kullanılarak tam revaskülarizasyon oranını artırmaktadır. Bu çalışmada LİTA ve RA kullanılarak T greftleme yaptığımız olguların perioperatif, erken ve geç dönem sonuçları irdelendi. Çalışma planı: Mart 2003 ile Aralık 2006 tarihleri arasında koroner arter bypass cerrahisi uygulanan 1118 hastanın 354’ünde en az bir RA grefti kullanıldı. Bu olgulardan LİTA ve RA kullanılarak T anastomoz konfigürasyonu yapılan 91 hasta (65 erkek, 26 kadın; ort. yaş 58±10.3; dağılım 31-80) çalışmaya dahil edildi. Olguların dördünde iki taraflı İTA, 44’ünde iki taraflı RA kullanılırken, 67’sinde RA ardışık greft tarzında kullanıldı. Bulgul ar: Ortalama distal anastomoz sayısı 3.7±0.9 idi. Erken dönem 30 günlük mortalite oranı %2.2 idi (n=2). Düşük kalp debisine bağlı iki hastada intraaortik balon pompası, 12 hastada inotropik destek ihtiyacı oldu. On iki hastada medikal tedavi ile düzelen atriyal fibrilasyon gözlendi. Hiçbir hastada RA çıkarılmasına bağlı bir komplikasyon tespit edilmedi. Ameliyat sonrası dönemde semptomatik sekiz hastaya ortalama 20.4±10.8 aylık takibinde (7-33 ay) kontrol anjiyografi yapıldı, LİTA açıklık oranı %100, RA açıklık oranı %84.2 idi. Sonuç: Seçilmiş hastalarda T greftleme tekniği ile LİTA ve RA kullanılarak tam arteriyel revaskülarizasyon düşük mortalite ve morbidite oranları ile güvenle gerçekleştirilebilir.Öğe Koroner arter bypass cerrahisinde akut normovolemik hemodilüsyonun koagülasyon, fibrinolitik sistem, protein C ve protein S üzerine etkisi(Türk Göğüs Kalp Damar Cerrahisi Dergisi, 2004) Nisanoğlu, Vedat; Erdil, Nevzat; Kaya, Emin; Erdil, Akgül Feray; Battaloğlu, Bektaş; Köroğlu, Ahmet; İlksen, Hüseyin ToprakÖz: Amaç: Kardiyopulmoner bypass (KPB) kullanılarak yapılan kalp cerrahisi, hemostatik sistemde çeşitli değişikliklere yol açar. Bu çalışmada koroner arter cerrahisi uygulanan hastalarda akut normovolemik hemodilüsyonun koagülasyon, fibrinolitik sistem ve protein S ve C gibi fizyolojik antikoagülanlar üzerine etkisini inceledik. Materyal ve Metod: Akut normovolemik hemodilüsyon uygulanarak (Grup l, n = 20) ve uygulanmayarak (Grup 2, n = 21) koroner arter cerrahisi yapılan 41 hasta çalışmaya alındı. Aktive edilmiş pıhtılaşma zamanı, protrombin zamanı, aktif parsiyel tromboplastin zamanı, fibrin yıkım ürünleri (d-dimer), fibrinojen, protein C ve S ile trombosit sayıları ölçüldü. Kan örnekleri anestezi indüksiyonunu takiben KPB'nin 20. dakikası, protamin uygulamasından 30 dakika sonrası ve KPB'den çıkıldıktan 24 saat sonra alındı. Bulgular: Her iki grupta preoperative değerlerle kıyaslandığında diğer örneklerde d-dimer değerleri yüksek, protein C ve trombosit sayıları anlamlı derecede düşük bulundu. Gruplar arasında aktive pıhtılaşma zamanı, protrombin ve aktif parsiyel tromboplastin zamanları, d-dimer, fibrinojen, protein C ve protein S değerleri açısından farklılık tespit edilmedi. İki grup arasında kan ve kan ürünleri transfüzyonu ve drenaj miktarı açısından fark bulunmadı. Sonuç: Koroner arter cerrahisinde akut normovolemik hemodilüsyon kan ve kan ürünleri ihtiyacını azaltmamakta ve hemostatik sistemdeki değişiklikleri etkilememektedir.Öğe Koroner arter bypass greftleme sonrası kolon perforasyonu(İstanbul Tıp Fakültesi Dergisi, 2006) Işık, Burak; Nisanoğlu, Vedat; Yılmaz, Mehmet; Söğütlü, GökhanKalp cerrahisi sonrası gastrointestinal komplikasyon geliflme olasılı¤ı düflük olmakla birlikte efllik eden mortalite oldukça yüksektir. Bu komplikasyonlar içinde en mortal seyredeni ise intestinal iskemidir. Bu yazıda, koroner arter bypass greftleme sonrası kolon perforasyonu geliflen; biri mortal seyreden iki olgu sunulmaktadır. Yakın zamanda kalp cerrahisi geçirmifl bir hastada, negatif laparotomi çekincesiyle gecikmek, erken ve tedavi edici bir giriflimden çok iskemik intestinal komplikasyonların yarataca¤ı yüksek mortaliteyi daha da arttıracaktır.Öğe Koroner Arter Cerrahisi Yapılan Hastalarda Koroner Kollateral Dolaşımın QT Dispersiyonu Üzerine Etkisi(İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Dergisi, 2007) Nisanoğlu, Vedat; Özgür, Bülent; Sarı, Süleyman; Aldemir, Mustafa; Aksoy, Yüksel; Battaloğlu, Bektaş; Cihan, Hasan Berat; Yetkin, Ertan; Erdil, NevzatBu çalışmanın amacı koroner arter bypass greftleme yapılan hastalarda koroner kollateral dolaşım yapısının ameliyat öncesi ve sonrası QT dispersiyonu (QTd) üzerine etkisini araştırmaktır. Gereç ve Yöntem: Koroner arter cerrahisi yapılan 52 hasta çalışmaya alındı. Hastalar, koroner kollateral damarların varlığına göre sol koroner sistemden sağ koroner sisteme (Grup 1, n=13), sağ koroner sistemden sol koroner sisteme (Grup 2, n=15) ve kollateral dolaşım yapısı olmayanlar (kontrol grubu, n=24) olmak üzere 3 gruba ayrıldı. Tüm hastalarda ameliyat öncesi ve ameliyat sonrası 1., 5. ve 30. günlerde, 12 derivasyonlu elektrokardiyografi çekilerek QTd hesaplandı. Bulgular: Preoperatif hasta özellikleri kıyaslandığında koroner kollateral dolaşımı olan Grup 1 ve Grup 2 hastalarda hipertansiyon sıklığı kontrol grubuna göre daha fazla bulundu. Grup 2’ de ameliyat öncesi ortalama QTd, kontrol grubu ve Grup 1’ e göre istatistiksel anlamlı biçimde uzun bulundu. Ameliyat öncesi değerlerle kıyaslandığında, kontrol grubu ve Grup 1’de ameliyat sonrası QTd değerlerinde belirgin kısalma tespit edildi. Bununla birlikte, Grup 2’ de ameliyat sonrası ölçümlerin hiçbirinde QTd’ de anlamlı bir değişiklik bulunmadı. Sonuç: Çalışma, koroner arter cerrahisi sonrası QTd’ de azalma olabileceğini göstermiştir. Bununla birlikte, cerrahi revaskülarizasyon yapılan hastalarda koroner kollateral dolaşım varlığının ameliyat öncesi ve sonrası QTd üzerine etkisi yoktur.Öğe Koroner arter hastalığında ve sendrom X'de hücre adezyon molekül düzeylerinin karşılaştırılması(MN Kardiyoloji, 2002) Battaloğlu, Bektaş; Koşar, Feridun; Erdil, Nevzat; Nisanoğlu, Vedat; Otlu, Barış; Sezgin, Nurzan; Özerol, Elif; Durmaz, Rıza; Çehreli, SengülÖz: AMAÇ: Hücre adezyon moleküllerinin ateroskleroz veya koroner arter hastalığının patogenezinde rol oynadıkları daha önceden gösterilmiştir. Fakat sadece birkaç çalışmada bu moleküller ile sendrom X arasındaki ilişkiye değinilmiştir. Biz ateroskleroz veya koroner arter hastalığı ve sendrom X teşhisinde hücre adezyon moleküllerinin; ICAM, VCAM, E-selectin saptanmasının klinik önemini ve bu molekül düzeyleri ile sözü edilen hastalıklar arasındaki ilişkiyi araştırdık. GEREÇ VE YÖNTEM: Bu çalışma 25 koroner arter hastası (15 erkek,10 kadın; ortalama yaş: 57±7 yıl) ve 25 sendrom X hastası (8 erkek, 17 kadın; ortalama yaş: 55±5 yıl) ve 30 kontrol olgusunu içeriyordu. BULGULAR: Koroner arter hastalığı grubunda kontrol grubuna göre çalışılan adezyon molekül düzeyleri yüksekti. Koroner arter hastalığı grubunda sendrom X grubuna göre interselüler adezyon molekülü (ICAM-1) ve vascüler hücre adezyon molekülü (VCAM-1) düzeyleri daha yüksek idi (Sırasıyla 49.12±12.01 karşın 42.34±11.12, P<0.001 ve 35.62±15.13 karşın 26.42±11.30, P<0.001). Tüm adezyon moleküllerinde sendrom X ve kontrol grubu arasında önemli bir fark yoktu. Sendrom X hastaları tüm adezyon molekül düzeylerinde artmaya bir eğilim gösterdi. SONUÇ: Bu sonuçlar tüm adezyon moleküllerinin sendrom X patogenezinden daha çok, koroner arter hastalığı patogenezinde önemli bir rol oynayabileceğini göstermektedir.Öğe Koroner bypass cerrahisinde tip 2 diabetes mellitus mortalite ve morbiditeyi artırır mı?(Türk Göğüs Kalp Damar Cerrahisi Dergisi, 2005) Cihan, Hasan Berat; Erdil, Nevzat; Nisanoğlu, Vedat; Çolak, Cengiz; Erdil, Feray; Ege, Erdal; Battaloğlu, BektaşÖz: Amaç: Bu çalışmada koroner bypass uyguladığımız diyabetik hastaların erken dönem sonuçlarını irdeledik. Materyal ve Metod: Haziran 2001 ile Kasım 2003 tarihleri arasında kliniğimizde koroner bypass ameliyatı yapılan 536 hastanın kayıtları incelendi; 105 hastada ameliyat zamanında tip 2 diyabet mevcut idi. Diyabetik olguların %46.7’sinde tam arteriyel revaskülarizasyon gerçekleştirildi. Diyabetik olanlar ve olmayanlar hastane mortalitesi ve morbiditesi açısından kıyaslandı. Bulgular: Diyabetik grupta kadın cinsiyet, hipertansiyon, obezite ve karotis arter hastalığı sıklığı daha fazla idi. Diyabetik grupta ejeksiyon fraksiyonu daha düşüktü. Ayrıca bu gurupta sigara kullanımı ve obezite diyabetik olmayan guruba göre daha fazla idi (p < 0.05). Diyabetik gruptaki ortalama distal anastomoz sayısı (p = 0.013), eşzamanlı sol ventrikül anevrizma onarımı (p = 0.05), aortik kros klemp zamanı (p = 0.002), kardiyopulmoner bypass zamanı (p = 0.01) ve inotropik destek ihtiyacı (p = 0.024), diyabetik olmayan grupla kıyaslandığında, belirgin biçimde artmıştı. Erken mortalite açısından iki grup arasında fark bulunmadı; diyabetiklerde %2.9, diyabetik olmayanlarda %3 (p = 1.00). Sonuç: Diyabetik grupta inotrop destek ihtiyacı yüksek olduğu halde, sonuçlarımız diyabetiklerde koroner arter bypass cerrahisi erken mortalitesinin yüksek olmadığını göstermektedir.Öğe Koroner cerrahisinde radial arter kullanılarak tam arteriyel myokardiyal revaskülarizasyon(2002) Battaloğlu, Bektaş; Erdil, Nevzat; Nisanoğlu, Vedat; Alat, İlker; Koşar, Feridun; Aydemir, KorayÖz: Daha az ve yavaş ateroskleroz gelişimi ile sonuçlanan biyolojik özelliklerinden dolayı arteryel greftlerin açıklık oranları venöz greftlerden daha yüksektir. Bu çalışmada radial arter kullanarak tam arteryel revaskülarizasyon deneyimimizi sunmaktayız. Eylül 2001 ile Nisan 2002 tarihleri arasında koroner greft olarak tek (25 hasta) veya bilateral (22 hasta) radial arter kullandığımız çok damar hastalığına sahip 47 olguya total arteryel myokardiyal revaskülarizasyon uyguladık. Tüm hastalarda sol ön inen arter revaskülarizasyonunda sol internal mammarian arter kullandık. Radial arter; olguların 37'sinde tek distal anastomoz için, 10'unde ise sequential olarak kullanıldı. Olguların 39'u erkek ve 8'i kadın olup ortalama yaş 54.09±11.4 (30 - 75) idi. Ortalama distal anastomoz sayısı 2.69±0.84 (2 - 5 ) olarak gerçekleştirildi. Operatif mortalite oranı %4.3 idi. Erken postoperatif dönem problemsizdi ve 1-6 aylık takipte olgularımız semptomsuz olarak yaşamlarını sürdürmektedirler. Hiç bir hastada radial arter çıkarılmasına bağlı bir komplikasyon tespit edilmedi. Tek veya bilateral radial arter kullanılarak tam arteryel revaskülarizasyon basit ve güvenli bir şekilde gerçekleştirilebilir ve böylece safen ven çıkarılmasına bağlı oluşabilecek potansiyel komplikasyonlardan kaçınılmış olmaktadır.