Yazar "Yetkin, Ertan" seçeneğine göre listele
Listeleniyor 1 - 20 / 24
Sayfa Başına Sonuç
Sıralama seçenekleri
Öğe Aort Kapak kalsifikasyonu: Koroner Anjiografi Yapılan Hastalarda Kardiyovasküler Risk Faktörlerinin ve Kemik Mineral Dansitesinin Değerlendirilmesi(İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Dergisi, 2008) Tekin, Gülaçan Özgün; Yağmur, Jülide; Kekilli, Ersoy; Yağmur, Cengiz; Uçkan, Ahmet; Aksoy, Yüksel; Turhan, Hasan; Yetkin, Ertan; Özdemir, Ramazan; Koşar, FeridunAort kapak kalsifikasyonu (AKK) yüksek kardiyovasküler risk insidansına sahip görünmekte olup, aterosklerozun bir sonucu olarak kabul edilebilir. Düşük kemik mineral dansitesi ve artmış aort kalsifikasyon prevalensi arasındaki ilişki esas olarak toplum tabanlı çalışmalarda yaşlı bayanlarda gösterilmiştir. Ancak bazı çalışmalar kemik mineral dansitesi ile aort kalsifikasyonu arasında ilişki olmadığını bildirmiştir. Bu yüzden. biz koroner angiografi yapılan hastalarda AKK’nu değerlendirmeyi ve AKK olan ve olmayan hastaların kardiyovasküler risk faktörlerini ve kemik mineral dansitelerini karşılaştırmayı amaçladık. Materyal ve metod: Çalışma populasyonu koroner angiografi yapılan 585 ardışık hasta (372 erkek, 213 kadın, ortalama yaş=59±10 yıl) içeriyordu. Bütün hastalara transtorasik ekokardiyografik inceleme yapıldı. AKK bir yada daha fazla küspis üzerinde birden fazla parlak yoğun ekoların izlenmesi ve tutulan küspisin azalmış hareketi olarak tanımlandı. Bütün hastalar dual energy x-ray absorpsiyometri (DEXA) yöntemi ile kemik mineral dansitesi (T scor) ölçümü için Nükleer Tıp bölümüne yönlendirildi. Tüm hastalarda yaş, cinsiyet, vücut kitle indeksi, hipertansiyon, diyabetes mellitus, koroner arter hastalığı, hiperkolesterolemi ve sigara içiciliği kaydedildi. Bulgular: Çalışmamızda AKK prevalensı %27 (160/585) bulundu. Her iki grup arasında diyabetes mellitus, hiperkolesterolemi ve sigara içiciliği yönünden istatistiksel olarak anlamlı fark yoktu (p>0.05 hepsi için). Yaş ve hipertansiyon AKK için bağımsız risk faktörü olmasına karşılık vücut kitle indeksi AKK için bağımsız ve negatif risk faktörü olarak saptandı. AKK ile ilişkili bulunmasada AKK olan grupta koroner arter hastalığı anlamlı oranda yüksek saptandı. Ne T skoru, ne de yaş ve cinsiyete uyarlanmış T skoru AKK ile ilişkili bulunmadı. Sonuç: Biz bu çalışmada yaş, hipertansiyon ve vücut kitle indeksi ile AKK arasında bağımsız ilişki olduğunu gösterdik. Kemik mineral dansite ölçümünde yaş-cinsiyet uyarlanmış T skoru AKK ile ilişkisiz bulundu. Her ne kadar çalışmamızda koroner arter hastalığı ile AKK arasında ilişki olmadığı gösterilmiş olsada bu konunun aydınlanması için ileri çalışmalara ihtiyaç vardır.Öğe Aortic valve calcification: Assessment of cardiovascular risk factors and bone mineral density in patients undergoing coronary angiography(İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Dergisi, 2008) Özgün Tekin, Gülaçan; Yağmur, Jülide; Kekilli, Ersoy; Yağmur, Cengiz; Uçkan, Ahmet; Aksoy, Yüksel; Turhan, Hasan; Yetkin, Ertan; Özdemir, Ramazan; Koşar, FeridunÖz: ÖZET: Amaç: Aort kapak kalsifikasyonu (AKK) yüksek kardiyovasküler risk insidansına sahip görünmekte olup, aterosklerozun bir sonucu olarak kabul edilebilir. Düşük kemik mineral dansitesi ve artmış aort kalsifikasyon prevalensi arasındaki ilişki esas olarak toplum tabanlı çalışmalarda yaşlı bayanlarda gösterilmiştir. Ancak bazı çalışmalar kemik mineral dansitesi ile aort kalsifikasyonu arasında ilişki olmadığını bildirmiştir. Bu yüzden. biz koroner angiografi yapılan hastalarda AKK’nu değerlendirmeyi ve AKK olan ve olmayan hastaların kardiyovasküler risk faktörlerini ve kemik mineral dansitelerini karşılaştırmayı amaçladık. Materyal ve metod: Çalışma populasyonu koroner angiografi yapılan 585 ardışık hasta (372 erkek, 213 kadın, ortalama yaş=59±10 yıl) içeriyordu. Bütün hastalara transtorasik ekokardiyografik inceleme yapıldı. AKK bir yada daha fazla küspis üzerinde birden fazla parlak yoğun ekoların izlenmesi ve tutulan küspisin azalmış hareketi olarak tanımlandı. Bütün hastalar dual energy x-ray absorpsiyometri (DEXA) yöntemi ile kemik mineral dansitesi (T scor) ölçümü için Nükleer Tıp bölümüne yönlendirildi. Tüm hastalarda yaş, cinsiyet, vücut kitle indeksi, hipertansiyon, diyabetes mellitus, koroner arter hastalığı, hiperkolesterolemi ve sigara içiciliği kaydedildi. Bulgular: Çalışmamızda AKK prevalensı %27 (160/585) bulundu. Her iki grup arasında diyabetes mellitus, hiperkolesterolemi ve sigara içiciliği yönünden istatistiksel olarak anlamlı fark yoktu (p>0.05 hepsi için). Yaş ve hipertansiyon AKK için bağımsız risk faktörü olmasına karşılık vücut kitle indeksi AKK için bağımsız ve negatif risk faktörü olarak saptandı. AKK ile ilişkili bulunmasada AKK olan grupta koroner arter hastalığı anlamlı oranda yüksek saptandı. Ne T skoru, ne de yaş ve cinsiyete uyarlanmış T skoru AKK ile ilişkili bulunmadı. Sonuç: Biz bu çalışmada yaş, hipertansiyon ve vücut kitle indeksi ile AKK arasında bağımsız ilişki olduğunu gösterdik. Kemik mineral dansite ölçümünde yaş-cinsiyet uyarlanmış T skoru AKK ile ilişkisiz bulundu. Her ne kadar çalışmamızda koroner arter hastalığı ile AKK arasında ilişki olmadığı gösterilmiş olsada bu konunun aydınlanması için ileri çalışmalara ihtiyaç vardır.Öğe Cep telefonlarının kalıcı pacemaker fonksiyonları üzerine etkileri(İnönü Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Kardiyoloji Anabilim Dalı, Malatya, Türkiye, 2001) Tandoğan, İzzet; Temizhan, Ahmet; Yetkin, Ertan; Aksoy, Yüksel; Turhan, Hasan; Duru, Erdal; Şaşmaz, AliÖz:Cep telefonlarının (CT) pacemaker (PM) fonksiyonları üzerindeki muhtemel olumsuz etkilerini araştırmak, ayrıca bu etkileşimde hangi türlerin etkili olduğunu ortaya koymaktır. GEREÇ VE YÖNTEM: Bu amaçla PM implantasyonu yapılmış 644 hasta üzerinde çalışıldı (518 VVI, 84 DDD, 30 AAA, 12 VDD). Çalışmanın birinci basamağında PM cebine göre 50 cm uzakta konumlandırılmış iki CT arasında temas sağlandı, çaldırıldı, konuşuldu ve CT kapatıldı (her ma 20 saniye sürdü). Daha sonra CT'ler 20 cm'lik mesafeye getirilerek aynı işlemler yapıldı. Son aşamada CT'lerden biri 20cm'lik mesafede bırakılırken diğer CT'nin anteni PM cebi ile temas ettirildi ve aynı işlemler yapıldı. İkinci basamakta 587 PM'li hastanın (503 VVI, 62 DDD, 22 AAI) ' sensing polaritesi unipolara çevrildi, sensitivitesi en üst düzeye çıkarıldı ve aynı işlemler tekrarlandı. Birinci basamakta 20 cm 'lik mesafede CT çaldırılırken altı VVI PM'li hastada, temas esnasında ise iki VVI PM'li hastada PM'nin asenkron moda geçtiği görüldü (toplam PM hastalarının %1,24 'ü, VVI PM'li hastaların %1,54'ü). İkinci basamakta 20cm'lik mesafede konuşma esnasında 11 VVI PM'li hastada PM'nin asenkron moda geçtiği görüldü. Temas esnasında ise CT çaldırılırken 11 VVI PM'li hastada PM'nin asenkron moda geçtiği, üç VVI PM'li hastada PM'nin inhibe olduğu saptandı (toplam P M hastalarının %4,25'i, VVI PM'li hastaların %4,97'si). SONUÇ: CT'ler tarafından oluşturulan elektromanyetik alanın PM fonksiyonları üzerine olumsuz etkileri mevcuttur. PM'nin etkilenme riski unipolar ve yüksek sensitivite değerlerinde ve CT, PM cebine 20 cm 'den yakın olduğunda daha fazladırÖğe Distribution of coronary artery lesions in patients with permanent pacemakers(Anadolu Kardiyoloji Dergisi, 2002) Tandoğan, İzzet; Yetkin, Ertan; Güray, Yeşim; Aksoy, Yüksel; Sezgin, Alpay T.; Özdemir, Ramazan; Çehreli, Şengül; Şaşmaz, AliÖz: Amaç: Bu çalışmanın amacı kalıcı pacemaker takılan ve koroner arter hastalığı olan hastalarda, pacemaker takılmasını gerektiren ritm ve iletim patolojisinin nedeni olarak en yaygın patolojik koroner anatomiyi saptamaya yöneliktir. Yöntem: Kalıcı pacemaker takılan ve koroner arter hastalığı olan 78 hasta üzerinde retrospektif olarak çalışıldı ve bu hastalar, kalıcı pacemaker'i olmayan ama koroner arter hastalığı olan kontrol grubu hastaları ile bire bir karşılaştırıldı. Koroner anjiyografi standart Judkins tekniği ile pacemaker implantasyonundan 2 ay önce yapıldı. İletim sistemini besleyen sol ön inen koroner (LAD) ve sağ koroner (RCA) arterlerde darlığın yerleşimi şu şekilde belirlendi. Tip I: İleti sitemini besleyen damarlarda önemli bir darlık yok (LAD, RCA, sol sirkumfleks, posterolateral ya da posterior inen arterlerde darlıkların olmaması ya da LAD'da septal dallar sonrasında darlık mevcudiyeti). Tip II: RCA'da önemli bir darlık olmaksızın septal dallarda önemli darlığın mevcudiyeti. Tip III: Septal dallarda darlık olmaksızın sinoatriyal (SA) ve atriyoventriküler (AV) nodun beslenmesini sağlayan dallarda darlık olması. Bu grup septal dallar sonrası distal LAD darlığı olan hastaları da içeriyordu. Tip IV, tip II ve tip lll'ün kombinasyonu (septal dallar ile SA ve AV nod dalında darlık olması durumu) Bulgular: Çalışma grubunda, kontrol grubuna göre tip IV patolojik koröner anatomi (%45) tip l (%19), II (%24) ve III (%11) patolojik koroner anatomiden belirgin olarak daha yüksekti (p<0.02). iki grup arasında patolojik koroner anatominin dağılımı belirgin olarak farklıydı (p<0.05): çalışma grubunda tip II (%24) ve tip IV (%45) patolojik koroner anatomi daha fazla iken (p<0.02) kontrol grubunda tip l (%35) ve tip III (%37) patolojik koroner anatomi daha fazlaydı (p<0.05). Septal dallarda, SA ve AV nod arterinde akım kalitesi değerlendirildiğinde çalışma grubunda, kontrol grubuna göre kan akımında belirgin bir azalma vardı (p<0.05). Sonuç: Koroner anjiyografide RCA ve LAD birinci septal perforator arterde önemli darlık ve akım kalitesinde düşüklük saptanması, bu hastalarda kalıcı pacemaker takılması için bir risk faktörü olarak kabul edilebilir. Başlık (İngilizce): Kalıcı pacemaker'li hastalarda koroner arter lezyonlarının dağılımı Öz (İngilizce): Objective: In the present study we examined retrospectively the coronary anatomy pathology of 78 consecutive patients with coronary artery disease (CAD) who underwent permanent pacemaker implantation in order to find a common pathological anatomic basis for conduction disturbances and to compare them with a group of matched patients with angiographically proven CAD. Methods: Study group consists of seventy-eight patients with angiographically documented CAD and permanent pacemaker implantation. Control group included comparable patients with CAD and without a pacemaker implantation. Coronary angiography was performed using standard Judkins approach in all patients within 2 months before pacemaker implantation. The locations of narrowings in the left anterior descending (LAD) and right (RCA) coronary arteries, as the arteries supplying the conduction system, were documented accurately and further classified as follows. Type I : Anatomy not compromising blood supply to the conduction system, namely, either the absence of significant narrowing in the LAD, RCA, left circumflex, posterolateral , or posterior descending arteries or the presence of mid-distal LAD lesions beyond the septal branches. Type II: Pathological coronary anatomy involving septal branches emerging from the LAD (and without significant lesions in the RCA). Type III: Pathological coronary anatomy compromising blood supply to the sinoatrial (SAN) or atrioventricular (AVN) nodes but not compromising blood flow to the septal branches. This subset included patients with distal LAD lesions after the septal branches. Type IV: Combination of types II and III pathological coronary anatomy that compromises blood supply both to the septal branches and SAN and AVN arteries. Results: Occurrence of the type IV coronary anatomy (45%) was significantly higher than type I (19%), type ll(24%) and type III (11%) in the study group (p<0.02). Statistically significant differences were found between the two groups (p0.05): more patients in the study group had type II (24%) and IV(45%) coronary anatomy (p<0.02) while type I (35%) and III (37%) anatomy were more frequently observed in control group (p<0.05). Analysis of flow quality of septal perforators, SAN and AVN arteries, in the study group demonstrated a significant tendency for reduced blood flow in the conduction system. Conclusion: Presence of first perforator lesions with poor quality of flow and right coronary artery lesions shown angiographically should be considered as the risk factors requiring permanent pacemaker implantation in patients with coronary artery disease.Öğe Distribution of isolated coronary artery ectasy according to age groups(İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Dergisi, 2009) Açıkgöz, Nusret; Yetkin, ErtanÖz: Amaç: Koroner arter ektazisi (KAE) koroner arterlerin fokal ya da diffüz dilatasyonudur. Yaş koroner arter hastalığı (KAH) için güçlü bir risk faktörüdür. Biz yaşın izole KAE gelişiminde önemli olup olmadığını ve izole KAE olguları ile KAH olgularının yaş, cinsiyet ve diğer kardiyovasküler risk faktörleri yönünden karşılaştırılmasını amaçladık. Yöntemler: Çalışma izole koroner arter ektazili 32 hasta ve koroner arter hastalığı olan 100 hasta üzerinde yapıldı. Hastalar yaş gruplarına göre 4’ e bölündü. Gruplar, Grup I: < 50 yaş, Grup II: 50-59 yaş, Grup III: 60-69 yaş, Grup IV: > 70 olarak ayrıldı. Bulgular: İzole KAE’li hastaların ortalama yaşları 60.6±9.9, KAH grubunun ortalama yaşları 61.4±9.5 olarak bulundu. İki grup arasında yaş, cinsiyet ve yaş grupları açısından istatistiki anlamlı fark saptanmadı (p>0.05). Her iki grup hipertansiyon, sigara, diabet ve diğer risk faktörleri yönünden de kıyaslandı. DM ve MI öyküsü KAH’lı hasta grubunda daha yüksek bulundu (p0.05). Sonuç: Biz yaşın KAE gelişiminde ön planda olmadığını gösterdik. DM dışında diğer risk faktörlerinin koroner arter hastalığı bulunan hastalarla benzer olduğu bulundu.Öğe The effects of mobile phones on pacemaker functions(Türk Kardiyoloji Derneği Arşivi, 2002) Tandoğan, İzzet; Temizhan, Ahmet; Yetkin, Ertan; Güray, Yeşim; İleri, Mehmet; Duru, Erdal; Şaşmaz, Ali; Çehreli, Şengül; Köse, KenanÖz: Çeşitli sistemler tarafından oluşturulan elektromanyetik alanın kalp pili fonksiyonları üzerindeki olumsuz etkileri bilinmektedir. Bu çalışmanın amacı mobil telefonların kalp pili fonksiyonları üzerindeki etkilerini değerlendirmektir. Bu amaçla 679 kalıcı kalp pilli hasta üzerinde çalışıldı. Çalışma iki basamak halinde uygulandı. Kalp pili lead polaritesi birinci basamakta unipolar, ikinci basamakta bipolar olarak ayarlandı. Her iki basamakta kalp pili sensitivitesi önce nominal değerlerde iken, daha sonrada o kalp pili için minimal değere indirilerek test yapıldı. Kalp pili cebine göre simetrik olarak yerleştirilen iki farklı mobil telefon (power output 2W, GSM 900 MHz) ile 50 cm, 30 cm, 20 cm, 10 cm ve mobil telefon antenleri kalp pili cebi ile temas ettirilerek, mobil telefonların açılma, standby, çaldırma, konuşulma ve telefonların kapatılması aşamasında test yapıldı. Otuzyedi kalp pilli hastada etkilenme saptandı (%5.5). Lead polaritesinin unipolar olması durumunda etkilenme bipolar olmasına göre daha fazlaydı (Sırayla %4.12, %1.40, p<0.05). Sensitivitenin artırılması kalp pili etkilenme oranı üzerinde tek başına etkili değildi (p>0.05). Etkilenme açısından iki ve tek boşluklu kalp pilleri arasında fark yoktu (p>0.05). Bir DDD-R kalp pilinde ventriküler tetiklenme, 33 VVI(R) kalp pilinde asenkron moda geçiş ve 3 VVI kalp pilinde inhibisyon saptandı. Kalp pili yaşı ilerledikçe mobil telefondan etkilenme oranı artıyordu (p<0.05). Etkilenmelerin hepsi reversibl idi. Sonuç olarak mobil telefonlar belli şartlar altında kalp pili fonksiyonları üzerinde olumsuz etkilere neden olabilirler. Etkilenme durumu, kalp pili inhibisyonu hariç hastalarda önemli bir semptoma neden olmaz ve mobil telefonun uzaklaştırılmasıyla normale döner.Öğe Identification of viable myocardium in patients with chronic coronary artery disease and myocardial dysfunction comparison of low dose dobutamine stress echocardiography and echocardiography during glucose insulin potassium infusion Angiology(Angiology, 2002) Yetkin, Ertan; Şenen, Kubilay; İleri, Mehmet; Atak, Ramazan; Battaloğlu, Bektaş; Yetkin, Özkan; Tandoğan, İzzet; Turhan, Hasan; Cehreli, SengülLow-dose dobutamine stress echocardiography (LDDSE) is one of the methods most used to assess myocardial viability. Glucose-insulin-potassium (GIK) has been shown to increase contraction of the ischemic zone. The aim of this study was to compare LDDSE and echocardiography during GIK infusion for detection of myocardial viability in patients with chronic coronary artery disease (CAD) and myocardial dysfunction. Twenty-one patients who had chronic CAD and myocardial dysfunction were included in the study. Glucose-insulin-potassium protocol consisted of a fixed dose of insulin (100 μU/kg/hour IV) and a variable glucose/potassium infusion rate. GIK echocardiography was made at baseline and after 60 minutes of GIK infusion. During continuous electrocardiographic, blood pressure, and echocardiographic monitoring, an intravenous infusion of dobutamine (3 μg/kg body weight/min) was started with an infusion pump and continued for 5 minutes and then increased to 5 μg/kg/min and 10 μg/kg/min for another 5 minutes. The detected viable myocardium was defined as 1 or 2 scores decreasing in at least 2 adjacent abnormal segments during LDDSE and GIK echocardiography. Viability was detected in 19% (52 segments) of the asynergic segments at baseline with GIK echocardiography and 16% (44 segments) of those segments with LDDSE (p > 0.05). Left ventricular wall motion score index at baseline was 2.24 ±0.35 and it decreased significantly during both LDDSE (p = 0.004 vs 2.11 ±0.36) and GIK echocardiography (p=0.001 vs 2.09 ±0.32). The agreement between LDDSE and GIK echocardiography for detection of myocardial viability was 95%. This study shows that GIK echocardiography is similar to LDDSE for detection of myocardial viability. With the support of further clinical studies GIK echocardiography can be used to detect myocardial viability in patients with chronic CAD.Öğe Ignored Identity of Age-Dependent Increase in Pulmonary Embolism Atrial Fibrillation(Elsevier, 2019) Yetkin, Ertan; Cuglan, Bilal; Turhan, Hasan; Ozturk, Selcuk; Yetkin, Ozkan[Abstract Not Available]Öğe The impact of metabolic syndrome on left ventricular function: Evaluated by using the index of myocardial performance(Elsevier Ireland Ltd, 2009) Turhan, Hasan; Yasar, Ayse Saatci; Yagmur, Julide; Kurtoglu, Ertugrul; Yetkin, ErtanAim: To evaluate the impact of metabolic syndrome on global left ventricular function by using the index of myocardial performance. Methods: The study population included 106 patients with metabolic syndrome (66 male, 40 female, mean age=54 +/- 11 years) and 106 control subjects without metabolic syndrome (71 male, 35 female, mean age=53 +/- 10). The diagnosis of metabolic syndrome was based on The National Cholesterol Education Program Adult Treatment Panel III criteria. All patients underwent two-dimensional and Doppler echocardiographic examination. The index of myocardial performance was determined as the sum of isovolumic relaxation time and isovolumic contraction time divided by left ventricular ejection time. Results: The index of myocardial performance was found to be significantly higher in patients with metabolic syndrome compared with control subjects without metabolic syndrome (0.55 +/- 0.06 vs 0.38 +/- 0.04 respectively, p < 0.001). Conclusion: In the present study, we have shown the presence of impaired global left ventricular function in patients with metabolic syndrome compared with control subjects without metabolic syndrome. This finding emphasizes the importance of early diagnosis and management of metabolic syndrome to prevent the progression of ventricular dysfunction to overt structural and symptomatic cardiac disease. (C) 2008 Published by Elsevier Ireland Ltd.Öğe Increased dilator response to nitrate and decreased flow mediated dilatation in migraineurs(Headache: The Journal of Head and Face Pain, 2007) Yetkin, Ertan; Özışık, Handan Işın; Özcan, Abdulcemal; Aksoy, Yüksel; Turhan, HasanBackground.—It has been known that in a migraine attack intracranial and extracranial arteries on the headache side dilate and when the migraine attack has subsided, the intracranial arteries show segmental narrowing. We hypothesized that patients with migraine had an underlying systemic vasomotion abnormality and there might be an increased nitrate-mediated vasodilatory response in the brachial artery of migraineurs. Accordingly we aimed to measure endothelium dependent and independent functions of brachial artery in migraineurs and healthy subjects. Materials and Methods.—Twenty-four patients who fulfilled the diagnostic criteria of migraine were enrolled in the study. Twenty-six age- and sex-matched healthy control subjects comprised the control group. Flow-mediated dilatation and nitrate-mediated dilatation were measured in all patients and control subjects by means of brachial artery ultrasonography. Results.—Flow-mediated dilatation of patients with migraine was significantly lower than that of control subjects (7.6 ± 3.7% vs 10.4 ± 3.5%, respectively, P = .008). However, nitrate-mediated dilatation in migraineurs was significantly higher than that of nonmigraineurs (25% vs 14%, respectively, P< .001). Conclusion.—We have shown that migraineurs have decreased endothelium dependent function whereas increased nitrate-mediated response in their brachial artery. It can be suggested that the mechanism underlying migraine may be a diffuse vascular vasomotion abnormalities and migraine may be a local manifestation of systemic vascular abnormality rather than a primary cerebral phenomenon.Öğe Increased expression of cystatin C and transforming growth factor ?-1 in calcific aortic valves(Elsevier Ireland Ltd, 2014) Yetkin, Ertan; Tchaikovski, Vadim; Erdil, Nevzat; Alan, Sadet; Waltenberger, Johannes[Abstract Not Available]Öğe Increased P-wave dispersion in patients with Behcet's disease: Is there an exaggeration in explaining the meaning?(Elsevier Ireland Ltd, 2008) Turhan, Hasan; Yetkin, Ertan[Abstract Not Available]Öğe İzole Koroner Arter Ektazisinin Yaş Gruplarına Göre Dağılımı(İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Dergisi, 2009) Açıkgöz, Nusret; Yetkin, ErtanCoronary artery ectasy (CAE) is focal or diffuse dilation of coronary arteries. Age is a strong risk factor for coronary artery disease (CAD). We aimed to whether age is important for isolated CAE development and compare the patients with CAE and CAD in respect to age, sex and other cardiovascular risk factors. Methods: The study was carried out on 32 patients with isolated CAE and 100 patients with CAD. The patients were divided into 4 groups according to their age. The groups were classified as Group I:<50 years, Group II: 50-59 years, Group III: 60-69 years, Group IV: >70 years. Results: Mean ages of the patients with isolated CAE and CAD were 60.6±9.9 years and 61.4±9.5 years, respectively. There was no statistically significant difference between two groups in respect to age, sex and age distribution (p>0.05). Presence of hypertension, DM, smoking and other risk factors were also compared between two groups. DM and previous MI were more frequent in patients with CAD (p<0.05). The other risk factors were not different between CAD and CAE groups (p >0.05). Conclusions: We have shown that age is not a major determinant for isolated CAE development. Risk factors other than DM were found to be similar to patients with CAD.Öğe Koroner Arter Cerrahisi Yapılan Hastalarda Koroner Kollateral Dolaşımın QT Dispersiyonu Üzerine Etkisi(İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Dergisi, 2007) Nisanoğlu, Vedat; Özgür, Bülent; Sarı, Süleyman; Aldemir, Mustafa; Aksoy, Yüksel; Battaloğlu, Bektaş; Cihan, Hasan Berat; Yetkin, Ertan; Erdil, NevzatBu çalışmanın amacı koroner arter bypass greftleme yapılan hastalarda koroner kollateral dolaşım yapısının ameliyat öncesi ve sonrası QT dispersiyonu (QTd) üzerine etkisini araştırmaktır. Gereç ve Yöntem: Koroner arter cerrahisi yapılan 52 hasta çalışmaya alındı. Hastalar, koroner kollateral damarların varlığına göre sol koroner sistemden sağ koroner sisteme (Grup 1, n=13), sağ koroner sistemden sol koroner sisteme (Grup 2, n=15) ve kollateral dolaşım yapısı olmayanlar (kontrol grubu, n=24) olmak üzere 3 gruba ayrıldı. Tüm hastalarda ameliyat öncesi ve ameliyat sonrası 1., 5. ve 30. günlerde, 12 derivasyonlu elektrokardiyografi çekilerek QTd hesaplandı. Bulgular: Preoperatif hasta özellikleri kıyaslandığında koroner kollateral dolaşımı olan Grup 1 ve Grup 2 hastalarda hipertansiyon sıklığı kontrol grubuna göre daha fazla bulundu. Grup 2’ de ameliyat öncesi ortalama QTd, kontrol grubu ve Grup 1’ e göre istatistiksel anlamlı biçimde uzun bulundu. Ameliyat öncesi değerlerle kıyaslandığında, kontrol grubu ve Grup 1’de ameliyat sonrası QTd değerlerinde belirgin kısalma tespit edildi. Bununla birlikte, Grup 2’ de ameliyat sonrası ölçümlerin hiçbirinde QTd’ de anlamlı bir değişiklik bulunmadı. Sonuç: Çalışma, koroner arter cerrahisi sonrası QTd’ de azalma olabileceğini göstermiştir. Bununla birlikte, cerrahi revaskülarizasyon yapılan hastalarda koroner kollateral dolaşım varlığının ameliyat öncesi ve sonrası QTd üzerine etkisi yoktur.Öğe Koroner arter hastalarında dipiridamol stres testinin QT dispersiyonu üzerine etkileri(MN Kardiyoloji, 2002) Tandoğan, İzzet; Barutçu, İrfan; Ermiş, Necip; Yetkin, Ertan; Kuruş, Meltem; Özdemir, Ramazan; Çehreli, SengülÖz: AMAÇ: Koroner arter hastalığında invazif olmayan tanı testlerinin doğruluk oranı düşüktür. Bu çalışmanın amacı farmakolojik bir stres ajanı olan dipiridamol ile oluşan QT dispersiyonu (QTD) değişimini, koroner arter hastalığı olan ve olmayanlar üzerinde değerlendirmektir. GEREÇ VE YÖNTEM: Koroner arter hastalığı olan 45 hasta (8 kadın, 37 erkek, yaş ortalaması 57.8±7) ve olmayan 19 sağlıklı birey (6 kadın, 13 erkek, yaş ortalaması 47.9±10) üzerinde çalışıldı. Çalışma hastaları, ilgili koroner arterin proksimal yada orta kısmında, en az %75 darlık olacak şekilde ve 15 hastada sol ön inen koroner arter (LAD) (grup 1), 15 hastada LAD'ye ilaveten sağ koroner (RCA) yada sol sirkumfleks arter (LCx) (grup 2) ve 15 hastada LAD, RCA ve LCx'te (grup 3) darlık olacak şekilde seçildi. İstirahat esnasında çalışma ve kontrol grubuna 375 mg dipiridamol oral olarak verildi. Dipiridamol öncesinde ve takiben 45 dk sonra çekilen EKG'de en uzun ve en kısa QT intervali, QTD ve düzeltilmiş QTD (QTcD) hesaplandı. BULGULAR: Çalışma ve kontrol grubunda kalp hızı dipiridamol sonrası, öncesine göre yükseldi (p<0.05); sistolik kan basıncı çalışma grubunda dipiridamol sonrası azaldı (p<0.05) fakat kontrol grubunda değişmedi (p>0.05). Çalışma grubunda dipiridamol öncesi en uzun ve en kısa QT intervali, QTD ve QTcD ortalamaları sırayla 395.11±30, 359.33±3, 35.78±27, 38.65±11.8 olarak bulundu. Aynı değerler dipiridamol sonrası sırayla 396.38±3, 349.11±28.66, 47.27±10 ve 54.06±15.66 idi. Çalışma grubunda QTcD ortalaması dipiridamol sonrası anlamlı bir artış gösteriyordu (Değişim oranı %57.87±7.34, p<0.001) ve bu değişim en kısa QT intervalinin, dipiridamol sonrası daha da kısalmasından kaynaklandı (p<0.001). Değişim grup 1, 2 ve 3'teki tüm hastalarda anlamlıydı (p<0.001) fakat değişim oranı açısından gruplar arasında fark saptanmadı. Kontrol grubunda ise dipiridamol öncesi ve sonrası QTcD değişimi anlamlı bulunmadı (20.42 ±3.68, 21.02±3.74, p>0.05). SONUÇ: Koroner arter hastalığında QTcD değeri farmakolojik bir stres ajanı olan dipiridamol ile anlamlı derecede artmaktadır. Bu artış, LAD darlığına ilaveten RCA ve/veya LCx darlığı varlığı durumunda değişmemektedir. Bu konuda daha geniş hasta grupları ile yapılacak daha ileri çalışmalara ihtiyaç vardır.Öğe Koroner arter hastalığında kollateral dolaşım varlığının P dalga dispersiyonu üzerine etkisi(MN Kardiyoloji, 2002) Tandoğan, İzzet; Çamsarı, Ahmet; Mermer, Serdar; Gürsel, Koray; Bozbaş, Hüseyin; Aslan, Halil; Sivri, Nasır; Yetkin, Ertan; Çehreli, SengülÖz: AMAÇ: Koroner arter hastalığında (KAH) koroner kollateral dolaşım (KKD) varlığının önemi tam olarak anlaşılamamıştır. Bu çalışmanın amacı KAH'da KKD varlığının ve KKD kalitesinin atriyal aritmi ve özelliklede atriyal fibrilasyon gelişme riskini belirlemede kriter olarak kullanılan P dalga dispersiyonu (DP) üzerine etkisini saptamaktır. GEREÇ VE YÖNTEM: Koroner anjiyografisinde KAH saptanan 93 hasta (49 kadın, 44 erkek, yaş ortalaması 58±10) üzerinde ileriye dönük olarak çalıştık. Anjiyografide sadece sol ön inen koroner arter yada sadece sağ koroner arterde, proksimal yada gövdede ve en az %85 darlık saptanan hastalar çalışmaya alındılar. KKD varlığı Rentrop klasifikasyonuna göre belirlendi (Evre-0: KKD yok, Evre-1: Tıkalı damarın küçük yan dalları KKD ile doluyor, Evre-2: Tıkalı damarın epikardiyal segmenti KKD ile kısmen doluyor, Evre-3: Tıkalı damarın epikardiyal segmenti KKD ile tamamen doluyor). Tüm hastalarda en uzun ve en kısa P dalga süresi, bunların farkı olan DP ölçüldü. Ayrıca sonuçlar üzerindeki etkisini değerlendirmek için hastalarda sistolik kan basıncı, EKO ile sol atriyum çapı ve sol ventrikül ejeksiyon fraksiyonu belirlendi. BULGULAR: Hastaların 59 tanesinde sol ön inen koroner arter, 34 tanesinde sağ koroner arter darlığı vardı. KKD hastaların 28 tanesinde yoktu, 65 tanesinde ise vardı (Evre 1, 2 yada 3). En uzun ve en kısa P dalga süresi ile DP ortalaması KKD evre-0 olanlarda sırasıyla 111.33±13.58 msn, 80.67±13.37 msn ve 32.85±13 idi. Aynı değerler KKD olan grupta ise sırayla 114.19±17.23 msn, 78.39±15.91 msn ve 34.15±14 idi. KKD'si olan ve olmayan hastaların DP ortalamaları birbirinden farklı bulunmadı (p>0.05). KKD'si olan gruplar kendi aralarında ve ayrı ayrı evre-0 grubu ile DP ortalamaları açısından karşılaştırıldıklarında arada anlamlı bir fark bulunmadı (p>0.05). Gruplar arasında sistolik kan basıncı açısından fark yoktu. Sol atriyum çapı ve sol ventrikül ejeksiyon fraksiyonu gruplar arasında farklı bulunmadı, fakat KKD evresinden bağımsız olarak, sol ventrikül ejeksiyon fraksiyonu azaldıkça DP değerinde anlamlı bir artma oluyordu (p<0.05). DP ortalaması sol ön inen koroner arter darlığı olanlarda 41.35±14, sağ koroner arter darlığı olanlarda 38.92±12.17 idi ve arada anlamlı bir fark saptanmadı (p>0.05). SONUÇ: Koroner arter hastalığında KKD varlığının DP üzerinde herhangi bir etkisinin olmadığı kanısına varıldı.Öğe Koroner arter hastalığında kollateral dolaşım varlığının sol ventrikül fonksiyonları üzerine etkisi olabilir mi?(2002) Tandoğan, İzzet; Altınok, Tayfun; Aslan, Halil; Sezgin, Alpay T.; Barutçu, İrfan; Yetkin, Ertan; Özdemir, RamazanAmaç: Koroner arter hastalığında (KAH) koroner kollateral dolaşım (KKD) gelişmesinin, sol ventrikül (LV) fonksiyonları üzerinde koruyucu etkisinin olup olmadığı tartışmalıdır. Bu çalışmanın amacı KAH'da KKD var-lığının LV fonksiyonları üzerindeki etkilerini araştırmaktır. Yöntem: Bu amaçla 76 hasta (39 kadın, 37 erkek, yaş ortalaması 61 ±17) üzerinde prospektif olarak çalıştık. Koroner anjiyografide sadece sol ön inen koroner arterde ve en az % 85 daralma olan hastalar çalışmaya alındılar. Koroner kollateral dolaşım varlığı Rentrop klasifikasyonuna göre belirlendi (Evre-0: KKD yok, Evre-1: Tıkalı damarın küçük yan dalları KKD ile doluyor, Evre-2: Tıkalı damarın epikardiyal segmenti KKD ile kısmen doluyor, Evre-3: Tıkalı damarın epikardiyal segmenti KKD ile tamamen doluyor). Sol ventrikül fonksiyonları ekokardiyografi ve sol ventrikül segment skoru (sağ ön oblik pozisyonda segmentler normokinezi O, hipo-kinezi 1, akinezi 2, diskinezi 3 ve anevrizma 4 puan olarak skorlandı) ile belirlendi. Hastaların KKD evresine göre LV fonksiyon skoru ve ejeksiyon fraksiyonu ortalamaları belirlendi ve karşılaştırıldı. Bulgular: Yetmiş altı hastanın 21 tanesinde KKD yoktu, 55 tanesinde ise vardı. Evre-0 (KKD yok) hasta grubunda LV fonksiyon skoru ortalaması (2.28+2.1) KKD olan grubun (Evre-1,2,3) ortalamasından (3.39+2.1) anlamlı ölçüde farklı bulunmadı (p>0.05). ilginç olarak KKD evresi arttıkça LV fonksiyon skoru ortalaması ar-tıyordu (p<0.05). LV fonksiyon skoru ortalamasının en yüksek değeri gösterdiği grup evre-3 idi (4.25±2.5) (p<0.05). Hastalarda LV ejeksiyon fraksiyonu KKD olmayan grupta 49+11 ve olan grupta 46±17 idi ve farklı bulunmadı. Sonuç: Bu bulgularla KAH'da KKD varlığının LV fonksiyonu üzerinde koruyucu etkisinin olmadığı kanısına varıl-dı.Hastalarımızda KKD evresi arttıkça LV fonksiyonlarının daha da kötüleşiyor olması ilginçtir. KKD'si iyi gelişmiş olan hastalarda, KAH şiddetinin daha fazla olması bu sonuç üzerinde rol oynayabilir.Öğe Mobil telefonların implante edilebilen kardiyoverter-defibrilatör fonksiyonları üzerinde olumsuz etkileri olabilir mi?(2002) Tandoğan, İzzet; İleri, Mehmet; Yetkin, Ertan; Temizhan, Ahmet; Aras, Dursun; Sezgin, Alpay T.; Bıyıkoğlu, Funda; Şaşmaz, AliÖz: Amaç: Bu çalışmanın amacı dünyada kullanımı hızla artan mobil telefonların İmplante Edilebilen Kardiyoverter-Defibrilatör (ICD) fonksiyonları üzerinde olumsuz etkilerinin olup olmadığını araştırmaktır. Yöntem: Değişik merkezlerde koroner arter hastalığına bağlı ventriküler taşikardi ve/veya fibrilasyon gelişmesi nedeniyle tansvenöz ICD takılan 9 hasta (2 kadın, 7 erkek, yaş ortalaması 65.5±6) üzerinde çalışıldı. Test, hastalarda önce ICD'nin bazal şartlarında yapıldı. Daha sonra kendi ritminde çalışan 7 ICD hastasında, ICD VVI modunda ve hızı hastanın spontan hızının 10 vuru/dakika üzerine programlanarak yapıldı. Pektoral kas yerleşimli ICD cebine göre simetrik olarak yerleştirilen iki farklı mobil telefon ile 50 cm, 30 cm, 20 cm, 10 cm ve mobil telefon antenleri ICD cebi ile temas ettirilerek, mobil telefonların açılma, standby, çaldırma, konuşulma ve telefonların kapatılması aşamasında test yapıldı. Test sırasında ICD etkilenmesinin varlığı açısından bazal şartlarda uygunsuz antitaşikardik şok, ICD'nin pacemaker fonksiyonunda inhibisyon, ventriküler asenkron moda (VOO) dönme, iki boşluklu pacemaker fonksiyonu olan ICD'de ventriküler tetiklenme gelişip gelişmediğine bakıldı. Oluşabilecek değişiklikler intrakardiyak ve yüzey EKG'den izlendi. Bulgular: Çalışma sonunda ICD'nin bazal durumunda ve pacemaker fonksiyonlarında herhangi bir değişme saptanmadı; hastalarda herhangi bir semptom gelişmedi. Sonuç: Mobil telefon kullanımının çalışmamızda kullandığımız ICD fonksiyonları üzerinde olumsuz etkilerinin olmadığına karar verildi.Öğe Plasma viscosity and mean platelet volume in patients undergoing coronary angiography(Ios Press, 2010) Senen, Kubilay; Topal, Ergun; Kilinc, Evren; ten Cate, Hugo; Tek, Ibrahim; Karakoc, Yunus; Yetkin, ErtanBackground: Markers of platelet activation and haemorrheological indices have been demonstrated to play a role in the pathophysiology of atherosclerosis and cardiovascular events. In this study, we aimed at investigate the association between plasma viscosity and platelet indices in patients undergoing coronary angiography. Materials and methods: Three hundred and eighty four consecutive patients scheduled to undergo coronary angiography were included in the study. Prior to coronary angiography, blood samples were withdrawn to determine routine biochemical markers, blood cell analyses and viscosity measurements. According to the results of coronary angiography, patients were classified either in a subgroup with coronary artery disease (CAD; 1 or more stenoses > 50%) or normal coronary arteries (NCA; no stenoses or < 50%). Results: There was a statistically significant correlation between plasma viscosity and mean platelet volume levels in all patients undergoing coronary angiography (r = 0.199, p < 0.001). Additionally, when correlation analysis was performed within each group, plasma viscosity significantly correlated with MPV both in patients with CAD (r = 0.18, p = 0.004) and in patients with NCAs (r = 0.272, p = 0.002). Linear regression analysis revealed that plasma viscosity was positively associated with MPV while platelet number was inversely but significantly associated with MPV. Conclusion: We have shown for the first time that MPV correlates with plasma viscosity in patients undergoing coronary angiography, suggesting a relation with plasma proteins and activation of circulating platelets or peripheral consumption of platelets. To evaluate this relation further controlled studies also in patients with acute coronary syndromes are warranted.Öğe A potential source of cardioembolic cerebrovascular event: Accessory mitral valve tissue(Elsevier Ireland Ltd, 2009) Turhan, Hasan; Yetkin, Ertan[Abstract Not Available]