İnönü Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi Koleksiyonu

Bu koleksiyon için kalıcı URI

Güncel Gönderiler

Listeleniyor 1 - 20 / 407
  • Öğe
    SALDIRGAN TİCARİ UYGULAMALARIN TÜKETİCİ HUKUKUNDA İNCELENMESİ VE KONUNUN HAKSIZ REKABET BOYUTU
    (2022) Sinanoğlu, Asena
    Serbest piyasa ekonomisi düzeninde rakiplerin rekabeti hukuka ve dürüstlük kuralına uygun olarak gerçekleştirmesi gerekmektedir. Nitekim haksız rekabet oluşturan fiiller yalnızca rakiplerin menfaatlerini etkilememekte, aynı zamanda tüketicilerin menfaatlerini de etkilemektedir. Haksız rekabetin engellenmesi amacıyla hukukumuzda çeşitli düzenlemelere yer verilmiştir. 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu 54. maddesinde, haksız rekabet hükümleri ile, “bütün katılanların menfaatine, dürüst ve bozulmamış rekabetin sağlanması”nın amaçlandığını ifade etmektedir. Bu anlamda esasında tüketiciler de Türk Ticaret Kanunu düzenlemesi kapsamındadır. Ayrıca tüketicilerin haksız ticari uygulamalara karşı korunması 6502 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun m.62 vd. hükümleri ile ve Avrupa Birlig?i Hukuku'nda 2005/29/AT sayılı Direktif ile sağlanmaktadır. Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun ve Direktif, tüketicilere yönelik haksız ticari uygulamaları yasaklamaktadır. Saldırgan ticari uygulamalar haksız ticari uygulamalardandır. Saldırgan ticari uygulamalar, Direktif’in 8. Maddesinde, “Bir ticari uygulama, kendi gerçekliği içerisinde tüm özellik ve koşulları dikkate alındığında, taciz, fiziksel güç kullanımı dahil olmak üzere, cebir veya nüfuzun kötüye kullanılması yoluyla ortalama bir tüketicinin ürünle ilgili seçim veya davranış özgürlüğünü ciddi şekilde bozuyor ya da bozma olasılığı mevcutsa ve aksi halde almayacağı bir satın alma kararı vermesine yol açıyorsa ya da yol açması olasılığı varsa saldırgan olduğu kabul edilir.” denilerek ifade edilmiştir. O hâlde, bir uygulamanın saldırgan olması için tanımda geçen şartları taşıması gerekir. Çalışmada öncelikli olarak ilgili hükümler incelenmiş, ardından bir uygulamanın saldırgan olup olmadığının tesbiti hususunda çalışılmıştır. Uygulamanın saldırgan olması, ortalama tüketicinin seçim özgürlüğünü bozacak ağırlıkta olması ve böylece tüketicinin normal şartlar altında taraf olmayacağı bir hukuki işleme taraf olması unsurları ele alınmıştır.
  • Öğe
    ROMA HUKUKUNDA AESTIMATUM KURUMUNUN UYGULAMA ALANI ÜZERİNE BİR DEĞERLENDİRME
    (2021) KAYAK, Sevgi
    Aestimatum, bir malın ona bir değer biçilerek satılması maksadıyla bir başka kimseye bırakıldığı ve bunun karşılığında malı devralan kimsenin malı sattığı takdirde kararlaştırılan bedelini ödemeyi, satamadığında ise malı iade etmeyi üstlendiği bir sözleşmedir. Roma hukukunda “aestimatum” olarak isimlendirilen bu sözleşme, günümüz hukukunda doktrindeki yaygın ismiyle “satış için bırakma sözleşmesi” olarak bilinir. Aestimatum Klasik hukuk kaynaklarında D.19.3’teki “De Aestimatoria” başlığına ayrılan metinler ile D.19.5’teki “De Praescriptis Verbis” başlığına ayrılan metinlerde düzenlenmiştir. Aestimatum ile ilgili pek çok konu tartışmalıdır. Aestimatum kavramının hukukî niteliği de çok tartışmalıdır. Bize göre aestimatum Klasik hukuktan beri bilinen ve bu dönemde incerti bir dava ile korunan ve Iustinianus hukukunda isimsiz sözleşmeler arasına dahil edilen bir sözleşmedir. Bugünkü hukukumuzda ticarî temsil, ticarî vekillik, pazarlamacılık gibi kurumlar birbirinden ayrılmıştır ve işlevleri de az çok farklılaşmıştır. Oysa Roma’da bu kurumlar kesin çizgilerle birbirinden ayrılmış değildir. Doktrinde ileri sürüldüğü üzere, modern ticaret hukukundaki ticarî temsil, komisyonculuk, pazarlamacılık gibi kurumlara ilişkin boşluk aestimatum tarafından doldurulmuştur.
  • Öğe
    YAPMA BORCUNUN İFA EDİLMEMESİNE İLİŞKİN TBK m.113/I HÜKMÜNÜN HUKUKİ NİTELİĞİ VE UYGULANMA ŞARTLARI ÜZERİNE BİR DEĞERLENDİRME
    (2021) İMAMOĞLU, Selma Hülya
    Türk Borçlar Kanununun genel kısmında yer alan TBK m.113/I hükmü, yapma borcunun alacaklısına mahkemece yetkili kılınmak suretiyle borçlunun ifa etmediği edimi, masrafı (ve hasarı) borçluya ait olmak üzere borçlunun yerine kendisi veya üçüncü kişi aracılığıyla gerçekleştirme imkânını verir. İkame yoluyla ifa olarak da ifade edilebilecek bu süreçte yapma borcunun bir çeşit zorla yerine getirilmesi sağlanır. Bu itibarla alacaklının ikame yoluyla ifaya yetkili kılınması, bir çeşit icra tedbiri olarak ortaya çıkar ve ikame yolu, bir icra aracı oluşturur. Bu yönde TBK m.113/I hükmü, usul hukukuna ilişkin bir icra kuralı niteliğindedir. TBK m.113/I hükmünde yer almamakla birlikte, bir icra aracı olarak görülmesi sebebiyle ve aynı zamanda borçlu yönünden ortaya çıkardığı önemli sonuçlar dolayısıyla ikame yoluyla ifaya izin verilebilmesi için borçlunun edim yükümünün mahkemece açıklığa kavuşturulması gerekir. Diğer bir deyişle alacaklının ikame yoluyla ifaya yetkili kılınmasından önce borçluyu ifaya mahkûm eden bir edim hükmünün alınmış olması gerekir. Türk hukukunda bir işin yapılmasına ilişkin ilâmların icrasında ikame yolu, ayrıca İİK m.30 hükmünde de düzenlenmiştir. Anılan hüküm karşısında TBK m.113/I hükmünün içeriğine uygun bir uygulama imkânı yaratılmalıdır. Bunun için yasal düzenlemeye ihtiyaç vardır.
  • Öğe
    SENDİKAL HAKLARIN KULLANILMASININ ENGELLENMESİ SUÇU
    (2021) AYDIN, Devrim
    İşçilerin yanı sıra işverenlerin de sendikal faaliyette bulunabilme hakkı, uluslararası sözleşmeler ve Anayasamızda sosyal ve ekonomik haklar arasında yer almaktadır. Bireylerin sendikaya üye olmalarının, bireysel sendika haklarının kapsamı ile sendikaların faaaliyetlerinin ayrıntıları 6356 sayılı Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu ile 4688 sayılı Kamu Görevlileri Sendikaları ve Toplu Sözleşme Kanunu’ndadır. İlgili mevzuatta içeriği belirlenmiş olan bireysel ve kolektif sendikal hakların ihlal edilmesinin engellenmesi ve bu hakların ceza hukuku yoluyla korunması amacıyla 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nda (TCK) hürriyete karşı suçlar arasında “sendikal hakların kullanılmasının engellenmesi” suçu (m.118) düzenlenmiştir. Bu maddede birbirini tamamlayan iki ayrı suç yer almaktadır. Birinci fıkrada “bireysel sendikal hakların kullanılmasının engellenmesi” suçu düzenlenmiştir. Bu düzenlemeyle, bireylerin herhangi bir baskı görmeden sendikal haklarını kullanabilmeleri korunmak istenmiştir. Maddenin ikinci fıkrasında ise “sendika tüzel kişiliğinin faaliyetlerinin engellenmesi” suçu düzenlenmiştir. Bu fıkradaki düzenlemeyle kolektif sendikal hakların korunması amaçlanmıştır. Birbirlerini tamamlayıcı nitelikteki bireysel ve kolektif sendika hakkının ihlali TCK m.118’de birlikte düzenlenmiştir. Ancak bu hükümde maddi unsurları, mağdurları ve maddi konuları birbirinden farklı iki ayrı suç yer almaktadır. Bu çalışmada TCK m.118’de düzenlenmiş olan bireylerin ve sendikaların sendikal haklarının kullanılmasının engellenmesi suçu konu edilmiştir.
  • Öğe
    ÖZEL ESASLARA İLİŞKİN UYGULAMA VE YARGI KARARLARI PERSPEKTİFİNDEN VERGİ HUKUKUNDA HUKUKA AYKIRI BİR İŞLEMDEN HUKUKA UYGUN BİR TARHİYAT ÇIKIP ÇIKMAYACAĞI SORUNU
    (2021) TAYLAR, Yıldırım
    Özel esaslar, katma değer vergisi iadesinde yapılması muhtemel hukuka aykırılıkların önüne geçmek için getirilmiş bir uygulama olarak tasarlanmış ve yürürlüğe girmiştir. Uygulanan yüksek ve hatta ölçülü denilemeyecek cezalara rağmen sahte belge düzenleme ve kullanma fiillerinde bir azalma görülmemesi, bu fiillerle mücadele konusunda yeni arayışları hep gündemde tutmuştur. Özel esaslar, kendi içinde oluşturmuş olduğu bir sınıflandırma ile bu mücadeleye katkı sunmak amacında olsa da yasal dayanağı bulunmadığından temel hak ve özgürlükler bakımından sorunlu bir müessese haline gelmiştir. Yasal bir dayanağı olmamasına rağmen uygulanmasına devam edilen özel esaslar kapsamında mükelleflere ihtar yazıları gönderilmekte, gerekli düzeltmenin yapılmaması durumunda özel esaslar kapsamına alınacakları ihtar edilmektedir. Özel esaslar kapsamına girmek istemeyen ve ihtirazi kayıtla beyanname veren mükelleflerin açmış oldukları davalarda; hak arama özgürlüğü ve ispat yükü bakımından önemli sorunlar yaşanmaktadır. Çalışma, hukuka aykırı bir işlem olan özel esaslar ihtarı ile başlayan tarh, tahakkuk ve ceza kesme işlemlerinin hukuka uygun olduğu yönünde bir karar ile sonuçlanmasının mümkün olup olmadığı sorusuna, hukuk devleti ilkesi çerçevesinde bir cevap aramaktadır.
  • Öğe
    LEGAL STATUS OF WORKERS WORKING IN THE BORDER ZONES OF NEIGHBORING COUNTRIES
    (2021) KORKUSUZ, M. Halit
    In the world, recently, the tendency to live in border regions, on the other side of the border and work in more economically developed neighbouring countries continues to increase. On the other hand, as a result of the increase in the border trade in the world, it is indisputable that there are additional employment opportunities, especially for the citizens of more developed countries. This situation for economically more developed neighbouring countries continues to increase. It is a fact that these workers suffer in practice because they are not citizens of the country they are working in. On the other hand, as a result of the increase in the border trade in the world, it is indisputable that there are additional employment opportunities, especially for the citizens of more developed countries. It is clear that border trade, which is a good advantage in providing employment, leads to employment of a large number of people due to the transportation of goods, or to run the businesses of hotels, restaurants, storage centres and customs establishments. Among the workers who have the right to work in the neighbouring country, even temporarily, on the grounds of foreignness; employers must comply with the "obligation of equal treatment" and "prohibition of discrimination" and other ILO standards. Otherwise, it may harm the universal gains of the employees achieved in the last century and provided by international agreements.
  • Öğe
    TÜRK HUKUKUNDA BOŞANMA HALİNDE ORTAK VELÂYETE HÜKMEDİLİP HÜKMEDİLEMEYECEĞİ SORUNU
    (2021) ERCOŞKUN ŞENOL, H. Kübra
    Velâyet, kural olarak küçüklerin ve istisnai olarak kısıtlıların bakım ve korunmalarının sağlanabilmesi için, şahıs ve malları üstünde ana-babalarının sahip oldukları yükümlülük ve hakların bütünüdür. Türk Medeni Kanunu’nun 336. maddesine göre evlilik devam ettiği sürece ana ve baba velâyeti birlikte kullanır (f. 1). Velâyet, ana ve babadan birinin ölümü halinde sağ kalana, boşanmada ise çocuk kendisine bırakılan tarafa ait olur (f. 3). Ancak evliliğin boşanma ile sona erdiği hallerde de aynen evlilik devam ederken olduğu gibi, ana ve babanın velâyeti ortak bir şekilde kullanmalarının mümkün olup olmadığı son dönemlerde yoğun şekilde tartışılan bir konu haline gelmiştir. Avrupa’da yapılan bilimsel çalışmalarda, sağlıklı biçimde yürütülebilecek olması durumunda, ortak velâyetin, ana-babadan sadece biri tarafından yürütülen (tek başına) velâyete nazaran çocuğun menfaatine daha uygun olduğu tespit edilmiştir. Bu çalışmalar, Avrupa ülkelerinin büyük bir kısmında boşanma halinde ortak velâyetin de bir velâyet türü olarak kabul edilmesine yol açmıştır. Türk Medeni Kanunu’nda henüz bu yönde açık bir düzenleme yapılmış değilse de, Türk öğretisinde mevcut düzenlemeler çerçevesinde ortak velâyete hükmedilebilmesi için bir zemin oluşturulmaya çalışılmaktadır. Uygulamada da çeşitli gerekçelerle ortak velâyete hükmedilmeye başlandığı ve bu yöndeki mahkeme hükümlerinin sayısının gün geçtikçe arttığı görülmektedir. Ancak uygulamada bir birliğin sağlanabilmesi adına bu önemli meselenin tüm hüküm ve sonuçları itibariyle kanunda düzenlenmesinin gerekli olduğu da açıktır.
  • Öğe
    COVID-19 PANDEMİSİ GÖLGESİNDE YILLIK ÜCRETLİ İZİN HAKKI VE UYGULAMASI
    (2021) SAVAŞ KUTSAL, Fatma Burcu; BOZKURT, Yeliz
    Modern zamanların en ciddi insani, ekonomik ve sosyal krizini yaşadığımız bu günlerde, iş ilişkileri de bundan nasibini almıştır. Sadece ülkemizde değil dünya genelinde salgın nedeniyle üretim faaliyetleri ciddi yavaşlama göstermiş, birçok sektör ağır hasar görmüştür. Yaşanılan olumsuzlukları en aza indirmek ve muhtemel hak kayıplarını önlemek amacıyla alınan idari, hukuki ve mali önlemlerin yanı sıra işçi ve işverenler de taraflarını teşkil ettikleri iş ilişkilerinin devamını sağlamaya yönelik birtakım çarelere başvurmuşlardır. Bu kapsamda uygulamada sıklıkla başvurulan çarelerden biri de yıllık ücretli iznin pandemi ile mücadele aracı olarak kullanılması olmuştur. İlk bakışta işletmeler ve hükümet kaynakları üzerindeki ekonomik etkiyi azaltan ve her iki tarafın da menfaatine uygun bir çare ile karşı karşıya olunduğu izlenimi hasıl olsa da durum gerçekten böyle midir? Çalışmamızda, söz konusu yöntemin hukuka uygunluğu, yıllık ücretli izin kurumunun hukuki temeli, amacı ve işlevi ışığında öğretideki görüşlere, Fransız ve Alman Hukuku uygulamalarına ve ILO’nun konuya yaklaşımına yer verilmek suretiyle incelenmiş, böylelikle sorunun cevabı verilmiştir.
  • Öğe
    İŞÇİNİN SAKALINI KESMEYİ REDDETMESİ NEDENİYLE İŞ SÖZLEŞMESİNİN FESHİ
    (2021) TOLU YILMAZ, Hazal
    Her birey, düşünce, din ve vicdan özgürlüğüne, özel hayata saygı hakkına ve ifade özgürlüğüne sahiptir. Herkes kamusal hayatta dini inancı, siyasi görüşü veya dış görünüşüne ilişkin tercihlerinin bir sonucu olarak belli bir şekilde giyinmeyi, saçlarını boyalı, açık, uzun veya kısa kullanmayı, başörtüsü takmayı, traşlı ya da sakallı gezmeyi tercih edebilir. İş sözleşmesiyle çalışan bir kişinin, işyerinde de bu tercihini sürdürmek istemesi halinde, dış görünüşüne ilişkin seçimi çalışma yaşamına taşınmış olur. Çalışma hayatında ise işverenler, işyerinde tarafsız bir düzenin sağlanması, işin, işyerinin, işletmenin gerekleri, iş sağlığı ve güvenliğinden doğan ihtiyaçlar gibi pek çok nedenle, işçilerin dış görünüşlerine belli sınırlamalar getirir. En çok karşımıza çıkan sınırlamalardan biri de işçinin işyerinde sakal bırakmasının yasaklanmasıdır. İşyerinde sakal kullanımının yasak olması, fakat işçinin sakalını kesmeyi reddetmesi halinde, işverenin yönetim hakkı ile işçinin temel hak ve özgürlükleri arasında bir çatışma ortaya çıkar. Bu çatışmanın çözüme kavuşturabilmesi için, işçinin sakal bırakma hakkının hukuki dayanağı, bu hakkın işveren tarafından hangi meşru temellere dayanılarak sınırlandırılabileceği açıklanmalı, işçinin sakalını kesmeyi reddetmesinin fesih sebebi sayılıp sayılamayacağı ve bu halde yapılacak feshin türü her somut olaya göre değerlendirilmelidir.
  • Öğe
    YABANCILARIN TÜRKİYE’DE İKAMET VE SEYAHATİNE İLİŞKİN UYGULAMADA KARŞILAŞILAN BAZI SORUNLAR
    (2021) OZTURK, Necla; KUSCU, Dondu; TUFAN, Utku
    Kural olarak vizenin ve vize muafiyetinin tanıdığı süreden daha fazla Türkiye’de kalmak isteyen yabancının ikamet izni alması gerekmektedir. İkamet izni ile ilgili düzenlemeler 6458 sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu (YUKK) ile Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanununun Uygulanmasına İlişkin Yönetmelikte (YUKK Uygulama Yönetmeliği) yer almaktadır. Bu düzenlemeler kapsamında Türkiye’de ikamet etmek isteyen yabancılar; kısa dönem, aile, uzun dönem, öğrenci, insanî ve insan ticareti mağduru ikamet izinlerinden birini alarak Türkiye’de ikamet edebilir. Yabancıların ikamet iznine ilişkin hükümler içeren YUKK ve YUKK Uygulama Yönetmeliği, her bir ikamet izin türünü, söz konusu ikamet izninin koşullarını, uzatılmasını ya da iptalini ayrıntılı olarak düzenlemiştir. Ancak bu ayrıntılı düzenlemeye rağmen, söz konusu düzenlemelerde bazı çelişki veya eksikliklerin olduğu görülmektedir. Dahası bazı hükümlerin yanlış anlaşılmaya ya da farklı yorumlanmaya müsait olduğu da dikkat çekmektedir. Kuşkusuz, yabancıların ikamet hakkına ilişkin hükümlerdeki bu çelişki veya eksiklik ya da farklı yorumlanmaya uygun hükümler uygulamada sorun teşkil edebilir. Bu çalışmanın amacı, YUKK ve YUKK Uygulama Yönetmeliği kapsamında yabancıların ikametine ilişkin tespit edilen bu sorunlara dikkat çekmek ve çözüm önerileri sunmaktır. Bu amaç doğrultusunda hazırlanan çalışma, konuya ilişkin çalışmaların yürütüldüğü kamu kurum ve kuruluşlarının görüşleri alınarak hazırlanmıştır.
  • Öğe
    AB TEMEL HAKLAR ŞARTI’NIN YATAY ETKİSİ
    (2021) KARAYİĞİT, Mustafa Tayyar
    Anayasal temel hakların yatay etkisi meselesi, temel hakların özel hukuk ilişkilerinde hak ve yükümlülüklerin kaynağını teşkil edip edemeyeceği ve kamu hukuku kaynaklı temel hakların özel hukuk ilişkilerine uygulanabilir olup olmadığı meselesi olarak sadece AB hukukuna mahsus olmayan, ulusal hukuk sistemlerinde de özel hukukun anayasallaştırılması veya temel hakların özelleştirilmesi gibi kavramlarla aşina olunan bir husustur. AB hukuku özelinde AB Temel Haklar Şartı’nın yatay etkisi bu makalede yatay doğrudan etki, yatay dolaylı etki ve pozitif yükümlülükler çerçevesinde ele alınmaktadır. Bu çerçevede yatay etkiye ilişkin literatürde sıkça rastlanılan lehte ve aleyhte görüşlere değinilmektedir. Yatay doğrudan etkinin unsurları olarak hak-ilke ayrımı ile konu ve kişi bakımından Şart’ın uygulanmasının kapsamı yatay doğrudan etkinin şartları çerçevesinde analiz edilmektedir. Şart’ın bütün hükümlerinin Şart’ın 52(5). maddesi anlamında hak ve ilke kategorisinde olduğuna bakılmaksızın ve ilkeleri uygulayıcı tasarruflarla sınırlanmaksızın yatay dolaylı etkiye, herkesi bağlayan zorunlu nitelikte ve AB hukuku veya ulusal hukuk tarafından daha somut ifade verilmesini gerektirmeyecek şekilde koşulsuz doğaya sahip belirli hükümlerinin ise sadece yatay doğrudan etkiye sahip olduğu vurgulanmaktadır.
  • Öğe
    HEYECAN, KORKU VEYA TELAŞ SEBEBİYLE MEŞRU SAVUNMADA SINIRIN AŞILMASI VE TÜRK HUKUKUNDAKİ UYGULAMASI
    (2021) ÜNAL, Ertuğrul
    Meşru savunma, hukuki bir fenomenden ziyade doğal bir olgudur. İnsan, tabiatı gereği kendisine yönelmiş saldırıya karşı koyar. Kişilerin, haksız saldırı karşısında yaşadıkları duygusal reaksiyonlar sebebiyle her zaman saldırıyla orantılı tepki vermeleri kendilerinden beklenemez. Failin hareketlerini yönlendirme yeteneğinin azalması veya ortadan kalkması anlamına gelen meşru savunmada sınırın mazur görülebilecek heyecan, korku veya telaş sebebiyle aşılmasında fail, hukuken izin verilen alanın dışına çıkmasına rağmen cezalandırılmamaktadır (TCK m.27/2). Fıkra metninde geçen mazur görülebilecek heyecan, korku ve paniğin mazur görülebilecek seviyede olup olmadığının belirlenmesinde ex ante bir inceleme yapılması gerekmektedir. 765 sayılı TCK’da mevcut olmayan meşru savunmada sınırın mazur görülebilecek heyecan, korku veya telaşla aşılması, Alman Ceza Kanunun (AlCK) 33 üncü maddesinden esinlenilerek ihdas edilmiştir. Bu sebeple makalemizde; düzenlemenin Türk hukukundaki tatbik şekli, Alman doktrin ve uygulamasıyla mukayeseli şekilde ortaya konulmaya çalışılacaktır. Makalenin merkeze aldığı en temel soru; meşru savunmada sınırın aşılması hususunda uygulamanın, kanunda olmayan şekilde maddenin kapsamını daraltıp daraltmadığıdır. Bu soruya cevap bulabilmek amacıyla da Alman Federal Mahkemesinin (BGH) vermiş olduğu kararlar ile mukayese yoluna gidilmiştir..
  • Öğe
    KÜLLERİNDEN DOĞAN TARTIŞMA: REKABET YASAĞI SÖZLEŞMESİNDEN (TBK m. 444 vd.) KAYNAKLI UYUŞMAZLIKLARDA GÖREVLİ MAHKEMENİN TESPİTİNDE NE DEĞİŞTİ NE DEĞİŞMEDİ?
    (2021) SARIKAYA, Sinan
    İş sözleşmesinin sona ermesinden sonraki döneme ilişkin rekabet yasağından kaynaklı uyuşmazlıkların çözümünde hangi mahkemenin görevli olduğu hususundaki tartışma İş Mahkemeleri Kanunu’nun 25.10.2017’de yürürlüğe girmesi ile yeniden alevlenmiştir. İşMahK m.5/I-a’da Türk Borçlar Kanunu’nun hizmet sözleşmelerine ilişkin Bölümü’ne yapılan atıf ile artık 2012 ve 2013’te verilen HGK kararlarının hükümden düştüğü yönünde görüşler ileri sürülmekte ve bu görüşler yargı kararlarına yansımaktadır. İstanbul BAM 13. ve 43. HD. iş mahkemesinin görevli olduğunu içtihat etmektedir. Bunları takip eden pek çok asliye ticaret mahkemesi de görevsizlik kararı vermektedir. İstanbul BAM 12. HD. ise asliye ticaret mahkemesinin görevli olduğu yönünde kesin olarak hüküm tesis etmektedir. Yargıtay 9. HD. de önceki görüşüne geri dönmüş ve iş mahkemelerinin görevli olduğu yönünde karar vermiştir. Bu makalede, işçinin rekabet yasağı sözleşmesinden kaynaklı olarak açılan davalarda görevli mahkemenin tespiti noktasında İşMahK m.5/I-a, tartışmada varılan sonuç değil ve fakat tartışmanın yeniden alevlenmesi noktasında milat kabul edilerek, doktrin ve yeni yargı kararları ışığında görüşümüz ortaya konulmaya çalışılacaktır. Ancak gelinen noktada, on yıllardır tartışılmakta olan ve 2012-2013 yıllarında verilen Hukuk Genel Kurulu kararları ile nihayete erdiği düşünülen konu üzerinde gerek doktrin gerek yargı kararlarında halen fikir birliği sağlanamadığı açıktır. Yapılan bu tartışma ve aynı uyuşmazlık için fark mahkemelerin farklı yönde verdikleri kararlar yaşanan görev sorununun artık “kangren” haline geldiğini göstermektedir.
  • Öğe
    TÜRK BORÇLAR KANUNU’NDA DÜZENLENMİŞ OLAN “EVDE HİZMET SÖZLEŞMESİ (TBK m. 461-469)” VE TEKNOLOJİK GELİŞMELER IŞIĞINDA EVDE HİZMET SÖZLEŞMESİNİN FAYDALARI İLE UZAKTAN ÇALIŞMA MODELİ VE ESNEK ÇALIŞMA ÜZERİNE DEĞERLENDİRMELER
    (2021) GÜLLÜOĞLU ALTUN, Yasemin
    Türk Borçlar Kanunu ile getirilmiş yeni sözleşme türlerinden bir tanesidir. İşçi ve işveren arasında kurulmuş bir sözleşme türüdür. Bu sözleşme gereğince işçi işi kendisinin belirlediği yerde tamamlayarak teslim etmektedir. Evde Hizmet Sözleşmesi belirli veya belirli olmayan bir süre için düzenlenebilir. Bununla beraber aralıklı veya aralıksız çalışma olarak da mevzuatta düzenlenmiştir. Bu sözleşme gereğince tarafların belirlediği ücret üzerinden bir ücret ödemesi de yapılmaktadır. Kendine özgü hükümleri olan bir sözleşme türü olması sebebiyle İş Kanunu’nda düzenlenmiş olan iş sözleşmesi hükümlerinden bazı yönleri ile farklıdır. Evde Hizmet Sözleşmesi özel bir düzenleme olarak kabul edilmektedir. Bu sebeple bu sözleşmenin hükümleri arasında cevap bulunamayan haller söz konusu olduğu zaman başvurulması gereken yasal düzenleme “genel hizmet sözleşmesi” olmaktadır. Evde Hizmet Sözleşmesi atipik bir sözleşmedir. Uygulamada bu sözleşmenin işçi tarafının en fazla kadınlar olduğunu görmekteyiz. Zira bu sözleşme uzaktan çalışmayı içinde barındırdığı için kadınlar tarafından tercih edilmektedir. O halde gelişen teknolojilere ayak uydurulması açısından mevcut yasal düzenlemelerin geliştirilmesi gerekmektedir.
  • Öğe
    KOMŞULUK HUKUKU BAKIMINDAN TAŞKIN BİTKİLER
    (2021) TEKELİOĞLU, Numan
    Mülkiyet hakkı, sahibine muhtelif yetkilerle birlikte bazı ödevler de yüklemektedir. Bu ödevler bazı yönlerden mülkiyet hakkının kısıtlanması anlamına gelmektedir. Anayasanın 35. maddesinde, mülkiyet hakkının kamu yararı amacıyla kanunla sınırlanabileceği ve bu hakkın kullanılmasının toplum yararına aykırı olamayacağı düzenlenmiştir. Bu nedenle mülkiyet hakkı, toplum yararı çerçevesinde hem kamu hukuku hem de özel hukuk kaynaklı kısıtlamalara tâbi olmaktadır. Taşınmaz mülkiyetinin kısıtlamaları arasında en önemlilerinden birini komşuluk hukukundan doğan kısıtlamalar teşkil etmektedir. Nitekim Türk Medeni Kanunu’nda taşınmaz mülkiyeti yönünden komşu yararına getirilen kısıtlamalara geniş bir yer verilmiştir (TMK m.737-750). Bunlardan biri de TMK m.740 hükmünde ifadesini bulan, komşunun arazisine taşan bitkilerle ilgili durumlardır. Bir taşınmazdaki bitkinin komşu araziye taşması esasen haksız elatma teşkil ettiğinden, komşu arazi malikinin taşkınlığın kaldırılmasını isteme hakkı vardır. Ancak kanun koyucu, taraflar arasındaki menfaat dengesini gözeterek komşu arazi malikine belirli ölçüde taşkın bitkilere katlanma ödevi yüklemiştir. Bununla birlikte, komşu arazi malikinin taşkınlığa katlanma ödevi de sınırsız değildir. Şartlar gerçekleştiği takdirde komşu arazi maliki, ihkak-ı hakkı gerçekleştirme imkânına sahip olmaktadır. Çalışmada, taşkın bitkiler çerçevesinde komşu arazi malikinin hakları ve ödevleri ele alınmıştır.
  • Öğe
    TÜRK MEDENÎ KANUNU’NA GÖRE VAKIFLARDA AMACIN DEĞİŞTİRİLMESİ
    (2021) SARIKAYA, Murat
    TMK m.113/I hükmü, vakıf tüzel kişiliğinde amaç değişikliğinin koşullarını düzenlemektedir. Yine amacın gerçekleşmesini önemli ölçüde güçleştiren veya engelleyen koşulların ve yüklemelerin kaldırılması veya değiştirilmesi de aynı hükme tabi kılınmıştır (TMK m.113/II). Çalışmada, vakıf tüzel kişiliği bakımından amaç kavramının anlam ve önemi açıklandıktan sonra, amaç değişikliğinin koşulları maddi ve şekli yönden ayrı ayrı incelenmektedir. Keza vakıfta amaç değişikliğine gidilen hâllerde yeni amacın belirlenme yöntemi, amaç değişikliğinin sonuçları ve sınırları üzerinde de durulmaktadır. TMK m.113/II hükmü uyarınca kaldırılması veya değiştirilmesi söz konusu olan koşul ve yükleme kavramlarından ne anlaşılması gerektiği çalışmada ele alınan bir diğer konudur. Bunun ötesinde, İsviçre Medenî Kanunu’nun ilgili düzenlemeleri bağlamında amaç değişikliğine ilişkin özellik arz eden durumlar olarak vakfedenin amacı değiştirme hakkı (Art. 86a ZGB) ve esaslı olmayan vakıf senedi değişiklikleri (Art. 86b ZGB) temel hatlarıyla açıklanmaktadır. Nihayet çalıştırılanlara ve işçilere yardım vakıflarında yararlananların vakıftan yararlanma koşullarında yapılacak değişiklikler (TMK m.110/V) özel olarak incelenmektedir.
  • Öğe
    ÖZGÜRSÜZLÜK, KANUN VE BİREYSEL BAŞVURU: TÜRK BİREYSEL BAŞVURU SİSTEMİNE BİR ELEŞTİRİ
    (2021) GÜLGEÇ, Yahya Berkol
    Türk bireysel başvuru sistemi ilk andan itibaren pek çok eleştiriye konu olmuştur. Makale Türk bireysel başvuru sistemini yalnızca kanunlardan kaynaklı temel hak ve özgürlük ihlalleri açısından eleştirmektedir. Buna göre, doğrudan kanundan kaynaklı ihlaller dolayısıyla bireysel başvuru yapılamaması ve temel hak ihlaline yol açan kanunun bireysel başvuru neticesinde iptal edilememesi sistem açısından önemli bir eksikliktir. Bunun nedeni temel hak ve özgürlük ihlaline yol açan kanun geçersiz kılınmadıkça ihlalin devam etmesi ve hakların etkili korumadan mahrum kalmasıdır. Türk bireysel başvuru sistemi kapsamındaysa hak ihlalinin yalnızca birel bir normun muhataba uygulanmasıyla gerçekleşeceği düşünülmekte gibidir. Bu yanılgının neticesinde telafisi güç bir tuhaflık ortaya çıkmaktadır. Buna göre, bireysel başvuruda bir hukuk sisteminin kendilerinden beklediğini yapıp geçerli bir kanuna uygun davranan kimselerin hakların ihlal edildiği, kanunu ihlal eden kişilerinse Anayasa Mahkemesinin ihlal kararıyla ödüllendirildiği durumlara rastlamak mümkündür. Makalede pozitif hukuk çerçevesinde bu eksiklikleri gidermenin yolları irdelenmekte, bu yolların etkili birer çözüm olmaktan uzak olduğu vurgulanarak sorunun anayasa değişikliği ile çözülmesi önerilmektedir
  • Öğe
    YOKSULLUK NAFAKASINI İNSAN HAKLARI VE TOPLUMSAL CİNSİYET EKSENİNDE YENİDEN DÜŞÜNMEK
    (2021) BOZKURT, Fatma Duygu
    “Evlilik birliği sona ermiş olmasına rağmen bir kişinin eski eşine süresiz mali katkıda bulunmasını zorunlu kılan sebep nedir?” sorusu yoksulluk nafakasına dair tartışmaların kilometre taşıdır. Bu çalışma aynı soruyu şöyle sormaktadır: “Evlilik birliği sona ermiş olmasına rağmen bir kişiyi eski eşinin mali katkısına süresiz muhtaç kılan sebep nedir?” Makalenin amacı yoksulluk nafakasını kadının insan hakları perspektifiyle ele almaktır. Çünkü Türk yoksulluk nafakası kararları doğrultusunda yoksulluğun cinsiyetinin kadın olduğu görülmektedir. Bu nedenle çalışmada öncelikle kadın yoksulluğunun kök nedenleri araştırılmış akabinde bu nedenlerin kadının insan haklarına ve yoksulluk nafakasına etkisi ele alınmıştır. Zira toplumsal cinsiyet rol dağılımının hane içi eşitsizlik olarak tebarüz etmesi, bir yandan yoksulluk nafakası ile bu eşitsizliğin telafisini gerektirirken diğer yandan da sosyal devlet ilkesi gereği devletin sorumluluğunu doğurmaktadır. Çalışmada resmi istatistik verilerinden ve saha araştırma bulgularından yararlanılmış, makale ampirik ve teorik bulgulara dayandırılarak kaleme alınmıştır. Ortaya çıkan bulgular ışığında yoksulluk nafakasına süre ile sınırlı olmaksızın hükmedilmesinin gerekçesi ve işlevi açıklığa kavuşturulmuştur. Çalışma yoksulluk nafakasına ilişkin sunulmuş değişiklik önerilerinin değerlendirilmesiyle sonlanmıştır.
  • Öğe
    ALMAN CEZA HUKUKUNDA TAM SARHOŞLUK SUÇUNUN DOGMATİK TEMELLERİ
    (2021) ERSOY, Uğur
    Mevcut çalışmanın ana uğraş alanını, Alman Ceza Kanunu’nun 323a paragrafında kaleme alınmış olan tam sarhoşluk (Vollrausch) suçunun dogmatik temelleri hakkında genel bilgiler verilmesi oluşturmaktadır. Söz konusu suç tipi ile toplumun genelinin, bir tehlikenin gerçekleşmesinden önce korunması amaçlanmıştır. Alman Ceza Kanunu’nda düzenlenmiş bulunan tam sarhoşluk suçuna benzer nitelikte bir suç tipine ne 765 sayılı Türk Ceza Kanunu’nda ne de 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nda yer verildiği görülmektedir. Tam sarhoşluk suçunun Alman ceza hukukunda önemli tartışmaların odağında yer aldığı söylenebilir. Gerçekten de Alman Hukukunda bu suç tipi, ceza hukuku dogmatiğinin en zorlu ve tartışmalı hükümlerinden birisi olarak değerlendirilmektedir. Söz konusu tartışmaların temelinde tam sarhoşluk suçunun ve bu suç tipinde aranan hukuka aykırı bir fiil (eine rechtswidrige Tat) gerçekleşmesinden ne anlaşılması gerektiği ve belki daha da önemlisi bu suç tipinin kusur prensibine aykırılık teşkil edip etmediği gibi önemli konular yatmaktadır. Çalışmanın sonuç kısmında ise Türk Ceza Kanunu’nda bu suç tipine benzer bir suça yer verilmesi gerekip gerekmediği hususu üzerinde kısa bir değerlendirmede bulunulacaktır.
  • Öğe
    GÜVENLİ ELEKTRONİK İMZA SAHİBİNİN HAKLARI VE YÜKÜMLÜLÜKLERİ
    (2021) ÖZGÜL, Mehmet Emin
    2004 yılında yürürlüğe giren Elektronik İmza Kanunu ve ardından gelen diğer hukuki düzenlemelerle birlikte, elektronik imza kullanımı giderek yaygınlaşmış hem kamuda hem de özel sektörde sıklıkla kullanılmaya başlamıştır. Güvenli elektronik imza, özellikle pratikliği ve güvenilirliği sebebiyle tercih edilen bir imza yöntemi olarak karşımıza çıkmaktadır. Hem Borçlar Kanun’unda hem de Elektronik İmza Kanun’unda, güvenli elektronik imza, kural olarak el ile atılan imzaya hukuken eşdeğer sayılmıştır. Bunun için güvenli elektronik imzanın Kanunla belirlenen özellikleri taşıması gerekir. Çalışmamızda bu özelliklerden genel olarak bahsedilmiştir. Kullanımı yaygın olan güvenli elektronik imza türünde, imza sahibi kimselerin çoğunlukla sözleşmelerin içeriğine dikkat etmeyebileceği, mevzuattaki düzenlemelerden de haberdar olmayabilecekleri göz önünde bulundurulmuş ve konunun derli toplu işlenmesine çalışılmıştır. İmza sahibi olan kişilerin hakları ve yükümlülükleri sınıflandırılarak, belli başlıklar altında incelenmiş, dolaylı olarak güvenli elektronik sertifika hizmetini sağlayanların da hak ve yükümlülüklerinden bahsedilmiştir. İmza sahibinin ve sertifika hizmeti verenlerin yükümlülüklerini yerine getirmesinin önemine dikkat çekilmeye çalışılmış, bu yolla hukuki sorunların azalacağına ve bu imza türüne olan güvenin artacağı inancıyla konu incelenmeye çalışılmıştır. Halihazırda var olan eksiklikler ve sorunlar tespit edilmeye çalışılarak, imza sahibi olanlarda veya edinmeyi düşünenlerde farkındalık oluşturulması hedeflenmiştir.