Yazar "Bozkurt, Mustafa" seçeneğine göre listele
Listeleniyor 1 - 5 / 5
Sayfa Başına Sonuç
Sıralama seçenekleri
Öğe ARAPKİRLİ HÜSEYİN AVNİ’DE BİLGİ, BİLGİNİN KAYNAKLARI VE DEĞERİ(2018) Bozkurt, MustafaÖz: Osmanlının son dönemleri ve Cumhuriyetin ilk yıllarında değişik eğitim kurumlarında kelam ilmi dersleri veren Arapkirli Hüseyin Avni, Mâtürîdî gelenekten gelmesine rağmen Eş’ari geleneğin önemli bir kolu olan felsefî-kelamın da son dönem önemli temsilcilerindendir. Bu çalışmada Hüseyin Avni’nin bilgi anlayışı, kendi eserleri temel alınarak ortaya konulmaya çalışılmıştır.Hüseyin Avni, yapılan birçok bilgi tanımını eleştirmiştir. Mâtürîdî’ye ait olan tanımın güzel bir tanım olduğunu vurgulamıştır. Kendisi ise bilgi ile ilgili bir tanım denemesi yapmamıştır. Daha ziyade felsefe kelam tartışmalarının ve birbirlerine karşı reddiyelerin gündeme getirildiği tehâfüt geleneğine benzer bir bilgi tasnifi yapmaktadır.Bilginin kaynakları konusunda kelam geleneğine tam bir bağlılıkla bilginin kaynaklarının üç olduğunu belirtir. Bunların duyular, haber ve akıl olduğunu söyler. Bu kaynakların her birinin ayrı alanla ilgili bilgiler getirdiğini ve bu bilgilerin güvenilebilir kesin bilgiler olduğunu söyler. Duyuları tek tek ele alan Hüseyin Avni, kelamcıların kabul ettiği beş dış duyunun yanında İslam Filozoflarının kabul ettiği beş iç duyuya da yer vererek felsefî kelamın izlerini yansıtmaktadır. Haber konusuna özellikle de doğru haber konusuna değinerek resulün haberi ile daha ziyade hadisleri kastettiğini görmekteyiz. İlhamın sübjektif oluşu dolayısıyla kelamda delil olamayacağını belirtirken akıl hususunda hem kelamcıların hem de filozofların kabullerine yer vermektedir.Öğe Doğu Batı Çekişmesinin Bir Aracı Olarak İslamofobi’nin Pragmatik Nedenleri Üzerine Mak?sıdü’ş-Şerîa Bağlamında Bir Tahlil Denemesi(2022) Bozkurt, MustafaBatılıların eskiden beri, Müslümanları ve İslam’ı kendi varoluşlarının önünde bir engel olarak gördükleri söylenebilir. Sürekli kendilerini üstün görüp kendileri gibi olmayanları küçümseme yoluna gitmişlerdir. Bu bakış açısının oluşturduğu önyargı, İslam medeniyetini görmelerinin önünde bir engel oluşturmuştur. Her ne kadar birçok bilim insanı ve düşünür, İslam düşüncesinden etkilenerek bu birikimi değerlendirme çabasına girseler de yönetimler ve halklar meseleye karşıtlık olarak bakmışlardır. Müslümanların fetihler yoluyla Batılı (Hristiyan) toplumların ülkelerini fethetmeye başlamalarıyla bu kin daha da artmıştır. Viyana Kilise Konseyi’nin destekleriyle kurulan Oryantalizm Araştırma Merkezleri'nin amacı, Doğuluları/Müslümanları anlama yerine onları tüm yönleriyle tanıyarak bulabildikleri zayıf tarafları üzerinden bu mücadeleyi daha sistematik hale getirmek olmuştur. Böylece Batılılar kendilerinin her alanda üstün olduğunu Müslümanların ise eskiden beri gerici olduğunu ve düzeltilmeleri gerekenler olduğunu Müslüman zihnine yerleştirmek istemişlerdir. Modern dönemde Batı’da dinin bilime ve ilerlemeye aykırı olduğu ve tüm anlaşmazlıkların kaynağı olduğu düşüncesi hâkim olmuştur. Bu nedenle din ve dinî olandan arındırılmış bir insan ve toplum oluşturulması hedeflenmiştir. Seküler bir toplum denemesinin yapıldığı modern dönemde insanlar mutlu edilememişlerdir. Postmodern döneme gelindiğinde manevi ve inanç yönü ihmal edilen insan bunun özlemiyle dine tekrar yönelme eğilimi göstermiştir. Batılı yönetimler, siyasetçiler ve küresel sermayeler bu yönelişin İslam’a olmaması için her türlü çareye başvurmuşlardır. İslamofobi’nin inşası da bu arayışın somut bir kanıtı olmuştur. Özellikle ABD’de gerçekleştirilen 11 Eylül olayları ve takip eden diğer birçok Batılı devletlerde görülen terörist saldırılarının failinin Müslümanlardan olması Batı’da İslamofobi’nin, inşasının payandası olmuştur. Küresel sermayelerin kapital iştahları ve kadim düşmanlıklar İslamofobi ile Müslüman ülkelerine doğrudan müdahalenin kapısını aralamıştır. İslamofobi sayesinde hem Batı toplumlarında hem de birçok Doğu toplumunda bu müdahale meşru olarak kabul görmüştür. Bu çalışmada inşa edilen İslamofobi’nin nasıl bir pragmatik araca dönüştürüldüğü üzerinde durulmuştur. Batı’nın özellikle de ABD’nin iştahını kabartan Ortadoğu’nun enerji ve petrol kaynaklarını kontrol altına almasında İslamofobi’nin bir meşruiyet aracı haline getirildiği irdelenmiştir. Gelinen noktada ise Batı ve ABD’nin hedeflerine büyük oranda ulaştığı görülmüştür. Fakat müdahale edilen toplumlarda yoksulluk, terör olayları, etnik ve mezhepsel bölünmeler, göçe zorlanan kitleler gibi çözümü yakın tarihte mümkün olmayan problemler bıraktığına vurgular yapılmıştır. Bu çalışmada, Batılıların neden böyle davrandığı ve bununla neyi hedefledikleri nitel bir yöntemle ele alınarak bir tahlil denemesi yapılmıştır.Öğe FAHREDDİN ER-RÂZÎ’DE ALLAH’IN HAKİKATİNİ BİLMENİN İMKÂNI(Turkish Studies (Elektronik), 2018) Bozkurt, MustafaÖz: Allah’ın hakikatini bilmenin imkânı hakkındaki görüşlerini belirlemeye çalıştığımız Fahreddin Râzî, bir müteahhirûn kelamcısı olarak mâhiyet kavramının Allah için kullanılamayacağını ifade etmektedir. O, bu kavram yerine “Allah’ın hakikati” kavramını kullanmayı tercih eder. Allah’ın hakikatinin bilinip bilinemeyeceğini tartışan Râzî, temelde Allah’ın hakikatinin bilinemeyeceği görüşünü savunur. Allah’ın hakikatinin bilinebileceği yönündeki iddiaları ele alan Râzî, bu iddiaların hakikati bilmek olmadığını, Allah’ın varlığı ve sıfatları ile sınırlı olduğunu söyler. Varlık ve sıfatları bilmek bir şeyin hakikatini bilmek olmadığını bazı deliller ve örneklerle savunan Râzî, bilme konusunda istidlal ve nazar ile mücâhede ve riyâzât şeklinde iki yoldan bahsedildiğini belirtir. Râzî, bu yolların hiç birinin hakikati bilme konusunda yeterli olmadığını söyler. O, özellikle mücâhede ve riyâzât yoluyla bazı hakikatlere ulaştığını zannedenlerin bunun içeriğini sübjektif olarak kendilerinin doldurduğu kanaatindedir. İstidlâl ve nazar yoluyla mücâhede ve riyâzât yolunu birlikte kullanan kimselerin ise bilme konusunda daha gerçekçi ve sağlıklı sonuçlar elde edebileceğini söyler. Böylece aslında Râzî, aklı kullanan kelamcılarla daha ziyade kalbi sezgiyi kullanan sufilerin yönteminin birlikte ele alındığı zaman daha güçlü bir bakış açısına ulaşılabileceği izlenimi vermektedir. Allah’ın hakikatinin bilinemeyeceğine dair birçok delil getiren Râzî, bu delillerini maddeler halinde sıralar. Bu maddelerin her birinin Allah’ın hakikatinin bilinemeyecÖğe İlahiyat Fakültesi Öğrencilerinin Dini Hitabet Öz Yeterlik Algılarına Yönelik Bir Araştırma(2021) Uçar, Recep; Bozkurt, MustafaYüksek din öğretimi kurumlarının temel amaçlarından biri de halka yönelik din hizmetlerinin ifasını gerçekleştirecek ve hem yaygın hem de örgün din eğitimi faaliyetlerini etkili bir şekilde yürütebilecek nitelikte din görevlisi ve din eğitimi öğretmeni yetiştirmektir. Hangi görevi ifa ederse etsin ilahiyat eğitimi almış bir eğitimcinin hedef kitleye dinî mesajları ulaştırabilmesi büyük oranda onun iletişim becerilerinin iyi olmasına bağlıdır. Zira o, farklı ortamlarda çoğunlukla çeşitli özelliklere sahip topluluklara hitap ederken, dinî mesajların alıcı olan kitleler tarafından en iyi şekilde alınması ve kavranmasını hedeflemektedir. Din eğitimcisinin ya da görevlisinin dini hitabet becerileri bu amacın gerçekleşmesini sağlayacak yeterliliklerden biridir. Dini hitabetin içeriği hazırlama, belirli aşamalara uygun olarak sunma, vurgu ve tonlamalara dikkat etme, beden dilini kullanma ve uygun örneklerle konuyu somutlaştırma gibi unsurları vardır. Ancak dini hitabetin başarıya ulaşması için hitabeti yapacak kişinin topluluk önünde konuşma kaygısının bu işi yapmaktan kaçmasına neden olacak düzeyde olmaması, kendine güvenmesi, motivasyon sahibi olması, hitabet öz yeterlik algısına sahip olması gerekmektedir. Öz yeterlik algısı bireyin yaşamda bir işi yapabileceğine ilişkin kendine olan güvenini ifade eder. Bir eylem ile ilgili öz güven düzeyi yüksek olan bireyin, o eylemi gerçekleştirme eğilimi de yüksektir. Hayatta başarılı olmanın motivasyonunu sağlayan bireyin öz güven düzeyi, dini hitabet uygulamasında ve topluluk önünde konuşma etkinliklerindeki başarının ya da başarısızlığın nedeni olabilir. Din eğitimcilerinin dini hitabet konusunda başarılı olmaları en fazla almış oldukları mesleki eğitim ile ilişkilidir. İlahiyat fakültelerinde dini hitabet ve mesleki uygulama dersi kapsamında, öğrencilere dini hitabetin nasıl yapılacağı konusunda gerekli bilgiler verilmektedir. Ancak bir dönemde iki saat olarak verilen bu derste uygulama boyutu eksik kalmakta, benzer ya da gerçek ortamlarda yeterince pratik yapma fırsatı bulamayan öğrenciler bu dersten yeterince faydalanamamakta, dolayısıyla topluluk karşısında dini hitabette bulunma konusunda kaygılarını giderip olumlu öz yeterlik algısı kazanamamaktadırlar. Bu araştırmanın amacı, ilahiyat fakültesi öğrencilerine yönelik hazırlanan “Dini Hitabet Uygulamaları”nın öğrencilerin dini hitabet öz yeterlilik algılarına etkisini belirlemektir. Bu amaç doğrultusunda çalışma, tek gruplu deneysel tasarım modeline dayanmaktadır. Veri toplama aracı olarak, bilişsel, duyuşsal ve uygulama faktörlerinden oluşan “Dini hitabet Öz Yeterlik Ölçeği” kullanılmıştır. Geliştirilen “Dini Hitabet Öz Yeterlik Algısı Ölçeği”, 40 maddeli, bilişsel, duyuşsal ve uygulama olarak 3 faktörlü, 5’li Likert tipi ifadelerden oluşmaktadır. Ölçeğe ilk test ve son test aşamalarında uygulanan güvenirlik ve geçerlilik çalışması sonucu ölçüm aracına ait geçerlilik ve güvenirlik değerleri test aşaması toplam açıklanan varyans (%81,02), KMO Bartlett’s Test Cronbach’s Alpha İlk-Test 92,7 Son-Test 89,1 olarak gerçekleşmiştir. Literatürde toplam açıklanan varyansın en az %50 olması gerektiği belirtildiği göz önüne alındığında ölçek varyans değerinin yeterli olduğu görülmüştür. KMO değerinin asgari kabul düzeyi 0,7 olduğu göz önüne alındığında, İlk-Test (0,902) ve Son-Test (0,876) aşamalarında bu değerin üzerine ulaşıldığı söylenebilir. İnönü Üniversitesi İlahiyat Fakültesi öğrencilerinden araştırmaya gönüllü olarak katılan 137 öğrenci araştırmanın örneklemini oluşturmuştur. Verilerin analizi için betimsel istatistik kapsamında Eşleştirilmiş Grup t Testi kullanılmıştır. Araştırma sonucunda ilahiyat fakültesi öğrencilerinin dini hitabet öz yeterlik algılarının ön testsonucu ölçek ortalamasının altında/düşük düzeyde olduğu, uygulama sonrası son test ortalamalarının yüksek düzeyde olduğu, tasarlanan ders uygulamasının öğrencilerin dini hitabet öz yeterlik algılarını olumlu yönde etkilediği görülmüştür. Ön test uygulamasında ölçeğin duyuşsal faktöründen alınan puan ortalamasının diğer faktörlere göre en düşük düzeyde olan faktör olduğu, son test uygulamasında ise yine duyuşsal faktörden alınan puanın en yüksek ortalama olduğu dikkat çekici bir sonuç olmuştur. Çalışma sonucunda ulaşılan bulgular ışığında, ilahiyat fakülteleri ders programında V . yarı yılda haftada iki saat teorik olarak ‘Hitabet ve Mesleki Uygulama’ adıyla dini hitabete yönelik olarak verilen derslerin daha etkili ve uygulaması olacak şekilde tasarlanması; müftülüklerle işbirliği yapılarak dersin uygulamalarının bir kısmının camiler, Kur’an kursları ve dinî sosyal hizmet alanlarında yapılması; dersin öğretim programının içeriğinde mesleğe karşı duyuşsal kazanımlara yeterince yer verilmesi; vaizlik, dinî sohbet ve konferans gibi dini hitabeti oluşturan formlar ile ders içerikleri, yöntemler ve yeterlilikler üzerine geliştirici bilimsel çalışmalar yapılması şeklinde öneriler sunulmuştur.Öğe Mucizenin onto-teleolojik açıdan sihirden farklılığı(2014) Bozkurt, Mustafa; Maraz, Hüseyinİlahi din, hitap ettiği toplumlara hakikati açıklama ve onları ikna etmede mucizeyi bir yöntem olarak tercih etmiştir. Mucizelerin keyfiyetini belirlemede toplumların sosyo-kültürel yapıları önemli bir kriterdir. Bu nedenle mucizeler tarih ve toplum realitesini göz ardı etmeden nübüvveti doğrulamanın birer ilahi ölçütüdür. Bu da göstermektedir ki olağanüstü bir olay olan mucize, sihir ve diğer tuhaf olaylar gibi aldatmanın değil, tasdik etmenin aracıdır. Buna karşın sihrin tarihsel olarak yöntem ve amacında değişiklik olmamıştır. Sihir göz aldatması ve algısal yanılma türleri olarak tarihi süreçte mucizeyle bir benzerlik ilişkisinden uzak tutulmuştur. Zira mucizeler ilahi bir kaynağa bağlıdır. Sihir ise tamamen beşeri bir olgu olarak alet ve harekete dayanmaktadır. Dolayısıyla mucize sadece olağanüstü bir olay değildir. Bu makalede ontolojik ve teleolojik (amaçsal) boyutuyla mucize olgusunun sihirden farklılığı incelenecektir.