Yazar "Köksal, Nurhan" seçeneğine göre listele
Listeleniyor 1 - 18 / 18
Sayfa Başına Sonuç
Sıralama seçenekleri
Öğe Akciğer kanseri ve pnömoni hastalarının bronşial yıkama sıvısı ile plazmalarında nitrik oksit (NO) ve malondialdehit (MDA) düzeyleri(2002) Akyol, Ömer; Yıldırım, Zeki; Köksal, Nurhan; Özyurt, Hüseyin; Gökbulut, İncilayÖz: Bu çalışmada akciğer kanseri (n=13) ve pnömoni (n=13) tanısı konmuş hastaların bronşial yıkama sıvıları ile plazmalarında; lipid per oksidasy onunun bir göstergesi olan malondialdehit (MDA) ve önemli bir mediator, serbest radikal olan nitrik oksit (NO) düzeyleri ölçüldü. Elde edilen sonuçlar kontrol grubunun (n=13) değerleri ile karşılaştırıldı. Akciğer kanseri olan hastaların lavaj sıvılarındaki NO miktarı 268.1 ± 46.0 umol/L, MDA miktarı 2.80 ± 0.55 umol/L, bu grubun plazmalarında ise NO miktarı 104.7 ± 34.43 umol/L, MDA miktarı 2.05 ±0.17 umol/L olarak bulundu. Pnömoni grubundaki hastaların lavaj sıvılarında NO miktarı 341.6 ± 48.0 umol/L, MDA miktarı 3.98 ± 1.09 umol/L olarak ölçüldü. Bu grubun plazmalarında ise NO miktarı 55.53 ± 9.70 umol/L, MDA miktarı ise 2.46 ± 0.24 fnınol/L bulundu. Kontrol grubundaki hastaların lavaj. sıvılarında NO miktarı 242.4 ± 224.9 umol/L, MDA miktarı 4.99 ± 1.26 umol/L, aynı grubun plazmalarında ise NO miktarı 61.3± 17.7 umol/L ve MDA miktarı 2.59 ± 0.62 umol/L bulundu. Akciğer kanserli ve pnömonili hastaların lavaj sıvısı ile plazmalarında yapılan ölçümler arasında anlamlı bir fark tespit edilemedi. Sonuçlar literatürün ışığında tartışıldı. Çalışılan parametrelerde istatistiksel olarak anlamlı fark bulunamaması, akciğer kanseri ve pnömoni hastalıkları ile bu parametreler arasında herhangi ciddi bir sebep-sonuç ilişkisi olmadığını düşündürmektedir. Nitrik oksit ve malondialdehit parametreleri arasında pozitif ve negatif korelasyonların olması bu hastalıklarla çalışılan parametreler arasında bir ilişkinin olabileceğine işaret olabilir.Öğe Aspire edilmiş iğnelerin çıkarılmasında fiberoptik bronkoskopinin rolü(Türkiye Tıp Dergisi Dahili Tıp Bilimleri, 2001) Gökırmak, Münire; Hasanoğlu, H. Canan; Köksal, Nurhan; Yıldırım, Zeki; Hacıevliyagil, S. Savaş; Soysal, ÖmerÖz: Amaç: Ekim 1996'dan buyana türban iğnesi aspirasyonu ile kliniğimize başvuran 11 kadın hastanın özellikleri incelendi. Yöntem: Çalışma retrospektif olarak yapıldı. Bulgular: Hastalarımızın yaşları 12 ile 41 arasında değişmekteydi. İki hastamız hariç tüm hastalar aspirasyonun olduğu gün, 2-12 saat içinde başvurmuştu. Diğer iki hasta ise aspirasyondan 5 gün sonra başvurmuştu. Aspire edilen iğne 7 hastada sağ akciğerde, 4 hastada ise sol akciğerde lokalize idi. Onbir hastanın 8'inde iğne fiberoptik bronkoskop ile çıkarılabildi. Bu hastalardan birine önce rijid bronkoskopi uygulanmış ancak başarısız olunmuştu. Bir hastada iğne rijid bronkoskopun içinden fleksibl fiberoptik bronkoskop geçirilerek çıkarıldı. İki hastada ise fleksibl ve rijid bronkoskopi girişimleri ile başarısız olunması üzerine iğne torakotomi ile çıkarıldı. Yorum: İğne aspirasyonu ile başvuran hastalarda lokal anestezi ile uygulanan fiberoptik bronkoskopi oldukça başarılı bir yöntemdir ve özellikle erken başvuran hastalarda öncelikle denenmelidir.Öğe Bir tekstil fabrikasında çalışan işçilerin solunum fonksiyonlarının değerlendirilmesi(2011) Kahraman, Hasan; Sucaklı, Mustafa Haki; Özer, Ali; Köksal, NurhanÖz: Amaç: Pamuk tozu, tekstil iş ortamlarında çalışan işçilerin akciğerlerini etkileyen bir faktördür. Solunum fonksiyon testleri (SFT) akciğer fonksiyonlarındaki etkilenmeyi gösteren önemli bir yöntemdir. Çalışmamız kesitsel nitelikte olup, tekstil fabrikasında solunabilir toz oranları, çalışma süreleri ve bu değerlerin SFT üzerindeki etkisi araştırıldı. Gereç ve yöntem: Yüz doksan altı işçi, çalıştıkları ünitelere göre beş gruba ayrılarak, FEV1, FVC, FEV1/FVC, PEF, MEF25, MEF75 ve MMEF parametreleri ölçüldü. Çalışma sürelerine, ortamın toz miktarlarına ve leke temizleme bölümünde maruz kalınan solunabilir seviyedeki trikloretilen oranına bakıldı. Ortam atmosferinde bulunan solunabilir toz konsantrasyonları, gravimetrik yöntemle hesaplandı. Bulgular: Ortam toz miktarları kabul edilebilir değerlere yakındı. Toz miktarları bakılmış gruplar ile SFT değerleri kıyaslandı ve bazılarında istatistiksel olarak anlamlı farklılıklar saptandı. Çalışma süreleri 1, 2, 3 ve üstü yıl olmak üzere üç grupta değerlendirildi. Ortalama çalışma süresi 2,2 yıl ve en uzun çalışma süresi 8 yıl idi. Çalışma süresi 3 yıl ve üstü olan grupta, FEV1/FVC, MEF25 ve MMEF parametrelerinde diğer gruplara kıyasla istatistiksel olarak anlamlı azalmalar saptandı (p<0,05). Trikloretilene maruz kalan işçilerde, bu maddenin ortamda kabul edilebilir sınırlarda olmasına ve FEV1/FVC, MEF25 ile MMEF değerlerinde düşüşler saptanmasına rağmen bu farklar istatistiksel olarak anlamlı değildi (p>0,005). Sonuç: Pamuk tozuna maruziyet ortamında ortalama 2,2 yıl gibi çalışma süresinde bile bazı akciğer fonksiyonlarının etkilendiği görüldü. Sonuç olarak, tekstil fabrikasında çalışma süresinin uzamasıyla FEV1/FVC, MEF25 ve MMEF gibi SFT parametre değerlerinde anlamlı düşüşler saptandı.Öğe A bronchioloalveolar carcinoma case with bronchorrhea having high levels of CEA, CA-125, CA 15-3, CA 19-9 in sputum(Tüberküloz ve Toraks, 1999) Hasanoğlu, H. Canan; Yıldırım, Zeki; Köksal, Nurhan; Baysal, Tamer; Turhan, Oğuz; Gökırmak, Münire; Orhan, ZeynepÖz: Hiponatremisi ve bronkoresi olan bir bronkoalveoler karsinom vakası, balgam, ve serumda karsinoembriyonik antijen (CEA), gastrointestinal kanser-ilişkili antijen (CA 19-9), ve CA 15-3 seviyelerinin yüksek bulunuşu ve özellikle balgamda serumdan daha yüksek saptanması nedeniyle sunuldu. CA 125 ise yalnız balgamda yüksek olarak saptandı.Öğe Bronşioloalveolar karsinoma ( 53 olgunun retrospektif incelemesi)(Tüberküloz ve Toraks, 1997) Yıldırım, Zeki; Boyacı, Haşim; Hasanoğlu, H. Canan; Erdoğan, Yurdanur; Dursun, Güngör; Köksal, NurhanÖz: Bronşioloalveolar kanserin (BAK) çeşitli özelliklerini incelemek için yapılan bu çalışma Ocak 1990 ve Ekim 1996 tarihleri arasında Ankara Atatürk Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Merkezi ile inönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Turgut Özal Tıp Merkezinde yatarak tedavi olan 53 hastada gerçekleştirildi. Çalışmaya alınan hastaların yaş ortalaması 58.21 ±11.99 idi. Hastaların 11'i kadın diğerleri erkekti. Sigara anamnezi sadece erkeklerin 26'sında (% 49) vardı. En sık görülen semptom sıklık sırasına göre öksürük (% 64), nefes darlığı (% 52), göğüs ağrısı (% 49), balgam çıkarma (% 30.1), kilo kaybı (% 30.1), hemoptizi (% 16.9), gece terlemesi (% 13.2), bronkore (% 11.3) ve ateş (% 11.3) idi. Radyolojik olarak incelendiğinde ise en sık pnömonik konsolidasyon (% 40.3) izlendi. Tanı koymak için en sık kullanılan yöntem ise bronkoskopik işlem idi (% 47.2). Elli üç hastanın 3'ü (% 5) evre I, 3'ü (% 5) evre II 21'i (% 39.6) evre III B ve 26'sı (% 49.1) evre IV hastalık sınıflamasına giriyordu. Evre I olgulara lobektomi, evre II olgulara pnömonektomi uygulandı ve iki grubun ortalama yaşam süresi 25 ay idi. Evre III B ve evre IV olgularda ise 2 olguya radyoterapi, 16 olguya Cisplatinum içeren kombine kemoterapi ve 29 olguya ise palyatif tedavi uygulandı. Her iki grubun ortalama yaşam süresi ise 4.1 ay olarak bulundu. Başlık (İngilizce): Bronchioloalveolar carcinoma ( Retrospective analysis of 53 patients ) Öz (İngilizce): BRONCHIOLOALVEOLAR CARCINOMA (Retrospective Analysis of 53 Patients) From January 1990 to October 1996, several features of 53 patient with bronchioloalveolar carcinoma were retrospectively studied In Ankara Atatürk Chest Disease Ceter and İnönü University School of Medicine, Turgut Özal Medical Center. 42 male and 11 female patients were included to the study and mean age of patients was 58.21 ±11.99. only the 26 of the men was smoker. The most frequent presenting symptoms were, respectively, cough (64 %), shortness of breath (52 %), chest pain (49 %), sputum production (30.1 %), weight loss (30.1 %), haemoptysis (16.9 %), night sweat (13.2 %), malaise (13.1 %), Bronchorrhoea (11.3 %) and fever (11.3 %). The most presenting radiographic manifestation was pneumonic consolidation (40.3 %). The most frequent used method for diagnosis was fiberoptic bronchoscopic procedure (47.2 %). Of the 53 patients, 3 (5 %) were stage I and II, 21 (39.6 %) were stage III B and 26 (49.6 %) were stage IV. Lobectomy was performed in stage I and pneumonectomy was performed in stage II. Two patients had received raitohrepay, 16 had combined chemotherapy. Rest of the patients (29) who were in stage III B and IV had received palliative treatment.Öğe Çevresel asbest maruziyetinin ventriküler repolarizasyon parametreleri üzerine etkisi(MN Kardiyoloji, 1999) Yıldırım, Zeki; Özdemir, Ramazan; Pekdemir, Hasan; Tuncer, Cemal; Hasanoğlu, H. Canan; Gökırmak, Münire; Köksal, Nurhan; Komsuoğlu, BakiÖz: AMAÇ: Özellikle Doğu Anadolu'da olmak üzere, ülkemizin bazı bölgelerinde çevresel olarak asbest maruziyetine bağlı akciğer ve plevra hastalıkları yaygın olarak görülmektedir. Son zamanlarda asbest liflerinin sadece akciğer ve plevrayı değil, direkt ve/veya kan ve lenf yoluyla yayılarak diğer organları da etkileyebileceği iddia edilmektedir. MATERYAL VE METOD: Çalışmamızda çevresel asbest maruziyetinin etkin olduğu bir yöre olan Hekimhan ilçesinde yaşayan ve asbest maruziyetine bağlı plevral plak ve kalsifikasyon olan hastalarda miyokardiyal elektriksel aktivite, Holter, standart ve sağ taraflı EKG ile değerlendirildi. Bu bulguların SFT ve kan gazı sonuçlarıyla ilişkileri incelendi. BULGULAR: FEV1/FVC oranı kontrol grubuyla benzerdi. FVC, kontrol grubunun tümünde normal olmasına karşın, 16 hastada (%46) hafif, 13 hastada (%37) orta ve 6 hastada (%17) ağır derecede restriktif bozukluk saptandı. Kan gazı analizlerinde ise hafif derecede hipoksemi mevcuttu (Pa02 = 67,9±14,7). Standart, sağ taraf (RV3-6) ve sağ taraf + standart derivasyonlardaki QT intervali, QTc intervali ve bu intervallerin dispersiyonları (d) (QT-d QTc-d) hastalarda kontrol grubuna göre daha uzun bulundu (p<0.001). Holler EKG parametrelerinden, 24 saatteki toplam kalp vurularının ortalama QT ve QTc uzunluğu, 2 saatlik kayıt süresi içinde, QTc intervallerinin 450 ms 'den daha uzun olduğu kalp vuru sayısı ve maksimum QT intervali, hasta grubunda kontrol grubuna göre daha uzundu. SONUÇ: Abstet maruziyetine bağlı olarak gelişen restriktif bozukluk nedeniyle oluşan hipoksemi ve muhtemelen miyokardiyal fibrozis gibi mekanizmalarla, abstet liflerinin miyokardiyal elektriksel homojeniteyi olumsuz yönde etkileyebileceği düşünülmüştür.Öğe Clinical utility of bronchial washings polmerase chain reaction evaluation in the diagnosis of mycobacterium tuberculosis infection(İnönü Üniversitesi, Turgut Özal Tıp Merkezi, Göz Hastalıkları Anabilim Dalı, Malatya., 1998) Hasanoğlu, Canan; Yıldırım, Zeki; Köksal, Nurhan; Gökırmak, Münire; Günal, Selami; Durmaz, RızaÖz: Bu çalışma tüberküloz şüphesi olan vakalarda, bronş lavajı polimeraz zincir reaksiyonu (PCR) incelemesinin klinik kullanımdaki değerini araştırmak için yapıldı. Çalışma ayırıcı tanılarında tüberkülozun bulunduğu 56 hastanın balgam ve bronş lavajı örneklerinin direkt mikroskopik, kültür ve PCR incelemelerinin sonuçlarını içermektedir. Hastaların tümüne bronkoskopi yapıldı. Bronş lavajı şüpheli lob veya segment bronşuna 20 ml NaCl %0.9 solüsyonu verilip aspire edildi. Alınan sıvı direkt mikroskopik inceleme, kültür ve PCR incelemelerinde kullanıldı. PCR işleminde hedef olarak Mycobacterium tuberculosis complex IS6110 insersiyon dizilişindeki 123-bp fragmanı kullanıldı. Çalışmamızın sonuçlarına göre 6 hasta doğru pozitif, 6 hasta yanlış pozitif olarak kabul edildi, yanlış negatiftik ise saptanmadı. Bronş lavajı PCR incelemesinin duyarlılığı %100, özgüllüğü ise %88 olarak bulundu. Bu bulgularla, bronş lavajı PCR incelemesinin en azından tüberküloz tanısını ekarte etmede kullanılabileceği düşünüldü.Öğe Elevated serum angiotensin converting enzyme levels in mild and moderate asthma(İnönü Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Halk Sağlığı Anabilim Dalı, Malatya., 1999) Yıldırım, Zeki; Uçar, Gülberk; Erdoğan, Yurdanur; Hasanoğlu, Canan; Gökırmak, Münire; Köksal, Nurhan; Bilen, SerapÖz: Akciğerlerin anjiotensin konverting enzim (ACE) sentezinde önemli rolleri vardır. Astımlı hastalarda ACE düzeyindeki değişikliklerle ilgili yeterince bilgi yoktur. Bu çalışma astımlı hastalarda ACE seviyesini değerlendirmek için düzenlendi. Çalışmaya sigara içmeyen 32 hasta (Hastalar inhaler siteroid ve beta-2 mimetik kullanıyordu) ve 32 sağlıklı gönüllü alındı. ACE seviyesi önceden tarif edilen FAPGG substratı kullanımı esasına dayanan yöntemle ölçüldü. Serum ACE seviyesi hastalarda astımlı hastalardan belirgin olarak yüksek bulundu (normal sınırlar: 98-108 U/L) (hastalar: 132.8 ± 40.1 U/L kontroller: 102.6 ± 21.1 U/L) Daha ileri çalışmalar astımlı hastalarda serum ACE düzeyindeki artmanın mekanizmasını anlamak için yardımcı olacaktır.Öğe Fiberoptik bronkoskopi premedikasyonunda atropinin değeri(İnönü Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Dahiliye Anabilim Dalı, Malatya, 1998) Hasanoğlu, Canan; Yıldırım, Zeki; Köksal, Nurhan; Gökırmak, Münire; Orhan, Zeynep; Candan, FatmanurÖz: Fıberoptik bronkoskopi 1970'lerden beri tüm dünyada yaygın olarak kullanılmakta ue genellikle atropin ve bir sedatif ilaç-dan oluşan premedikasyon uygulanmaktadır. Çalışmamızda, atropinin, nabız, tansiyon gibi fiziksel bulgulara, stres orta-mında glukoz seviyelerine ue bronş sekresyon miktarına olan etkisi araştırıldı. Çalışma çeşitli bronkoskopi endikasyonla-n olan 93 hasta rasgele örnekleme yöntemi ile iki gruba ayrılarak yapıldı. Birinci gruba diazepam 10 mg intramusküler (im) ve ikinci gruba diazepam 10 mg im+ 0,5 mg atropin im premedikasyonu yapılarak, bronkoskopi öncesi, sırasında ve sonrasında nabız ve tansiyonları, bronkoskopi öncesi ve sonrasında açlık kan glukoz düzeyleri ölçüldü. Bronş sekresyon miktarları değerlendirildi. Atropin alan gruptaki nabız artışları diğer gruba göre anlamlı yüksek bulundu (p<0.05). Atro-pinli ve atropinsiz gruplarda bronş sekresyon miktarları arasında fark yoktu (p>0,05). Her iki grupta komplikasyonlar ara-sında da anlamlı fark yoktu. Sonuçta rutin olarak premedikasyonda atropin kullanılmasının ek bir fayda sağlamadığı ve yan etkileri de göz önüne alındığında kullnılmamasının daha uygun olacağı kanısına varıldı.Öğe Karaciğerde tüberküloz apsesi(Toraks Dergisi, 2000) Gökırmak, Münire; Soysal, Ömer; Baysal, Tamer; Köksal, Nurhan; Yıldırım, Zeki; Aydın, Abdullah; Hasanoğlu, H. CananÖz (İngilizce): Çalışkan B, Somer A, Hatipoğlu N, Keser M, Yekeler E, Gün F, Güllüoğlu M, Salman T, Salman N. Tuberculous liver abscess in an immunocompetent child with pulmonary tuberculosis as a cause of fever of unknown origin. Turk J Pediatr 2015; 57: 85-89.Infectious diseases are the leading cause of FUO. A case of prolonged fever with hepatic and pulmonary tuberculosis as a final diagnosis is herein presented.A 4-year-old, otherwise healthy boy presented with an axillary temperature of up to 39.5ºC for the previous 3 weeks. His medical history revealed an occasional increase in body temperature up to 38.5ºC for the last 6 months. Physical examination revealed coarse breath sounds on the basal lung area. Chest X-ray showed mediastinal lymphadenomegaly and computed tomography revealed paratracheal conglomerated lymph nodes and a groundglass appearance on the right lung. There were multiple contrast-enhanced, hypoechoic nodules with central necrosis in the liver parenchyma on abdominal magnetic resonance imaging. Open liver biopsy yielded chronic granulomatous inflammation compatible with pathological findings of tuberculosis infection. The culture specimen was positive for Mycobacterium tuberculosis. The patient improved rapidly after antituberculous therapy was initiated. Tuberculosis, especially in its disseminated form, poses a distinct diagnostic challenge in cases of prolonged fever with unproven etiology, and thus persistence should be exercised in disclosing the cause of such feversÖğe Kayısı kükürtlemede çalışan işçilerde kükürt dioksit gazının solunum sistemi üzerine etkisinin araştırılması(İnönü Üniversitesi, 1999) Köksal, NurhanKükürt dioksit (SO2) gıdaların korunmasında yaygın olarak kullanılan ve pek çok zararlı etkisiyle endüstriyel ve çevresel kirliliğe neden olan bir maddedir. Malatya ilinde kayısı kükürtlemesinde çalışan işçiler işlem sırasında yüksek konsantrasyonda SO2 gazına maruz kalmaktadır. Çalışmamız kayısı kükürtleme sırasında ortaya çıkan SO2 gazının sağlıklı işçilerin solunum sistemine etkisini araştırmak amacıyla düzenlenmiştir. Yaşlan 15-69 (31,29±14,66) arasında değişen 69 erkek kayısı işçisi çalışmaya alındı. İşçilerin maruz kaldıkları havadaki SO2 konsantrasyonu ölçüldü. Tüm işçilerin SO2 gazı mamziyetinden önce ve sonra semptomları değerlendirildi, akciğer muayeneleri ve solunum fonksiyon testleri yapıldı. İşçilerin kısa süreli maruz kaldıkları SO2 gazı konsantrasyonu 106,6 - 721.0 ppm (342,0+195,3) arasında değişiyordu. Gözde yanma ve batma, nefes darlığı, öksürük, burun akıntısı, burunda kaşıntı ve boğazda gıcık hissi S O2 maruziyeti sırasında arttı (p<0.001). Semptomların çoğu 1 saat sonunda kendiliğinden geçti veya şiddeti azaldı. SO2 maruziyeti öncesi ve sonrası akciğer muayene bulgularında anlamlı bir fark yoktu. FVC, FEVı , FEVı/FVC, PEF, FEF25-75, Vmax25, VmaX50, Vmax75 değerlerinde S02 maruziyetinden sonra belirgin azalma görüldü. Ortalama azalma miktarı sırasıyla; 0.16 L, 0.39 L, % 5.22, 1.39 L, 0.82 L/sn, 1 .,03 L/sn, 0.75 L/sn ve 0,45 L/sn olarak bulundu. P değeri FVC için <0,05, diğer parametreler için ise < 0,001 olarak bulundu. FEVı , FEVı/FVC, ve FEF25-75’de olan azalma FVC’deki azalmadan daha fazlaydı. Buda SCVnin bronkokonstriksiyon etkisinin ön planda olduğunu düşündürdü.Sonuç olarak, kayısı kükürtlemesinde çalışan işçilerde işlem sırasında, kısa sürede ve yüksek konsantrasyonda SO2 maruziyetinin akut olarak mukozalarda irritasyona yol açtığı ve özellikle obstrüktif tipte olmak üzere solunum fonksiyonlarında bozulmaya neden olduğu gösterilmiştir.Öğe Kayısı kükürtlemesi yapan işçilerde sülfür dioksit maruziyetinin solunum sistemi üzerine etkisi(2000) Köksal, Nurhan; Gökırmak, Münire; Hasanoğlu, H. Canan; Yıldırım, Zeki; Gültek, AhmetÖz: Amaç: Kayısı kükürtleme işlemi sırasında ortaya çıkan sülfür dioksit (SO2)'i inhale eden işçilerde, SO2'nin solunum sistemi üzerindeki etkilerinin incelenmesi. Yöntem: Çalışmaya 15 ayrı kayısı bahçesinde çalışan 69 gönüllü işçi alındı. Bütün kayısı bahçelerinde havadaki SO2 seviyesi ölçüldü. SO2 maruziyeti öncesinde, sırasında ve sonrasında tüm işçilerin solunum semptom skorları hesaplandı. Maruziyet öncesi ve sonrasında fizik muayeneleri ve solunum fonksiyon testleri yapıldı, işçilerin maruziyetten önce ölçülen solunum fonksiyonları ile çalışma süreleri arasında bir korelasyon olup olmadığı incelendi. Bulgular: Ölçülen SO2 düzeyleri 106.6ppm ile 721.0 ppm arasında değişmekteydi. SO2 maruziyeti sırasında, dispne, öksürük, boğazda yanma, göz ve burun irritasyonu geliştiği gözlendi. Maruziyet öncesinde fizik muayeneleri normal olan 4 işçide maruziyet sonrasında oskültasyonda sibilan ronküsler saptandı. SO2 maruziyeti sonrasında zorlu vital kapasite (FVC), birinci saniye zorlu ekspiratuvar volüm (FEV1), %FEV1/FVC, tepe ekspirasyon akım hızı (PEFR), zorlu ekspirasyon ortası akım hızı (FEF25-75%), vital kapasitenin %75, %50 ve %25'indeki akım hızları (Vmax75, Vmax50, Vmax25) önemli ölçüde azaldı; bu parametrelerdeki ortalama düşüş miktarları sırasıyla 0.16L (p< 0.05), 0.39 L, %5.22, 1.39 L, 0.82 L/sn, 0.45 L/sn, 0.75 L/sn ve 1.03 L/sn (p< 0.001) olarak ölçüldü. FEV1, FEV1/FVC oranı ve FEF25-75%'deki düşüşler SO2'in solunum fonksiyonları üzerine olan akut etkisinin daha ziyade obstrüktif nitelikte olduğunu düşündürdü, işçilerin çalışma süreleri ile de yalnız FVC (% beklenen) arasında zayıf bir negatif korelasyon olduğu görüldü. Yorum: Kayısı kükürtleme işlemi sırasında meydana gelen yüksek düzeyde SO2 maruziyeti mukoz membranlarda irritasyona ve solunum fonksiyonlarında daha ziyade obstrüktif tipte azalmaya neden olmaktadırÖğe KOAH akut alevlenmesinde oksidatif stres ve tedavisinin oksidan-antioksidan denge üzerine etkisi(Solunum Hastalıkları, 2003) Orhan, Zeynep; Köksal, Nurhan; Gökırmak, Münire; Hacıevliyagil, S. Savaş; Hasanoğlu, H. Canan; Mehmet, Nihayet; Yıldırım, ZekiÖz: Çalışmamız, kronik obstrüktif akciğer hastalığı (KOAH) akut alevlenme dönemindeki hastalarda, oksidatif stresi ve tedaviyle ortaya çıkan değişiklikleri incelemek amacıyla düzenlendi. Çalışmaya alınan 52 hastadan 36'sı çalışmayı tamamladı. Tüm hastalara yedi gün süreyle inhaler ipratropium bromid ve salbutamol, oral teofilin, ampisilinsulbaktam ve N-asetil sisteinin yanı sıra 2 L/dakika oksijen verildi. Tedaviden önce ve tedavinin yedinci gününde olguların arter kan gazı analizleri ve solunum fonksiyon testleri değerlendirildi. Serumda malondialdehid (MDA), glutatyon peroksidaz (GSH-Px) ve süperoksit dismutaz (SOD) düzeyleri ölçüldü. Tedavi öncesi ve sonrası sırasıyla MDA düzeyleri 2.96 ± 1.40 ?mol/L ve 1.93 ± 0.63 ?mol/L; SOD düzeyleri 32.34 ± 7.58 U/g protein ve 38.95 ± 6.47 U/g protein ve CSH-Px düzeyleri 4.69 ± 3.58 U/g protein ve 16.20 ± 6.46 U/g protein olarak bulundu. Tedavi sonrası MDA düzeylerindeki azalma ve SOD ile CSH-Px düzeylerindeki artış istatistiksel olarak anlamlıydı (p< 0.05). Çalışmamızın sonuçları, KOAH akut alevlenmesinde oksidatif stresin arttığını; oksijen tedavisi, bronkodilatör, N-asetil sistein ve antibiyotik tedavisi ile oksidatif stresin azaldığını göstermektedir.Öğe Menopoz sonrası hormon replasman tedavisinin solunum fonksiyonları üzerine olan etkileri(2004) Köksal, Nurhan; Güven, Alanur; Çelik, Önder; Kıran, Gürkan; Kıran, Hakan; Ekerbiçer, Hasan ÇetinMenopoz sonrası dönemde kullanılan hormon replasman tedavisi (HRT)'nin; başta kalp damar sistemi, meme dokusu, kemik dokusu, endometrium, menopoza/ semptomlar ve cinsellik üzerine olan etkileri oldukça iyi bilinmektedir. Ancak HRTnin solunum fonksiyonları üzerine olan etkileri konusunda oldukça az sayıda çalışma mevcuttur. Biz bu çalışmamızda menopoz sonrası kullanılan HRTnin solunum fonksiyonlarına olan etkisini değerlendirdik. Bu amaçla çalışmaya alınan postmenopozal kadınlar iki gruba randomize edildi. Birinci gruptaki hastalara (n= 32) HRT tedavisi olarak 0.625 mg konjuge equine östrojen + 5 mg medroksiprogesteron asetat ve kontrol grubu olarak kabul edilen ikinci grup hastalara (n= 20) plasebo başlandı. Tüm olgulara tedavi başlamadan önce ve tedavinin üçüncü ayında aynı teknisyen tarafından solunum fonksiyon testleri (SFT) yapıldı. FVC, $FEV_1$, $FEV_1$/FVC, $FEF_{25-75}$ ve PEF parametreleri karşılaştırıldı. Her iki grup yaş, menopoz yılı ve vücut kitle indeksi (VKl) bakımından benzerdi (p> 0.05). FVC, $FEV_1$, $FEV_1$/FVC, $FEF_{25-75}$ ve PEF değerleri açısından, HRT ile plasebo grubu karşılaştırıldığında, başlangıç ve üçüncü ay değerleri arasında anlamlı fark bulunmadı (p> 0.05). HRT grubu içinde PEF'in başlangıç ve üçüncü ay değeri (4.42 ±2.6 ve 4.84 ±1.1) arasındaki fark istatistiksel olarak anlamlı bulundu (p= 0.023). Karşılaştırılan diğer SFT parametreleri arasında anlamlı fark gözlenmedi (p> 0.05). Sonuç olarak HRT kullanan postmenopozal kadınların SFT'lerinde bir obstrüksiyon parametresi olarak kullanılan PEF artışı gözlemlenmiştir. Menopozla birlikte solunum fonksiyonlarında olan değişiklikleri ve HRTnin solunum fonksiyonlarına olan etkilerini ortaya koyacak geniş kapsamlı ve prospektif çalışmalara ihtiyaç olduğunu düşünmekteyiz.Öğe Ranitidinin kronik obstrüktif akciğer hastaları ve sağlıklı kişilerin solunum fonksiyonları üzerine etkisi(Türkiye Klinikleri Tıp Bilimleri Dergisi, 1999) Yıldırım, Zeki; Hasanoğlu, Adnan; Özcan, Cevher; Gökırmak, Münire; Köksal, Nurhan; Hasanoğlu, H. CananÖz: Histamin hava yollarında bronkospazma yol açan allerjik reaksiyonları ortaya çıkarır. İnsan hava yollarında H1, H2 ve H3 reseptörleri vardır. Histaminin bronkokonstriktör etkisi H1 reseptörler aracılığıyla oluşur. H2 reseptörlerin bu etkiyi dengelediği düşünülmektedir. Kronik obstrüktif akciğer hastalığı (KOAH) olanlarda peptik ülser ve gastroözofagial reflü (GÖR) tanıları normal populasyona göre fazladır ve H2 reseptör kullanımı yaygındır. Yaptığımız araştırmalara göre, H2 reseptör antagonistlerinin KOAH'lı kişilerin solunum fonksiyonları üzerine etkileri hakkında çalışma mevcut değildir. Bu çalışmada KOAH'ı ve peptik ülser veya GÖR şikayetleri olan hastalarda ve sağlıklı gönüllülerde ranitidinin (H2 reseptör antagonisti) solunum fonksiyon testleri (SFT) üzerine etkisi araştırıldı. İntravenöz 50 mg ranitidin, 27 KOAH'lı (23 erkek, 4 kadın) ve 25 sağlıklı gönüllüye (18 erkek, 7 kadın) verildi. Hastalara ve gönüllülere ranitidin verilmeden önce ve ilacın verilmesinden 15, 30, 60 ve 120 dakika sonra solunum fonksiyon testleri uygulandı. KOAH'lılarda; Ranitidin enjeksiyonundan sonraki 30. ve 60. dakikalarda, başlangıç değerine göre FVC, FEV1 ve FEF25-75'te izlenen düşüşler istatistiksel olarak anlamlı bulunmadı (p>0.05). Sağlıklı kişilerin solunum fonksiyonlarında da anlamlı bir değişiklik meydana gelmedi. Sağlıklı kişiler ile KOAH'lıların SFT değerlerindeki fark ortalamalarının karşılaştırılmasında da anlamlı farklılık gözlenmedi (p>0.05). Solunum fonksiyon testlerinde ciddi obstrüksiyonu olan ve H2 reseptör antagonisti kullanan KOAH'lılarda FEV1 ve FVC'de oluşabilecek minimal düşüşler dahi kliniği etkileyebileceğinden bu hastaların SFT ile takipleri önerilir. Hafif ve orta derecede SFT bozukluğu gösteren KOAH'lılarda ise H2 reseptör antagonistleri emniyetle kullanılabilir.Öğe Serebrovasküler atak geçiren yaşlı bir hastada Edwardsiella ictaluri pnömonisi(Solunum Hastalıkları, 2001) Hasanoğlu, H. Canan; Köksal, Nurhan; Gökırmak, Münire; Özerol, İbrahim; Yıldırım, Zeki; Orhan, Zeynep; Hacıevliyagil, SüleymanÖz: Edwardsiella cinsi mikroorganizmalarla insanda infeksiyon gelişimi oldukça nadirdir ve çoğu infeksiyon Edwardsiella tarda ile oluşur. Edwardsiella cinsinin bir üyesi olan Edwardsiella ictaluri ise yayın balığı patojeni olarak bilinmektedir. E. ictaluri'nln izole edildiği olgumuz bu mikroorganizmaya bağlı olarak gelişen ilk pnömoni olgusu olması nedeniyle sunulmuştur.Öğe Sülfür dioksit maruziyetine bağlı bronkokonstriksiyonda sitokinlerin ve nitrik oksidin rolü(Toraks Dergisi, 2000) Gökırmak, Münire; Hasanoğlu, Canan; Köksal, Nurhan; Mehmet, Nihayet; Yıldırım, Zeki; Çığlı, AhmetÖz: Kayısı kükürtleme işlemi sırasında yüksek konsantrasyonda sülfür diokside (SO2) maruz kalan işçilerde pulmoner fonksiyonlarda düşüş (obstrüktif patern) olduğu önceki çalışmalarımızda gösterilmişti. SO2'e bağlı bronkokonstriksiyonun mekanizması henüz belli olmadığından, bu mekanizmanın anlaşılmasına yardımcı olabileceği düşüncesiyle, SO2 maruziyetinin serum TNF-?, IL-1b, IL-6, IL-8, nitrit ve nitrat düzeylerine etkisi araştırıldı. Yaklaşık bir saat boyunca SO2'e (ortalama düzey: 322.32±219.65 ppm) maruz kalan 40 gönüllü işçiden ve bu irritan gaza maruziyeti olmadığı bilinen 23 sağlıklı gönüllüden serum örnekleri alındı. Ölçülen serum TNF-?, IL-1b, IL-6, IL-8, direkt nitrit, total nitrit ve nitrat düzeyleri işçilerde kontrol grubuna göre anlamlı düzeyde (p<0.0001) yüksek bulundu. TNF-?, IL-1b, IL-6, IL-8, direkt nitrit, total nitrit ve nitrat için ölçülen serum düzeyleri işçilerde sırasıyla 430.60±397.03 pg/ml, 436.67±316.31 pg/ml, 752.11±394.95 pg/ml, 262.12±287.99 pg/ml, 7.75±3.34 mmol/l, 115.72±48.78 mmol/l ve 107.97±46.19 mmol/l olarak bulunurken; kontrol grubunda 9.83±3.12 pg/ml, <5 pg/ml, 7.49±1.27 pg/ml, 9.38±1.99 pg/ml, 2.17±0.77 mmol/l, 59.91±7.56 mmol/l ve 57.74±7.20 mmol/l idi. Bu sonuçlar, SO2'ye bağlı bronkokonstriksiyonda serum TNF-?, IL-1b, IL-6, IL-8 ve nitrik oksit düzeylerindeki artışın etkili olabileceğini düşündürdü.Öğe Türk Toraks Derneği Pnömoni Rehberi'ne uygun tedavi verilen ve verilmeyen toplum kökenli pnömonilerde başarı oranları(Tüberküloz ve Toraks, 2001) Gökırmak, Münire; Hasanoğlu, H. Canan; Yıldırım, Zeki; Köksal, Nurhan; Orhan, Zeynep; Hacıevliyagil, Süleyman S.Öz: Son 3 yılda toplum kökenli pnömoni (TKP) tanısı ile takip ettiğimiz 145 hastaya ait 148 pnömoni atağı retrospektif olarak değerlendirildi. Pnömoni atakları, Türk Toraks Derneği Pnömoni Rehberi'nde belirtildiği şekilde, hastaların yaşları, eşlik eden hastalıkları, fizik muayene ve laboratuvar bulguları gözden geçirilerek, tipik piyojen TKP (14 hasta), atipik TKP (2 hasta), tipik-atipik ayrımı yapılamayan TKP (5 hasta), 60 yaş üstündeki veya eşlik eden hastalığı olan kişilerde gelişen TKP (26 hasta), hastaneye yatışı gereken hafif-orta derecede TKP (30 hasta) ve yoğun bakıma yatış gerektiren ciddi TKP (71 hasta) olarak gruplandırıldı. Her bir gruptaki hastalara verilen tedavi rejimlerinin rehbere uygunluğu değerlendirildi. Rehbere uygun tedavi verilen ve verilmeyen hastalarda başarı oranları belirlendi. Uygun tedavi verilen hastalarda başarısızlık nedenleri, uygun tedavi verilmeyen hastalarda ise tercih edilen rejimler ve farklı rejim seçilmesindeki nedenler incelendi. Otuzaltı (%24) pnömoni atağında, rehbere uygun tedavi verilmişti ve başarı oranı %92 idi. Tedaviye cevap alınamayan 3 hastada daha sonra antistafilokokal ajanlarla başarı sağlanmıştı. Rehbere uygun tedavi verilmeyen 112 atakta ise verilen ilk tedavi ile başarı oranı %76 iken, cevapsızlık sonrası tedavi rejimlerinin değiştirilmesi ile başarı oranının %96'ya yükseldiği saptandı; bu gruptaki 3 hasta eksitus olmuştu. Farklı tedavi rejimi başlanmasına en sık neden olan durumların hastada stafilokok veya aspirasyon pnömonisinden şüphelenilmesi olduğu görüldü. Sonuç olarak, Türk Toraks Derneği tarafından hazırlanan pnömoni rehberine uygun olarak yapılan pnömoni tedavisi ile başarı oranı oldukça yüksektir. Ancak stafilokok veya aspirasyon pnömonisi şüphesi bulunan hastalarda rehbere uyum güçleşmektedir. Başlık (İngilizce): The success rates in community-acquired pneumonia treated consistently or inconsistently with the Turkish Thoracic Society Pneumonia Guidelines Öz (İngilizce): One hundred and forty eight pneumonia episodes of 145 patients who were treated for community-acquired pneumonia (CAP) during the last three years were analyzed retrospectively. Pneumonia episodes were classified as typical pyogenic CAP (14 patients), atypical CAP (2 patients), the CAP episodes that can not be classified as typical or atypical (5 patients), CAP in patients with comorbidity and/or 60 years of age or older (26 patients), mild-moderate CAP requiring hospitalization (30 patients) and severe CAP (71 patients), according to the criteria defined in Turkish Thoracic Society Pneumonia Guidelines. The treatment regimens in each group were evaluated for consistency with the guidelines. The success rates were measured in consistently and inconsistently treated patients. The reasons of treatment failure were investigated in consistently treated patients, while the reasons for choosing different treatment regimens were investigated in the inconsistently treated patients. Thirty-six (24%) pneumonia episodes were consistently treated with the guidelines and the success rate was 92%. Three patients who failed to respond the treatment were successfully treated later with anti-staphylococcal agents. The success rate for the inconsistently treated 112 episodes were 76%; however it increased to 96% after changing the treatment regimens; three patients died in this group. The most common reasons for deviating from the guidelines were the suspicion of staphylococcal or aspiration pneumonia. As a conclusion; the success rates of treatment regimens consistent with the Turkish Thoracic Society Pneumonia Guidelines are high. However, achieving compliance with the guidelines become difficult in patients suspicious for staphylococcal or aspiration pneumonia.