Fen Bilimleri Enstitüsü Tez Koleksiyonu

Bu koleksiyon için kalıcı URI

Güncel Gönderiler

Listeleniyor 1 - 20 / 1407
  • Öğe
    Mermer atıklarının gezegensel değirmende ince boyuta öğütme olanaklarının araştırılması
    (İnönü Üniversitesi, 2024) Kuluşaklı, Çimen Gül
    Bu çalışmanın konusu atık mermer parçalarının laboratuvar ölçekli gezegensel değirmende ince boyuta öğütülmesidir. Çalışmada, 1 mm'nin altına indirilmiş mermer atığının gezegensel bilyalı değirmenlerde farklı öğütme koşulları altında ince boyuta öğütülme olanakları araştırılmıştır. Öğütme deneylerinde öğütme ortamı olarak porselen bilyalar kullanılmış ve kuru ortamda gerçekleştirilmiştir. Öğütmede kritik öneme sahip olan değirmenin hızı, öğütme süresi ve bilya/toz oranının öğütme tane boyutuna etkileri üzerinde özellikle durulmuştur. Deneyler 5 farklı değirmen hızında (150, 200, 250, 300 ve 350 dev/dak); 3 farklı bilya/toz oranında (2,5, 5 ve 10) ve 7,5 dakikadan 240 dakikaya kadar değişen öğütme süresinde gerçekleştirilmiştir. Ayrıca atıkların doğal kalsiyum karbonat özelliklerini araştırmaya yönelik bazı analiz ve teknolojik testler de gerçekleştirilmiştir. Öğütme deneyleri sonucunda elde edilebilen en ince ürünün tane boyutu parametreleri d90=45, d50=5 ve d10=0,2 µm olarak ölçülmüştür. Daha ince boyutlu malzeme elde edilememiştir. Bununla birlikte, elde edilen ince ürünün mineralojik yapı, kimyasal saflık, beyazlık, yağ absorpsiyon değerleri bakımından doğal kalsiyum karbaonat (kalsit, CaCO3) içerine yakın olduğu tespit edilmiştir.
  • Öğe
    Dişli çarklarda farklı taban dolgu geometrisinin, dişli çark ağırlığına ve mekanik özelliklerine etkilerinin araştırılması
    (İnönü Üniversitesi, 2024) Kara, Hanife
    Bu çalışmada, dişli çarkın ağırlığını minimuma getirebilecek şekilde düz dişli çarkın gövdesi üzerine üçgen, kare ve altıgen geometrilerde tasarımlar yapılmıştır. Bu tasarımlarda en hafif dişli çarkı bulabilmek için farklı kenar uzunlukları ve dolgu kalınlıklarında tasarımlar gerçekleştirilmiştir. Dişli çarklar Solidworks paket programında ayrı ayrı modellenmişlerdir. Dişli çarkların ANSYS programı ile sonlu eleman analizleri yapılmıştır. Bütün tasarımlar ve analizler incelendiğinde kare geometride en hafif dişliye ulaşılmıştır. Tasarlanan dişli çarklar, dolu dişli çark ile karşılaştırıldığında %63,65 gibi büyük bir oranda hafifletme gerçekleştirilmiştir.
  • Öğe
    İçme suyu temin ve dağıtım sistemlerinde enerji tüketiminin azaltılması: Scada uygulaması
    (İnönü Üniversitesi, 2024) Gökçek, Ahmet Emre
    Sürdürülebilir bir kalkınma için içme suyu temin sistemlerinde enerji verimliliğinde iyileştirmeler yapılması ve bu iyileştirmelerin uygulamaya geçirilmesi büyük önem arz etmektedir. Tezde su temin ve dağıtım sistemlerinde enerji tüketiminin azaltılması ve enerji verimliliğinin artırılması konusu araştırılmıştır. Bu kapsamda dört ana konu ele alınmıştır: (i) Su temin ve dağıtım sistemlerinde enerji tüketiminin azaltılma yöntemlerinin incelenmesi; (ii) Malatya ili su temin ve dağıtım sistemlerinde enerji tüketiminin azaltılması amacıyla kullanılan/kullanılabilecek yöntemlerin incelenmesi ve enerji tasarrufu sağlayacak önerilerin sunulması; (iii) Büyükşehir belediyeleri su ve kanalizasyon idarelerinde kullanılan SCADA sistemlerinin karakteristiklerinin belirlenmesi, SCADA faaliyetlerinin irdelenmesi, SCADA kullanılması ile elde edilen kazanımların belirlenmesi ve kapsamı genişletecek önerilerin sunulması; (iv) Su temin sistemlerinde SCADA sistem bileşenlerinin detaylandırılması, maliyet analizinin yapılması ve geri ödeme süresinin belirlenmesi. İçme suyu temin ve dağıtım sistemlerinde enerji tüketiminin azaltılma yöntemleri konusunda ayrıntılı bir literatür taraması yapılmış, bu yöntemler yedi kategori olarak sınıflandırılarak incelenmiştir. Malatya ili içme suyu temin sistemlerinde enerji tüketiminin azaltılması ve enerji verimliliğinin artırılması amacıyla yapılan çalışmalar belirlenmiş, enerji tüketiminin azaltılmasına yönelik öneriler sunulmuştur. Ülkemiz büyükşehir belediyeleri su ve kanalizasyon idarelerinde kullanılan SCADA sistemlerinin karakteristikleri açıklanmış, SCADA faaliyetleri irdelenmiş ve SCADA kullanılması ile elde edilen kazanımlar belirlenmiştir. Ayrıca, İç Anadolu Bölgesi'nde örnek bir su temin ve dağıtım sistemi incelenerek sistemin SCADA bileşenleri detaylandırılmış, maliyet analizi yapılmış, geri ödeme süresi belirlenmiştir. İncelenen su temin ve dağıtım sisteminde SCADA uygulaması yatırım maliyetlerinin geri ödeme süresinin oldukça kısa (5,6 ay) olduğu görülmüştür. Bu tezde yürütülen çalışmaların, ülkemizde kentsel su temin sistemlerinde enerji verimliliği önlemlerinin uygulanmasına ve yaygınlaştırılmasına katkı sağlaması beklenmektedir.
  • Öğe
    2023 Türkiye depreminden sonra kentsel açık-yeşil alanların kullanım sonrası değerlendirilmesi Malatya örneği
    (İnönü Üniversitesi, 2024) Öner, Gamze; Pouya, Sıma
    Türkiye'de özellikle depremlerin ardından insanların güvenli bir ortamda toplanmaları ve barınmaları için gereken acil toplanma alaların bulunmaması, deprem sonrası güvenlik, sağlık, barınma ve acil yardım benzeri faaliyetlerin yapılmasını da oldukça zorlaştırmaktadır. Ayrıca toplanma alanı olarak kullanılan mevcut açık yeşil alanlarında oluşan birçok olumsuz değişikliklerden dolayı kullanıcı memnuniyeti azalmıştır. Bu yüzden bu araştırmanın amacı 2023, 6 Şubat depreminde Malatya'daki açık ve yeşil alanların deprem öncesi, deprem sırası ve deprem sonrası kullanımların incelenmesi olmuştur. Malatya kentinde acil toplanma alanları listesinde sadece açık yeşil alanlar kategorisinde yer alan alanlar bu tezin amacı doğrultusunda seçilmiştir. Bu amaç doğrultusunda Kullanım Sonrası Değerlendirme (KSD) yöntemi kullanılmıştır. KSD yöntemi kapsamında 3 farklı teknikten; yerinde alan analiz ve fotoğraflama, anket ve görüşme çalışmalarından yararlanmıştır. Bu kapsamda yerel yöneticilerle görüşmeler ve kullanıcılara anket yapılmıştır. Her alan için 10 yetkili kişi ile toplamda 60 kişi ile görüşme yapılmıştır. Alanlarda kullanıcıların memnuniyetlerinin ölçülmesi, bu alanları deprem öncesinde nasıl kullandıklarının öğrenilmesi ve deprem sonrası oluşan sorun ve sıkıntıların incelenmesi için her alanda ayrı ayrı olacak şekilde (toplamda 240) anket çalışması yapılmıştır. Çalışmanın sonucunda araştırma alanların hem deprem sonrası acil toplanma alanları olarak ve hem kentsel açık yeşil alanları olarak işlevlerinin incelenmesinden elde edilen sonuçlar ortaya konulmuştur ve bu incelenmelerin neticesinde özellikle deprem bölgesinde bulunan ve deprem sonrası toplanma alanları olarak seçilen açık yeşil alanların tasarımı ve planlanması için önerilerde bulunmuştur.
  • Öğe
    Kırsal alanların korunmasında değer tabanlı bütünleşik peyzaj planlama modelinin geliştirilmesi; Malatya örneği
    (İnönü Üniversitesi, 2024) Taşkan, Gaye; Cengiz, Sevgi Görmüş
    Kendine özgü karakteri olan kırsal alanlar doğa ve insan arasındaki nesiller boyunca süregelen etkileşimle şekillenmektedir. Temelde gıda ve hammadde kaynağı üretimini sağlayan kırsal alanlar ekolojik dengenin, doğal kaynakların ve biyo-kültürel çeşitliliğin korunmasında da belirleyici role sahip oldukları için bu alanların planlanması ve yönetimi son yıllarda daha da önemsenmektedir. Ancak, kırsal alanlar özellikle planlama konusunda giderek derinleşen sorunlarla karşı karşıya kalmaktadır. Sorunların çözümsüzlük aşamasına ulaştığı kırsal alanlar terk edilmekte ve değersizleştirilmektedir. Son yıllarda gelişmiş ülkelerde; sürdürülebilirlik ve kalkınma söylemlerinin etkisiyle, kırsala yönelik ilgi artmakta ve kırsal planlama pratikleri ve kırsal alanların yeniden yapılanması gündeme gelmiştir. Planlama pratiklerinin uygulanmasında peyzaj sürdürülebilirliği ve kalkınma yaklaşımları arasındaki farklılıklara dikkat çekilmekte ve kırsal peyzaj değerlerinin planlamaya nasıl entegre edileceği önemsenmektedir. Peyzaj değerlerinin planlamaya entegrasyonu sosyal, ekonomik ve ekolojik boyutların bütünselliğine odaklanan bütünleşik peyzaj yaklaşımları ile mümkündür. Bütünleşik peyzaj planlama yaklaşımından hareketle, bu tezde yerel bağlam ve değerlere ilişkin bilgisini temel alan kavramsal bir değer tabanlı bütünleşik kırsal peyzaj planlama model önerisi geliştirilmiştir. Model çerçevesi alan çalışmasına ve çeşitli araştırma tekniklerinin sentezlenmesine dayanmaktadır. Alan analizi süreci Malatya İli kırsal alanında gerçekleştirilmiştir. Kırsal alan yakın kırsal bölge, orta kırsal bölge ve uzak kırsal bölge olarak sınıflandırılmış ve her bir bölgedeki affedilen ve atanan değerler ile değerlerin kategorisini belirleyen sorunlar tespit edilmiştir. Değer-sorun etkileşim matrisleri Malatya kırsal peyzajlarının karmaşık işleyişinin anlaşılmasını sağlamıştır. Tez kapsamında geliştirilen kırsal alanların korunmasında değer tabanlı bütünleşik peyzaj planlama modelinin ülkemiz ve henüz kırsal alan peyzaj planlama yaklaşımını geliştirememiş ya da geliştirme çabasında olan ülkeler için rehber olarak katkı sunması beklenmektedir.
  • Öğe
    MMP-9 and MMP-2 gene expression levels in bipolar disorder: Evaluating relationships with clinical features and childhood traumatic experiences
    (İnönü Üniversitesi, 2024) Kop, Zilan; Acar, Ceren
    ECM tüm doku ve organlarda hücre dışı ortamını oluşturan karmaşık bir ağdır. Beynin yapısal bileşeni olarak da görev yapan ECM, nöronal işlev ve beynin çevresel uyaranlara tepkisi için önemli iki süreç olan nöroplastisite ve nöroinflamasyonun düzenlenmesinde önemli bir rol oynar. ECM düzenlemesinin önemli bir yönü, ECM'nin bozulması ve yeniden şekillendirilmesinden sorumlu bir enzim ailesi olan MMP'lerdir. MMP'ler arasında MMP-9 ve MMP-2 beyinde önemli bir rol oynamaktadır. MMP-9, ECM proteinlerini parçalayarak ve sinapsların yapısını yeniden şekillendirerek sinaptik plastisitenin modüle edilmesinde rol oynar. MMP-2 sinir sistemi gelişimi sırasında hücre göçünü ve akson büyümesini düzenler. ECM, MMP'ler ve bunların nöroplastisite ve nöroinflamasyondaki rolleri de bipolar bozuklukla ilişkilendirilmiştir. BD, epizodik ruh hali değişimleri ile karakterize ciddi bir akıl hastalığıdır. Çalışmalar, ECM bileşimi ve MMP aktivitesindeki değişikliklerin bipolar bozukluğu olan hastalarda meydana gelebileceğini ve bozukluğun patofizyolojisi ile ilişkili olabileceğini göstermiştir. Bu çalışma, moleküler biyoloji ve psikiyatri arasındaki arayüzde temel soruları ele almaktadır. Çalışmanın amacı, BD'li ve sağlıklı bireylerde MMP-9 ve MMP-2 ifade düzeylerini karşılaştırmak ve bu gen ifadeleri ile klinik özellikler ve çocukluk çağı travmatik deneyimleri arasındaki ilişkiyi araştırmaktır. Sonuçlar, MMP-9 ve MMP-2 gen ifade düzeylerinde BD'li ve sağlıklı bireyler arasında anlamlı bir fark olmadığını göstermiştir. Ayrıca, klinik özellikler ve çocukluk çağı travmatik deneyimleri ile MMP-9 ve MMP-2 gen ifade düzeyleri arasında anlamlı bir ilişki bulunmamıştır.
  • Öğe
    Makine öğrenmesi ve görüntü işleme yöntemleri ile sar görüntülerinde gemi tespiti
    (İnönü Üniversitesi, 2024) Özdemir, Taha Burak; Hanbay, Kazım
    Sentetik açıklıklı radar (SAR) görüntüleri günümüzde savunma sanayisi, deniz izlemeleri, çevresel atıkların takibi ve afet gibi acil durumlarda yoğun olarak kullanılmaktadırlar. İklim ve hava koşullarından bağımsız olarak her durumda yüksek kalitede görüntüler sunan bu teknoloji ile etkin nesne tanıma ve hedef takibi uygulamaları geliştirilmektedir. Tez çalışmasında SAR görüntülerindeki gemileri tespit edip sınıflandıran iki yöntem geliştirilmiştir. İlk olarak kapsamlı bir SAR gemi görüntüleri içeren bir veri tabanı oluşturulmuştur. Bu veri tabanında dünyanın farklı bölgelerindeki liman, deniz ve okyanuslardan görüntüler alınmıştır. Böylece kapsamlı bir veri tabanı oluşturulmuştur. Görüntülerden anlamlı özellik vektörleri elde etmek için ilk olarak gri seviye eş oluşum matrisinden 4 farklı istatistiksel ölçüm yapılmıştır. Gri seviye eş oluşum matrisinin inşa edilmesinde Gauss türev filtreleri kullanılmıştır elde edilen özellik vektörleri destek vektör makineleri ile sınıflandırılmıştır. Geliştirilen ikinci yöntemde ise görüntülerin Hessian matrisleri hesaplanmıştır. Hessian matrisinin öz değerleri hesaplanarak gradyan büyüklükleri ve gradyan yönelimleri elde edilmiştir. Bu iki bilgi ile etkin histogram etiketlemesi yapılmıştır. Böylece gemi olan ve olmayan bölgelerin piksel verileri etkin şekilde ayırt edilmiştir. Elde edilen özellik vektörleri yapay sinir ağları ile sınıflandırılmıştır. Önerilen yöntem LBP (Local Binary Pattern) yöntemi karşılaştırılmıştır. Deneysel sonuçlar önerilen yöntemlerin gemi sınıflandırmada etkin sonuçlar verdiğini göstermiştir.
  • Öğe
    Multiple detection of SARS-CoV-2 in point -of -care tests
    (İnönü Üniversitesi, 2024) Gündüz, Elif; Derin,? Dilek Çam
    SARS-CoV-2'nin küresel yayılımı, hızlı tanı sistemlerinin önemini vurgulamış ve güvenilir testlerin geliştirilmesini bir öncelik haline getirmiştir. SARS-CoV-2'nin yapısı ve enfeksiyözlüğünde önemli roller oynayan N ve S proteinleri, güçlü antijenik özellikleri nedeniyle birincil tanı belirteçleri olarak tanımlanmıştır. LFA'lar gibi mevcut tanı yöntemleri, bu viral proteinleri yakalamak için genellikle tek aptamerler veya antikorlar, antikor-aptamer ve antikor-antikor sandviç kombinasyonlarını kullanmıştır. Aptamer kokteylleri ile LFA'nın geliştirilmesi henüz bildirilmemiştir. Bu çalışmada, SARS-CoV-2'nin hızlı ve doğru tespiti için bir mLFA geliştirilmiştir. Çalışmamızda, AuNP'lere konjuge edilmiş aptamer kokteylleri, SARS-CoV-2'nin N ve S proteinlerini ayrı ayrı hedeflemek için kullanılmıştır. Böylece, her iki hedef protein de tek bir test şeridinde aynı anda tespit edilmiştir. Test formatındaki hedeflere bağlanan AuNP-konjuge aptamerler tespit ve etiketleme ajanları olarak kullanılmıştır. Hedef proteine özgü dedektör aptamerleri, bir sandviç kompleksi oluşturmak için test çizgileri üzerinde immobilize edilmiştir. Çalışmamız, dedektör aptamerlerinin test şeridinde konumlandırılmasının testin etkinliğinde önemli bir rol oynadığını göstermiştir. Uygun aptamer yerleşimi tespit doğruluğunu artırırken farklı konumlandırma test verimliliğini azaltmıştır. Genel olarak, hazırlanan mLFA viral tanının yanlış pozitif veya yanlış negatif olasılıklarını ortadan kaldırmış ve LFA sisteminin doğru tanı potansiyelini artırmıştır. Böylece, tasarlanan mLFA kullanımı kolay, ucuz ve doğruluğu artırılmış gerçek zamanlı klinik testler için alternatif bir test prototipi oluşturmuştur.
  • Öğe
    Comparison of expression levels of MMP-9 AND TIMP-1 genes in patients diagnosed with unipolar and bipolar depression
    (İnönü Üniversitesi, 2024) Eken, Yunus; Acar, Ceren
    Psikiyatrik hastalıklar, özellikle bipolar ve unipolar depresyon, küresel nüfusun önemli bir bölümünü etkileyen çok yaygın hastalıklardır. Oldukça fazla insanın bu bozukluklardan etkilenmesine rağmen henüz hastalıklara ilişkin anlayışımız bir şekilde sınırlıdır. Bu durumun kesin genetik kökeni ve nedeni henüz kesin olarak belirlenmemiştir. Önceki araştırmalarda birkaç aday genin tanımlanmasına rağmen, çevresel değişkenlerin ve yaşam koşullarının önemli etkisi nedeniyle kesin bir aday gen analizi yapılmamıştır. Hücre dışı matrisin (ECM) ve bileşenlerinin modülasyonu ve bozulması, zihinsel hastalıkları tetikler ve durumun ilerlemesini etkileyebilir. Matriks metalloproteinazlar (MMP'ler) ve doku inhibitörleri (TIMP'ler), çeşitli psikiyatrik bozukluklarda yaygın olarak tanımlanmıştır. İfade seviyelerindeki değişiklikler hücre dışı matrisi etkiler ve bu bozulmaları başlatır. Önceki araştırmalar, MMP-9 ve TIMP-1 genlerinin ifade seviyelerinin bipolar depresyon (BD) ve unipolar depresyon (UD) olan kişilerde değiştiğini göstermiştir. Türk popülasyonunda MMP-9 ve TIMP-1 genlerinin ifade düzeyini değerlendirmek için 16 BD, 20 UD ve 19 SK vakası arasında gen ifadeleri karşılaştırıldı. İstatistiksel analiz, MMP-9 geninin ifade düzeyinin sağlıklı kontrollerde unipolar ve bipolar depresyon hastalarına kıyasla daha yüksek olduğunu ortaya koydu, fakat TIMP-1 geninin ifade düzeyinde istatistiksel olarak anlamlı bir değişiklik bulunamadı.
  • Öğe
    Yüksek fırın cürufu bağlayıcılı geopolimer betonun sülfat dayanıklılığına cam tozunun etkisi
    (İnönü Üniversitesi, 2024) Azim, Eşref; Karakoç, Mehmet Burhan
    Bu çalışmada, geopolimer betonların sülfat etkilerine karşı gösterdiği dayanıklılık üzerine bir araştırma gerçekleştirilmiştir. Araştırma kapsamında, bağlayıcı olarak YFC (YFC) ve cam tozu kullanılarak geopolimer beton üretilmiştir. Altı farklı grup oluşturulmuş ve YFC'nin yerine ağırlıkça %0, %10, %20, %30, %40 ve %50 oranlarında cam tozu eklenmiştir. Geopolimer beton numuneleri, 28 günlük kür süresini tamamladıktan sonra %3 konsantrasyonundaki magnezyum sülfat ve sodyum sülfat çözeltilerine 12 hafta süreyle maruz bırakılmıştır. Çalışma kapsamında, numunelerin basınç dayanımları, eğilme dayanımları, kılcal geçirimlilik, ağırlık ve pH değerleri değişimleri izlenmiş ve görsel değişimler incelenmiştir. Deney sonuçları, kontrol numunelerinin 28 gün laboratuvar ortamında kür edilmiş sonuçlarıyla karşılaştırılarak değerlendirilmiştir. Bulgulara göre, geopolimer betonların basınç ve eğilme dayanımları açısından en yüksek değerler, cam tozu oranı %0 olan C0 grubundaki numunelerde elde edilmiştir. Cam tozu oranının artmasıyla birlikte basınç ve eğilme dayanımı değerlerinde bir azalma gözlenmiştir. Sülfat çözeltilerinde bekletilen numunelerin basınç ve eğilme dayanım değerleri azalmış, kılcal geçirimlilik katsayıları ise artmıştır. Görsel olarak incelendiğinde, sülfat çözeltilerinde bekletilen numunelerde herhangi bir bozulma gözlenmemiştir Anahtar Kelimeler: Geopolimer beton, YFC, cam tozu, sülfat direnci
  • Öğe
    Köprü ayakları etrafında meydana gelen oyulma derinliğinin uç öğrenme makinesi, XGBoost regresyon ve sembolik regresyon yöntemleri ile tahmini
    (İnönü Üniversitesi, 2024) Boz, Nagihan; Gül,? Enes
    Yatak malzemelerinin taşınması sırasında köprü ayaklarının zarar görmesi ciddi sonuçlara yol açabilir. Bu nedenle, köprü ayaklarında meydana gelen oyulmanın modellenmesi, insan hayatı için önemli bir risk faktörüdür. Uygulamada birçok farklı tip ve şekillerde köprü ayakları kullanılmaktadır. Köprü ayağı oyulmalarının tahmin edilmesi için birçok geleneksel matematiksel denklemler üretilmiştir. Bu tez kapsamında, oyulma derinliği üç farklı yenilikçi yöntem kullanılarak tahmin edilecektir. Bu yöntemler; Uç Öğrenme Makinesi (UÖM), Sembolik Regresyon (SR) ve XGBoost Regresyon (XGBoost) yöntemleridir. Literatürden derlenen 1064 laboratuvar verisi kullanılarak, dairesel duvar jeti, dairesel olmayan duvar jeti, tam akmayan menfez, iskele ve dayanak gibi farklı köprü ayak tipleri için densimetrik Froude sayıları hesaplanarak oyulma derinliği tahmin edilmiştir. Çeşitli geometrilerin hepsini kapsayan şekil ve yerleşim düzeninden bağımsız bir modelleme için genelleştirme yapılmıştır. UÖM, XGBoost ve SR yöntemlerinin çeşitli hiper parametre kombinasyonları ile en iyileme yapılarak en uygun model belirlenmeye çalışılmıştır. UÖM, XGBoost ve SR modelleri için sırasıyla 62, 90 ve 24 adet model kurulmuştur. Bu modeller beş farklı hata parametresi; Ortalama Karekök Hatası (RMSE), Ortalama Mutlak Hata (MAE), Ortalama Yüzdesel Mutlak Hata (MAPE), Willmott's İndeks (WI) ve Korelasyon Katsayısı (R2) kullanılarak hata oranı en aza indirilmiştir. UÖM, XGBoost ve SR ile elde edilen genel modeller, oyulma derinliğini tahmin etme konusunda geleneksel regresyon denklemlerinden daha iyi sonuçlar vermiştir.
  • Öğe
    Kükürtlü kayısı diyetinin sıçanlarda gastrointestinal sistem üzerindeki etkilerinin biyokimyasal ve histolojik olarak araştırılması
    (İnönü Üniversitesi, 2024) Doğan, Tuğba; Ateş, Burhan
    Bu tez kapsamında Hacıhaliloglu kayısılarının toplanması, kükürtlenmesi ve kükürt düzeyinin belirlenmesi, kükürtlü kayısıların antimikrobiyal düzeylerinin belirlenmesi, bu ekstraktların in vitro özelliklerinin tespiti ve in vivo incelemeler kapsamında ise kükürtlü kayısı ile beslenmenin gastrointestinal sistem, (mide, bağırsak ve karaciğer) açısından biyokimyasal ve histolojik etkilerinin incelenmesi mevcuttur. Bunun için 42 adet Wistar albino cinsi sıçanlar randomize olarak 6 gruba ayrılmıştır. Kontrol, 1500 ppm , 2000 ppm, 2500 ppm, 3000 ppm ve 3500 ppm kükürtlü kuru kayısıyı %10 oranında içeren standart yemle 6 ay süresince beslenmiştir. Altı ayın sonunda sıçanların karaciğer harabiyet biyobelirteçleri olan serum enzimlerinden aspartate aminotransferaz (AST), alanin aminotransferaz (ALT) enzim seviyeleri tespit edilmiştir. Ayrıca sıçanların karaciğer, mide ve bağırsak dokularında oksidatif stres belirteçleri incelenmiştir. Bu amaçla malondialdehit(MDA), total glutatyon (tGSH), süperoksid dismutaz (SOD), katalaz (CAT), total antioksidan (TAS) ve total oksidan (TOS) düzeyleri ölçülmüştür. Aynı zamanda karaciğer, mide ve bağırsak dokularının histolojik hasar skorları tespit edilmiştir. Elde edilen sonuçlara göre; kükürt oranı farklı kayısıların tüketilmesi ratlarda 1500 ve 2500 ppm arasındaki kükürt miktarının karaciğer, mide ve bağırsak dokularında biyokimyasal ve histopatolojik değişiklikler oluşturmadığı ancak 3500 ppm kükürt düzeyinin yapısal ve biyokimyasal değişikliklere yol açtığı gösterilmiştir. Ayrıca farklı konsantrasyonlarda hazırlanan kükürtlü kayısı özütlerinin test edilen bir Gram pozitif (S. aureus ATCC 25923), bir Gram negatif (E. coli ATCC 25922) bakteri türü ve ayrıca bir de maya türü (Candida albicans ATCC 90028) üzerine belirgin antimikrobiyal etkilerinin olduğu saptanmıştır. Sonuç olarak 3500 ppm gibi yüksek konsantrasyonlarda kükürtlenen kayısıların karaciğer, mide ve bağırsaklarda yapısal ve biyokimyasal değişikliklere yol açabileceği görülmüştür. Ancak daha düşük konsantrasyonlarda (1500 ppm ila 2500 ppm) kükürtlenen kayısıların güvenli olduğu görülmektedir. Kükürtlenmiş kayısıların doza bağımlı olarak antimikrobiyal aktivitesi mevcut iken bu dozlarda L929 hücre hatlarında sitotoksisitenin bulunmaması, test edilen konsantrasyonlarda sülfürlenmiş kayısıların güvenliğini desteklemektedir.
  • Öğe
    Lif katkılı çimentosuz yeni nesil geri dönüşüm esaslı yüksek performanslı altyapı boru çalışmasının mekanik özelliklerinin araştırılması
    (İnönü Üniversitesi, 2024) Rıhavı, Baraa; Maraş, Müslüm Murat; Ekinci, Enes
    Yapılan çalışmada yeraltı su ve kanalizasyon şebekelerinde yaygın olarak kullanılan çimento esaslı beton borulara alternatif olarak geri dönüşüm esaslı yeni nesil yüksek dayanımlı çimentosuz geopolimer beton borular üretimi hedeflenmiştir. Bu çalışmada, farklı miktarlarda yüksek fırın cürufu (YFC) ve silis dumanı (SD) kullanılarak bağlayıcı malzemelerin karışımları oluşturulmuştur. Bağlayıcı malzemeler tepkime girebilmesi için aktivatör olarak sodyum hidroksit (NaOH) ve sodyum silikat (Na2SiO3) kullanılmıştır. Lif içermeyen bu geopolimer beton karışımları faklı molaritelerde (9M, 12M, 15M) hazırlanmış ve mekanik özelliklerine bakılarak optimum karışım belirlenmiştir. Tüm numunelerde %65 iri (4-8 mm)ve %35 (0-4 mm) ince agrega kullanılmıştır. Aktivatör miktarı kıvam ölçütlerine göre ayarlanmıştır. Üretilen numuneler laburatuvar ortamında 7, 28 ve 56 gün bekletildikten sonra mekanik özellikleri incelenerek optimum karışım 9M-S0 olarak belirlenmiştir. Tüm karışımlarda aktivatör sodyum hidroksit/sodyum silikat oranı sabit tutulmuştur. Optimum 9 molarlık 9M-S0 karışımı belirlendikten sonra çelik lif içeren karışımların (%0,5, %1 ve %1,5 ağırlıkça) mekanik özellikleri laboratuvar ve su ortamında incelenmiştir. Üretilen numuneler eğilme ve basınç dayanımına bakılarak optimum karışım belirlenmiştir. Geopolimer beton boruların altyapı projelerinde kullanılacağı göz önünde bulundurularak sürekli kimyasal ortama maruz kalacağından hazırlanan karışım numuneleri 6 haftalık sülfat ortamında bekletilmiş olup basınç dayanımı ile ağırlık değişimleri de incelenmiştir. Hazırlanan geopolimer beton karışımları ile Altyapı projelerinde kullanılmak üzere lifli ve lifsiz borular üretilmiştir. Üretilen borular kür amaçlı su verildikten sonra basınç dayanımı testleri yapılarak geleneksel çimento esaslı beton borularla karşılaştırıldığında üretilen çelik lifli geopolimer beton boruların daha iyi bir performans sergilediği tespit edilmiştir. Anahtar Kelimeler: Geopolimer, Altyapı boru, Su şebekeleri, kanalizasyon, Yüksek Performans, Geri Dönüşüm.
  • Öğe
    Karma lif katkılı betonarme kirişlerde yükleme hızının kesme davranışına etkisi
    (İnönü Üniversitesi, 2024) Erol, Yahya; Turğut, Paki; Türk, Kazım
    Betonarme yapılarda kesme davranışı üzerine yıllardır deneysel ve sayısal çalışmalar yapılmasına rağmen, henüz daha tam olarak anlaşılamamış zor ve karmaşık konulardan birisidir. Birçok parametrenin etkili olduğu kesme göçmesi ani ve gevrek olduğundan oldukça tehlikelidir. Beton dayanımı, kesme açıklığının kiriş faydalı yüksekliğine oranı (av/d) ve boyuna çekme donatısı miktarının kesme donatısız kirişlerde göçme davranışını etkileyen önemli parametreler olduğu iyi bilinmektedir. Son zamanlarda yapılan çalışmalarda çelik lifli betonların ve yükleme hızının da betonarme kirişlerde kesme davranışını etkilediği bulunmuştur ancak yükleme hızıyla ilgili bulunan sonuçlar tartışmalıdır. Bu çalışmada, lifsiz, makro çelik lifli ve karma çelik lif içeren boyuna çekme donatılı kesme donatısız, av/d oranı 2.38 olan betonarme kirişlerin 1.6 mm/dk ve 40 mm/dk yükleme hızları altında ki göçme davranışları incelenmiştir. Çelik lif kullanımı ve yükleme hızı parametrelerinin kesmede göçme davranışı durumunu önemli derecede değiştirdiği bulunmuştur. Yük değerleri ve çatlak oluşum aşamaları eşzamanlı olarak kaydedilerek betonarme kirişlerde kesme davranışıyla ilgili oldukça önemli verilere ulaşılmıştır.
  • Öğe
    Bir hastanedeki stajyer öğrencilerin tıbbi atık yönetimi konusundaki bilincinin iş sağlığı ve güvenliği bakımından değerlendirilmesi
    (İnönü Üniversitesi, 2024) Tural, Melek; Koç,? Adil
    Günümüzde sanayileşme sürecinin hızlanmasıyla birlikte çevre sorunları artmakta ve insan ile çevre sağlığını tehdit etmektedir. Kentleşme ve göç gibi faktörler, özellikle büyük şehirlerde hızla artan nüfusun kamu hizmetlerine erişimini zorlaştırmaktadır. Kaynakların bilinçsizce kullanımı ve tüketimin artışı, atık yönetimi sorunlarını daha da karmaşık hale getirmekte ve bu atıklar insan sağlığı ile çevre üzerinde ciddi tehditler oluşturmaktadır. Sağlık kurumlarından kaynaklanan tıbbi atıklar, bu tehdit unsurları arasında özellikle dikkate değer bir yer tutmaktadır. Tıbbi atıklar, çevre ve toplum sağlığı için ciddi riskler oluşturabilir, hatta ölümcül sonuçlar doğurabilir. Bu nedenle, insan sağlığına yönelik riskleri en aza indirmek ve sağlık kurumları için ekonomik kayıpları azaltmak için tıbbi atıkların kaynağında ayrıştırılması ve uygun yöntemlerle bertaraf edilmesi gereken önlemler arasında yer almaktadır. Bu çalışmanın amacı, tıbbi atık yönetimini incelemek ve mevcut durumunu değerlendirmektir. Çalışma, anket çalışmasıdır. Tıbbi atıkların yönetimi ve bertarafı dünya genelinde olduğu gibi Türkiye için de önemli bir sorundur. Tıbbi atıkların üretiminden bertarafına kadar geçen süreç oldukça karmaşıktır ve bu sürecin yönetimi ile ilgili bilgi sahibi olmak büyük önem taşımaktadır. Yapılan çalışmada bir hastanedeki stajyer öğrencilerin tıbbi atık yönetimi konusundaki bilinç düzeyinin ölçülmesi ve sonrasında bu bilinç düzeyinin nasıl arttırılabileceği konusunda fikir üretilmesi amaçlanmıştır. Ayrıca öğrencilerin sağlık kuruluşlarında oluşan tıbbi atıklar konusunda yeterli bilgiye sahip olmadıkları ve tıbbi atıkların yönetimiyle ilgili bilgi düzeylerinin yetersiz olduğu değerlendirilmiştir. Anahtar Kelimeler: Çevre, toplum, hastane, tıbbi atık, tıbbi atık yönetimi, stajyer öğrenci
  • Öğe
    Aydınlatma cihaz yüksekliği ve duvar renginin ışık şiddetine etkilerinin belirlenmesi
    (İnönü Üniversitesi, 2024) Şavata, Fatma Nur; Özdemir, Engin
    Aydınlatma, bir mekânın atmosferini ve kullanım amacını önemli ölçüde etkileyen kritik bir tasarım unsurdur. Bu bağlamda, aydınlatmanın verimliliği ve estetiği üzerinde aydınlatma armatürlerinin yüksekliği ve duvar rengi gibi faktörler önemli bir rol oynar. Aydınlatmanın mekân üzerindeki etkisini optimize etmek için armatürlerin yüksekliği ve duvar rengi dikkatle seçilmelidir. Mekânın kullanım amacı ve istenen atmosfer göz önünde bulundurularak, bu iki faktörün uyumlu bir şekilde tasarlanması, hem estetik hem de fonksiyonel açıdan ideal bir aydınlatma çözümü sunar. Bu nedenle, iç mekân tasarımında aydınlatma yüksekliği ve duvar renginin önemi göz ardı edilmemelidir. Bu çalışmada, doğal aydınlatmanın olmadığı kapalı bir ortamda armatürlerin yüksekliği ve duvar renginin aydınlatma şiddetine etkisi (lüx cinsinden) araştırılmıştır. Bu amaçla, doğal aydınlatma tamamen engellendikten sonra 3 farklı lamba (15 w sarı, 15 w beyaz ve 20 w Fujika) kullanarak 5 farklı armatür yüksekliği ile 10 farklı duvar renginden lüxmetre ile ölçümler alınmıştır. Ölçümler yerden 90 cm yükseklikte 9 farklı noktadan ve her bir nokta için 3 adet ölçüm alınarak ortalama değerleri saptanmıştır. Kullanılan duvar rengi ise CIELAB cihaz yardımıyla 16 farklı noktadan ölçümün aritmetik değeri kaydedilmiştir. Çalışma sonucunda, en yüksek aydınlatma şiddeti 7 numaralı duvar renginde 5. kademede 20 Watt Fujika beyaz ışıkla 125 lüx olarak ölçülürken en düşük aydınlatma şiddeti ise 9 numaralı duvar renginde 1. kademede 15 Watt sarı ışıkla 52 lüx olarak ölçülmüştür. Duvar renkleri bazında değerlendirme yapıldığında ise aydınlatma şiddetleri arasındaki fark büyüklüğü oransal olarak 8 numaralı renkte 15 watt sarı ışıktan 20 watt fujika ışığa geçişte %34,29 olarak görülmektedir. 10 duvar rengi ayrı ayrı incelendiğinde 10 renkten 9'unun en yüksek verime ulaştığı kademenin 5. kademe olduğu görülmektedir. Anahtar Kelimeler: Aydınlatma, Armatür yüksekliği, CIELAB, Duvar rengi
  • Öğe
    Ağır vakum gaz yağından FCC yöntemi ile inert ortamda hafif ürün eldesi
    (İnönü Üniversitesi, 2024) Alweıs, Mohamad Frıh Alhasan; Karaca, Hüseyin
    Petrol rafinerilerindeki en önemli kimyasal dönüşüm proseslerinden biri hidrokraking, diğeri ise katalitik kraking (FCC) prosesleridir. Bu prosesler kullanılarak, ağır petrol fraksiyonları daha hafif ve yakıt olarak kullanılabilir ürünlere dönüştürülebilmektedir. Her iki proses de katalizör varlığında gerçekleşir ve genellikle benzer katalizörler kullanılır. Bu çalışma kapsamında, petrolün ağır fraksiyonlarından biri olan HVGO'nun FCC yöntemi ile tam karıştırmalı kesikli bir reaktör kullanılarak daha hafif bileşenler ve yakıt olarak kullanılabilir ürünlere dönüştürülmesi hedeflenmiştir. Katalitik ve katalitik olmayan kraking deneyleri sıcaklık 325, 350, 375, 400 oC, başlangıç azot basıncı 0, 10, 15, 20 ve 30 bar, reaksiyon süresi 30, 60, 90 ve 120 dk koşullarında gerçekleştirilmiştir. HVGO'nun katalitik kraking işlemlerinde katalizör türünün etkisini incelemek üzere hem ticari hem de sentezlenen katalizörler kullanılmıştır. Katalizör derişimi olarak % 0,1, %0,5, %1 ve %5 oranları kullanılmıştır. Kraking deneylerinde karıştırma hızı 200 rpm olarak sabit alınmıştır. Katalitik ve katalitik olmayan koşullarda gerçekleştirilen kraking işlemlerinde elde edilen sonuçlara göre, en hafif ürün bileşimi katalizör türü %25 MgO + %75 SiO2, katalizör derişimi %1, reaksiyon sıcaklığı 400 oC, reaksiyon süresi 120 dk, başlangıç azot basıncı 0 bar koşullarında elde edilmiştir. Hafif ürünler (karbon sayısı 22 ve altında olan bileşenler) önemli ölçüde parafinik (%47.53) ve sikloalkanlardan (%21.60)'dan oluşmaktadır. Katalitik kraking işlemlerinde çözücü etkisinin belirlenmesi amacıyla çözücü olarak tetralin seçilmiş ve HVGO/ Çözücü oranı ağırlıkça 1/1 ve 1/3 alınarak kraking deneyleri gerçekleştirilmiştir. Katalitik kraking işlemlerinde HVGO ile birlikte çözücü olarak tetralin kullanılması hafif ürün bileşiminde aromatik bileşenlerin oranını artırmaktadır.
  • Öğe
    Tirozinaz enziminin immobilizasyonu için farklı morfolojiye sahip metal-organik kafeslerin sentezlenmesi ve fenolik bileşiklerin giderilmesinde kullanılması
    (İnönü Üniversitesi, 2024) Aygün, Tuğba; Ateş, Burhan; Ulu, Ahmet
    Tirozinaz enzimi atık sularda oluşan fenolik kirleticilerin giderilmesinde kullanılmaktadır. Bu çalışmanın amacı atık sulardan fenolik bileşikleri uzaklaştırmak için tirozinaz enzimi immobilize edilmiş çevresel koşullara dayanıklı taşıyıcı malzemeler geliştirmektir. Bu kapsamda öncelikle UIO-66NH2 sentezlendi ve farklı Cu konsantasyonlarıyla inkübe edilmiştir. Daha sonra tirozinaz enzimi Cu-UIO-66NH2 taşıyıcısına immobilize edilmiştir. Çalışmada hazırlanan bütün malzemeler farklı yöntemlerle karakterize edildi. Ayrıca, immobilize enzimin optimum sıcaklık, optimum pH, depolama kararlılığı, termal kararlılık, kinetik parametreleri, fenol giderimi belirlendi ve serbest enzim ile kıyaslandı. İmmobilize enzimin optimum sıcaklığı 45? bulunurken, serbest enzimin optimum sıcaklığı 40 ? bulunurken, serbest ve immobilize enzimin optimum pH'sı 7 olarak bulunmuştur. Ayrıca, immobilize enzimin sekizinci kullanımda başlangıç aktivitesinin %6'sını koruduğu gözlenmiştir. İmmobilizasyon sonrası serbest ve immobilize enzimin Km ve Vmax değerlerinde önemli bir değişiklik gözlemlenmemiştir. Serbest enzimin fenolik bileşik giderimi %70 olarak belirlenirken, immobilize enzimin fenolik bileşik giderimi %80 olarak belirlenmiştir. Sonuç olarak, tez kapsamında hazırlanan taşıyıcı malzeme atık sulardan fenol giderimi için umut verici bir malzemedir.
  • Öğe
    Saponin temelli poliüretan yapıların sentezi ve uygulama alanlarının belirlenmesi
    (İnönü Üniversitesi, 2024) Durna, Derya Denizhan; Köytepe, Süleyman
    Günümüzde, başta medikal ve biyomedikal teknolojiler olmak üzere pek çok endüstri alanında, doğal yapılı bileşiklerin polimerik yapılarda kullanımı önem arz etmektedir. Bu çalışma kapsamında doğal, bol ve ucuz bir kimyasal olan saponinin poliüretan yapısında monomer olarak kullanımı planlandı. Özellikle bu kapsamda, saponin temelli polimerik yapılar, biyouyumlu polimerik film, sensör ve ilaç salım sistemi olarak sentezlendi. Saponin temelli poliüretan yapıların sentezi dört temel aşamada gerçekleştirildi. Birinci aşamada, poliüretan sentezinde hegzametilen diizosiyanat ve etilen glikol monomerlerinin yanında farklı oranlarda saponin kullanılarak saponinin yapıya ve poliüretan özelliklerine katkısı belirlendi. Bu aşamada saponin oranı %1, %5 ve %10 oranlarında çalışıldı. Çalışmanın ikinci aşamasında poliüretan yapınsının esnekliğinin arttırılması için poli(etilen glikol) yapıları ile saponin monomerleri poliol olarak kullanıldı. Bu aşamada saponin oranı artırılarak yapının özelliklerindeki değişim belirlendi. Çalışmanın üçüncü aşamasında yapıya ?-siklodektrin monomer olarak eklendi ve elde edilen yapının biyosensör uygulamalarında elektrot modifikasyonda kullanımı araştırıldı. Bu aşamada voltametrik ölçümler kullanılarak trazodon ölçümleri gerçekleştirildi. Çalışmanın son aşamasında ise saponin ve lignin bir arada poliol olarak kullanılarak hegzametilen diizosiyanat izosiyanatlar ile poliüretan sentezleri gerçekleştirildi. Çalışmanın her aşamasında elde edilen saponin temelli polimerik yapılar FTIR spektroskopisi ile yapısal olarak doğrulandı, termal özellikleri termogravimetrik analiz, diferansiyel termal analiz ve diferansiyel taramalı kalorimetre ile belirlendi. Saponin temelli polimerik yapıların morfolojik özellikleri ve yüzey özellikleri SEM analizleri ile araştırıldı. Elde edilen saponin temelli poliüretanlar, metotreksat ve asitretin salım sistemlerinde ilaç taşıyıcı olarak kullanıldı. Sonuç olarak saponin yapısı sayesinde düzenli ve uzun süreli (metotreksat için 70 saat ve asitretin için 48 saat) ilaç salımı sağlandı. Bu sayede saponinin özellikle biyomedikal uygulamalarda poliüretan yapısına ve temel özelliklerine olumlu katkısı olduğu belinlendi. Anahtar Kelimeler: Saponin, Poliüretan, Sensör, Polimerik film, İlaç salım sistemi.
  • Öğe
    İçme suyu dağıtım sistemlerinde su kayıplarının azaltılması için en uygun basınç kontrol yönetimi stratejisinin geliştırilmesi
    (İnönü Üniversitesi, 2024) Arduçoğlu, Talha İbrahim; Fırat, Mahmut
    İklim değişikliği, kuraklık ve hızla artan dünya nüfusu sebebiyle kişi başına düşen temiz su oranı giderek azalmaktadır. Yeni su kaynaklarının kısıtlı olması sebebiyle şebekelerde oluşan kayıplarının azaltılmasının önemi artmaktadır. Şebekelerde oluşan fiziki kayıpların önemli bir kısmını sızıntılar oluşturmaktadır. Sızıntılar basınç ile doğrudan ilişkili olup birçok kamu kurumu ve araştırmacılar basınç parametresi ile ilgili yönetim çalışmaları yürütmektedir. Basınç yönetimi metotları klasik ve ileri basınç yönetimi olarak sınıflandırılmaktadır. Dünya genelinde yapılan birçok çalışma ile işletme basıncının en aza indirilmesi sağlanmıştır. Bu çalışmada ise basınç yönetimi çalışması sırasında minimize edilecek parametre olarak saatlik basınç farkı seçilmiş ve şebekenin gün içerisindeki basınç dalgalanmasının en aza indirilmesi amaçlanmıştır. EPANET programında hidrolik modeli oluşturulan çalışma şebekelerine ait veriler EPANET-MATLAB Toolkit ile MATLAB ortamına aktarılmıştır. İlk olarak klasik basınç yönetimi ile şebekenin analizi yapılmıştır. Sonraki aşamada ise debiye duyarlı ileri basınç yönetimi için işletme senaryosu oluşturulmaya başlanmıştır. En uygun senaryonun oluşturulması amacıyla MATLAB ortamında genetik algoritma kullanılmıştır. Optimizasyon değişkeni olarak giriş basıncı seçilmiştir. Amaç fonksiyonu olarak şebekenin gün içerisindeki saatlik basınç değişim farklarının toplamı seçilmiştir. Yapılan optimizasyon sonucunda çalışma alanı I'de basınç dalgalanmalarına ait ortalama 18.56 m'den 8.41 m'ye %55 oranında düşürülmüştür. Ayrıca şebekenin ortalama basıncı 48.2 m'den 37.3 m'ye düşürülmüştür. Çalışma alanı II'de ise basınç dalgalanma ortalaması 10.12 m'den 6.42 m'ye %37 oranında düşmüştür. Ortalama işletme basınçları ise 50.12 m'den 48.17 m'ye düşürülmüştür. Anahtar Kelimeler: Basınç Yönetimi, Basınç Dalgalanması, Optimizasyon, EPANET-MATLAB