Tıp Fakültesi Tez Koleksiyonu
Bu koleksiyon için kalıcı URI
Güncel Gönderiler
Öğe Akut hepatitli hastaların klinik ve etiyolojik verilerinin incelenmesi(İnönü Üniversitesi, 2024) Polat, Yakup; Yıldırım, OğuzhanAmaç: Akut hepatit, viral enfeksiyonlar, toksik maddeler, alkol tüketimi, otoimmün sebepler ve karaciğerin iskemisi gibi bir çok nedenden dolayı karaciğer parankiminde oluşan akut inflamasyon veya karaciğer fonksiyon testlerinin artmasıyla birlikte hepatositlerde hasar ile karakterizedir. Genellikle asemptomatik veya hafif semptomlar ile karşımıza çıksa da akut karaciğer yetmezliği ve ölüm gibi çok daha ciddi tablolara neden olabilmektedir. Biz de bu çalışmamız ile hastaların etiyolojik nedenleri, laboratuvar değerleri ve uygulanan tedavilerin mortalite üzerine etkilerini inceleyerek, klinik seyir hakkında verilerin toplanmasını amaçladık. Materyal Metod: Çalışmamız tek merkezli, retrospektif bir klinik çalışmadır. Çalışmaya Ocak 2012-Haziran 2022 yılları arasındaki akut hepatit tanısı alan 370 hasta dahil edildi. Vakaların yaş, cinsiyet, etiyoloji, laboratuar verileri, karaciğer biyopsisi yapılıp yapılmaması, hastanın takip türü (ayaktan, hospitalize), akut karaciğer yetmezliği gelişip-gelişmemesi, hastalığın kronikleşip-kronikleşmemesi, hastalara uygulanan tedaviler ( plazmaferez, karaciğer transplantasyonu) ile tedavi sonunda hastalarda son durum (sağ kalım, exitus) parametrelerine ait verileri toplandı. Bulgular: Çalışmamız 370 hasta ile sonuçlandırıldı. Hastaların yaş ortalamasının yükselmesi mortalite üzerine anlamlı bulundu (p<0,001). İskemik hepatit etiyolojisine sahip hastalarda ve fulminan hepatit gelişen vakalarda mortalite oranları anlamlı şekilde yüksek bulunmuştur. Laboratuar değerlerinden AST, LDH ve INR yüksekliğinin mortalite üzerine anlamlı olduğu tespit edilmiş olup, bu parametrelerin hesaplanan cut-off değerleriyle mortalite üzerine iyi bir belirleyici oldukları görülmüştür. Sonuç: Çalışmamız sonucunda; tanı anındaki yaş, etiyoloji ve bazı laboratuar değerlerindeki yükseklikler mortalite üzerine anlamlı sonuçlar göstermiştir. Akut hepatitler, ülkemiz ve dünya için önemli bir sağlık sorunudur. Akut hepatit hastalarına ne kadar erken tanı koyulup takip altına alınırsa morbidite ve mortalitede o kadar azalma sağlanabilir. Daha anlamlı sonuçlar ve literatür katkısı için çok merkezli yüksek hasta sayılı çalışmalar yapılması gerekmektedir Anahtar Kelimeler: Akut hepatit, Akut karaciğer yetmezliğiÖğe Gluten enteropatisine bağlı karaciğer nakli olan hastaların uzun dönem sonuçları(İnönü Üniversitesi, 2024) Altun, Caner; Harputluoğlu, Muhsin Murat MuhipGiriş: Gluten enteropatisinde karaciğer tutulumu sık görülen bağırsak dışı bulgulardan biridir. Glutensiz diyete yanıt vermeyen son dönem karaciğer hastalarında karaciğer nakli altın standart yöntem olarak kabul edilmektedir. Çalışmamızın amacı, gluten enteropatisi nedeniyle karaciğer nakli yapılan hastalarda nakil sonrasındaki uzun dönem sonuçların retrospektif araştırılmasıdır. Gereç ve Yöntem: İnönü Üniversitesi Turgut Özal Tıp Merkezi Gastroenteroloji Kliniğinde Ocak 2004 ile Aralık 2023 tarihleri arasında karaciğer nakli yapılan hastalardan doku transglutaminaz veya endomisyum antikor pozitifliği ile ve/veya biyopsi ile gluten enteropatisi tanısı koyulan 28 hasta dahil edildi. Hastaların yaş, cinsiyet, nakil tipleri, survi, nakil öncesi ve sonrası transglutaminaz pozitifliği, vücut kitle indeksleri, osteoporoz durumu, demir eksikliği anemisi, nakil sonrası biliyer komplikasyon, rejeksiyon ve nüks sıklıkları araştırıldı. Bulgular: Gluten enteropatisi nedeniyle karaciğer nakli yapılan 12 erkek, 16 kadın toplam 28 hasta mevcuttu. Hastaların 26'sına canlı nakil (%92.8); 2'sine kadaverik nakil uygulandı (%7.1). Hastalarımızın 1, 3, 5 ve 10 yıllık sağkalım oranlarını sırasıyla; %92.9, %92.9, %84.4 ve %75 olarak bulunmuştur. Çalışmamızda hastaların %71.4'ünde biliyer komplikasyon gelişti. Hastaların hiçbirisine biliyer komplikasyon nedeniyle cerrahi tedavi uygulanmadı. Biliyer komplikasyonlu tüm hastalar endoskopik ve perkütan tedavi yöntemleri ile başarıyla tedavi edildi. Hastaların 11'inde (%39.3) rejeksiyon gözlendi. Hastaların %22.2'sinin nakil öncesi transglutaminaz düzeyi normal iken nakil sonrası bu oran %81.5 olmuştur ve normal olma oranı anlamlı şekilde artmıştır. Nakil öncesi ile nakil sonrası arasında BMI açısından olumlu yönde anlamlı farklılık görüldü (p<0.001). Tartışma: Gluten enteropatisinde karaciğer nakli sonrası yüksek sağkalım oranları başka tedavi seçeneği kalmamış son dönem karaciğer hastalıklarında oldukça tatmin edicidir. Sonuçlarımız, gluten enteropatisinde karaciğer naklinin kilo alımı ve çölyak antikorları üzerine anlamlı fayda sağladığını düşündürmektedir. Anahtar Kelimeler: Çölyak hastalığı, Karaciğer transplantasyonu, Gluten enteropatisiÖğe Serebral venöz tromboz hastalarında prognostik nutrisyonel indeksin hastane içi mortalite gelişimini ön görmede prognostik değeri(İnönü Üniversitesi, 2024) Uyar, Emel; Adıgüzel, AhmetAmaç: PNİ, serum albümin konsantrasyonu ve lenfosit sayısı ile hesaplanan immünolojik beslenme durumunu yansıtan yeni ve kapsamlı bir nutrisyonel-inflamatuar skorudur. Düşük PNİ değerleri ile arteryel iskemik inme, kardiyovasküler hastalıklar ve malignitelerde kötü prognozla ilişkilidir. Ancak PNİ ile SVT'de mortalite arasındaki ilişki hakkına çok az şey bilinmektedir. Bizde PNİ'nin ile SVT'de mortaliteyi ön görmede prognostik değerini bulmayı amaçladık Gereç ve Yöntem: Bu çalışmada Ocak 2013 ile Şubat 2024 arasında merkezimize SVT'nin akut döneminde (ilk 48 saat) başvuran 50 hasta retrospektif olarak incelendi. Taburcu olan 36 hasta ile 14 eksitus olarak iki gruba ayrıldı. Hastane otomasyon sisteminden elde edilen biyokimya ve hemogram değerlerindeki albümin ve lenfosit değerleri kaydedildi. 5 X lenfosit sayısı (10 9 /L) + serum albümin konsantrasyonu (g/L) formülü ile matematiksel olarak PNİ değeri hesaplandı. PNİ değerinin taburcu olan SVT hastaları ile eksitus olan SVT hastalar arasındaki ilişki univariate analiz kullanılarak hastane içi mortaliteyi ön görmede prognostik değeri incelendi. Bulgular: Çalışmamızda yaş dağılımı Kadın/Erkek:31/19, ortalama yaş taburcu olanlarda 36.53±14.65, hastane içi ölenlerde 40.24±16.6 saptandı. Yaş, NIHSS, lenf ve PNİ univariate analizde hastane içi mortalite ile ilişkili bulunmuştur. PNİ değeri taburcu olanlarda ortalama 44.43±6.37 iken hasta içi ölenlerin ortalama 36.04±9.21 bulundu. PNİ için hastane içi mortalite durumuna göre kesme değeri 41.45 olarak hesaplandı. Sonuçlar: Akut dönemde hastaneye yatan SVT hastalarında düşük PNİ değerleri hastane içi mortalite ile ilişkili bulunmuştur. Anahtar Kelimeler: Serebral venöz tromboz, Prognostik nutrisyonel indeks, MortaliteÖğe Polisitemia verada JAK2v617F mutasyonunun klinik seyir ve hastalık sonuçlarına etkisi(İnönü Üniversitesi, 2024) Köse, Fatma Özlem; Berber, İlhamiGiriş: Polisitemia Vera (PV) klonal hematopoezin örneklerinden biri olan miyeloproliferatif hastalıklardan biridir. Klonal çoğalma başta eritroid seri olmak üzere granülositik ve trombositik serideki her üç hücrenin anormal çoğalmasıyla karakterize bir durumdur. Gereç ve Yöntem: İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi İç Hastalıkları Hematoloji kliniğinde 01.01.2009-01.012024 yılları arasında takip edilen 99 PV tanılı hasta çalışmaya dahil edildi. Çalışmada hastaların adı, soyadı, protokol numarası, yaş, cinsiyet, tanı anındaki risk skorlaması, tanı anında başlanan tedavi ve takiplerinde uygulanan en son tedavi, tanıdaki laboratuvar (hemoglobin, hematokrit, lökosit ve trombosit) değerleri, kan biyokimyası, serum EPO, LDH, abdomenin radyolojik görüntülemesi, kemik iliği aspirasyon ve biyopsi verileri, JAK 2 gen mutasyonu sonuçları ve görülen komplikasyonları (tanı anındaki ve takipteki arterial ve venöz tromboz durumu) içeren bilgiler retrospektif olarak incelendi ve kaydedildi. Bulgular: JAK2 sınıflamasına göre tanı sırası dalak boyutu dağılımı açısından istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık tespit edilmiştir. WBC değerleri bakımından JAK2V617F Allel yük sınıflaması ikili karşılaştırmalarda Pozitif %12.5-31 — Pozitif %78-100, arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark tespit edilmiştir. JAK2 sınıflamasına göre bireylerin HGB, HCT, PLT, LDH değerleri arasında istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık saptanmamıştır Sonuçlar: Sonuç olarak JAK2v617F mutasyonu PV hastalığının ayrılmaz bir parçasıdır. Bizde çalışmamızda bu mutasyonun allel yük ve hastalığın diğer parametreleri arasındaki ilişkiyi açıklamaya ve hastalığın tedavisine etkisine araştırmayı amaçladık. Çalışmamızda splenomegalı ve WBC değerleri bakımından anlamlı bir ilişki bulunmuşken diğer parametreler ile arasında anlamlı bir ilişki bulunmamıştır. JAK2v617F alel yükünün uzun vadeli izlenmesinin klinik değeri üzerine yapılacak daha fazla araştırma, prognoz çıkarımı yapma, izleme stratejilerine rehberlik etme ve tedavi planlarını tasarlama açısından değerli olabilir. Anahtar Kelimeler: Polisitemia Vera, JAK2v617F mutasyonu, Splenomegali, Miyeloproliferatif NeoplazmÖğe Serum preptin düzeylerinin Tip 2 diabetes mellitus hastalarında mikrovasküler komplikasyonlar ve biyokimyasal belirteçler ile ilişkisi(İnönü Üniversitesi, 2024) Şentürk, Harun; Taşkapan, Mehmet ÇağatayAmaç: Bu çalışmanın amacı, Tip 2 Diabetes Mellitus (T2DM) hastalarında serum preptin düzeylerinin mikrovasküler komplikasyonlar ile ilişkisini araştırmaktır. Çalışmada, preptin düzeylerinin T2DM hastalarında diabetik nefropati, retinopati ve nöropati gibi mikrovasküler komplikasyonlarla olan olası bağlantısını ve bu biyomolekülün rutinde çalışılan biyokimyasal belirteçler ile olası bir ilişkisini araştırmaktaır. Materyal Metod: Bu çalışma, İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıklar Anabilim Dalı Endokrinoloji Polikliniği'ne başvuran 222 hasta üzerinde gerçekleştirildi. Katılımcılardan 47'si sağlıklı kontrol grubundan, 175'i ise T2DM hastalarından oluşuyordu. T2DM hastaları, komplikasyonlarına göre dört gruba ayrıldı; Komplikasyon gelişmemiş grup, nefropati gelişmiş grup, retinopati gelişmiş grup ve nöropati gelişmiş grup. Katılımcılardan açlık sonrası kan örnekleri toplanarak biyokimyasal analizler yapıldı. Serum preptin düzeyleri ELISA yöntemi ile ölçüldü ve diğer biyokimyasal parametreler standart laboratuvar yöntemleri ile belirlendi. Bulgular: Komplikasyon gelişmemiş diabet grubunda serum preptin düzeyleri 687 [607; 850] ng/L (medyan [çeyrekler arası aralık]), retinopati 888 [780; 1261] ng/L ve nefropati 957 [688; 2346] ng/L gelişmiş diabet grubuna göre daha düşük bulundu. Kontrol grubunda serum preptin düzeyleri 1470 [700; 2906] ng/L tip 2 diabetlilerden 785 [671; 1092] ng/L yüksek bulundu. Kontrol grubunda serum preptin düzeyleri nöropati 752 [671; 814] ng/L gelişen hastalardan yüksek bulundu. Kontrol grubunda serum preptin seviyeleri komplikasyon gelişmemiş diabet grubundan yüksek bulundu. Kontrol grubunda serum preptin düzeyleri ile serum kreatinin düzeyleri arasında orta düzeyde bir korelasyon tespit edildi ? =0,372(p=0,012). Sonuç: Bu çalışmada, T2DM hastalarında serum preptin düzeylerinin mikrovasküler komplikasyonlar ve biyokimyasal belirteçlerle olan ilişkisi incelenmiştir. Bulgularımız, T2DM hastalarında preptin düzeylerinin diabetik nefropati, retinopati ve nöropati gibi mikrovasküler komplikasyonlarla bağlantılı olabileceğini göstermektedir. Bu durum, preptin düzeylerinin diabetik komplikasyonlar gelişiminde ve farklı komplikasyonlarda farklı serum konsantrasyon düzeyleri ile T2DM hastalarının izlenmesi için potansiyel bir biyobelirteç olarak kullanılabileceğini düşündürmektedir. Çalışmamızın sonuçları, preptin hormonunun T2DM hastalarında klinik değerlendirmede önemli bir role sahip olabileceğini ve ileride yapılacak çalışmalarda preptin düzeylerinin daha detaylı araştırılması gerektiğini vurgulamaktadır.Öğe 2017-2022 yılları arasında kliniğimizde yapılan konizasyon operasyonlarının retrospektif değerlendirmesi(İnönü Üniversitesi, 2024) Şahiner, Seray; Coşkun, Ebru İnciAmaç: İnsanlık tarihi boyunca kanser, insan sağlığını tehdit etmekte olan tehlikeli hastalıklardan birisi olarak var olmuştur ve bu doğrultuda mücadeleler verilmiştir. Kanserin kendi içerisinde birçok türü bulunmaktadır. Çalışmamız kapsamında konu olan jinekolojik kanserler ise kadınlarda yaygın bir şekilde görülmektedir. Jinekolojik kanserlerin kapsamında over, vulva, vajina, tuba, endometrium ve serviks kanserleri yer almaktadır. Global Cancer Observatory (GLOBOCAN) verilerine göre dünya çapında en sık görülen dördüncü kanser türü olan serviks kanseri ise çalışmanın temel konusudur. Gerçekleştirilen bu çalışma kapsamında 2017 ila 2022 yılları aralığında kliniğimizde gerçekleştirilen konizasyon operasyonları ve nihai patolojileri sonrasında, hasta takiplerinde görülen retrospektif analizlerinin incelemeye alınması amaçlanmıştır. Söz konusu amaç doğrultusunda çalışmanın ikinci bölümünde serviks kanseri anatomisi, embriyolojisi, epidemiyolojisi bakımından tanıtılmıştır. Daha sonra serviks kanserinin meydana gelmesinde etkili olan risk faktörleri detaylı bir şekilde aktarılmıştır. Bu hususta en önemli faktör olan HPV detaylı bir şekilde konu edinilmiştir. Kanserin tanılanmasında kullanıma alınan yöntemler ve tedavi süreci de aktarılarak hastalık ile ilgili geniş çaplı bir kavramsal çerçeve sunulmuştur. Çalışmanın üçüncü bölümünde ise ilgili analizler gerçekleştirilmiştir. Materyal ve metot: Çalışma, gözlemsel, retrospektif bir kohort çalışmasıdır. 2017- 2022 tarihleri arasında İnönü Üniversitesi Turgut Özal Tıp Merkezi Tıbbi Patoloji Laboratuvarına başvuran 18 yaşın üzerinde 92 kadın hasta retrospektif olarak incelenmiştir. Bu hastaların patoloji ve takiplerindeki son poliklinik kontrolleri incelenmiştir. Verilerin analizde SPSS 22.0 paket programı kullanılmıştır. Bulgular: Çalışmaya dahil edilen hastaların yaşları 23 ila 69 arasında değişmektedir. Hastaların yaşlarının ortalaması ise 42,58±10,2'dir. Hastaların PAPS değişkeni incelendiğinde 27 (34%) NORMAL, 16 (20%) LGSIL, 13 (16%) HGSIL, 17 (22%) ASCUS, 5(5,4%) ASC-H ve 1(1,1%) HGSIL ASC olduğu görülmektedir. Sonuç: Çalışmadan elde edilen veriler sonucunda hastaların yaşları ile patoloji sonuçları arasında anlamlı bir ilişki bulunamamıştır. Anahtar Kelimeler: HPV, Jinekoloji, Kanser, Serviks, VajinaÖğe Tanı anındaki CRP/albumin oranının multiple myelom hastalarında prognoza etkisi(İnönü Üniversitesi, 2024) Deniz, Müberra; Berber, İlhamiAmaç: Multiple Myelom tanısı alan hastaların tanı konulduğu zamandaki ölçülen C-reaktif protein (CRP) ve albümin değerlerinin oranının hastalığın prognozuna olan etkisini araştırmayı amaçladık. Materyal ve Metod: Yapılan çalışmaya Ocak 2011 – Ocak 2022 tarihleri arasında İnönü Üniversitesi Turgut Özal Tıp Merkezine başvurusu olan International Myeloma Working Grup (IMWG) kriterlerine göre Multiple Miyelom tanısı almış, tedavisi ve takibi bu merkezde devam etmiş hastaların geriye dönük tanı anındaki değerleri hastane elektronik bilgi yönetim sisteminden (ENLIL) incelenmiştir. Çalışmada elde edilen bulgular değerlendirilirken, istatistiksel analizler için IBM SPSS Statistics 22 programı kullanıldı. Bulgular: Araştırmamız çalışma yaşları 34 ile 87 arasında değişmekte olan, 106'sı erkek ve 81'i kadın olmak üzere toplam 187 olgu ile yapılmıştır. Durie-Salmon evreleme sistemi kullanılmış olup hastaların %50.6'sı Evre 3A, %20.1'i Evre 2, %17.8'i Evre 3B ve %11.5'i Evre 1'dir. Evreler arasında CRP/Albumin oranı ve mortalite görülme açısından istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık bulunmamaktadır. Exitus olan olguların CRP/Albumin düzeyleri, sağ olanlardan anlamlı düzeyde yüksek bulunmuştur (p:0.001; p<0.05). Exitus olan olgularda; CRP/Albumin düzeyi ile takip süresi arasında anlamlı bir ilişki bulunmamaktadır. Exitus olan olgularda; yaş ile takip süresi arasında ters yönlü, zayıf düzeyli anlamlı bir ilişki olduğu saptanmıştır. Erkek ve kadınlarda exitus olma oranları arasında anlamlı bir farklılık bulunmamaktadır. Tartışma ve Sonuç: Multiple myelom hastalarında inflamatuvar bir belirteç olan CRP ile Albümin değerinin oranının (CAR değeri) exitus olan olgularda sağ olan olgulardan istatistiksel olarak anlamlı yüksek olduğu görülmüştür. Anahtar kelimeler: Multiple myelom, Genel sağ kalım, C-reaktif protein ve albümin oranıÖğe Alt ekstremite uzun kemik defektlerinde segment transportu tedavi sonuçlarımız(İnönü Üniversitesi, 2024) Yıldız, Mustafa; Harma, AhmetAmaç: Uzun kemiklerde travma, tümör, ateşli silah yaralanması veya osteomyelit sonrasında meydana gelen defektlerin tedavisi günümüzde hala zor ve meşakkatli bir süreçten geçmektedir. Kemik defektlerinin tedavisinde birçok yol kullanılmakla beraber, çalışmamızda alt ekstremite uzun kemiklerinin defektlerinde rezeksiyon sonrası segment transportu ile tedavisi gerçekleştirilen hastaların klinik ve radyolojik sonuçları sunuldu. Materyal ve Metot: Ocak 2012 ile Mart 2023 yılları arasında.İnönü Üniversitesi.Turgut Özal Tıp Merkezi Ortopedi ve Travmatoloji Kliniği'nde alt ekstremite uzun kemiklerinde osteomyelit, tümör, travma veya ateşli silah yaralanması nedeniyle tedavi edilen hastalara rezeksiyon ve segment transportu tedavisi uygulandı ve bu hastalarda Ilizarov, tek başına LRS ve manyetik çivilerle LRS kombine olarak kullanıldı. Hastaların tedavi süresi, komplikasyonları ve fonksiyonel ve radyolojik sonuçları değerlendirildi. Bulgular: Uygun şekilde takiplerini tamamlayan 36 hastanın 9'u (%25) kadın, 27'si (%75) erkekti. Hastaların yaş ortalaması 32,5 (12- 69 yıl) idi. Ortalama defekt miktarı 10,3 cm (2,5-20,4 cm) olarak bulundu. Hastaların ortalama kavuşma süresi 12,4 aydı (2-48 ay). Ortalama eksternal fiksatör kalış süresi 16,9 aydı (3-68 ay). Hastaların EFI'si ortalama 1,73 ay/cm, CI'si ortalama 1,41 ay/cm olarak hesaplandı. Komplikasyonlar Paley'in komplikasyon derecelendirme sistemine göre yapıldı. Buna göre komplikasyonların 32'si sorun, 46'sı engel, 12'si gerçek minör komplikasyon, 28'i gerçek majör komplikasyonlardı. Hastaların sonuçları ASAMI kemik, ASAMI fonksiyonel, Karlström-Olerud fonksiyonel ve LEFS fonksiyonel skalalarına göre belirlendi. ASAMI kemik skorlaması sonuçları 15 hastada (%41,6) mükemmel, 12 hastada (%33,3) iyi, 7 hastada (%19,4) orta ve 2 hastada (%5,5) kötü olarak bulundu. ASAMI fonksiyonel skorlaması 8 hastada (%22,2) mükemmel, 20 hastada (%55,5) iyi, 4 hastada (%11,1) orta ve 4 hastada (%11,1) kötü sonuçlandı. Karlström-Olerud fonksiyonel sonuçları 8 hastada (%22,2) mükemmel, 12 hastada (%33,3) iyi, 8 hastada (%22,2) tatmin edici, 7 hastada (%19,4) kötü sonuçlandı. LEFS fonksiyonel skorları 3 hastada (%8,3) normal fonksiyon, 25 hastada (%69,4) hafif fonksiyon kaybı, 6 hastada (%16,6) orta şiddette fonksiyon kaybı ve 1 hastada (%2,7) şiddetli fonksiyon kaybı v olarak sonuçlandı. Bir hastada (%2,7) gelişen osteomyelit sonrası yapılan diz altı amputasyon sonucunda bu hasta için tedavi başarısız olarak değerlendirildi. Sonuç: Alt ekstremite uzun kemiklerinin defektlerinde komplikasyon oranının yüksek olmasına ve tedavi süresinin uzun olmasına rağmen segment transportu yüksek oranda başarılı bir tedavi yöntemidir. Anahtar Sözcükler: Uzun kemik, kemik defekti, segment transportu, kemik uzatma, distraksiyon osteogeneziÖğe Supin perkütan nefrolitotomi ile prone perkütan nefrolitotomi sonuçlarının karşılaştırılması(İnönü Üniversitesi, 2024) Doğan, Gökhan; Topçu,? İbrahimAmaç: Bu çalışma perkütan nefrolitotomi yapılmış hastaların demografik verilerini, geçmiş tıbbı öykülerini, preop ve postop kan değerlerini, taş özelliklerini, komplikasyonları, hospitalizasyon sürelerini ve cerrahi etkinliği operasyon pozisyonuna göre karşılaştırmayı amaçlamıştır. Materyal ve Method: Bu çalışmaya 2020-2023 yılları arasında İnönü üniversitesi Turgut Özal Tıp Merkezi Üroloji kliniğimizde perkutan nefrolitotomi (PNL) operasyonu yapılan 200 hasta dahil edilmiştir. Supin ve prone pozisyon olmak üzere hastalar operasyonun gerçekleştirildiği hasta pozisyonuna göre iki gruba ayrılmıştır. Her iki gruba 100'er hasta dahil edilmiştir. Gruplar arası yaş, cinsiyet, cerrahi öykü, ek komorbiditeler, renal anomaliler, taş yüzey alanları,taş lokasyonu,ASA skoru,preop DJ stent uygulaması,nefrostomi uygulanması, hemoglobin, lökosit, trombosit,kreatinin, komplikasyon gelişimi, vaka süresi,skopi süresi,nefroskop boyutu,eritrosit süspansiyon ihtiyacı,postop ateş varlığı,rezidü taş varlığı,ek cerrahi girişim ihtiyacı,böbrek taraf bilgisi,pozisyon bilgisi,sheat boyutu, Guy's Stone Skorlaması, Houns-Field Üniti, PNL çeşidi, puncture bölgesi, hospitalizsyon süresi parametrelerindeki farklılıklar retrospektif olarak değerlendirilmiştir. Çalışmamıza pre-operatif ve post-operatif takip ve tedavileri kliniğimizde düzenlenen hastalar dahil edilmiştir. Postoperatif dönemde kontrole gelmeyen hastalar ile tüm verilerine ulaşılamayan hastalar çalışmadan çıkarılmıştır. Bulgular: Gruplar arası demografik veriler karşılaştırıldığında yaş, cinsiyet, ek hastalıklar, ASA skorları ve renal anomali varlığı parametrelerinde istatiksel farklılık izlenmemiştir(p>0,05). Geçirilmiş cerrahi öyküsü anlamlı farklıdır(p<0,05). Prone PNL hastalarında daha önce cerrahi girişim yapılmış hasta oranı daha fazla tespit edilmiştir. Gruplar arası pre-operatif taş özellikleri karşılaştırmasında taşların sahip olduğu Houns-Field Ünite açısından gruplar arası anlamlı farklılık izlenmemiştir (p>0,05). Taş lokalizasyonu, taş yüzey alanı parametreleri ise anlamlı farklılık içermektedir (p<0,05). Guy Stone Score (GSS) sınıflamasına göre anlamlı fark tespit edilmiştir. Gruplar arası intra-operatif ve post-operatif parametrelerdeki farklılıkların karşılaştırmasında; kullanılan sheat, puncture bölgesi, taş lokalizasyonu, post-op nefrostomi parametrelerinde anlamlı farklılık görülmüştür(p<0,05). Operasyon öncesinde hastalara DJ stent uygulanması ve operasyon sonunda DJ stent kullanımı oranlarında anlamlı farklılık tespit edilmemiştir (p>0,05). Gruplar arası preop kreatinin, lökosit, trombosit değerlerinin postop değerleriyle karşılaştırıldığında benzer değişimler görülüp anlamlı fark izlenmemiştir (p>0,05). Operasyon sonrası hemoglobin düşüş oranını farkı ise anlamlı tespit edilmiştir (p<0,05). Gruplar arası postop komplikasyon gelişimi, operasyon sonrasında rezidü taş varlığı, hemoglobin düşüşüne bağlı kan desteği ihtiyacı, vakada kullanılan skopi süresi değerlerinde anlamlı fark izlenmemiştir (p>0,05). Operasyon süresi ve hospitalizasyon süresi parametrelerinde ise supin PNL lehine anlamlı fark izlenmiştir (p<0,05). Lojistik regresyon modelinde anlamlı çıkan parametreler ise hastaların daha önce geçirilmiş PNL öyküsü varlığı, alt polden puncture sayısı, taşın orta pol lokalizasyonlu olması ve postop nefrostomi uygulanması olarak bulunmuştur. Sonuç: Perkütan nefrolitotomi ameliyatı hem prone hem de supin pozisyonda güvenle tercih edilebilecek bir taş cerrahisidir. Cerrahın tecrübesi pozisyon tercihi için çok önemli ve yönlendiricidir. Üst pol ve orta pol taşı olan hastalarda prone pozisyon taşlara ulaşım ve taşsızlık sağlama açısından daha fazla öne çıkmaktadır. Hospitalizasyon ve operasyon sürelerinde ise supin perkütan nefrolitotomi daha avantajlı görünmektedir. Supin pozisyonun eş zamanlı olarak endoskopik girişime de olanak vermesi (ECIRS) bu durum için çok etkili görünmektedir. Her iki yöntem için de komplikasyon oranları ve rezidü taş görülme sıklığı benzer tespit edilmiş olup cerrahi başarı ve güvenilirlik açısından birbirlerine üstünlükleri görülmemiştir. Kardiyak ve pulmoner hastalıkların nüfus içinde artması nedeniyle supin perkütan nefrolitotominin ilerleyen yıllarda kliniğimizde olduğu gibi tüm dünyada daha da öne çıkan ve tercih edilen bir cerrahi prosedür olacağını düşünmekteyiz. Anahtar kelimeler: supine perkütan nefrolitotomi, prone perkütan nefrolitotomi, taşsızlık oranıÖğe Kontrastsız manyetik rezonans görüntüleme ile yapay zeka modelleri kullanılarak multipl skleroz hastalarında beyindeki aktif plakların tanımlanması(İnönü Üniversitesi, 2024) Ülker, Emrah; Erbay, Mehmet FatihKontrastsız Manyetik Rezonans Görüntüleme ile Yapay Zeka Modelleri Kullanılarak Multipl Skleroz Hastalarında Beyindeki Aktif Plakların Tanımlanması Amaç: Yapay zeka makine öğreniminin, beyindeki aktif MS plaklarını, MRG'deki FLAIR görüntülerde kontrast madde verilmeden tanımlayabilme başarısını değerlendirmek. Gereç ve Yöntem: Ocak 2017 ile Aralık 2023 tarihleri arasında MS tanısı ile kontrast öncesi ve sonrası beyin MRG çekimi yapılan yaşları 18 ile 65 arasında değişen 422 hastanın görüntüleri retrospektif olarak değerlendirildi. Hastalar, MRG incelemelerinde aktif plak (789 sayıda) ve inaktif plak (693 sayıda) bulunanlar olarak iki gruba ayrıldı. Görüntüler, yeniden boyutlandırılarak dizilere dönüştürüldü. Oluşturulan veri setinin rastgele olarak %80'i eğitim, %20'si ise test için kullanıldı. ResNet50, InceptionV3, Xception, MobileNet, MobileNetV2, VGG16, VGG19, DenseNet121, DenseNet169, DenseNet201 ve NASNetMobile transfer öğrenme modelleri; optimizasyon algoritmaları olan SGD, Adam, RMSprop ve Nadam; aktivasyon fonksiyonu olan relu ve swish hiperparemetreleri 88 farklı model oluşturularak iteratif bir şekilde kullanıldı. Bulgular: MobileNet ile Adam optimizasyon algoritması ve relu aktivasyon fonksiyonu kullanılarak oluşturulmuş yapay zekâ modeli aktif ve inaktif plak sınıflamasında %74,4 doğruluk oranı ile en başarılı sonucu verdi. Sonuç: Yapay zekâ makine öğrenimi, bir konvansiyonel MRG sekansı olan kontrastsız FLAIR sekansı ile kontrastlandığı bilinen aktif plakları orta-yüksek doğruluk oranında tahmin edebilmiştir. Bu sonuç; klinik uygulamalarda kullanım açısından yeterli olmamakla birlikte kontrast madde kullanımından kaçınan bir tanı protokolü için ümit vericidir. Anahtar Kelimeler: Yapay zekâ, makine öğrenmesi, multipl skleroz.Öğe Artroskopik bankart onarımı yapılan hastalarda klinik ve fonksiyonel sonuçları etkileyen prognostik faktörlerin araştırılması(İnönü Üniversitesi, 2024) Çoban, İdris; Ertem, KadirGiriş ve Amaç: Glenohumeral eklem, stabilitesinin kemikten ziyade yumuşak dokular tarafından sağlandığı top-soket tipi bir eklemdir. Bu durum eklem açıklığı en fazla olan eklem olmasını sağlarken aynı zamanda eklem çıkıklarının da en sık görüldüğü eklem olmasına sebep olmaktadır. Bu çalışmada tekrarlayan omuz çıkığı nedeniyle bankart lezyonu olup artroskopik onarım yapılan hastaların klinik ve fonksiyonel sonuçlarının etkileyen prognostik faktörleri değerlendirmeyi amaçladık. Yöntem: İnönü Üniversitesi Turgut Özal Tıp Merkezinde 1 ocak 2012 ile 1 ocak 2023 tarihleri arasında artroskopik bankart onarımı yapılan çalışma kriterlerimize uyan 80 hasta kontrole çağrıldı. Direk grafi çekilip omuzun güncel durumu değerlendirildi. Hastaların eklem hareket açıklığı, korkutma testi ve genel omuz muayenesine bakıldı. Hastaların güncel rowe, constant, wosı, vas ve qdash skorlarına bakıldı. Hastaların mesleği, varsa yaptığı sporu, cerrahi sonrası tekrar çıkık olup olmadığı, çıkık olmuşsa cerrahiden ne kadar süre sonra olduğu, cerrahi sonrası işe dönüş zamanı, cerrahi öncesi çıkık sayısı, ilk çıkık yaşı, çıkığın baskın kullandığı ekstremitede mi diğerinde mi olduğu sorgulanıp kayıt altına alındı. Bu hastaların arşivdeki dosyaları, ameliyat videoları ve ameliyat notları incelenerek ameliyat öncesi omuz skorları, ameliyat öncesi BT'de hill-sachs boyutu, glenoid defekt oranı, lezyonun off-track olup olmadığı, kullanılan ankor sayısı, ameliyat öncesi eklem hareket açıklığı, hastaların ameliyat olduğu yaşı ve ameliyat öncesi skorları bakıldı. Bu parametrelerin istatistiksel analizi yapıldı. Bulgular: Çalışmamıza 80 anterior instabilitesi olan hasta dahil edildi. Hastaların ortalama yaşı 32.4(min:20-max:57) idi. Hastaların 68(%82) tanesi erkek, 12(%18) tanesi bayandı. Hastaların 55 tanesinde dominant tarafı çıkarken 25 tanesinde dominant olmayan tarafında çıkık gelişmişti. Hastaların ameliyat olduğu yaş ortalaması 26.7(17-49) idi. Hastalarda ortalama olarak ilk çıkık ile cerrahi arasında 50(9-216) ay geçmişti. Hastaların ortalama takip süresi 66(12-132) ay olarak hesaplandı. Hastalarda ortalama olarak 2.6(2-4) adet düğümsüz ankor kullanılmıştı. Hastaların söyledikleri cerrahi öncesi çıkık sayılarının ortalaması 22(1-100) olarak hesaplandı. Hastaların 19 tanesinde tekrar çıkık gelişmişti. Bu hastalarda ortalama olarak 7(3-24) ay sonra tekrar çıkık gelişmişti. Hastaların ilk çıkık yaşları ortalaması 23.3(14-48) olarak hesaplandı. Hastalar cerrahi sonrası ortalama olarak 6.4(3-24) ay sonra işlerine dönmüşlerdi. Sonuç: Bu çalışmada hastaları değerlendirmek için baktığımız bütün fonksiyonel skorların preop ortalamaları ve postop ortalamaları arasındaki fark anlamlıydı. Bundan dolayı tekrarlayan omuz çıkığı sonrası bankart lezyonu olan hastalarda artroskopik bankart onarımı klinik sonuçları yüz güldürücü ve komplikasyon oranı düşük olan bir tedavi yöntemi olduğu söylenebilir. Bu çalışmada tekrar çıkığı olan ve olmayan hastaları karşılaştırdığımızda iki grup arasındaki bütün fonksiyonel skorların ortalamaları arasındaki fark anlamlıydı. Cerrahi sonrası tekrar çıkığı olan hastalarda takip süresi daha uzun, cerrahi öncesi çıkık sayısı daha fazla ve cerrahi öncesi BT'deki glenoid defekt miktarı daha fazlaydı ve bu değişkenler istatistiksel olarak anlamlıydı.Öğe Merkezimizde renal transplantasyon hastalarda idrar yolu enfeksiyonunun böbrek sağkalımı üzerine etkisi(İnönü Üniversitesi, 2024) Ağan, Musa Mert; Ulutaş, ÖzkanÇalışmamız, Ocak 2010'dan Aralık 2023'e kadar gerçekleştirilen nakilleri kapsayan, merkezimizdeki 345 renal transplantasyon alıcısından elde edilen titizlikle derlenmiş bir veri setini kullanmıştır. Bu çalışma renal transplantasyon alıcılarında glomerüler filtrasyon hızı (GFR) değişikliklerini etkileyen faktörleri kapsamlı bir şekilde analiz etmekte ve özellikle idrar yolu enfeksiyonlarının (İYE) etkisine odaklanmaktadır. Bulgular, İYE'lerin, yaşın, cinsiyetin, vücut kitle indeksinin (BMI) ve immünosüpresif rejimlerin GFR sonuçlarını belirlemede önemli bir rol oynadığını göstermektedir. Çalışma, İYE'lerin GFR'de önemli bir düşüşle ilişkili olduğunu doğrulamakta ve özellikle bu enfeksiyonlara karşı daha savunmasız olan yaşlı alıcılarda dikkatli izleme ve proaktif yönetimin gerekliliğini vurgulamaktadır. Yaş, GFR düşüşünün önemli bir belirleyicisi olarak tanımlanmış olup, yaşlı hastaların böbrek fonksiyonundaki yaşa bağlı fizyolojik değişiklikler nedeniyle daha yüksek greft disfonksiyonu riski taşıdığı belirtilmektedir. Cinsiyet farklılıkları da gözlemlenmiş olup, erkeklerde kadınlara kıyasla daha belirgin bir GFR düşüşü yaşandığı görülmüştür. Bu durum, kadınlarda östrojenin koruyucu etkileri gibi biyolojik farklılıklara bağlanabilir. Ayrıca, BMI'nin önemli bir öngörücü olarak ortaya çıkması, yüksek BMI'nin GFR'deki daha büyük düşüşlerle ilişkilendirilmesiyle obezitenin böbrek sonuçları üzerindeki olumsuz etkisini vurgulamaktadır. Çalışma, ayrıca, kişiselleştirilmiş immünosüpresif tedavinin önemini vurgulamakta ve takrolimus bazlı rejimlerin siklosporin bazlı rejimlere göre daha iyi GFR sonuçları sağladığını göstermektedir. Bu bulgular, renal transplantasyon alıcılarında uzun vadeli böbrek sonuçlarını optimize etmek için kişiselleştirilmiş tedavi yaklaşımlarının ve risk altındaki popülasyonların dikkatli izlenmesinin önemini ortaya koymaktadır. Anahtar kelimeler: Renal transplantasyon, İdrar yolu enfeksiyonuÖğe Renal transplant alıcılarında BK ve CMV pozitifliğinin magnezyum düzeyi ile ilişkisi(İnönü Üniversitesi, 2024) Bozmaz, Mehmet Turan; Berktaş,? Hacı BayramGiriş ve Amaç: Renal transplant alıcılarında hipomagnezemi, BK polyomavirus (BKV) ve sitomegalovirus (CMV) enfeksiyonları nakil sonrası görülebilen önemli komplikasyonlardandır. Biz de çalışmamızda Mg düzeyi ile BKV ve CMV pozitifliği arasındaki ilişkiyi incelemeyi amaçladık. Gereç ve Yöntemler: Çalışmaya İnönü Üniversitesi Turgut Özal Tıp Merkezinde 01 Ocak 2000 ile 31 Ocak 2023 tarihleri arasında renal transplantı gerçekleşmiş veya bu tarihler arasında dış merkezlerde nakil olup renal transplant alıcısı olarak nefroloji polikliniğinde en az üç ay süreyle takipli, 18 yaşından büyük 527 (359 erkek,168 kadın) hasta dahil edilmiştir. Hasta verilerinin incelenmesi hasta dosyaları ve ENLİL bilgisayar otomasyon sistemi kullanılarak retrospektif olarak yapılmıştır. Bulgular: Çalışmaya alınan 527 hastanın 359 (%68,1)'u erkek 168 (%32,9)'i kadındı. Hastaların yaş ortalaması 45.4 +12,1 (22-83) yıl idi. Hastaların 306'sında (%58) hipomagnezemi görüldü. Hipomagnezemi olanlarda BKV PCR pozitif olanların oranında yüzdesel olarak artış olduğu görülse de hipomagnezemi ile BKV PCR pozitifliği arasında istatistiksel olarak anlamlı ilişki saptanmadı (p>0,05). Hipomagnezemi ile CMV PCR pozitifliği arasında da istatistiksel olarak anlamlı ilişki saptanmadı (p>0,05). BKV ve CMV PCR sonrası negatiflikte Mg desteği ile hipomagnezemi arasındaki ilişki incelendiğinde istatiksel olarak anlamlı ilişki saptanmadı (p>0,05). Sonuç: Renal transplant alıcılarında her ne kadar BKV ve CMV PCR pozitiflikleri ile hipomagnezemi arasında anlamlı ilişki saptanmasa da yüzde olarak bakıldığında BKV enfeksiyonunun hipomagnezemisi olan hastalarda daha fazla görülmesi böbrek nakli hastalarında enfeksiyondan korunmak için Mg düzeyinin göz önünde bulundurulması gerektiğini düşündürmektedir. Anahtar Kelimeler: Renal transplant, hipomagnezemi, BKV CMV PCRÖğe Acil servise başvuran pulmoner emboli hastalarının bilgisayarlı tomografilerinin yapay zeka ile değerlendirilmesi(İnönü Üniversitesi, 2024) Biret, Can Berk; Gürbüz, ŞükrüAmaç; Pulmoner emboli önemli bir mortalite ve morbidite nedenidir. Bu patolojiye sahip hastaların ülkemizdeki acil servis ve diğer sağlık birimlerinde vaktinde ve doğrulukla saptanması, hastaların ölüm oranlarıyla doğrudan alakalıdır. Bu çalışmanın temel gayesi; pulmoner emboli hastalarının tanıya ulaşma süresini ve acil serviste çalışan hekimlerin iş gücüne kolaylık sağlamayı ve radyolog veya acil doktoru kaynaklı bilgisayarlı tomografi pulmoner anjiyografi (BTPA) değerlendirme hatalarını minimalize etmeye çalışmaktır. Çalışmamızda; sağlıklı ve pulmoner emboli ihtiva eden bilgisayarlı tomografi pulmoner anjiyografi görüntüleri, yapay zeka programları tarafından değerlendirilmeye çalışılmıştır. BTPA görüntülerinin yapay zekaya tanıtılması ve yapay zeka tarafından yorumlanması; acil servis hekimine zamandan tasarruf sağlayacak, radyologların iş yükünü önemli ölçüde azaltacak ve hastanın acil serviste kalma süresinin minimuma indirecektir. Metod; Çalışmamızda; İnönü Üniversitesi Turgut Özal Tıp Merkezi'nde 2014-2024 yılları arasında çekilmiş ve hastane bilgi sistemi SECTRA'da muhafaza edilmiş BTPA görüntüleri; yaş, cinsiyet, ırk gibi çalışmadan hariç bırakılma kriterleri olmaksızın retrospektif olarak değerlendirmeye alınmıştır. Tomografi görüntülerine hastanemiz görüntüleme sistemi (SECTRA) üzerinden ulaşılmıştır. Doğruluk kriteri olarak da hastaların hastane kayıt sisteminde mevcut olan radyoloji doktorlarınca yazılmış tomografi raporları veya mevcut tomografi raporu olmayan görüntüler için ise radyoloji doktorları tarafından sözel olarak alınan görüşleri esas alınmıştır. Bulgular; Bu çalışmada hareket artefaktlı, intravenöz kontrast maddenin uygun zamanda verilmemiş olmasına bağlı pulmoner arter ve dallarında optimal kontrast dolumu izlenemeyen BTPA görüntüleri dışlanarak seçilmiş olan 232 tomografi kullanılmıştır. Eş zamanlı olarak mevcut tomografiler sağlıklı (normal) ve pulmoner embolisi olan görüntüler şeklinde değerlendirilmiştir. 150 pulmoner emboli olan tomografi ve 82 sağlıklı tomografi çalışmada kullanılmıştır. Sonuç; Elde edilen verilerle yapay zeka programlarının bilgisayarlı tomografi pulmoner anjiyografilerde pulmoner emboliyi tespit etme kabiliyeti olumlu tespit edilmiş olup günümüz pratiğinde yapay zekanın kullanımının yaygınlaşmasını ümit etmekteyiz. Hali hazırdaki programlar özellikle acil servis doktorlarının doğru tanıya ulaşmasını kolaylaştıracak, hata payını en makul seviyeye düşürecek ve radyoloji doktorlarının iş yüküne olumlu katkıları olacaktır. Çalışmamızda elde edilen veriler bu durumu destekleyecek nitelikte sonuçları sunmaktadır. Yakın gelecekte benzer çalışmalarla birlikte yapay zekanın rolü sağlık hizmetleri içerisinde giderek artarak daha sık ve daha efektif olarak günümüz pratiğinde bizlere daha çok katkı sunacak duruma gelecektir. Anahtar Kelimeler; Bilgisayarlı tomografi pulmoner anjiyografi, yapay zeka, pulmoner emboliÖğe 6 Şubat 2023 Kahramanmaraş merkezli depremler sonrası deprem bölgesi insanının asbest bilgi düzeyi ve farkındalığı değerlendirmesi(İnönü Üniversitesi, 2024) Karakaya, Mehmet Dursun; Tetik, Burcu KayhanGiriş ve Amaç: Asbest ya da diğer adıyla amyant; ısıya, aşınmaya ve kimyasal maddelere çok dayanıklı lifli yapıda kanserojen özellikli bir mineraldir. Bugün için dünyada solunum sisteminde hastalığa en sık neden olan lifsel yapıdaki mineral asbesttir. Mesleki ve/veya çevresel maruziyet sonucu, asbest liflerinin akciğer dokusunda birikimi çeşitli hastalıklara yol açabilir. Bu hastalıkların şiddeti ve yaygınlığı zaman içinde farklılık gösterebilse de asbest maruziyetinin etkileri uzun vadede ortaya çıkabilmektedir. Günümüzdeki bilimsel çalışmalar, asbest içeren malzemelerin onarımı, tadilatı, yıkımı veya sökümü sırasında asbest liflerinin kolayca açığa çıkabileceğini göstermektedir. Bu çalışmanın amacı, 6 Şubat 2023 Kahramanmaraş merkezli depremler sonrası etkilenen illerde, enkaz ve yıkım çalışmalarından çıkan asbest maruziyeti hakkında katılımcıların bilgi düzeylerini ve farkındalıklarını artırmaktır. Materyal ve metot: Araştırmamız için İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Sağlık Bilimleri Girişimsel Olmayan Klinik Araştırmalar Etik Kurulu'ndan 31.10.2023 tarihinde 2023/5092 numaralı karar ile onay alındı. 6 Şubat 2023 Kahramanmaraş merkezli depremler sonrasında etkilenen illerde yaşayan çalışmaya katılmayı kabul eden, 18 yaş üstü 384 birey çalışmanın evreni olarak kabul edildi. Katılımcılara literatür taranarak araştırmacı tarafından oluşturulan asbest ile ilgili bilgi ve farkındalık soruları içeren anket formu, kartopu örneklem yöntemi ile Google anket üzerinden uygulandı. p<0.05 değeri istatistiksel açıdan anlamlı kabul edildi. Analizlerde IBM SPSS 26.0 programı kullanıldı. Bulgular: Katılımcıların yaş ortalaması 32.25±10.9 yıl ve 192'si (%50) kadın iken diğer 192'si (%50) erkekti. 70 katılımcı (%18.2) deprem sonrası enkaz çalışmaları sırasında çıkan enkaz tozuna kısmen maruz kalırken, 209 katılımcı (%54.4) tamamen maruz kaldığını belirtti. Ankete katılanların %11.5'inin asbestin zararlı bir toz olduğunu bilmediği saptanmıştır. Asbestin solunum yoluyla hastalık oluşturduğunu bilmeyen %1.6 katılımcı, bina yıkımları süresince asbest maruziyetine yönelik tedbir alınması gerektiğini düşünmeyen %2.1 katılımcı tespit edilmiştir. Asbestin ölümcül hastalıklara neden olmadığını düşünen %22.7 katılımcı, akciğer veya akciğer zarı kanseri (mezotelyoma) gibi ölümcül hastalıklara sebep olmadığını düşünen %1.8 katılımcı tespit edilmiştir. Sonuç: Çalışmamıza katılanların farkındalık ve bilinç düzeyi yüksek saptansa dahi çevresel asbest maruziyetinden korunma anlamında daha büyük çaplı bilimsel çalışmalar yapılması, kamu spotları oluşturulması ve daha fazla nüfusa ulaşabilme amacıyla yoğun eğitimlerin düzenlenmesinin faydalı olacağına inanıyoruz.Öğe İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi turgut Özal Tıp Merkezi'ne 2018-2022 tarihleri arasında başvuran kadın adli olguların değerlendirilmesi(İnönü Üniversitesi, 2024) Saydan, Mehmet Efdal; Oruç, MucahitAmaç: Bu çalışmanın amacı; Turgut Özal Tıp Merkezi'ne 2018-2022 yılları arasında başvuru yapan kadın adli olguların olayın gerçekleştiği yıl, mevsim, ay, olayın gerçekleştiği yer, olay türü, klinik sonucu gibi özellikleri göz önüne alınaraktan cinsiyetten doğan farklılıkların toplumsal yaşamda her alanı etkilediği gibi adli olaylara etkilerini, meydana geliş biçimini, ilerleme sürecini ve olayın sonucunda kişiye tesirini tespit etmektir. Gereç ve Yöntem: İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Turgut Özal Tıp Merkezi'ne 01.01.2018-31.12.2022 tarihleri arasındaki 5 yıllık süre içerisinde başvuran kadın cinsiyetli adli olgular çalışma kapsamına alındı. Çalışmada kişilerin; yaşı, uyruğu, yaralanma sebebi, yaralanma sebeplerinin yıl ve yaş ile ilişlisi, taburculuk şekilleri, yattığı bölüm, yaralanmanın basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek ölçüde hafif olup olmadığı, yaşamsal tehlikesi olup olmadığı açısından değerlendirildi. Veriler SPSS 26.00 programında analiz edildi. Bulgular: Çalışmamızdaki olguların yaş ortalaması 27,27±22,09'dir. Yaş ortancası 23 olmuştur. 4276 kadın adli olgunun %27,4'ü (n=1172) 0-9 yaş aralığındadır. Hastane başvurularının %25,9'u (n=1109) 2019 yılında başvuru yapmıştır. Başvurular en çok %33,6 (n=1438) yaz ayında olmuştur. Olguların %95,4 (n=4080) Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıdır. Olguların en sık hastaneye başvuru sebebi %33,0'le (n=1411) trafik kazalarıdır. İkinci sıklıkta %17,9'la (n=766) düşme vakaları görülmüştür. Adli olgu türlerinden olan intihar olgularında en sık %87'5'le (n=301) zehirlenme yöntemi kullanılmıştır. Kadın adli olguların %54,4'ünün (n=2328) yaralanması basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek ölçüde hafiftir. %77,8'inin (n=3327) yaralanması hayati tehlike içermemektedir. Olguların %80,4'ü (n=3438) taburcu edilmiş, %2,6'sı (n=110) ölmüştür. Sonuç: Hastaneye başvuran kadın adli olguların çoğunluğunun başvuru sebebi trafik kazası olmakla birlikte istismar, intihar, intoksikasyon, düşme, fiziksel şiddet gibi her türden vaka görülebilmektedir. Her yaş grubunda adli olgu çeşitlerinin sıklığı değişmektedir. Örneğin intoksikasyon olguları ile her yaş grubunda karşılaşılabileceği gibi en fazla 1. dekadda karşılaşılmakta ve her yaş grubunda intoksikasyon materyali sıklığı değişmektedir. Kadın adli olguları değerlendirirken cinsiyet özellikleri göz önünde bulundurulmalıdır. Bu sayede olguların atlanma ihtimali düşecek, mükerrer olgular azalacaktır. Özellikle acil servislerde görev yapan sağlık çalışanlarının bu hususlara dikkat etmesi ve bildirimlerini yapmaları gerekmektedir. Anahtar Kelimeler: Kadın, adli tıp, yaralanmaÖğe İnönü Üniversitesi tıp Fakültesi Turgut Özal Tıp Merkezi'ne 2018-2022 tarihleri arasında başvuran 18 yaş altı adli olguların değerlendirilmesi(İnönü Üniversitesi, 2024) Boz, Emre; Oruç, MucahitAmaç: Bu çalışmanın amacı; çocuklarda görülen adli olgu çeşitlerini, bu olayların meydana geliş şekillerini, ilerleme süreçlerini, bu adli olayların çocuklara etkilerini tespit etmek, ayrıca bu hususlarda alınabilecek önlemleri incelemektir. Gereç ve Yöntem: İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Turgut Özal Tıp Merkezi'ne 01.01.2018-31.12.2022 tarihleri arasındaki 5 yıllık süreçte başvuran çocuk adli olgular çalışmaya alındı. Çalışmadaki olguların; yaş, cinsiyet, uyruk, yaş grubu, başvuru şekli, yaralanma bölgeleri, başvuru ayı, mevsimi, klinik sonuçlar, hastanede yattıkları bölüm, yaralanmanın basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek ölçüde hafif olup olmadığı, yaşamsal tehlikesi olup olmadığı ve kemik kırığı skorları verileri elde edildi. Veriler SPSS 26.00 programında analiz edildi. Bulgular: Çalışmamızdaki 4404 vakanın %62,0'si (n=2732) erkek, %38,0'i (n=1672) kadındır. Vakaların yaş ortalaması 7,42±5,68 olup yaş ortancası 6 idi. Olguların %36,26'sı (n=1597) 1-4 yaş grubundaydı. Olguların %25,75'i (n=1134) 2019 yılında başvurmuştur. Başvurular %12,0 (n=527) oran ile en çok temmuz ayında olmuştur. Olguların en sık başvuru nedeni %23,73 (n=1045) oranda olan düşme olup ikinci sırada %19,60 (n=863) oranla trafik kazaları yer almaktaydı. Olguların %87,2'si (n=3841) taburcu edilmiş, %10,9'u (n=481) tedaviyi reddetmiş, %1,5'i (n=67) ölmüş ve %0,3'ü (n=15) sevk edilmiştir. Sonuç: Malatya'da son 5 yılda çocuklardaki adli vakaların en sık iki sebebi düşme ve trafik kazası olarak bulunmuş ve ülke geneline benzer bir sonuç elde edilmiştir. Bu olaylardaki risklerin azaltılması için yerel yönetim ve kurumlarla birlikte multidisipliner iş birliği yapılması gerekmektedir. Çocuklar, ebeveynler, ilgili teknik personeller ve sağlık çalışanlarına; çocukların yaşa bağlı anatomik, fizyolojik ve psikolojik özelliklerine uyarlanmış, karşılaşılabilecek travmatik riskleri azaltıcı eğitimler verilmelidir. Hekimler, ebeveyn veya çocuklardan alınan tıbbi öykülerle açıklanamayan durumlarda adli mercilere bildirimini yapmalıdır. Anahtar Kelimeler: Adli vaka, çocuk, travmaÖğe İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi adli Tıp Anabilim dalı'na 2013-2022 yıllarında cinsel saldırı nedeni ile başvuran vakaların değerlendirilmesi(İnönü Üniversitesi, 2024) Boyraz, Pınar; Celbiş, OsmanAmaç: Çalışmamızda, herhangi bir sebeple Adli Tıp Anabilim Dalı'na gönderilen cinsel saldırı/istismar mağdurlarının sosyodemografik özelliklerini, yapılan değerlendirilmeleri, sonrası gelişen ruhsal bozukluk tanılarını, sanıkların profillerini ortaya koyarak; tıbbi, hukuki ve sosyal açılardan alınabilecek önlemlere katkı sağlayabilecek veriler ortaya çıkarabilmek amaçlanmıştır. Materyal ve Metot: Çalışmamızda İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi, Adli Tıp Anabilim Dalı'na Ocak 2013-Aralık 2022 tarihlerinde adli makamlar veya diğer bölümler tarafından herhangi bir sebeple Adli Tıp Anabilim Dalı'na cinsel saldırı/istismar iddiası veya nedeniyle gelen tüm vakalar retrospektif olarak değerlendirilmeye alındı. Çalışmanın istatistiksel analizi için SPSS for Windows 22.0 paket programından yararlanıldı. Bulgular: 01.01.2013-31.12.2022 tarihleri arasında cinsel saldırı/istismar nedeni ile Adli Tıp Anabilim Dalı'na başvuran 176 olgu saptanmıştır. %15,3'ünün erkek (n:27), %84,7'sinin kadın (n:149) olduğu, mağdurların %80,1'inin 18 yaş altında olduğu, cinsel saldırıların (CS) %47,7'si niteliksiz (basit) saldırılar iken, %52,3'ü nitelikli CS'ye maruz kaldığı tespit edildi. Erkek CS mağdurlarının yaş ortalaması 12,74±11,73 olduğu, kadınların ise 15,88±7,79 olduğu saptandı. Nitelikli saldırı mağdurlarının %58,7'sinde genital muayene bulgusu saptandığı, nitelikli saldırıya uğrayan kadınlardan %33,8'inin gebe kaldığı görüldü. Gebe kalanların sadece % 8'i aynı gün içerisinde başvurmuş iken %92'si 1 aydan sonra başvurmuştur. Çoğunluğu %64'ü 1-6 ay arasında başvurduğu görülmüştür. Gruplar arası anlamlı fark bulunmuştur. Saldırgan kimlikleri incelendiğinde; saldırganların %27,8'inin akraba-tanıdık, %22,2'sinin yabancı, %18,2 sinin erkek arkadaş olduğu belirlendi. CS sonrasında mağdurların %34,1'inin (n:60) psikiyatrik tanı aldığı görülmüştür. Gebe kalan olgulara bakıldığı zaman (n=25); 13'ünün (%52) küretaj ile gebeliği sonlandırdığı, 12'sinin (%48) gebeliği devam ettirdiği görülmüştür. Sonuç: Mağdurların önemli bir bölümünde istismarın ardından ruhsal bozukluklar meydana geldiği gözlemlenmiştir. İncelenen vakaların sosyodemografik özellikleri, istismarın niteliği ve istismarcı ile ilgili özellikler, daha önce gerçekleştirilen çalışmaların bulguları ile genel olarak uyumlu bir tabloyu yansıtmaktadır. Çalışmamızdan elde edilecek sonuçlar başta kolluk kuvvetleri olmak üzere karar vericilere aktarılarak benzer vakaların tekrarının önüne geçebilmek amacıyla multidisipliner çalışmalarla yol haritası çizilebilir. Anahtar kelimeler: Adli Tıp, cinsel saldırı, cinsel istismar, tıbbi terminasyon, adölesan gebelikÖğe Fibromiyalji sendromunda B12 vitamini ve ferritin düzeylerinin nöropatik ağrı ve hastalık şiddeti ile ilişkisi(İnönü Üniversitesi, 2024) Bingöl, Meral Kırmızı; Aktürk, SemraAmaç: Fibromiyalji sendromu genel vücut ağrısı, uyku bozuklukları ve yorgunluğu içeren kronik bir hastalıktır. Bu çalışmanın amacı fibromiyalji sendromunda serum B12 vitamini ve ferritin düzeylerinin hastalık şiddeti ve nöropatik ağrı ile ilişkili olup olmadığını araştırmaktır. Gereç ve Yöntem: Bu çalışmaya İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Fiziksel Tıp ve Rehabilitasyon Polikliniğine yaygın ağrı şikayeti ile başvuran 18 ile 65 yaş arasındaki 2016 ACR tanı kriterlerine göre fibromiyalji tanısı konulan olgular dahil edilmiştir. Katılımcılara ağrı, uykusuzluk, yorgunluk gibi günlük yaşam aktivitelerini etkileyecek yakınmaları ölçmeye yönelik Fibromiyalji Etki Anketi (FEA), ağrıların nöropatik komponentini araştırmak amacıyla LANSS ağrı skalası ve Visüel Analog Skala (VAS) doldurtulmuştur. Katılımcılar nöropatik yakınması olan ve olmayan şeklinde iki gruba ayrılmıştır. LANSS skorları yüksek olan ve olmayan hastaların kan B12 ve ferritin düzeyi karşılaştırılmış, bu parametrelerin hastalık şiddetine ve günlük yaşam aktivitelerine olan etkisi değerlendirilmiştir. Bulgular: Çalışmamıza 105 kadın ve 5 erkek olmak üzere toplam 110 hasta dahil edilmiştir. Katılımcıların 69'unda nöropatik ağrı varken 41'inde yoktur. Nöropatik ağrısı olan hastaların hem B12 hem de ferritin düzeylerinin anlamlı olarak düşük olduğu (p<0,05) bulunmuştur. FEA puanı ile B12 düzeyi arasında anlamlı negatif korelasyon saptanmıştır (p<0,05). VAS ile B12 arasında anlamlı korelasyon saptanmamıştır (p>0,05). FEA ve VAS puanı ile ferritin düzeyi arasında da anlamlı negatif korelasyon saptanmıştır (p<0,05). Sonuç: Çalışmamızda serum vitamin B12 ve ferritin seviyelerinin düşüklüğünün fibromiyalji hastalarında hastalık şiddeti ve nöropatik ağrı ile ilişkili olduğunu gözlemledik. Fibromiyalji hastalarında ağrı ve nöropatik semptomların etyolojisinde serum ferritin ve Vitamin B12 seviyelerinin de etkili olabileceği görüşündeyiz. Anahtar Kelimeler: Fibromiyalji sendromu, Nöropatik ağrı, B12 vitamini, Ferritin.Öğe Kahramanmaraş merkezli depremi yaşayan yetişkinlerin psikolojik sağlamlık ve çok boyutlu algıladıkları sosyal desteğin travma sonrası büyüme ile ilişkisinin incelenmesi(İnönü Üniversitesi, 2024) Değer, Hacer Kutar; Tetik, Burcu KayhanAmaç: 06.02.2023 tarihli Kahramanmaraş merkezli meydana gelen iki büyük deprem Türkiye'de 11 ilde geniş çapta yıkıma neden oldu. Bu çalışmanın amacı depremi yaşayan yetişkinlerde çok boyutlu algılanan sosyal destek ile psikolojik sağlamlığın travma sonrası büyüme üzerine etkilerini saptayabilmektir. Gereç ve Yöntem: Çalışmamıza 11 ilde Kahramanmaraş merkezli depremi yaşayan 338 yetişkin katılmıştır. Veriler online anket formu düzenlenerek elde edilmiştir. Online anket formu içerisinde Kişisel Bilgi Formu, Kısa Psikolojik sağlamlık Ölçeği (KPSÖ), Çok Boyutlu Algılanan Sosyal Destek Ölçeği (MPSS) ve Travma Sonrası Büyüme Ölçeği (TSBÖ) yer almıştır. Bulgular: Katılımcıların KPSÖ puan ortalaması 18,6±4,5, TSBÖ puan ortalaması 58,4±27,2, MPSS-Aile puan ortalaması 20,1±8,1, MPSS-Arkadaş puan ortalaması 18,8±8,3, MPSS-Özel insan puan ortalaması 13,9±9,1 ve MPSS-Toplam puan ortalaması ise 52,8±21,7 olarak bulunmuştur. Katılımcılar arasında kadınların erkeklere göre depremde akraba kaybı yaşamış olanların kayıp yaşamayanlara göre ve depremde değerli eşya kaybı yaşamış olanların kayıp yaşamayanlara göre psikolojik sağlamlık düzeyleri daha düşük bulunmuştur. Yine katılımcılar arasında kadınların, düşük eğitim seviyesine sahip olanların, deprem sonrası yeni tanı psikiyatrik hastalığı olanların, depremde enkaz altında kalmış olanların, depremde birinci derece yakın kaybı yaşayanların sosyal destek puanları daha düşük saptanmıştır. Son olarak depremde enkaz altında kalmış olanların travma sonrası büyüme puanları enkaz altında kalmayanlara göre daha düşük saptanmıştır. KPSÖ, MPSS ve TSBÖ puanları arasında pozitif yönde anlamlı korelasyon görülmüştür. Sonuç: Çalışmamızda 6 Şubat Kahramanmaraş depremini yaşayan yetişkinlerin algıladıkları sosyal destek düzeyi ve psikolojik sağlamlık düzeyi arttıkça travma sonrası olumlu gelişim düzeyinin arttığı saptanmıştır.