Tıp Fakültesi Tez Koleksiyonu
Bu koleksiyon için kalıcı URI
Güncel Gönderiler
Öğe Mesane tümörlerinde multiparametrik manyetik rezonans görüntülemesinde skorlama sisteminin (VIRADS) klinik tanı ve tedavi üzerine etkileri(İnönü Üniversitesi, 2022) Güngör, Hasan; Çamtosun, AhmetAmaç: Mesane kanseri hastalarında tümörün lokal evrelendirmesi için preoperatif mpMRG (multiparametrik manyetik rezonans görüntüleme) yöntemi ile değerlendirmeyi ve histopatolojik sonuçlarla karşılaştırarak klinik etkinliğini göstermeyi amaçladık. Gereç ve Yöntem: Çalışmaya Kasım 2020 ile Nisan 2022 tarihleri arasında mesane tümörü ön tanısı ile sistoskopi planlanan ve daha önce mesane tümörü tanısı almış rezidü tümörü olan 63 hasta dahil edildi. Bu hastalar preoperatif mpMRG yöntemi ile T2 ağırlıklı (T2A) görüntüleme, difüzyon ağırlıklı görüntüleme (DAG), dinamik kontrastlı görüntüleme (DKG) sekansları birlikte değerlendirildi. Tüm MR görüntüleri 'Vesical Imaging Reporting And Data System' (VIRADS) kriterlerine göre incelendi. Tüm lezyonlar 5 kategoriden oluşan VIRADS skorlarına göre sınıflandırıldı. Daha sonra hastalardan alınan biyopsiler histopatolojik olarak incelendi ve radyolojik bulgularla karşılaştırıldı. Bulgular: Çalışmaya dahil edilen 63 hastanın 60'ı erkek, 3'ü kadın hasta ve yaş ortalaması 64,2±10,55 olarak hesaplandı. Hastaların 41'i primer mesane tümörü ve 22 hasta nüks mesane tümörü, rezidü tümörü olan ve/veya radikal sistektomi planlanan hasta grubunda yer aldı. VIRADS skoru >3 olan tümörler kasa invaze olarak gruplandırıldığında 63 hastanın 53'ü (%84) radyolojik olarak invaziv mesane tümörü olarak değerlendirildi. Fakat histopatolojik olarak 33 (%52,4) hastada invaziv mesane tümörü saptandı. Bu çalışmada duyarlılık %100, özgüllük %33, negatif öngörü değeri %100, pozitif öngörü değeri %62 olarak hesaplandı. Ayrıca bu çalışma sonucunda VIRADS skorunun kas invazyonunu saptamadaki öngörüsü ile tümör hacmi arasındaki korelasyonun anlamlı olmadığı saptandı (p değeri 0,529). Sonuç: Çalışmamızın sonuçlarına göre ameliyat öncesi mesane kanseri evrelemesi klinik tanı ve tedavi yaklaşımı açısından önemlidir. MpMRG kullanılarak elde edilen VIRADS skorlama sisteminin özellikle mesane kas invazyonu olmadığını saptamada başarılı bir yöntemdir. Mesane tümörlerinde kasa invazyonu saptamadaki başarısı daha fazla yapılacak çalışmalar ile tanısal verimliliğin artırılabileceği bir yöntemdir. Anahtar Kelimeler: Mesane kanseri, VIRADS, kas invazyonuÖğe At nalı böbrekte perkütan nefrolitotomi başarısını etkileyen faktörler(İnönü Üniversitesi, 2023) Kaya, Muhammed Ali; Çelik, HüseyinAmaç: Perkütan nefrolitotomi yapılan at nalı böbrek hastalarında, cerrahi taşsızlık oranının etkileyen faktörlerin değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Materyal ve metot: 2009-2023 yılları arasında İnönü Üniversitesi Turgut Özal Tıp merkezinde kliniğimize başvuran 188 at nalı böbrek hastası tespit edilmiştir. Bu hastaların 19'una 24 ünit perkütan nefrolitotomi operasyonu gerçekleştirilmiştir. Her cerrahi ünit birbirinden bağımsız olarak değerlendirilmiştir. Hastalar post-op rezidu taş izlenen 9 ünit Grup A, post-op rezidu taş izlenmeyen 15 ünit Grup B olarak ikiye ayırılmıştır. Gruplar arası; yaş, cinsiyet, cerrahi öykü, ek komorbiditeler, renal anomaliler, taş alanları, taş sayısı, taş lokasyonu, Guy's Stone skorlaması, Houns-field üniti, PNL çeşidi ve puncture bölgesi, taş cilt mesafesi, hospitalizsyon süresi farklılıklar retrospektif olarak değerlendirilmiştir. Çalışmamıza yetişkin ve pediatrik yaş gurubundan at nalı böbreğe sahip olup perkütan nefrolitotomi yapılan pre-operatif ve post-operatif takip ve tedavileri kliniğimizde düzenlenen hastalar dahil edilmiştir. Bulgular: Grup A'da 9 ünit, Grup B' 15 ünit karşılaştırılmıştır. Gruplar arası demografik veri karşılaştırmasında; yaş, cinsiyet, ek hastalıklar ve renal anomaliler arasında istatiksel farklılık izlenmemiştir(p>0,05). Gruplar arası geçirilmiş cerrahi öykü istatiksel olarak anlamlı izlenmiştir(p<0,05). Gruplar arası pre-operatif taş özellikleri karşılaştırmasında; taş sayısı, taş lokasyonu, Guy'stone skorlaması, ve taşın Houns-field ünite açısından gruplar arası anlamlı farklılık izlenmemiştir(p>0,05). Gruplar arası taş alanı farklılığı istatiksel olarak anlamlı bulunmuştur(p<0,05). Gruplar arası intra-operatif ve post-operatif farklılıkların karşılaştırmasında; PNL çeşidi ve puncture bölgesi, taş cilt mesafesi, post-op nefrostomi, kompolikasyon ve hospitalizasyon süresi gibi parametrelerde istatiksel fark izlenmemiştir(p>0,05) Anlamlı çıkan taş alanı ve geçirilmiş cerrahi öykü gibi faktörlerin lojistik regresyon analizinde taş alanının tek başına bağımsız bir olduğu izlenmiştir(p<0,05). Sonuç: Perkütan nefrolititomi at nalı böbrek hastalarında güvenle uygulanabilir bir cerrahi çeşididir ve çalışmamızda taş alanı parametresinin tek başına bağımsız bir faktör olarak cerrahi başarıyı etkilediği görülmüştür. Anahtar kelimeler; Perkütan nefrolitotomi, at nalı böbrek, taşsızlık oranıÖğe Azoospermik hastalarda kan irisin düzeylerinin incelenmesi(İnönü Üniversitesi, 2020) Yıldız, Ahmet; Beytur, AliAmaç: İnfertilite dünya genelinde milyonlarca çifti etkileyen bir sağlık sorunudur. Başvuruların yaklaşık yarısından erkek infertilitesi sorumludur. Azoospermi, infertilite ile başvuran erkeklerin % 10-20'sini etkileyen bir durumdur. İrisin, egzersize yanıt olarak üretildiği gösterilen, beyaz yağ dokusu hücrelerinin kahverengi yağ dokusu hücrelerine dönüştürerek vücudun enerji tüketimini artıran, yakın zamanda tanımlanmış bir hormondur. Özellikle metabolik sendrom üzerine pozitif etkileri olduğu irisinin hayvan deneylerinde obeziteye bağlı testis disfonksiyonunu engelleyebileceği, gonadotropinler üzerinden üreme hormonlarını indükleyerek fertilite üzerine etkili olabileceği ön görülmüştür. Çalışmamızda metabolik parametreler, irisin düzeyleri, hormonal düzey ve fertilite ilişkisini, irisinin insanda fertilite üzerine etkisi olup olmadığını ortaya koymayı amaçladık. Gereç ve Yöntem: Azoospermi (NOA) hastaları, oligozoospermik infertilit bireyler ve kontrol grubu olarak normal yollarla gebelik oluşturabilen fertil bireyler arasından 30'ar kişi olmak üzere 3 grupta toplam 90 kişi çalışmaya dahil edildi. Serum irisin, FSH, LH, T, PRL, E2, TSH, sT3, sT4, TG, TK, LDL, VLDL, HDL düzeyleri bir gecelik açlık sonrası alınan kandan ölçüldü. BKİ, toplam yağ ve kas ağırlığı, bölgesel yağ ve kas ağırlıkları, yağsız kütle, SMI, toplam vücut suyu, protein ve mineral miktarı, obezite derecesi, bazal metabolizma hızı, bel-kalça oranı, önerilen kalori miktarı biyoimpedans cihazıyla ölçüldü. Verilerin analizinde; ikişerli karşılaştırmada (post-hoc) Conover testi, değişkenler arası korelasyonun incelenmesinde ise Spearman'ın sıralama korelasyon katsayısı kullanıldı. Bulgular: Gruplar arasında yaş, BKİ, yağ ve kas ağırlığı, kan yağları ve antropometrik ölçümlerin dağılımı açısından fark görülmedi. FSH, LH ve PRL azoospermik hastalarda diğer gruplara göre yüksek izlendi. İrisin değerleri bakımından gruplar arasında anlamlı fark izlenmedi. Tüm katılımcılarda (n=90) ilişkilere bakıldığında ise irisin düzeylerinin BKİ ve yağ miktarını ilgilendiren parametrelerle pozitif korelasyon gösterdiği görüldü. Sonuçlar: Çalışmamızda irisin ile erkek infertilitesi arasında ilişki tespit edilememiştir. Her üç grupta da irisin düzeylerini etkileyebilecek olan yaş, antropometrik ölçümler, kas ve yağ kütlesi gibi ölçümlerin eşit dağılması sonucun sağlaması niteliğindedir. İnsandaki etkileri üzerine yapılan çalışmalarda çelişkili sonuçlara rastlanan irisinin fertilite ile ilişkisinin kesin olarak ortaya koyulması için ileri çalışmalara ihtiyaç vardır.Öğe Non obstruktif azospermik hastalarda genetik nedenlerin araştırılması(İnönü Üniversitesi, 2021) Dural, Bulut; Geçit, İlhanAmaç: İnfertilite dünya genelinde milyonlarca çifti etkileyen bir sağlık sorunudur. Başvuruların yaklaşık yarısından erkek infertilitesi sorumludur. Erkeklerin yaklaşık % 15'inde ve infertilitesi olan kadınların % 10'unda, kromozom anormallikleri ve tek gen mutasyonları dahil olmak üzere genetik anormallikler mevcut olabilir. Sonuç olarak gelecekte kısırlığın genetik nedenlerinin artmaması için genetik faktörlerin belirlenmesi, infertil çiftin uygun yönetimi için iyi bir uygulama haline gelmiştir. Biz, yapılan bu çalışmada infertilite nedeniyle başvuran ve Non-obstrüktif azoospermi tanısıyla testiküler sperm ekstraksiyonu (TESE) operasyonu yapılan hastaların genetik analiz sonuçları değerlendirildi. Bu çalışmada, erkek infertilitesinde spermatogenezi zayıflatan ya da engelleyen genetik defektlerin ortaya çıkması amaçlanmıştır. Gereç ve Yöntem: Çalışmamızda 26-44 yaş arası non-obstrüktif azospermik infertil hastalarda; periferik kanda kromozom analizi, moleküler karyotipleme, erkek infertilite paneli, testosteron, prolaktin, folliküler stimülan hormon ve lüteinizan hormon düzeylerinin karşılaştırılması ve bu parametrelerle genetik mutasyonların ilişkisinin incelenmesini amaçladık. Bulgular: Çalışmamızda 26 hastanın 1 tanesinde American College of Medical Genetics and Genomics (ACMG) 'in yayınladığı kriterlere göre patojenik olduğu kabul edilen INSL3 gen mutasyonu, ayrıca klinik önemi belirsiz varyant olarak 17 hastada FSHR gen polimorfizmi, 5 hastada CFTR mutasyonu, 1 hastada CATSPER1 ve TEX101, 1 hastada LHCGR, 1 hastada ZMYND15, 2 hastada DNAH5, 1 hastada DNAH11 değişikliği tespit edilmiştir. Yapılan kromozom analizinde 6 hastada 47XXY kleinefelter sendromu izlendi. Sonuçlar: Çıkan sonuçlar göstermiştir ki infertilite şikayeti ile başvuran non-obstrüktif azoospermik hastaların periferik kandan çalışılan kromozom analizi normal olsa dahi infertiliteye neden olan başka genetik değişiklikler olabilir. Altta yatan bu genetik bozuklukların araştırılması infertilitenin nedenini bulmamızda yardımcı olabilir.Öğe Son 5 yılda parsiyel nefrektomi ameliyatı yapılan hastaların nötrofil/lenfosit oranı insidansı ve bunların padua renal nefrometri skoru ile ilişkisi(İnönü Üniversitesi, 2018) Topçu, İbrahim; Oğuz, FatihAmaç: Bu çalışmada kliniğimizde renal kitle nedeni ile nefron koruyucu cerrahi olan parsiyel nefrektomi yapılan hastalar geriye dönük tarandı. Hastalar arasında preoperatif nötrofil/lenfosit oranının nefrometri skorlarından en sık kullanılanı olan PADUA skorlama sistemi ile ilişkisine bakılması amaçlanmıştır. Kriter olarak tümörlerin evresi, boyutu, histolojik derecesi, PADUA skoru, preoperatif ve postoperatif hemoglobin, trombosit ve nötrofil/lenfosit oranları, kanama miktarları alındı. Materyal ve Metod: Çalışmaya 51 hasta ve 52 renal kitle dahil edildi. Bu kitlelerin 5 tanesi laparoskopik, 47 tanesi de açık teknik ile eksize edildi. Hastalara preoperatif ve postoperatif nötrofil/lenfosit oranları, PADUA skorları, kanama miktarları, patolojik tipleri, histolojik dereceleri açısından anlamlılık testi yapıldı. Bulgular: Parsiyel nefrektomi yaptığımız hastaların yapılan istatistiksel karşılaştırılmasında histolojik derece, patolojik tip, PADUA skoru, preoperatif ve postoperatif nötrofil/lenfosit oranları açısından anlamlı farklılık tespit edilmedi. Sadece yaş ile tümör boyutunun arttığı ve preoperatif nötrofil/lenfosit oranı ile kanama miktarının anlamlı olarak korele oldukları tespit edildi. Sonuç: Parsiyel nefrektomi ameliyatı özellikle T1 erken evre tümörlerde güvenle uygulanabilen bir tekniktir. Ancak erken evre tümörlerde preoperatif nötrofil/lenfosit oranı prognostik bir faktör olarak kullanılamayacağını düşünmekteyiz. Anahtar Kelimeler: Parsiyel nefrektomi, Renal kitle, PADUA nefrometri skoru, nötrofil/lenfosit oranıÖğe Üçlü negatif meme kanserlerinde ROR1 ekspresyon düzeyi ve EGFR mutasyonunun prognostik faktörler ile ilişkisi(İnönü Üniversitesi, 2023) Öz, Merve; Akpolat, NusretAmaç: Tedavi kararlarını desteklemek için moleküler analiz yapmak giderek önem kazanmaktadır. Bu çalışmanın amacı üçlü negatif meme kanserlerinde ROR1 ekspresyon düzeyi ve EGFR mutasyonlarının sıklığı, kliniğe ve tedaviye yön verecek olan prognostik faktörler ile ilişkisini araştırmaktır. Gereç ve Yöntem: Çalışmaya 2015-2021 yılları arasında radikal mastektomi ve lumpektomi uygulanmış; Turgut Özal Tıp Merkezi Tıbbi Patoloji laboratuvarında değerlendirilmiş; ER, PR, HER2 immünohistokimyasal olarak negatif yorumlanmış 20 adet ÜNMK olguları alınmıştır. 20 olguda RT-PCR ile ROR1 ekspresyon düzeyi ve EGFR gen mutasyonu araştırılmıştır. Ayrıca tüm olgular EGFR, CK5/6 ve CD117 immünohistokimya boyaları ile değerlendirilmiştir. Tüm sonuçlar belirlenen prognostik parametreler ile karşılaştırılmıştır. Bulgular: Çalışmamızda RT-PCR ile ROR1 ekspresyonunu kontrol gruba kıyasla test grubunda istatistiksel anlamlı artışı tespit edildi (p<0,001). Kat değişimleri hesaplandığında cut-off ve medyan değere göre sırasıyla olguların %15 ve %25'inde ROR1 aşırı ekspresyonu bulundu. RT-PCR ile EGFR gen mutasyonu hiçbir vakada saptanmadı. İmmünohistokimyasal analizde EGFR ile %80, CK5/6 ile %45 ve CD117 ile %35 oranında pozitiflik tespit edildi. ROR1 ekspresyonu, EGFR, CK5/6 ve CD117 immünohistokimya boyanma sonuçları prognostik faktörler ile karşılaştırıldığında hiçbirinde istatistiksel olarak anlamlı sonuç elde edilemedi. Sonuçlar: ROR1 ekspresyon oranları ÜNMK hasta gruplarında yüksek bulundu. ROR1, ÜNMK hastalarında yeni tedavi rejimi olan immünoterapi için potansiyel terapötik hedef molekül olabilir. ÜNMK'lerinde belirlenen moleküler alt tiplendirmeyi daha ulaşılabilir immünohistokimyasal belirteçlerle desteklemek araştırmacılar için yararlı olabilir.Öğe Over yüzey epitelinin seröz tümörlerinde fibroblast büyüme faktörü reseptörü 1 (FGFR1) amplifikasyonu ve prognoz ilişkisi(İnönü Üniversitesi, 2020) Özcan, Mehmet; Alan, SaadetAmaç: Bu çalışmanın amacı overin seröz yüzey epiteli kaynaklı tümörlerinin FGFR1 ekspresyonu açısından incelenmesi ile seröz kistadenomlar, borderline seröz tümör/atipik proliferatif seröz tümörler, düşük dereceli ve yüksek dereceli seröz karsinomların ekspresyon farklılıklarının değerlendirilmesidir. Materyal ve metod: Bu çalışmaya patoloji laboratuarımızda 2010-2020 yılları arasında, morfolojik ve immünohistokimyasal bulgularla seröz kistadenom, borderline seröz tümör/atipik proliferatif seröz tümör, düşük dereceli seröz karsinom ve yüksek dereceli seröz karsinom tanısı almış 100 hasta dahil edilmiştir. Genetik özellikleri ve olgu sayıları da gözetilerek borderline tümörler ve LGSK'lar tek grup halinde incelenmiştir. Bu vakalarda parafin bloklardan alınan kesitlerle PCR ve immünohistokimya yöntemleri ile FGFR1 ekspresyonu araştırılmıştır. Bulgular: Çalışmamızda HGSK olgularında FGFR1 gen ekspresyonunun Borderline/LGSK ve SK gruplarlarına göre istatistiksel anlamlı artışı tespit edilmiştir. Borderline/LGSK grubu ile SK grubu arasında da fark olmasına rağmen istatistiksel anlamlılık saptanamamıştır. İmmünhistokimyasal yöntemle yapılan incelemelerde tüm olgular için sitoplazmik ve nükleer H skoru hesaplanmıştır. Sitoplazmik H skorları, HGSK grubu için ortalama 202,03, LGSK/Borderline grubu için ortalama 134,29, seröz kistadenom grubu için ortalama 76,54 olarak bulunmuştur. Sonuçlar: FGFR1 ekspresyonu HGSK olgularında anlamlı bir şekilde artmıştır. PCR ve immünohistokimya ile gruplar istatistiksel anlamlı derecede birbirinden farklıdır. HGSK olgularında PCR ile FGFR1 kat değişimi fazladır. İmmünohistokimyasal olarak da sitoplazmik H skoru HGSK olgularında diğer gruplara göre istatistiksel olarak anlamlı artış göstermektedir. LGSK/Borderline grubunda, SK grubu ile karşılaştırıldığında sitoplazmik H skorunun istatistiksel anlamlı derecede daha fazla olduğu görüldü. İmmünohistokimyasal olarak sitoplazmik H skoru Ki-67 proliferasyon indeksi ile zayıf korele olup, p53, östrojen reseptörü ve progesteron reseptörü ile korelasyon tespit edilmemiştir.Öğe Karaciğere metastatik meme karsinomlarında EGFR gen mutasyonu ve her2 ekspresyonunun prognostik önemi(İnönü Üniversitesi, 2019) Yılmaz, Tuğba; Akatlı, Üyesı? Ayşe NurKaraciğere Metastatik Meme Karsinomlarında EGFR Gen Mutasyonu ve Her2 Ekspresyonunun Prognostik Önemi Amaç: Bu çalışmanın amacı meme kanserlerinin karaciğer metastazlarında EGFR gen mutasyonu, HER2 ekspresyonu ile tümörlerin hormon reseptör durumu ve klinikopatolojik parametreler arasında ilişki olup olmadığını saptamaktır. Gereç yöntem: Çalışmamıza patoloji laboratuarımızda 2011-2018 yılları arasında, morfolojik ve immünohistokimyasal bulgularla, meme karsinomu karaciğer metastazı tanısı almış 41 vaka dahil edilmiştir. Bu vakalarda PCR ile EGFR gen mutasyon analizi yapılmıştır. Bulgular: PCR ile EGFR gen mutasyonu analizi yapılmış olguların hiçbirinde mutasyon tespit edilmemiştir. Primer meme tümörü HER2 durumu ve ER durumuna ulaşılabilen 23 vaka mevcut olup 9 vakada (%39,1) CerbB2 dönüşümü izlenmiştir ancak istatiksel olarak anlamlı bulunmamıştır (p=0,197). HER2 skorlamasında, primer meme tümörü negatif iken karaciğer metastazında pozitif olan 2 vaka (%8,7), şüpheli pozitif olan 3 vaka (%13) bulunmaktadır. Primer meme tümörü HER2 ile şüpheli pozitif iken karaciğer metastazında pozitif olan 1 vaka (%4,3), negatif olan 2 vaka (%8,7) tespit edilmiştir. Primer meme tümörü pozitif iken karaciğer metastazında negatif olan vaka mevcut değildir. 4 vakada (%17,4) ER dönüşümü mevcuttur ancak istatiksel olarak anlamlı bulunmamıştır (p=1,000). Primer tümörde ER negatif iken karaciğer metastazında pozitif olan 2 vaka (%8,7), primer tümörde ER ekspresyonu izlenen ve karaciğer metastazında negatif olan 2 vaka (%8,7) bulunmaktadır. Primer meme tümörü ve metastatik tümördeki PR durumu 22 vakada karşılaştırılabilmiştir ve ekspresyonlar arasındaki farklılık istatiksel olarak anlamlı bulunmuştur (p=0,002). 10 vakada (%45,5) PR dönüşümü mevcuttur. Primer tümörde PR durumu pozitif iken karaciğer metastazında negatif olan 10 (%45,5) vaka bulunmaktadır, primer tümörde PR durumu negatifken karaciğer metastazında pozitife dönüşen vaka bulunmamaktadır. Sonuçlar: PCR ile EGFR gen mutasyonu analizi yapılmış olup olguların hiçbirinde mutasyon tespit edilmemiştir. İstatistiksel olarak klinkopatolojik parametreler ile EGFR mutasyonu arasında anlamlı sonuç elde edilememiştir. Primer meme karsinomu ile karaciğer metastazları ER, PR, Her2 ekspresyonu açısından karşılaştırıldığında bazı olgularda reseptör dönüşümü olduğu gösterilmiştir. Ancak istatiksel olarak sadece PR dönüşümü anlamlı bulunmuştur (p=0.002). Anahtar kelimeler: EGFR, ER, HER2, meme karsinomu, karaciğer metastazı, PRÖğe Distal ekstremitelerde travmatik kemik iliği ödeminin dual enerji bt ile kalitatif ve kantitatif değerlendirilmesi(İnönü Üniversitesi, 2018) Kaya, Ahmet Turan; Özdemı?r, ZeynepAmaç: Distal ekstremite kemiklerinde travmatik kemik iliği ödeminin saptanmasında dual enerji bilgisayarlı tomografinin (DEBT) tanısal başarısını değerlendirmek. Gereç ve Yöntem: Bu prospektif çalışma Malatya İnönü Üniversitesi Bilimsel Araştırma ve Yayın Etiği Kurulu'nun 2017/74 karar no'lu izni ile gerçekleştirilmiştir. 2017 Mayıs-2018 Mart ayları arasında el ve ayak bileği travması nedeni ile başvuran 42 (20 el bileği, 22 ayak bileği) hasta çalışmaya dahil edildi. Tüm hastalara tıbbi endikasyon dahilinde DEBT ve manyetik rezonans görüntüleme (MRG) yapıldı. DEBT görüntüleri, MRG bulgularından habersiz ve birbirinden bağımsız iki radyolog tarafından kalitatif olarak renkli olarak kodlanmış kemik iliği haritasında değerlendirildi. MRG altın standart olarak kabul edildi. Son olarak birinci radyolog tarafından BT numaralarının belirlenmesi ile kantitatif değerlendirme yapıldı. Bu değerlerin kullanılması ile eşik (cut-off) değer hesaplandı. Bulgular: Kalitatif değerlendirmede duyarlılık %36,90, özgüllük %55, pozitif kestirim değeri %77,5, negatif kestirim değeri %17,18, doğruluk oranı %40,38, yanlış pozitiflik oranı %22,5, yanlış negatif oranı %82,81 olarak hesaplandı. Gözlemciler arası uyum k= 0,44 (orta) ile k= 0,74 (iyi) arasında değişmekte idi. Kantitatif değerlendirmede distal ekstremitelerdeki küçük kemiklerde ödemi ayırt edebilmek için duyarlılık; %94, özgüllük; %92 olmasını sağlayan cut-off değeri -61,4 HU olarak hesaplandı. Sonuç: Distal ekstremite yerleşimli küçük kemiklerde travma sonrası kemik iliği ödeminin gösterilmesinde kalitatif analizde DEBT'nin duyarlılık ve özgüllük oranları düşüktür. Ancak kantitatif değerlendirmede yapılan ROI öçümlerinden elde edilen eşik değeri anlamlı tanısal ilişkiler içinde olup kemik iliği ödeminin tespitinde kullanılabilir. Anahtar kelimeler: Dual Enerji Bilgisayarlı Tomografi, Kemik İliği Ödemi, TravmaÖğe Apelin, sakubitril/valsartan ve kombinasyonunun ratlarda doksorubisin ile indüklenen kalp yetmezliğinde profilaktik etkilerinin karşılaştırılması(İnönü Üniversitesi, 2022) Günata, Mehmet; Acet, Hacı AhmetAmaç: KY miyokarddaki yapısal/fonksiyonel bozuklukların neden olduğu, ventriküler dolumun veya ejeksiyon fraksiyonun bozulmasına neden olan klinik bir sendromdur. Araştırmamızda, KVH'de olumlu etkileri bilinen apelin, SV ve kombinasyonunun KY'deki profilaktik etkilerinin karşılaştırılması amaçlandı. Gereç ve Yöntem: Çalışmada 4 aylık (250-300 g) toplam 50 adet Sprague Dawley ırkı erkek ratlar basit randomize tek kör olarak Kontrol (n=8), Dox (n=12), Apelin+Dox (n=10), SV+Dox (n=10) ve Apelin+SV+Dox (n=10) gruplarına ayrıldı. İki haftalık bir süre içinde 6X2,5 mg/kg (15 mg/kg) olacak şekilde ip yolla Dox verilerek KY modeli indüklendi. Aynı süre içinde Apelin grubuna ip yoldan 20 nmol/kg/gün apelin, SV+Dox grubuna perioral yoldan 68 mg/kg/gün SV ve Apelin+SV+Dox grubuna apelin, SV ve Dox uygulandı. Deney sonunda EKO ve invazif hemodinamik ölçümler yapıldı. Kalp, aort dokusu ve kan alınarak histopatoloji ve ELISA çalışıldı. Bulgular: Apelin+SV+Dox grubunda kalp ağırlığında iyileşme, SV+Dox ve Apelin+SV+Dox gruplarında mortalitede azalma, SV verilen her iki grupta da kontrol grubuna göre kalp hızında azalma tespit edildi. Dox, SV+Dox ve Apelin+SV+Dox grubunda sistolik kan basıncında azalma görüldü. Hem SV+Dox hem de Apelin+SV+Dox grubunda diyastolik ve ortalama kan basıncında azalma görüldü. Dox grubunda LVEF ve LVFS'de azalma, SV+Dox ve Apelin+SV+Dox grubunda ise artış tespit edildi. Dox grubunda dejenere kardiyomiyosit, vakuolizasyon, hemoraji, infiltrasyon, kollajen artışı, MMP-2 ve MMP-9 artış, tüm profilaktik gruplarda ise iyileşmeler görüldü. Biyokimyasal sonuçları açısından anlamlı bir değişiklik gözlenmedi. Sonuçlar: Dox ile indüklenen kalp yetmezliğinde SV daha fazla olmak üzere Apelin, SV ve kombinasyonun EKO ve histopatolojik olarak önemli iyileşmeler sağladığı bulundu. Sonuçlarımızı destekleyecek ileri çalışmalara ihtiyaç duyulmaktadır. Anahtar Kelimeler: Doksorubisin, apelin, sakubitril valsartan, kalp yetmezliği, ejeksiyon fraksiyonu, ratÖğe 36 aydan küçük pediatrik nakil hastalarında biliyer komplikasyonlar ve perkütan radyolojik girişimler(İnönü Üniversitesi, 2020) Buruk, Mehmet Seyfı?; Kutlu, RamazanAmaç: Karaciğer Transplantasyonu kronik ve ciddi akut karaciğer yetmezliğinde önemli bir tedavi seçeneği olmakla birlikte birçok komplikasyonu da beraberinde getirebilmektedir. Transplantasyonun önemli komplikasyonlarından olan biliyer komplikasyonların tanı ve tedavisinde perkütan radyolojik girişimler önemli ve etkili bir tedavi seçeneğidir. Çalışmamızda karaciğer transplantasyonu yapılan 36 aydan küçük çocuk hastalarda gelişen biliyer komplikasyonları ve bu komplikasyonların yönetiminde perkütan radyolojik girişimlerin önemi ve etkinliğinin gösterilmesi amaçlanmıştır. Gereç ve Yöntem: İnönü Üniversitesi Turgut Özal Tıp Merkezi Karaciğer Nakil Enstitüsü'nde Ocak 2007-Ekim 2019 tarihleri arasında yaşları 36 aydan küçük 186 hastaya 191 nakil işlemi gerçekleştirildi. Yapılan incelemede; 39 hasta çeşitli nedenlerle çalışma dışında bırakıldı. Toplamda 147 hastaya yapılan 152 pediatrik nakil işlemine ait demografik veriler, cerrahi prosedürler, yapılan biliyer girişimler retrospektif olarak incelendi. Bulgular: 36 aydan küçük 152 nakil olgusunun 38'inde (%25) biliyer komplikasyon gelişmiş, 25'inde darlık, 9'unda kaçak, 4'ünde hem darlık hem de kaçak tanımlanmıştır. Bu hastaların 34'üne (%89.5) perkütan biliyer girişim yapılmış, kaçak gelişen 4 hastaya (%10.5) cerrahi tedavi uygulanmıştır. Bunun dışında 5 hastaya karaciğer enzim ve bilirubin yüksekliği nedeniyle PTK yapılmış, biliyer patoloji tespit edilmemiştir. Yapılan istatistiksel analizde cerrahi anastomoz şekliyle (DD,HJ) biliyer komplikasyon arasında anlamlı ilişki tespit edilmiştir. (p=0.001) Perkütan biliyer girişim yapılan hastalar kateterli median 2.8 ay (0.03-18.7 ay), katetersiz median 11.1 ay (0-89 ay) takip edildi. Darlık nedeniyle balon dilatasyon işlemi yapılan 23 hastanın 5'inde (%21.7) ortalama 5.4 ay (3.5-7,5) ay sonra darlık nüks etti ve balon dilatasyon işlemi tekrarlandı. Darlığı nüks eden hastalar ortalama 8.5 ay (1-22 ay), nüks görülmeyen hastalar işlem sonrası 30 ay (0-107 ay) semptomsuz takip edilmiştir. Sonuç: Perkütan biliyer girişim, karaciğer naklinden sonra biliyer komplikasyon tedavisinde yüksek başarı oranlarına sahip minimal invaziv tekniklerdir. Perkütan biliyer girişimin etkinliği, pediatrik karaciğer nakli sonrası biliyer komplikasyon tedavisindeki cerrahi müdahaleye benzerdir.Öğe Canlı vericili karaciğer nakli öncesi radyolojik değerlendirme:median arkuat ligaman basısının transplantasyonsonrası komplikasyonlara etkisi(İnönü Üniversitesi, 2023) Alakbarlı, Sakhavat; Kahraman, AyşegülAmaç: Çalışmada median arkuat ligaman (MAL) basısı bulunan canlı donörlerin alıcılarında bu sendromun ameliyat sonrası komplikasyonlara etkisinin araştırılması ve doğru donör seçimine katkı sağlanılması amaçlanmaktadır. Materyal ve Metot: 1 Ocak 2020 ile 30 Haziran 2022 arasında dinamik abdomen bilgisayarlı tomografileri (BT) çekilen 2745 donör adayı retrospektif olarak tarandı. Belirtilen tarih aralığındaki tüm hastaların BT'leri tüm planlardan (axial, sagittal ve koronal) değerlendirilerek median arkuat ligaman basısı olup olmadıkları teyit edildi. Hem MAL basısı bulunan ve ameliyat olunan donör adaylarının, hem de MAL basısı bulunmayan ve ameliyat olunan kontrol grubu donör adaylarının alıcılarında gelişen komplikasyon oranları tespit edildi ve karşılaştırıldı. Bulgular: Çalışmamıza dahil edilen 2745 donör adayından, 156'sında (%5,7) MAL basısı bulgularına rastlanırken 2589'unda (%94,3) MAL basısı bulgularına rastlanmamıştır. 2745 donör adayından 575 donör operasyona alınmıştır. 575 donörün %7 (39)'sinde (hasta grubu) MALS tanısına rastlanırken, %93(536)'ünde (kontrol grubu) rastlanmamıştır. Opere olan 575 donörün MALS tanılı olanlarının %28 (11)'si kadın, %72 (28)'i erkek iken MALS tanısı konulmayan donörlerin %38 (204)'i kadın, %62 (332)'inin erkek olduğu görülmüştür. Çalışmada operasyon sonrası alıcılarda gelişen komplikasyon oranları incelenmiş, hasta ve kontrol grubu arasında genel olarak anlamlı farklılığın olmadığı anlaşılmıştır. Fakat komplikasyonlar ayrı ayrı ele alındığında MAL basısı bulunan donörlerin alıcılarında gelişen bilier komplikasyonların MAL basısı bulunmayan donörlerin alıcılarında gelişen bilier komplikasyonlardan daha fazla olduğu ortaya koyulmuştur. Sonuç: Bu çalışma, Median Arkuat Ligaman basısı bulunan donörlerin alıcılarında nakil sonrası bu sendromun gelişen komplikasyonlar üzerindeki etkisini değerlendirmiştir. Bulgularımız, MAL basısı olan donörlerin alıcılarında artmış bilier komplikasyon oranını göstermekte olup donör seçiminde bu durumun göz önünde bulundurulması gerekliliğini ortaya koymaktadır. Anahtar kelimeler: Median Arkuat Ligaman Sendromu (MALS), donör, CVKN, komplikasyon.Öğe MS hastalarında beyin derin gri cevher yapılarındaki mikroyapısal değişiklikler ile klinik dizabilite ilişkisinin difüzyon tensör MR görüntüleme yöntemi ile değerlendirilmesi(İnönü Üniversitesi, 2020) Arslan, Ahmet; Erbay, Üyesı? Mehmet Fatı?hMS Hastalarında Beyin Derin Gri Cevher Yapılarındaki Mikroyapısal Değişiklikler ile Klinik Dizabilite İlişkisinin Difüzyon Tensör MR Görüntüleme Yöntemi ile Değerlendirilmesi Amaç: MS hastalarında derin gri cevher yapılarındaki mikroyapısal değişikliklerin DTG ile tespiti ve engellilik düzeyi ile ilişkisini değerlendirmek Gereç ve Yöntem: 2018 ila 2020 yılları arasında MS tanısı ile MRG incelemesi ve engellilik düzeyi tespiti için EDSS skoru hesaplaması yapılan 65 hastanın görüntüleri retrospektif olarak incelendi. Her iki hemisferde talamus, putamen, globus pallidus ve kaudat nükleus ile korpus kallozum splenium ve genu kısımlarından OD, FA, RD ve AD değerleri elde edilerek istatistiksel olarak incelendi. EDSS skorları ile bu verilerin ilişkisi incelendi. Ayrıca hastalar EDSS skoru 6'dan küçük olanlar (grup 1) ile 6 ve üzeri olanlar (grup 2) olmak üzere iki gruba ayrılarak gruplar arasındaki fark incelendi. Bulgular: EDSS skorları ile globus pallidus OD ve AD değerleri arasında düşük dereceli pozitif korelasyon bulundu. Diğer parametreler ile EDSS skorları arasında korelasyon tespit edilmedi. Gruplar arasında DTG parametreleri açısından farklılık bulunmadı. Sonuç: Bu çalışmada EDSS skorları ile globus pallidus OD ve AD değerleri arasında düşük dereceli korelasyon bulunmuş olmakla birlikte yüksek ve düşük engellilik düzeyleri arasında fark bulunmamıştır. Literatürdeki diğer çalışmalarda ise DTG verileri ile engellilik düzeyi ilişkisi açısından farklı sonuçlar mevcuttur. DTG her ne kadar beyindeki mikroyapısal değişiklikleri ve hasarı göstermekte etkili bir yöntem olmasına rağmen bizim sonuçlarımız ve literatürdeki diğer sonuçlar MS hastalarında engellilik düzeyini tespit etmekte ve derecelendirmede yöntemin henüz yeterli olmadığını düşündürmektedir.Öğe Primer açık açılı glokom hastalarında ve kontrol grubunda faz kontrast manyetik rezonans görüntüleme tekniği ile beyin omurilik sıvısı akım parametrelerinin değerlendirilmesi(İnönü Üniversitesi, 2018) Cengı?z, Aslınur; Erbay, Üyesı? Mehmet Fatı?hAmaç:PAAG hastalarında ve sağlıklı bireylerde faz-kontrast MRG tekniği ile BOS akım parametrelerini değerlendirmeyi amaçladık. Gereç ve Yöntem:Bu prospektif çalışma Malatya İnönü Üniversitesi Bilimsel Araştırma ve Yayın Etiği Kurulu'nun 2018/05 karar no'lu izni ile gerçekleştirilmiştir. 2018Ocak-2018 Ağustos ayları arasında göz hastalıkları glokom polikliniğine başvuran16 primer açık açılı glokom tanılı hasta ve rutin göz muayanesi normal 16 gönüllü sağlıklı bireyçalışmaya dahil edildi. Faz kontrast manyetik rezonansgörüntüleme (FK-MRG) tekniği ile aquaduktus Sylvii düzeyinde aksiyel planda görüntüler elde edildi ve BOS akımınının kantitatif analizi yapıldı.Primer açık açılı glokom hastalarında ve sağlıklı bireylerde BOS akım parametreleri (aquaduktus alanı, pik hız, ileri akım volümü, geri akım volümü, net akım volümü, aquaduktal strok volüm, dakikalık debi) hesaplandı ve tüm parametreler iki grup arasında karşılaştırıldı. Bulgular:Nicel verilerin normal dağılıma uygunluğunda Kolmogorov-Smirnov testi kullanılmıştır. Normal dağılıma uyan nicel verilerin analizinde bağımsız gruplarda T testi, normal dağılıma uymayanlarda ise Man Whitney U testi kullanılmıştır. FK-MRG incelemelerinde glokomlu olgularda (grup 1) pik hız 7,436±2,644 cm/sn, ortalama hız 0,155±0,136 cm/sn, ortalama aquaduktus alanı 0,042±0,110 cm² , ileri akım volümü 38,69±17,165 µl, geri akım volümü 37,5±14,274 µl, net akım volümü 5,06±4,43 µl, aquaduktal strok volüm 38,094±15,421 µl, ortalama dakikalık debi 5,489±2,201 µl/dk bulunmuştur. Sağlıklı bireylerde (grup 2) pik hız 9,028±3,794 cm/sn, ortalama hız 0,242±0,328 cm/sn, ortalama aquaduktus alanı 0,030±0,005 cm², ileri akım volümü 31,63±15,641µl, geri akım volümü 35,13±17,134 µl, net akım volümü 5,37±7,18 µl, aquaduktal strok volüm 33,313±15,816 µl, ortalama dakikalık debi 4,877±2,323 µl/dk bulunmuştur. Grup 1 ve Grup 2 FK-MRG parametreleri karşılaştırıldığında pik hız, ortalama hız, ileri akım volümü, geri akım volümü, net akım volümü, akuaduktal strok volüm ve ortalama dakikalık debide istatistiksel olarak anlamlı farklılık saptanmadı. Ortalama akuaduktus alanının iki grup arasında istatistiksel olarak anlamlı fark gösterdiği saptanmış olup Grup 1'de daha büyük bulundu (p=0,001). Sonuç:Primer açık açılı glokomlu hastalar ve sağlıklı bireylerden oluşan iki grup arasında FK-MRG ile BOS akım parametrelerini karşılaştırmayı amaçladık. Akuaduktus alanını glokomlu olgularda daha geniş bulduk. Değerlendirdiğimiz diğer parametrelerde iki grup arasında anlamlı farklılık saptamadık. Anahtar kelimeler:Faz Kontrast Manyetik Rezonans Görüntüleme; Primer açık Açılı Glokom;BOS BasıncıÖğe Sirkadiyen ritim bozukluklarında serum-HDL-eritrosit membranı arasında fosfolipid trafiği(İnönü Üniversitesi, 2021) Budak, Fatma Ölmez; Güldür, TayfunAmaç: Sirkadiyen ritim bozukluğuna yol açan dört durumda, metformin kullanan hastalar, psöriazisli hastalar, T2DM tanısı yeni konmuş hastalar ve gece vardiyasında çalışanlarda serum-HDL-eritrosit membranı arasındaki fosfolipid trafiğinin ortaya koyulması amacıyla bu trafikte rol alan proteinlerin düzeylerinin (Fosfolipid transfer proteini, lesitin kolesterol açil transferaz, endotelyal lipaz ve salgısal fosfolipaz A2) ve bu proteinlerle bağlantılı üç katmandaki (serum-HDL-eritrosit membranı) fosfolipid kompozisyonunun ortaya koyulması ve tüm bu verilerin sağlıklı bireylerin verileriyle karşılaştırılması amaçlanmıştır. Gereç ve Yöntem: Sirkadiyen ritim bozukluğuyla bağlantılı olduğu bilinen psöriazisli hastalar, yeni T2DM tanısı konmuş hastalar ve metformin kullanan hastalardan ve gece vardiyası çalışanlarından alınan kan numuneleri kullanıldı. Bu bireylerin serum PLTP, LCAT, EL, sPLA2 ve melatonin düzeyi analizleri ELİSA yöntemiyle gerçekleştirildi. Kortizol analizi, kemilüminesans yöntemle yapıldı. Serum-HDL-eritrosit membranında fosfolipid analizleri HPLC ve HPTLC yöntemiyle yapıldı. Bulgular: HPLC analizlerine göre eritrosit membranında tüm grupların PC alt fraksiyonu (PC4) değerleri kontrole göre yüksek saptandı. Serum LCAT, EL ve PLTP düzeyleri dört grupta da kontrole göre düşük saptandı. Diyabet, metformin ve vardiya gruplarında hiperlipidemi, psöriazis grubunda ise hipolipidemi gözlendi. Sonuçlar: Sirkadiyen ritim bozuklukları eritrosit membran PC kompozisyonunda değişimlere yol açtı. Bu değişimlerin mekanizmasının oksidatif stres sonucu hasarlanan fosfolipidlerin fosfolipazlar tarafından başlatılan tamir işlemleriyle yağ asitlerinin yenileriyle değiştirilmesi olabileceği kanaatindeyiz. Eritrosit membran lipidlerinin analizi, sirkadiyen ritim bozukluklarının teşhisinde önemli bir biyobelirteç olabilir ve LC-MS/MS veya GC-MS/MS gibi tekniklerle membran fosfolipidlerinin yağ asidi kompozisyonunun analizi daha faydalı olabilir.Öğe Epilepsi tanılı çocuk hastalarda genetik etiyolojinin hedeflenmiş yeni nesil dizi analizi verilerine dayanarak retrospektif olarak araştırılması(İnönü Üniversitesi, 2022) Öztürk, Özden; Tekederelı?, İbrahı?mAmaç: Epilepsi çocukların %0,5 ile %1'ini etkileyen tekrarlayan nöbetlerle karakterize multifaktöriyel bir hastalıktır. Etiyolojisinde çeşitli faktörler bulunmakla birlikte genetik faktörler etiyolojinin %40-50'sinde yer almaktadır. Son zamanlarda yeni nesil dizileme teknolojilerindeki gelişmeler sayesinde, epilepsili hastalarda etiyolojide çok sayıda moleküler değişik saptanmıştır. Bu da epilepsi hastalarında kesin etiyolojinin belirlenerek kişiselleştirilmiş tedavilerin önünü açmıştır. Bu tez çalışmasında epilepsi tanılı çocuk hastalarda hedeflenmiş NGS verileri retrospektif olarak incelenerek, epilepsi panelinin klinik karar verme üzerindeki etkisinin incelenmesi ve NGS sisteminin pediatrik epilepsi hastalarındaki tanı değerinin saptanması amaçlanmıştır. Gereç ve Yöntem: Bu tez çalışmasına İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Genetik Polikliniği'nde 2018-2021 tarihleri arasında epilepsi tanısı ile değerlendirilen ve tanı testi olarak hedefli NGS analizleri yapılmış 107 çocuk hasta(0-18 yaş) dahil edildi. Çalışmada patojenik, muhtemel patojenik ve VUS varyantlar yer aldı. Elde edilen nedensel varyantlar ile NGS panelinin tanı değeri hesaplandı. Bulgular: Çalışmada 20 patojenik, 5 muhtemel patojenik ve 49 klinik önemi bilinmeyen olmak üzere 74 varyant saptandı. VUS varyantlar yeniden analiz edildikten sonra 15'i benign, 15'i muhtemel benign, 5'i muhtemel patojenik, 1'i patojenik olmak üzere 36 varyantın ACMG sınıflandırması tekrar belirlendi. Buna göre toplamda 31 patojenik-muhtemel patojenik (P, LP) ve 13 VUS varyant tespit edildi. Bu çalışmada, 110 epilepsi geni içeren NGS panelinin prediktif değeri %28 olarak hesaplandı. Sonuç: Çalışmamızda, epilepsi hastalarındaki hedefli yeni NGS analizinin tanısal değeri gu?ncel literatu?r verileriyle uyumlu olarak tespit edilmiştir. Olgularda NGS ile genetik etiyolojinin belirlenmesi prognozun tahmin edilmesi ve uygun tedavinin seçilmesine olanak sağlamaktadır. Anahtar Kelimeler: Epilepsi, gen paneli, yeni nesil dizilemeÖğe Erişkin dikkat eksikliği ve hiperativite bozukluğu, dürtüsellik ve emosyon regülasyonunun obezite hastalarında bariyatrik cerrahi başarısı üzerine etkilerinin incelenmesi(İnönü Üniversitesi, 2020) Günendı?, Pelı?n Bozkurt; Erbay, Lale Gönenı?rAmaç: Hastaların bariyatrik cerrahi ameliyatı öncesi, operasyondan elde edecekleri başarı düzeyinin ve başarıyı etkileyen faktörlerin tespiti, bu hastalara uygun destek ve tedavi yaklaşımının belirlenmesinde önemlidir. Bu bilgiler ışığında, çalışmamızda DEHB ve DEHB çekirdek belirtilerinden biri olan dürtüsellik ile moderatörlerinden duygu düzenleme güçlüklerinin, bariyatrik cerrahi tedavisi başarısına ve kilo verme sürecine etkisini, obezite cerrahisi sonrası en az 1 ile en fazla 5 yıl süre geçmiş olan hastalarda incelemeyi amaçladık. Yöntem: Bu araştırma, Mart 2019 ile Eylül 2019 tarihleri arasında Turgut Özal Tıp Merkezi Genel Cerrahi ve Konsultan-Liyezon Psikiyatrisi polikliniğine ayaktan başvuran obezite cerrahisi geçirmiş gönüllü hastalar bir psikiyatrist tarafından DSM-5 kriterlerine göre değerlendirildi. Sosyo-demografik Veri Formu, Erişkin Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu Kendi Bildirim Ölçeği (ASRS), Wender-Utah Derecelendirme Ölçeği (WUDÖ), Duygu Düzenleme Güçlüğü Ölçeği (DERS) ve Yeme Tutumu Ölçeği öz bildirim yoluyla dolduruldu. Kesitsel tasarımlı planlanan çalışmada 120 postbariyatrik gönüllü katılımcı (42 kadın, 78 erkek) değerlendirmeye alındı. Bulgular: Çalışma örneklemimizin % 65'i (78 kişi) erkek, % 35'i (42 kişi) kadındı. Katılımcıların yaş ortalaması 37,22±14,22'dir. En düşük yaş 20 olup en yüksek yaş 66'dir. Katılımcıların %16,7'sinde (20 kişi) psikiyatrik hastalık mevcuttu ve örneklem dışı bırakıldı. Örneklemimizde DEHB açısından pozitif olma oranı % 22 olup DEHB tanısının doğrudan görüşme ile değerlendirildiği diğer çalışmaların sıklığı ile karşılaştırılabilir düzeydeydi. Katılımcıların operasyon öncesi BKİ'leri incelendiğinde 8 kişi evre 1 obez, 24 kişi evre 2 obez ve 64 kişi evre 3 obez sınıfındaydı. Operasyon süresi sonrasındaki geçen süre olarak değerlendirildiğinde; % 7'si 24 aydan az, % 73'ü 24-48 ay arası ve % 20'si 48 aydan fazlaydı. Kilo verme süreci başarılı olanlar ile olmayanlar arasında yaş, cinsiyet, medeni durum, eğitim, çalışma durumu, operasyon tipi ve operasyon öncesi BKİ açısından fark yoktu. Operasyon süresinin üzerinden 36 aydan fazla süre geçenlerde, 36 ay ve daha az zaman geçenlere göre kilo geri alma oranları daha yüksek çıktı (p=0,001). Örneklemimizde kilo kaybına göre başarılı ve başarısız gruplar arasında anormal yeme davranışları, yetişkin ve/veya çocukluk çağı DEHB olma durumu, dürtüsellik ve duygu düzenleme yetersizliği duygu düzenleme güçlülüğü açısından fark yoktu. Ek olarak kilo geri alanların anormal yeme davranışları, yetişkin ve/veya çocukluk çağı DEHB olma durumu, dürtüsellik ve duygu düzenleme yetersizliği açısından kilo geri almayanlardan farkı yoktu. Tartışma: DEHB tanısının bariyatrik cerrahi sonuçlarına etkisi olmaması bulgumuz literatür ile uyumlu iken duygu düzenleme güçlülüğünün bariyatrik cerrahi sonuçlarına direk etkisini inceleyen başka bir çalışma olmaması verilerimizi ilk kılmaktadır. İleriki çalışmalar, DEHB tanısı ve bileşenlerinden dürtüsellik, duygu düzenleme yetisi ve yeme davranışlarını cerrahiden önce görüşmeye dayalı değerlendirme ile araştırmalı ve cerrahi sonrası uzun süreyle takip programları ile bu faktörlerin seyrini araştırmalıdır. Son çalışmalar ve bizim çalışmamız cerrahi sonrası sonuçları etkileyebilecek psikopatolojileri tanımak ve yönetebilmenin mümkün olması adına cerrahi sonrasındaki uzun dönemde psikiyatri takip programlarının gerekliliğine işaret etmektedir. Anahtar kelimeler: DEHB, obezite cerrahisi, duygu düzenleme yetisi, yeme tutumu, obeziteÖğe İleri evre hepatoselüler karsinoma'lı hastalarda transarteryel radyoembolizasyon tedavisi sonrası erken ve ara dönemde BT perfüzyon parametreleri ile değerlendirme(İnönü Üniversitesi, 2020) Kaplan, Ela; Kutlu, Üyesı? RamazanAMAÇ: Çalışmamızın amacı ileri evre Hepatoselüler Karsinoma'lı hastaların transarteryel radyoembolizasyon yöntemi ile tedavisinden sonra 1. Ay ve 3. Ay'da BT Perfüzyon parametreleri ile hastaların tedavi yanıtı ve prognozu ile arasındaki ilişkiyi araştırmaktır. MATERYAL VE METOD: Bu çalışmamızda Temmuz 2018 ile Ağustos 2019 tarihleri arasında üniversitemiz hastanesi Radyoloji Ana Bilim Dalı'nda ileri evre HCC nedeniyle Ytrrium 90 yüklü cam kürecikler ile transarteriyel radyoembolizasyon tedavisi olan hastalara tedavi öncesi , işlem sonrası 1. Ay ve 3. Ay çekilen Dinamik BT ve BT Perfüzyon çalışmaları sonucu elde edilenBV, BF, TTS, ALP, PVP, HPI değerleri karşılaştırıldı. İstatiksel olarakVerilerin analizinde SPSS 22 programı kullanılmıştır. Wilcoxon testi, paired t testi, student t testi, Kruskal Wallis testi, Friedman testi, One Way Anova testi, ROC analizi, Spearman korelasyon testi, pearson korelasyon testi kullanılmıştır. p<0.05 değeri anlamlı kabul edilmiştir. BULGULAR: Hastalarımızın BT-P kantitatif verilerinin tedavi yanıtından bağımsız olarak yapılan analizinde BF, BV ve ALP değerlerinde 3. Ayda azalma izlenmiştir. TTS değeri ise 3. Ay kontrollerinde anlamlı olarak artmıştır. Tedavi sonrası 3. Ayda kan akımı ve hacmi azalmış, arteryel beslenme ve kontrastlanma hızı azalmıştır. BF değerinin 81,58'in üzerinde olması progresif hastalık için %53,3 sensitif ,%90 spesifik bulunmuştur. HPI değerinin 88,26'nın üzerinde olması progresif hastalık için %33 oranında sensitif iken %96,7 oranında spesifik bulunmuştur. SONUÇ:; TARE tedavisi embolizan etkinliğe de sahiptir ve tedavi yanıtını değerlendirmek için hem erken hem de ara dönemde Dinamik BT Perfüzyon kullanılabilir. BT-P; HSK'lı hastalarda TARE tedavi yanıtını değerlendirmede ve tedavi sonucunu öngörmede etkilidir. Anahtar Kelimeler: BT Perfüzyon Çalışmaları, HCC, Transarteriyel RadyoembolizasyonÖğe Multiparametrik MRG ile prostat kanseri teşhisinde perfüzyon MRG'nin tanıya katkısının değerlendirilmesi(İnönü Üniversitesi, 2019) Kahvecı?, Esra; Karaca, LeylaAmaç: Prostat kanseri açısından şüpheli bulguları olan hastalarda multiparametrik prostat manyetik rezonans görüntüleme (MpPMRG) tetkiki ile Prostate Imaging Reporting and Data System versiyon 2 (PIRADS v2) kılavuzuna göre saptanan lezyonlarda, kantitatif perfüzyon MR verilerinin elde edilmesi ve bu verilerin prostat kanseri tanısına katkısının değerlendirilmesi Materyal ve Metod: Bu prospektif çalışma Malatya İnönü Üniversitesi Bilimsel Araştırma ve Yayın Etiği Kurulu'nun 2018/66 protokol no'lu izni ile gerçekleştirildi. Ocak 2018 ile Mart 2019 tarihleri arasında klinik bulguları ve Prostat Spesifik Antijen (PSA) değeri prostat kanseri açısından şüpheli olan 56 hastanın,76 lezyonu çalışmaya dahil edildi. Tüm hastalara tıbbi endikasyon dahilinde multiparametrik prostat manyetik rezonans görüntüleme (MpPMRG) yapıldı. Çalışmaya dahil edilen hastaların görüntüleri histopatoloji sonuçları bilinmeden iki radyolog tarafından Prostate Imaging Reporting and Data System versiyon 2 (PIRADS v2) kılavuzuna uygun şekilde değerlendirildi. Yüksek b değerleri ile elde edilen ADC görüntülerde intensite ölçümü yapıldı. Dinamik kontrastlı manyetik rezonans (DkMR) görüntülerden tofts modeline göre perfüzyon MR haritaları oluşturuldu. Haritalar üzerinde lezyon alanlarından ve radyolojik olarak benign kabul edilen alandan referans ölçüm yapıldı. Hastalardan yapılan histopatolojik örnekleme ile Gleason skorları belirlendi. Perfüzyon MR görüntülerden elde edilen Ktrans, Kep, Ve, iAUC ve ADC sinyalinin Gleason ve Prostate Imaging Reporting and Data System (PIRADS) skoru ile korelasyonu incelendi. Bulgular: Çalışmaya dahil edilen hastaların yaş ortalaması 64,02 (44-86), tPSA değer ortalaması 20,11 (2,21-517,61) ng/ml, prostat volüm ortalaması 68,79 (18-186) ml'dir. Periferal zon yerleşimli lezyonların yüksek b değeri ile elde edilen ADC sinyal intensite, perfüzyon MR haritalarında belirlenen volüm of interest (VOI)'lerden elde edilen Ktrans, Kep, Ve ve iAUC değerlerinin histopatoloji sonucu benign ve kanser saptanan hastalar arasındaki farkı istatistiksel olarak anlamlı bulundu (p<0,05). Yapılan analizlerde periferal zon lezyonlarının Ktrans cut-off değeri 0,218, spesifitesi %52, sensitivitesi %75; iAUC cut-off değeri 0,209, spesifitesi %81,3, sensitivitesi %85,7 saptandı. Sonuç: DkMR görüntülerden elde edilen perfüzyon MR parametreleri, PIRADS skoru ile birlikte değerlendirildiğinde lezyonların histopatoloji sonuçları ile uyumunu artırmaktadır. Çalışmamız perfüzyon MR parametrelerinin, prostat gland periferal zon lezyonlarını benign-malign olarak karakterize etmede kullanılabilecek kantitatif ölçütler olduğunu göstermektedir. Bu verilerin kesinleşmesi için daha geniş hasta serileri ve prostatektomi veya MR füzyon biyopsi gibi daha güvenilir histopatolojik sonuçların elde edildiği ileri çalışmalara ihtiyaç duyulmaktadır. Anahtar kelimeler: Multiparametrik Prostat MRG, Perfüzyon MR, Ktrans, Prostat kanseri, PIRADSÖğe Multiple skleroz hastalarında cinsel işlev bozukluğu: Sıklığı, yordayıcıları ve yaşam kalitesi üzerine etkisi(İnönü Üniversitesi, 2022) Sarı, Yusuf; Cansel, Üyesı? Neslı?hanMultiple Skleroz Hastalarında Cinsel İşlev Bozukluğu: Sıklığı, Yordayıcıları Ve Yaşam Kalitesi Üzerine Etkisi Amaç: Cinsel işlev bozukluğu (CİB), multipl sklerozda (MS) sık görülen multifaktöryel bir durumdur. Bu çalışma MS'de CİB'nin sıklığını, yordayıcılarını ve yaşam kalite üzerine etkilerini araştırmıştır. Yöntemler: Çalışmaya İnönü Üniversitesi Nöroloji Polikliniğine başvuran 18-49 yaşları arasında Mc Donald kriterlerine göre MS tanısı alan 140 hasta ile 140 sağlıklı gönüllü dahil edildi. Katılımcılara, sosyodemografik Veri Formu, Genişletilmiş Özürlülük Durum Ölçeği, Yorgunluk Şiddeti Ölçeği, Arizona Cinsel Yaşantılar Ölçeği, Multiple Skleroz Yakınlık ve Cinsellik Anketi-19, Multiple Skleroz Yaşam Kalite Ölçeği-54, Beck Depresyon Ölçeği, Beck Anksiyete Ölçeği, Beden Algısı Ölçeği ve Rosenberg Benlik Saygısı ölçekleri uygulandı. Bulgular: Hastaların %70.7'sinde CİB tespit edildi ve bu oran sağlıklı kontrollerden (%12.8) yüksekti. CİB görülme oranı sağlıklı erkeklerde %14, kadınlarda %13.3 iken, MS'li kadınlarda %74.4, erkeklerde ise %64 olarak bulundu. CİB olan kadın hastaların en sık ifade ettiği yakınmalar %48.9 libido azalması, %16.7 vaginal kuruluk ve %5.6 disparoniydi. Erkek hastaların ise %28'i ereksiyon güçlüğü, %22'si libido azalması ve %20'si ejekülasyon sorunlarından yakınmışlardı. Hastalar ve eşleri için ileri yaş, düşük eğitim düzeyi ve sigara kullanımı ile evlilik süresi ve hastalık süresinin uzun olması, atak sayısı ve hastane yatış sayısının fazlalığı CİB gelişimi açısından risk oluşturmuştu. ACYÖ puanı ile tüm ölçek puanları arasında ve ayrıca bu ölçeklerin kendi aralarında korelasyon vardı. Sonuç: Çalışmamız, MS'li hastalarda CİB'in yaygın olduğunu, nörolojik komplikasyonların yanısıra psikososyal faktörlerinde CİB gelişimine neden olabileceğini ve yaşam kalitesini olumsuz yönde etkileyebileceğini göstermiştir. Elde edilen sonuçlar, klinisyenlere alınacak önlemler ve uygulanacak tedaviler konusunda yol gösterici olabilir. Anahtar kelimeler: Multipl skleroz, Cinsel işlev bozukluğu, Depresyon, Anksiyete, Beden algısı ve benlik saygısı, yaşam kalitesi